Mesajı Okuyun
Old 14-03-2007, 16:45   #22
Av.Nazlı Yolaç

 
Varsayılan avukatın niyeti nasıl anlaşılır ki?

Sayın meslakdaşlarım, bu konuda daha önce yazılan görüşlerin hepsini okudum.. Tümünde de katıldığım noktalar çok olmakla birlikte bazı noktaları da düşünmeden edemedim.
Öncelikle konuya "hak arama özgürlüğü" açısından bakmak istiyorum. Böyle bir maddenin şimdiye kadar uygulamaya geçirilmemiş olması, bu konunun gündeme geldiği dosyalarda, hakimlerin tarafların hak arama özgürlüğünü kısıtlayacak bir uygulama içine girmeye hukukçu kimlikleri ve vicdanlarının elvermediğini gösteriyor, bence.
Ayrıca yeni hazırlanan yasaya aynı maddenin sadeleştirilerek ve Türkçeleştirilerek konmuş olması da, yasanın hazırlanırken uygulamaya yönelik sorunlara çözüm getirip, yargılama süreçlerini hızlandıracak düzenlemelere yer veren çalışmalar yapmaktan çok, eski yasanın güncel dile çevrilmesi yönündeki çalışmalara dayandığı izlenimini yaratıyor. Yani özenli bir çalışma yapıldığı kanaatini uyandırmıyor.
Evet böyle bir düzenlemenin uygulanır hale getirilmesi, özellikle de yaygın bir uygulama haline getirilmesi, Anayasa ve uluslararası sözleşmelerle güvence altına alınan temel hak ve hürriyetlerden biri olan hak arama özgürlüğünü kısıtlayan sonuçlar doğurabilir. Bu başlangıçla önce adli mercilerdeki hak aramada kısıtllanma arkasından idari mercilerin de fuzulen meşgul edilmemesi gerektiğini çağrıştırıp, açılan bu kapının ardından, idari mercilerde haklı olmadığı bir konuda talepte bulunup dilekçe verenlere de ceza uygulamasını getirebilir. Bu durumda, bizim memlekette hukukun var olup olmadığını bırakın hukuk dışında olanları biz hukukçuları bile düşündürten bugünleri arar hale gelebiliriz o zaman.
Ancaaaak, bu maddeye bir de şu açıdan bakmak istiyorum. Hepimiz zaman zaman karşılaşıyoruz, hatta bazen taraf asillerden başka, kendi meslakdaşlarımızın, özellikle dava sürecini geciktirmek, müvekkillerine zaman kazandırmak için, haklı olmadığını bile bile taleplerde bulunduğuna ve müvekkillerine de böyle akıllar verdiğine rastlıyoruz. Bu durumda, karşı tarafı temsil eden bizler çok zorda kalabiliyoruz özellikle de kendi müvekkilllerimize karşı. Gerçi bu olaylar davacıdan daha çok davalı tarafın girişimleri oluyor, genellikle. Hani bazen, "ben kötüyüm, kötüyüm" diyen reklam mikrobu gibi "ben kötüniyetim" diye bağıran tutumlar nedeniyle haklı olan hakkını elde etmek için gereğinden fazla uğraş ve zaman harcamak zorunda kalıyor. Böyle durumlarla karşılaştığımızda da çaresizlik ve isyan duyguları birbirine karışıyor. Hele ki bir de adresinde bulunamayan bir tanığın ismini veren, süreci uzatmak için yurtdışı adresi bildiriği bir kişiyi tanık gösterenden tutun da neler neler çıkıyor karşımıza. İşte böyle durumlar için, hani kör gözüne parmak cinsinden olan kötüniyetli tutumlar için, davacı-davalı olduğuna bakılmaksızın böyle bir yaptırım olsa mı? düşüncesi geliyorsa da, hemen arkasından, yine "hak arama özgürlüğünü" kısıtlayabilecek bu tür demokles kılıçlarının riskleri tüyleri diken diken ediyor ve hemen önceki düşünceyi kış kışlayıveriyor insanın kafasından.

Bir de şu yanlış verilen kararlara, sonradan değişen yargıtay görüşlerine değinmek istiyorum.

Birinci örneğim 200 işçiyi ilgilendiren bir konuydu. Önceki çalışmalara ait sürenin, işyeri devri olarak değerlendirilip sürelerin birleştirilmesi talebiyle açılan kıdem tazminatı davaları idi. Bu 200 kişi zaman içinde işyerinden ayrıldıkça açıyordu bu davaları. İşveren vekili olarak yıllarca takip ettim ve davayı kabul eden mahkeme ve Yargıtay'ın görüşüne katılmadığım için her açılan davayı temyiz ettim. İlk 170 (yaklaşık) kişinin davası sonuçlandı, paralarını aldılar. İşyerinde aynı durumda olan son 30 kişi kaldığında, bir gün Yargıtay'dan gelen kararda bu sürelerin birleştirilemeyeceğine dair temyiz gerekçemizin benimsendiği, temyiz talebimizin kabulü ile reddi gereken davanın kabul edilmiş olması nedeniyle kararın bozulduğunu görünce ben bile şaşırdım. Sonrakiler dava bile açmadılar tabiki de. Alan aldı, kalanlara yazık oldu dedim, tabi bu durumda. Sevinemedim bile dolayısıyla.
İkinci örneğim bir tahliye davası. Alt kiracılığa ilişkindi. Davacı tarafı temsil ediyordum. Yerel Mah. reddeti, Yarg. onadı, karar düzeltmede bozuldu, yerel. mah. direndi, genel kurul onadı, sonra karar düzeltme talebimiz üzerine genel kurul kararı bozdu.
Peki bunlar gibi binlerce örnekte yargıyı temsil edenlerle, yeterli delil olmadığı halde, ben davayı açayım, mahkeme değerlendirir diyen savcılara, görevde kısıtlama sakıncalı sonuçlara neden olur diye hiç bir sorumluluk gelmezken, hak arayanlara ve hakkı savunanlara böyle bir sorumluluk getirilmesinin sakıncaları nasıl göz ardı ediliyor. Anlamak mümkün değil gerçekten.