Mesajı Okuyun
Old 05-12-2008, 14:43   #2
av.sally

 
Varsayılan

T.C. YARGITAY
1.Hukuk Dairesi
Esas: 2004/14912
Karar: 2005/715
Karar Tarihi: 02.02.2005



ÖZET :
Dava, vekalet görevinin kötüye kullanılarak satış vaadinde bulunulduğu iddiasıyla sözleşmenin iptali ile tapu sicil kaydının iptal ve tescili isteğine ilişkindir. Vekalet sözleşmesi, büyük ölçüde tarafların karşılıklı güvenine dayanır. Vekilin borçlarının çoğu bu güven unsurundan, onun vekil edenin yararına ve iradesine uygun davranış yükümlülüğünden doğar. Şekil ile sözleşme yapan kişi Medeni Kanunun 3. maddesi anlamında iyiniyetli ise, yani vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını bilmiyor veya kendisinden beklenen özeni göstermesine rağmen bilmesine olanak yoksa, vekil ile yaptığı sözleşme geçerlidir ve vekil edeni bağlar. Vekil vekalet görevini kötüye kullansa dahi bu husus vekil ile vekalet eden arasında bir iç sorun olarak kalır, vekil ile sözleşme yapan kişinin kazandığı haklara etkili olamaz. Ne var ki, üçüncü kişi vekil ile çıkar ve işbirliği içerisinde ise veya kötüniyetli olup vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını biliyor veya bilmesi gerekiyorsa, vekil edenin sözleşme ile bağlı sayılmaması, Medeni Kanunun 2. maddesinde yazılı dürüstlük kuralının doğal bir sonucu olarak kabul edilmelidir. Söz konusu yasa maddesi buyurucu nitelik taşıdığından hakim tarafından kendiliğinden ( resen ) göz önünde tutulması zorunludur. Vekalet görevinin kötüye kullanıldığı iddiası ile açılan davalarda kural olarak zamanaşımı söz konusu olamaz. Hal böyle olunca,işin esası incelenerek sonucuna göre bir hüküm kurulması gerekir.
Hal böyle olunca,işin esası incelenerek sonucuna göre bir hüküm kurulması gerekirken yanılgılı değerlendirmeyle yazılı biçimde karar verilmesi doğru değildir.

(4721 S. K. m. 2, 3) (818 S. K. m. 390/2)

DAVA:
Taraflar arasında görülen davada;
Davacılar, miras bırakan adına kayıtlı tapulu taşınmazlarda adlarına intikal işlemi yaptırmak üzere davalının annesini vekil tayin ettiklerini, ancak vekilin vekalet görevini kötüye kullanarak intikal edecek miras paylarını davalıya satış vaadi sözleşmesiyle sattığını, taşınmazlarda sonradan kadastro tespiti yapıldığını, taraf olmadıkları davalarda davalının bu satış vaadi sözleşmesine dayanarak adına hükmen tescillerini sağladığını ileri sürerek gayrimenkul sözleşmesinin iptali ile tapu iptal ve tescil isteğinde bulunmuşlardır.
Davalı, davacıların miras bırakandan intikal eden paylarını erkek kardeşlerine sattıklarını, ancak dava konusu taşınmazların orman sınırları içine alınması nedeniyle tescil işlemi yapılamadığından ileride devrin gerçekleşmesini temin amacıyla vekaletname verdiklerini, davacıların satış vaadi sözleşmesinden haberdar olduklarını, zamanaşımı süresinin dolduğunu, kendi adına oluşan hükmen tescil kararında zilyetliğinin gerekçe yapıldığını, kadastroda da taşınmazların zilyetliğinde olduğunun belirtilmiş olduğunu, tapu iptali istenen taşınmazların hazine adına kayıtlı olması nedeniyle husumet itirazı bulunduğunu bildirerek davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece, satış vaadi sözleşmesinin iptali ile ilgili davanın zamanaşımı yönünden tapu iptali ve tescil davasının husumet yönünden reddine karar verilmiştir.
Karar, davacılar vekili tarafından süresinde temyiz edilmiş olmakla;Tetkik Hakimi raporu okundu,düşüncesi alındı.Dosya incelendi gereği görüşülüp düşünüldü:

