Mesajı Okuyun
Old 06-12-2011, 16:19   #4
GÜLSÜM ÖNAL

 
Varsayılan

Rücu davasında işveren yönünden zamanaşımı BK.125. maddesine göre 10 yıldır. Zamanaşımı gelirin onay tarihinden başlar. 3.kişiler yönünden ise BK.60 gereğince 1 ve 10 yıldır......
T.C.
YARGITAY
HUKUK GENEL KURULU
E. 2010/10-10
K. 2010/14
T. 27.1.2010
• RÜCUAN TAZMİNAT DAVASI ( İşveren Yönünden Zamanaşımının 10 Yıl Olduğu - Zamanaşımının Gelirin Onay Tarihinden Başlayacağı/Faiz Başlangıcının İse İlk Peşin Değerli Gelire İlişkin Tahsisin Onay Tarihi Olduğu )
• ZAMANAŞIMI ( Rücuan Tazminat Davası - İşveren Yönünden Zamanaşımının 10 Yıl Olduğu/3. Kişiler Yönünden İse 1 ve 10 Yıl Olduğu )
• İLK PEŞİN DEĞER HESABI ( Rücuan Tazminat Davası - Gelirin Bağlandığı Tarih İtibariyle ve Her Bir Hak Sahibi Yönünden Ayrı Ayrı Yapılacağı )
• FİİLİ ÖDEME ( Rücuan Tazminat Davası - Kurumun Talep Edebileceği Miktarın Fiili Ödeme Miktarı İlk Peşin Değerden Düşük İse Fiili Ödeme Miktarı Dikkate Alınarak Belirleneceği - Kesinleşen Önceki Rücu Davalarında Hükmedilen Miktarın Mahsubu Yapılırken İlk Peşin Değerin Esas Alınacağı )
818/m. 60, 125
506/m.26
ÖZET : Dava, rücuan tazminat isteğine ilişkindir. Rücu davasında işveren yönünden zamanaşımı 10 yıldır. Zamanaşımı gelirin onay tarihinden başlar. 3.kişiler yönünden ise 1 ve 10 yıldır. Faiz başlangıcı, ilk peşin değerli gelire ilişkin tahsisin onay tarihidir.

İlk peşin değer hesabı, gelirin bağlandığı tarih itibariyle ve her bir hak sahibi yönünden ayrı ayrı yapılmalıdır. Fiili ödeme halinde, Kurumun talep edebileceği miktar, ilk peşin değerin kusur karşılığı fiili ödeme miktarından düşük ise ilk peşin değere göre; fiili ödeme miktarı ilk peşin değerden düşük ise fiili ödeme miktarı dikkate alınarak belirlenir. Kesinleşen önceki rücu davalarında hükmedilen miktarın mahsubu yapılırken, ilk peşin değer esas alınacaktır. İlk peşin değerle birlikte artışlara da hükmedilmişse artışlar mahsup edilmemelidir.

DAVA : Taraflar arasındaki “Rücuan Tazminat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; . Mersin 1. İş Mahkemesince davanın kabulüne dair verilen 28.03.2006 gün ve 1093-176 sayılı kararın incelenmesi davacı SSK ( SGK ) vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 10.Hukuk Dairesinin 19.04.2007 gün ve 16068-6347 sayılı ilamı ile;

( ... Davacı, işkazası sonucu sürekli işgöremezlik durumuna giren sigortalıya bağlanan peşin değerli gelirler ile yapılan harcama ve ödemeler nedeniyle uğranılan Kurum zararının rücuan ödetilmesini istemiştir.

Mahkeme, bozmaya uyarak ilamında belirtildiği şekilde isteği hüküm altına almıştır.

Hükmün, davacı Avukatı tarafından temyiz edilmiştir….

Dava, rücuan tazminat isteğine ilişkin olup, yasal dayanağı 506 Sayılı Kanunun 26. maddesidir.

İş kazası veya meslek hastalığı sonucu Kurum tarafından sigortalı veya hak sahibi kimselere bağlanan gelirin işveren veya 3. kişilerden rücuan tazminine imkân sağlayan bu tür davalarda kurumun rücu hakkı Yargıtay kararlarıyla “Kendine özgü halefiyet” hukuksal temeline dayandırılmıştır. Bu içtihadın temelinde ise 506 Sayılı Kanundan önce yürürlükte olan 4772 Sayılı Kanunun 37. maddesi ile ilgili 31.03.1954 tarihli ve 18/11 sayılı ve özellikle 26. madde ile ilgili olarak daha sonra verilen 01.07.1994 tarih ve 1992/3-1994/3 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararları vardır.

26. madde ile ilgili olduğu için bağlayıcı nitelikteki 01.07.1994 tarihli İçtihadı Birleştirme Kararında bu tür davaların '.... içeriğinde geri alma hakkı bulunan kendine özgü nitelikteki haleflik hukuki temeline dayandığı...' kabul edilirken maddenin 1. fıkrasına 3395 Sayılı Kanunla eklenen '…sigortalı veya hak sahibi kimselerin işverenden isteyebilecekleri miktarla sınırlı olmak üzere…' bölümüne dayanılmıştır.

