Mesajı Okuyun
Old 23-12-2007, 00:36   #1
halit pamuk

 
Varsayılan Kamulaştırmasız El Atma Davaları Kılavuzu

KAMULAŞTIRMASIZ EL ATMA DAVALARI KILAVUZU


Kamulaştırma el atma davaları, uygulamada sıklıkla karşılaşılan bir dava türüdür. Ancak yasayla düzenlenmiş bir konu değildir.Bu konuya ilişkin tek yasal düzenlemede( 2942 Sayılı Kamulaştırma Kanunun 38. Maddesi) Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilmiştir. Uygulamada,Kamulaştırmasız El Atma Davaları, İBK, HGK ve HD’lerinin içtihatlarıyla yön bulmaktadır.Kamulaştırmasız El Atmanın tanımını basitçe şöyle yapabiliriz:Bir kamu tüzel kişisinin özel mülkiyetteki bir taşınmazı kamulaştırma işlemi yapmaksızın fiilen işgal etmesidir.( Gözler, İdare Hukuku,Cilt II,S.910.) Ancak, bu tanım uygulamacı için yetersizdir.

O zaman, “neyin” kamulaştırmasız el atma olduğunu anlamaya çalışalım:
I) Kamulaştırmasız el atmadan söz edebilmemiz için İdare tarafından taşınmaza kamulaştırma yapmaksızın fiilen el atılmış olmalıdır.
a) Bu başlığın İlk unsuru, kamulaştırmanın yapılmamış olmasıdır.

İdare hiçbir kamulaştırma işlemi yapmadan taşınmaza el atarsa, kamulaştırmasız el atıldığı açıktır. Ancak bazen idare kamulaştırma işlemine başlar, fakat kamulaştırma işlemini tamamlamadan taşınmaza el atar. İşte bu durumda da kamulaştırmasız el atma vardır.

Uygulamada bu konuyla ilgili olarak genelde karşılaşılan durum şudur: İdare, kamulaştırma işlemine başlar, kamulaştırma işlemlerini tamamlar, bankaya taşınmazın bedelini yatırır ve bloke eder, ancak, tebligat işlemi yapmaz ya da yapamaz. İşte, idare, tebligat yapmamasına rağmen fiilen taşınmaza el atmışsa, bu durumda kamulaştırmasız el atma var, diyeceğiz.

Buna ilişkin uygulamadan örnekler:

“Davalı idare, kamulaştırma kararı almış ve bedeli de bloke ettirmişse de, yapılmış bir kamulaştırma tebligatı olmadığından, davanın, kamulaştırmasız el atmaya dayanan bedel davası olarak nitelendirilmesi doğrudur. ( 5.HD. 12.10.1998 T. E. 1998/10788, K.1998/14597)

Dava, kamulaştırma bedelinin artırılması istemine ilişkindir. Mahkemece, 4650 sayılı Kamulaştırma Kanununa göre, kamulaştıran idare tarafından kamulaştırma bedelinin mahkemece tespiti ve idare adına taşınmazın tescili davası açılabileceği, bu nedenle de davacının, dava hakkı bulunmadığından bahisle davanın reddine karar verilmiş, hüküm davacı tarafından temyiz edilmiştir. Dava konusu taşınmazın 19.6.1996 tarihli kararla kamulaştırılmasına karar verilmiş, ihtilafsız bedel mülk sahibi adına bankaya bloke edilmiş, kamulaştırma kararı taşınmaz malikine tebliğ edilmeden, taşınmaza 1.10.1994 tarihinde el atılmıştır. 2942 sayılı Kamulaştırma Kanununun 25.maddesine göre hakların kullanılması ve borçların yerine getirilmesi bakımından kamulaştırma işlemi mal sahibi için tebligatla başlar. Bu nedenle davacı tarafından açılan davanın 16.5.1956 gün ve l/6 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı göz önünde tutularak kamulaştırmasız el atmaya dayanan bedel davası olarak nitelendirilip, davanın esasına girilerek hüküm kurulması gerekirken, yazılı şekilde davanın reddine karar verilmesi, Doğru görülmemiştir” (.5. HUKUK DAİRESİ E. 2002/7510 K. 2002/13809 T. 17.6.2002)


b) Bu başlığın ikinci unsuru, idare tarafından, kamu yararı amacıyla, özel mülkiyetteki taşınmaza, fiilen el konulmuş olmasıdır:

Uygulamada görülen ve sıklıkla tartışılan konu, askeri yasak bölgelere ilişkin konudur;

Bir bölgenin “askeri güvenlik bölgesi ya da yasak bölge” içine alınmış olması tek başına “fiili el atma” olarak değerlendirilebilir mi?