KARAR:
Dava, vekalet görevinin kötüye kullanılarak satış vaadinde bulunulduğu iddiasıyla sözleşmenin iptali ile tapu sicil kaydının iptal ve tescili isteğine ilişkindir.
Mahkemece, davanın reddine karar verilmiştir.
Dosya içeriğinden ve toplanan delillerden;davacıların dava dilekçesinde belirttikleri taşınmazların kadastro sonucu hükmen 11 ve 5 parsel sayısıyla hazine adına tapuya tescil edildiğine göre, mahkemece iptal ve tescil davasının husumet yokluğu nedeniyle reddedilmesinde bir isabetsizlik yoktur.Davacıların bu yöne değinen temyiz itirazları yerinde değildir.Reddine.
Satış vaadi sözleşmesinin iptali istemine gelince;bu sözleşmenin 28.3.1989 tarihli vekaletnameye dayalı olarak 30.3.1989 tarihinde yapıldığı anlaşılmıştır.
Bilindiği üzere; Borçlar Kanununun temsil ve vekalet bağıtını düzenleyen hükümlerine göre, vekalet sözleşmesi büyük ölçüde tarafların karşılıklı güvenine dayanır. Vekilin borçlarının çoğu bu güven unsurundan, onun vekil edenin yararına ve iradesine uygun davranış yükümlülüğünden doğar.
Borçlar Kanununda sadakat ve özen borcu, vekilin vekil edene karşı en önde gelen borcu kabul edilmiş ve 390/2 maddesinde "vekil, müvekkiline karşı vekaleti hüsnüniyetle ifa ile mükelleftir..." hükmüne yer verilmiştir. Bu itibarla vekil, vekil edenin yararına ve iradesine uygun hareket etme, onu zararlandırıcı davranışlardan kaçınma yükümlülüğü altındadır. Sözleşmede vekaletin nasıl yerine getirileceği hakkında açık bir hüküm bulunmasa veya yapılan işlem dış temsil yetkisinin sınırları içerisinde kalsa dahi vekilin bu yükümlülüğü daima mevcuttur. Hatta malik tarafından vekilin bir taşınmazın satışında, dilediği bedelle dilediği kimseye satış yapabileceği şeklinde yetkili kılınması, satacağı kimseyi dahi belirtmesi,ona dürüstlük kuralını, sadakat ve özen borcunu göz ardı etmek suretiyle, makul sayılacak ölçüler dışına çıkarak satış yapma hakkını vermez. Vekil edenin yararı ile bağdaşmayacak bir eylem veya işlem yapan vekil değinilen maddenin birinci fıkrası uyarınca sorumlu olur. Öte yandan, vekil ile sözleşme yapan kişi Medeni Kanunun 3. maddesi anlamında iyiniyetli ise yani vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını bilmiyor veya kendisinden beklenen özeni göstermesine rağmen bilmesine olanak yoksa, vekil ile yaptığı sözleşme geçerlidir ve vekil edeni bağlar. Vekil vekalet görevini kötüye kullansa dahi bu husus vekil ile vekalet eden arasında bir iç sorun olarak kalır, vekil ile sözleşme yapan kişinin kazandığı haklara etkili olamaz.
Ne var ki, üçüncü kişi vekil ile çıkar ve işbirliği içerisinde ise veya kötü niyetli olup vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını biliyor veya bilmesi gerekiyorsa vekil edenin sözleşme ile bağlı sayılmaması, Medeni Kanunun 2. maddesinde yazılı dürüstlük kuralının doğal bir sonucu olarak kabul edilmelidir. Söz konusu yasa maddesi buyurucu nitelik taşıdığından hakim tarafından kendiliğinden ( resen ) göz önünde tutulması zorunludur. Aksine düşünce kötü niyeti teşvik etmek en azından ona göz yummak olur. Oysa bütün çağdaş hukuk sistemlerinde kötü niyet korunmamış daima mahkum edilmiştir. Nitekim uygulama ve bilimsel görüşler bu yönde gelişmiş ve kararlılık kazanmıştır.
Vekalet görevinin kötüye kullanıldığı iddiası ile açılan davalarda kural olarak zamanaşımı söz konusu olamaz.
Hal böyle olunca,işin esası incelenerek sonucuna göre bir hüküm kurulması gerekirken yanılgılı değerlendirmeyle yazılı biçimde karar verilmesi doğru değildir.

SONUÇ:
Davacıların bu yöne değinen temyiz itirazları yerindedir. Kabulüyle hükmün açıklanan nedenden ötürü H.U.M.K.'nun 428. maddesi uyarınca BOZULMASINA,alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine,2.2.2005 tarihinde oybirliği ile karar verildi.