Konu: Kaptan
Mesajı Okuyun
Old 19-10-2008, 10:01   #2
Av.Cengiz Aladağ

 
Varsayılan Gülten

Önnot: Bu öyküden önce, yukarıdaki Kaptan adlı öyküyü okumanızı öneririm.


GÜLTEN


“Pardon! Bakar mısınız?”

Baktım. Gülten. Gülten’im. Aynı gözler; iri, kara. Aynı saçlar; mutedil dalgalı. Aynı küçük, sivri burun. Aynı Gülten. Yıllar öncesinin Gülten’i, Gülten’im.

“Tekne kiralamak istiyoruz da... Siz kiralıyor musunuz veya bildiğiniz biri var mı?”

Yanına doğru gittim. Elini uzattı. Aynı uzun, ince, kemikli parmaklar.

“Merhaba. Suna ben. Yurtdışından arkadaşlarım gelecek de... Onları gezdirmek istiyorum.”

“Nasıl bir tekne? Kaç kişilik?”

“Beş kişi olacağız. Bunun gibi olabilir mesela.”

“Ne zamana?”

“Yarın değil, öbür Pazar. Kaça olur?”

“Sorun değil. Beğendiniz mi tekneyi? Balıkçı teknesidir, biraz balık kokar.”

“Güzel, güzel. Oturacak yer yok ama.”

“Ayarlarız. Şuralara sandıklar koyarım, üstüne de minder; olur. Yeter beş kişiye.”

“Şimdi biz, yani ben öyle düşündüm; buradan adalara gidilecek, sonra Çınarcık... Oradan da ileriye, Armutlu'ya kadar falan... Bir iki yerde durup denize gireriz. Yani bütün gün... Kaç paraya olur?”

Para önemli mi Gülten? Bunca zaman sonra seni bulmuşum, nasıl parayla ölçebilirim ki senin yanında olmanın değerini?

Kısa bir pazarlık; anlaştık. Elimi sıktı ince, uzun, kemikli parmaklarıyla Gülten. Telefonumu sordu, yoktu telefonum. “Ben ya denizde ya buradayım.” dedim. “Kaparo?” Gerekmez. Gitti. Gitti Gülten’im.Ama gelecek. Bunu bilmek ne güzel!

* * *

Fulya arayınca, bir de “geliyorum” deyince deli oldum. Fulya geliyor ya; hem de kaç seneden sonra!

Fulya'yla ta okuldan tanışırız. 3.sınıfta ancak arkadaş olduk, çok kısa sürede dostluğa dönüştü tanışıklığımız. Okul bitince Amerika'ya gideceği tuttu bizimkinin. Orada evlendi, boşandı falan... Hep hızlıydı; hızını korudu Amerika'da da.

Şimdi geliyor. Ne oldu; beni özlemedi ya bu kız? Telefonda sorularıma “konuşuruz” diye yanıt verince daha da arttı merakım. Tamam, konuşuruz da, ne oldu, bir ipucu versene...

Arkadaşlarıyla geleceğini söyledi Fulya. 3 kız daha. Onları misafir edebilir miymişim? Sorulur mu kız; senin arkadaşın, benim başımın tacı.
İyi de, ne yapmalı? Nerede yatacak bu dört kişi? Ne yapacağız, nasıl gezdireceğiz? Hem mekan hem para sorunu var. Ben daha yeni boşanmışım, bir düzen kuramamışım. İşim beni iyi kötü geçindiriyor ya, zengin de değilim. Bizim Fulya'nın öyle rahat aramadığını düşününce ben de rahatlıyorum ama ya diğer misafirler? Hem, biryerlere götürmek lazım konukları, hadi bir gün Çınarcık, bir gün Termal; ya sonra ne yapacağız?

Akşamı bu düşüncelerle edip, rahatlarım diye denizkıyısına geldim. Planım, balıkçılar kahvesinde oturup düşünmek. Dur ama, tekne gezisi nasıl olur? Harika olur. Fulya bayılır denize, misafirler de sever herhalde. Ama bir tekne lazım. Şu beyaz sakallı amcanın teknesi ne güzel; sade bir balıkçı teknesi. Kiralar mı acaba? Kaça patlar bana? Pahalı değildir inşallah!

“Pardon! Bakar mısınız?”

Baktı. Nur yüzlü bir ihtiyar. Yaşı yetmişlerde olmalı ama bedeni dinç. Deniz adamı işte. Üç aşağı, beş yukarı derken anlaştık. Fulya gelince ilk iş bunu söylemeli: “tekne ayarladım kızım, boru değil!”

***

Okulun en güzel kızı mıydı, bana mı öyle gelmişti, bilmiyorum. İkinci yılımda, geçen yıl kaldığım bir dersin tekrarında tanışmıştık. Adını söyleyince, o zamanlar daha ünlü olmamış o esmer adamın acemilik kasetindeki o şarkı aklıma gelmişti: “Gülten’imde yara geçmez.”

Kısa zamanda Gülten’im olmuştu. Okul biter bitmez evlenmiştik. Mutluyduk. Yıllarca mutlu olduk. O yağmurlu güne kadar, o kazaya kadar. Ama gelmişti işte. Gülten’di. Gülten’imdi.