Dairemizin iptal başvurusu üzerine Anayasa Mahkemesinin 23.11.2006 gün ve 2003/10, 2006/106 Sayılı Kararı ile 26. maddenin 1.fıkrasındaki bu bölüm, Kararın Resmi Gazete’de yayımlandığı 21.03.2007 tarihi itibariyle iptal edilerek yürürlükten kalkmıştır. Anayasa Mahkemesi iptal gerekçesinde şu görüşlere yer vermektedir:

'Kanuna uymayan eylem sonucunda hukuksal yaptırıma maruz kalan ve bunun sonucu olarak da bağlanan gelirin sermaye değerini Kuruma ödeyen ve böylece ilgi ve ilişkisi kesilen işverenin, Kanun, Kanun Hükmünde Kararname ve Kararlarla bağlanan gelirlerde yapılacak artışlardan ve bu artışların peşin sermaye değerlerinden sorumlu tutularak dava tehdidi altında bulundurulması, sosyal güvenlik kuruluşlarına ait olması gereken risklerin işverene yükletilmesi anlamına gelir. Böyle bir durum hakkaniyet ve sorumluluk ilkeleriyle bağdaşmadığı gibi sosyal hukuk devleti ilkesine de aykırıdır.'

Görüldüğü gibi, Anayasa Mahkemesi bu kararla gelir artışlarından doğan Kurum zararının işverenden istenemeyeceğini açık ve kesin bir anlatımla kabul etmiş bulunmaktadır.

Hal böyle olunca, iptal kararı ile birlikte ortaya çıkan yeni hukuki durum çerçevesinde gelir artışlarının istenemeyeceği ve bu maddeye göre açılan davalarda halefiyet kuralına dayanılamayacağı, Kurumun rücu alacağının hukuki temelinde halefiyet değil, 'Kanundan doğan basit rücu hakkı'nın bulunduğu kabul edilmelidir.

İptal kararıyla ortaya çıkan bu hukuki durumun mahkemece eldeki davalar bakımından ele alınıp incelenmesi ve gözetilmesi gerekir.

Belirtelim ki, 09.05.1960 tarih ve 1960/21-9 Sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı ile HGK’nun 21.01.2004 gün ve 2004/44-19 sayılı ve 07.04.2004 gün ve 2004/214 - 198 sayılı, ayrıca, 29.09.2004 gün ve 2004/448 - 461 Sayılı Kararları uyarınca, Anayasa Mahkemesinin iptal kararları usuli kazanılmış hakkın ve aleyhe bozma yasağının istisnasını oluşturur ve bu nedenle sonradan çıkan iptal kararı henüz mahkemede veya Yargıtay’da olan bütün davalara uygulanır.

Mahkemece, söz konusu iptal kararının halen derdest olan davalara uygulanması gerektiği sonucuna varılırsa, yargılamada şu hususların göz önünde bulundurulması gerekecektir;

Kurumun rücu hakkının hukuksal temeli, halefiyete değil; Kanundan doğan basit rücu hakkına dayanır.

Bu nedenle Kurum, sigortalı veya hak sahiplerine bağladığı gelirin ilk peşin değerinin kusur karşılığını isteyebilir. Gelir artışlarını talep edemez.

Tazminat davasında alınan kusur ve hesap raporu, rücu davasında bağlayıcı değildir. Güçlü delil niteliğindedir.

Sigortalı veya hak sahibi kimselerin, sorumluları ibra etmesi veya yapılan her türlü ödeme Kurumun rücu hakkını etkilemeyeceğinden, rücu davasında dikkate alınmaz.

Rücu davasında işveren yönünden zamanaşımı BK.125. maddesine göre 10 yıldır. Zamanaşımı gelirin onay tarihinden başlar. 3.kişiler yönünden ise BK.60 gereğince 1 ve 10 yıldır.

Faiz başlangıcı, ilk peşin değerli gelire ilişkin tahsisin onay tarihidir.

İlk peşin değer hesabı, gelirin bağlandığı tarih itibariyle ve her bir hak sahibi yönünden ayrı ayrı yapılmalıdır.

Fiili ödeme halinde, Kurumun talep edebileceği miktar, ilk peşin değerin kusur karşılığı fiili ödeme miktarından düşük ise ilk peşin değere göre; fiili ödeme miktarı ilk peşin değerden düşük ise fiili ödeme miktarı dikkate alınarak belirlenir.

Kesinleşen önceki rücu davalarında hükmedilen miktarın mahsubu yapılırken, ilk peşin değer esas alınacaktır. İlk peşin değerle birlikte artışlara da hükmedilmişse artışlar mahsup edilmeyecektir.

Mahkemenin yukarıda açıklanan esaslar doğrultusunda ve Anayasa Mahkemesinin iptal kararı gözetilerek hüküm kurması gerektiğinden hükmün bu sebeple bozulması gerektiği sonucuna varılmıştır.

O halde, davacı kurumun bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır... ),

Gerekçesiyle şeklinde hüküm bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda kısmen direnilmiştir.

Hukuk Genel Kurulu'nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kâğıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

KARAR : 1- Davalı Büyükşehir Belediyesi vekili ve diğer davalı tarafından da karar temyiz edilmişse de, bu kişilerce önceki hüküm temyiz edilmediğinden ve bu nedenle kurulan direnme kararını temyizde bir hukuki yararları bulunmadığından, temyiz istemlerinin bu nedenle reddine karar verilmelidir.

2-Tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dosyadaki tutanak ve kanıtlara, bozma kararında açıklanan gerektirici nedenlere göre, Hukuk Genel Kurulu’nca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.

SONUÇ : 1-Davalıların temyiz istemlerinin yukarıda açıklanan nedenlerle REDDİNE,

2-Davacı vekilinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı H.U.M.K.nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının geri verilmesine, 27.01.2010 gününde oybirliğiyle karar verildi.