Yargıtay’a göre, taşınmazın yasak bölge içine alınması tek başına fiili el atma olarak değerlendirilemez.

Dava kamulaştırmasız el atmaya dayanan bedel istemine ilişkindir. Jandarma asayiş komutanlığının 7 Ekim 1999 tarihli yazısında; dava konusu taşınmazın askeri güvenlik bölgesi içerisinde kaldığı belirtilmiştir.Dava konusu taşınmaz askeri yasak bölgeler hakkındaki Kanunun 9. maddesinde belirtilen 2. sınıf yasak bölge kapsamındadır. Taşınmazın etrafı tel örgü ile çevrilmiştir. Yasada ve sözü edilen cevabi yazıda da belirtildiği gibi arazi olarak kullanımının engellenmesi sözkonusu değildir. Komutanlıktan izin alınmak suretiyle taşınmaz malikinin arazi olarak kullanılmasına engel bir durum mevcut değildir.Diğer taraftan dava konusu taşınmaz mücavir alan sınırları içinde olup, henüz imar parselasyonu da yapılmamıştır. Belirtilen bu niteliğine göre taşınmazın sadece zirai faaliyette kullanılması mümkün olup buna da engel olunmadığına göre kamulaştırmasız el atmadan söz edilemez, bedeli de istenemez.Açıklanan nedenle davanın reddi yerine kabulüne karar verilmesi, Doğru görülmemiştir” (5. HUKUK DAİRESİ E. 2000/391 K. 2000/1260 T. 7.2.2000)

Dava, kamulaştırmasız el atılan taşınmaz bedelinin tahsili istemine ilişkindir. Mahkemece davanın kabulüne karar verilmiş, hüküm davalı idare vekilince temyiz edilmiştir.Dava konusu taşınmaz, Onaylı Askeri Güvenlik Bölgesi içinde bulunmakla beraber, etrafının tel örgü içine alınmadığı gibi, parsel kapsamında maliklerinin zirai faaliyette bulunabilecekleri önceden mevcut bina ve yapı bulunması halinde oturmaya devam edebilecekleri meslek ve sanatlarını icra edebilecekleri, ancak; inşaat, tadilat, harfiyat gibi faaliyetler için izin ve ruhsat verilmeden önce yetkili komutanlığın izninin alınması gerektiği dosyada mevcut 6. Kolordu Komutanlığı yazısından anlaşılmaktadır.Bu durumda idarenin taşınmaza doğrudan müdahalesi ve sahiplenme kastı bulunmamaktadır. Açıklanan nedenle davanın reddi gerekirken kabulüne karar verilmesi, Doğru görülmemiştir.( 5. HUKUK DAİRES E. 2003/11524 K. 2003/14372 T. 15.12.2003)

Uygulamada sıklıkla görülen diğer konu, taşınmazın imar planında park alanı yeşil saha vs. olarak gösterilmesi;

Bir taşınmazın imar planında, yeşil saha veya park alanı olarak gösterilmesi veya ortasında yol geçirilmesi, tek başına “fiili el atma” olarak değerlendirilemez.

“Kamulaştırmasız el koyma olgusunun kabul edilebilmesi için kamulaştırma ile el koyma yetkisi kendisine tanınmış olan gerçek veya özel bir kamu tüzelkişiliği olan kimse el koymuş olmalıdır.Kamulaştırmasız el koyma hükümlerinin uygulanması, mal sahibinin tasarrufuna engel olma ve malının elinden alınması anlamını taşıdığına göre, taşınmaz mal sahibinin elinde bulunduğu ve kullanma hakkına sahip olduğu sürece idare aleyhine bir dava açılamaz. Bu nedenledir ki, bir taşınmazın imar planında yeşil saha, park yeri olarak gösterilmesi veya ortasından bir yol geçirilmiş bulunması mal sahibine dava hakkı vermez. Mülkiyet hakkı Anayasa'nın 35. maddesinde düzenlenmiş olup, malike dilediği gibi tasarruf olanağı veren mutlak haklar arasındadır. Davacının davaya konu taşınmaz üzerinde, anılan Anayasal hüküm gereği mülkiyet hakkına sahip olduğu kuşkusuzdur. Bu hak ancak kamu yararı amacıyla sınırlanabilir.