O hafta balığa çıkmadım. Yasak günleriydi; bazen olta bazen çapari atıyorduk, ekmek veriyordu deniz. Ama ben çıkmadım. Sabah gün doğmadan tekneye gelip, uykum gelene dek temizlik yapıyor, oturma yerlerini düzenliyor, gereksiz malzemeleri ortadan kaldırıyor ve teknemi güzelleştiriyordum. Sanki gelin arabası olacaktı.

Gülten'im rahat etsin diye yumuşacık minderler aldım. Gülten'imin sevdiğini bildiğim için taze nergis buldum. Hazırdım O'na. Hazırdım gelişine.

Sonunda cumartesi geldi çattı. Akşam son bir kez herşeyi gözden geçirip, eve gittim. Uyku haramdı bu gece. Yarın Gülten geliyorsa, uyumak ne boş bir eylem. Sabahı zor ettim O'nun özlemiyle. Gün doğar doğmaz tekneye geldim, çay demledim. Biraz bekler, tazelerim çayı; O gelince denize ve yüzüme bakarak içer. Gülümser, hep yaptığı gibi. O gülünce benim kalbimde uçar kırlangıçlar.

***

Havaalanından aldım bizimkileri. Fulya epeyce kilo almış, şaşırttı beni. Arkadaşları da onun gibi dobişko, ben sıska kaldım aralarında. Fulya arabada pek konuşmadı, “vaktimiz çok” deyip geçiştirdi sorularımı. Amerikan aksanı dışında çok net anladım aralarındaki konuşmaları; misafirler daha iner inmez çekinmişlerdi bizim buralardan. Fulya alışık, korkacak bir şey olmadığını anlatıyor onlara.

Cumartesi kolay atlatıldı. Zaten akşamdı eve geldiğimizde. Yemek, kısa bir gezinti, kahve ve sohbet derken yattık. Fulya ile kendime yer yatağı yapmıştım salona. Ancak o zaman konuştu. Deli kızın derdi yine bir delilikmiş meğer. Amerika'da bula bula bir Türk'e aşık olmuş bu sefer. İkisi de birbirine “buraya gel” diyormuş. Bizimkinin de kafası karışmış; bana, eski dostuna danışmaya gelmiş aslında. Ne diyeyim kız! Aşk bu! Sen ne düşünürsen düşün, ben ne dersem diyeyim, aşkı kovalayacaksın. Eh, hanginizin aşkı daha güçlüyse, o gidecek diğerinin “buraya”sına.

Sabah erkenden uyandım, herkesi kaldırdım. Amerikalılar heyecanlı, tekneyi soruyorlar, anlatıyorum, daha da heyecanlanıyorlar. Basit bir kahvaltı hazırlayıp, heveslerini tekneye saklamalarınız söyledim. Saat dokuza doğru hepimiz hazırdık ve evden çıktık.

***

Gülten çok sevindi nergislere. İşte gelmişti! Bembeyaz elbisesiyle martıları kıskandırıyor, elindeki nergisleri koklayıp gülümsüyordu.

Motora yarım yol verip açıldım kıyıdan. Gülten’imin saçları rüzgarda dalgalanmaya başlamış, gamzeli yanakları hafiften pembeleşmişti.

Bakışarak gittik uzun süre. Esenköy açıklarında durdurdum motoru. Yanına oturdum. Gülten’im! Konuşmaya gerek kalmadan anlaşıyorduk. Beni hep sevdiğini, yıllarca aradığını söylüyordu. Ben de Gülten, ben de. Ama geldin ya, artık geçmişin önemi yok. Geçmiş, seni beklemekti. Geçti. Geldin. Gülten'sin. Gülten’imsin. Hiç ayrılmayacağız artık. Hep yanındayım.

Uzakları işaret etti. Gidelim mi Gülten? Oraya mı? Motoru çalıştırıp, işaret ettiği yöne çevirdim teknenin burnunu. Güneş tam karşıdaydı. Gülten, gözlerini kısmış, ayağa kalkmıştı. Ötelere bakıyordu. Ne var orada Gülten? Tamam gidiyoruz. Ama otur bir tanem, dalga olmasa da biraz sallanıyor tekne. Bir elini dayayıp dengesini sağlamak ve oturmak istedi Gülten. Sallantı artmıştı. Diğer elindeki nergisler düştü denize.

Dur, geliyorum! Gülten... Nergisler... Bekle, alacağım şimdi. Gülten’im... Kımıldama... Bekle... Gülten... Düşersin, dur! Nergisler... Deniz... Gülten... Gülten’im...

***

Yaşlı amcaya saat dokuz gibi geliriz demiştim ama biraz geciktik. Daha önce konuştuğumuz yerde değildi teknesi. Belki biraz öteye bağlamıştır diye yürüdük. Tekneler bitip, balıkçı kahvesine gelince, acaba yanından geçip göremedik mi diye geri dönüp baktım. Yoktu amca. Fulya ve Amerikalılar şaşkın. Ben hem şaşkın, hem kızgınım. Nerde bu adam? Neyse kahvedekiler bilirler herhalde. Kahvede sordum. Adını da bilmiyorum ya, yaşlı amca deyip, tarif edince anladılar. Kaptan diyorlardı adama; iki saat önce denize açıldığını söylediler. Ama nasıl olur? Kahvedekilere anlattım; anlaşmıştık, tekneyi kiralamıştık, bizi gezdirecekti dedim. Bilmiyorlardı. Rezil oldum misafirlere. Ne yaptın Kaptan amca? Hay senin!..

19.10.2008