Somut olayda davaya konu taşınmaz davalı idare tarafından yaptırılan imar planında rekreasyon ( kentsel park ) alanı olarak ayrılmış ve ilan edilmiştir. Henüz taşınmaz fiili imar uygulamasına tabi tutulmadığı gibi taşınmaza fiilen el atılmamıştır. Yukarıda belirtilen ilkeler uyarınca, taşınmazın fiili imar uygulamasına tabi tutulmadığı, fiilen de el konulmadığı bu nedenle kamulaştırmasız el atma olgusundan söz etme olanağı bulunmadığı böylelikle bu durumun mülkiyet hakkı sahibi davacıya bir dava hakkı vermeyeceği sonucuna varılmıştır.” (HUKUK GENEL KURULU E. 2003/5-281 K. 2003/284 T. 9.4.2003)

Peki imar planında kamu hizmetine ayrıldığı için inşaat ruhsatı verilmemesi durumunda da fiili el atma yoktur diyebilecek miyiz?

Taşınmaz, imar planında kamu hizmetine ayrıldığı için malikin başvurusu üzerine inşaat ruhsatı verilmemiş olması da kamulaştırmasız el atmanın mevcut olmadığı sonucunu değiştirmez. (Salih Şahiniz,Kamulaştırmasız El koyma. S.60)

Bir taşınmaza kamulaştırmasız el atmadan bahsedebilmek için; kamulaştırma yetkisine sahip olan idarenin sahiplenme maksadı ile, kamulaştırma yapmadan taşınmaza fiilen el atarak kamu hizmetine ayırması veya kamu yararına yönelik bir ihtiyaca tahsis edilerek üzerine tesis yapılması gerekir. Dava konusu taşınmazların 1989 tarihinde davacı tarafça satın alındığı tapu kaydından anlaşılmıştır. Dosyadaki yazışmalardan da; dava konusu taşınmazların bulunduğu bölgenin baraj gölü mutlak koruma alanı olarak ayrıldığı, taşınmazla üzerinde davacı tarafın bina yapma istemleri hususundaki başvurularının, taşınmazların bulunduğu yerin Bayındır Barajı mutlak koruma alanı içerisinde kaldığı gerekçesi ile davalı idare tarafından reddedildiği tesbit edilmiştir.
Dava konusu taşınmazların baraj gölü mutlak koruma alanı içinde kaldığından bahisle inşaat yapılmasına müsaade edilmesi hususundaki talebin reddi, idari bir tasarruf olup davalı idarenin de fiili el atması da bulunmadığından, davanın reddi yerine kabulüne karar verilmesi,Doğru görülmemiştir.” (5. HUKUK DAİRESİ E. 2003/12867 K. 2004/491 T. 27.1.2004)



Yine aynı şekilde “kamulaştırma şerhi” konulması tek başına, kamulaştırmasız el atma oluşturmaz;

“Taşınmazın tapu kaydı üzerine Kamulaştıma Kanununun 7. maddesine uygun olarak Kamulaştırma şerhi konulması fiili el atma olarak kabul edilmez ve fiili el atmayı başlatmaz. Dava dilekçesinde dava konusu taşınmaza kamulaştırma şerhinin konulması tarihinde fiilen el atıldığına dair beyan da bağlayıcı olmadığı gibi el atma tarihi konusunda kanaat verici nitelikte değildir.”( 5. HUKUK DAİRESİ E. 2002/17955 K. 2002/20473 T. 12.11.2002)





c) Fiili El Atma, sürekli ve kalıcı olması gerekiyor.

Eğer kalıcı bir el koyma yoksa; açılacak davaya artık kamulaştırmasız el atma davası diyemeyiz. Bu durumda, Adli yargıda haksız fiil hükümleri uyarınca, tazminat davası açılabileceği gibi, idari eylemden doğan zarar idari yargıda tam yargı davası açılmak suretiyle, uğranılan zararın giderilmesi talep edilebilir.

Peki görevli mahkemeyi nasıl tespit edeceğiz?

İdari mercilerin verdikleri kararlar sonucunda plan ve projelere uygun el atmadan doğan zararların tazminine ilişkin dava “ idare mahkemesinin görevine giren bir tam yargı dava”sıdır.

Bunun dışındaki haksız el atmadan doğan zararların tazminine yönelik dava ise “ adli yargının görev alanına giren, Borçlar Hukuku hükümlerine bir tazminat davası”dır.(İBK.,16.05.1956 gün, E.1958/17, K.1959/15)

Uygulamadan Örnekler:

“Bir kamu kurumu tarafından bir tesisin yaptırılması sırasında Devlet malı olmayan yerlerden toprak veya kum alınması yahut böyle yerlere toprak, kum veya moloz yığılması neticesinde doğan zararların tazmini davası başkasının malına kamu kurumunun dilediği gibi elatma hakkı bulunmadığı ve plan veya projelere ve şartnamelere başkasının malına ihtiyaca göre elatılabilmesini gerektirecek esaslar konulamayacağı cihetle haksız eylemden doğan tazminat davası sayılır. Aynı kural ağaç kesilmesi hali için de söz konusudur. Bundan başka yapılan işlerin plan ve projelere aykırı yapılması hali de idari karara aykırı bir hareket bulunması itibariyle yine idari kararın uygulanmasından doğan bir zarar sayılamaz ve bu bakımdan dava haksız eylemden doğan ve adli yargı yerinde bakılması gereken bir tazminat davası olarak kabul edilir.
Temyize konu edilen davada davacı, yol yapımı sırasında davacıya ait taşınmaza hafriyat dökülmesi sonucu uğradığı zarar için tazminat istediğine göre yukarıda esasları belirtilen 11.2.1959 günlü ve 17/15 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme kararının III. bendi gözönünde bulundurulmaksızın yargı yolu bakımından mahkemenin görevsizliğine karar verilmiş olması doğru değildir. Kararı davalı temyiz etmiş davacı temyiz etmemiş ise de görev hususu re'sen dikkate alınacağından kararın bu nedenle bozulması gerekmiştir.” (4. HUKUK DAİRESİ E. 2004/15690 K. 2004/14187 T. 13.12.2004)

Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle kanuni gerektirici sebeplere ve özellikle delillerin takdirinde bir isabetsizlik görülmemesine göre, sair temyiz itirazları yerinde değildir. Ancak, davada davalı idarece, davacının tapulu tarlasının bir kısmından toprak alınmak ve bir kısmına da toprak yığılmak suretiyle kamulaştırmasız elatılarak kullanılamaz hale getirildiği iddiasıyla tazminat istemiştir.
Mahkemece de olayı, kamulaştırmasız elatma olarak nitelendirilip sözkonusu yerlerin saptanan bedeline hükmedilmiştir. Oysa, kamulaştırmasız elatmadan sözedebilmek için; elatmanın, kamusal hizmete tahsis amaçlı ve kalıcı nitelikte olması lazım gelir. Olayımızda ise, davacının dava konusu yaptığı taşınmazına vaki elatma böyle bir amaca yönelik olmadığı gibi özellikle o yerleri kullanmadığı ve eli altında bulundurmadığı cihetle kalıcı nitelik taşıdığından sözetmek de olanaksızdır. O halde; davada hukuksal sebebin belirtimi hakime mevdu bir iş olup tarafların bu konudaki iddia ve taleplerinin bağlayıcı olmayacağı kuralı gözetilerek olayın alelade bir haksız eylem olarak kabulü ile, toprak alınan ve toprak yığılan sözkonusu yerlerin eski haline getirilmesi için sarfı lazım gelen giderlerin usulünce saptanması ve işte bu tür zararın tazminine karar verilmesi gerekirken, bu hususların düşünülmeyerek belirtilen şekilde taşınmazın bedeline hükmedilmesi yersizdir.
Kabul şekline göre de; anılan taşınmazın daha önce belli bir kısmının kamulaştırılmış olduğu cihetle kamulaştırma planının da mahalline uygulanarak, kamulaştırılan ve kamulaştırmasız elatıldığı ileri sürülen yerlerin aynı kroki içinde birlikte olarak gösterilmesinin sağlanması ve böylece kamulaştırmasız elatıldığı iddia edilen yerlerin kesin miktarlarının sağlıklı bir biçimde ortaya çıkarılması gerekirken bu yönden eksik inceleme ile hüküm kurulması ve ayrıca kamulaştırmasız elatıldığı öne sürülen kısmın tapu kaydının ifrazen davalı idareye geçirilmesine ilişkin hükmün bir takım koşullara bağlanması doğru değildir. (3. HUKUK DAİRESİ E. 1990/15812 K. 1991/1863 T. 26.2.1991