Mesajı Okuyun
Old 23-09-2006, 16:05   #4
Adilyaşam

 
Varsayılan

Değerli arkadaşlar bu konuda makalemin bir kısmını ekledim yaralı olması dileğiyle


Düşünce Özgürlüğü.

AİHS’nin 9. maddesi aynen şöyledir:
“ 1- Herkes düşünce, vicdan ve din özgürlüğüne sahiptir. Bu hak, din veya inanç değiştirme özgürlüğü ile tek başına veya topluca, aleni veya özel olarak ibadet, öğretim, uygulama ve ayin yapmak sureti ile dinine veya inancını açıklama özgürlüğünü de içerir.
2- Dinini veya inançlarını açıklama özgürlüğü, ancak kamu güvenliğinin kamu düzeni, sağlığı veya ahlakının ya da başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması için demokratik bir toplumda gerekli önlem olarak ve yasa ile sınırlanabilir”
Düşünce özgürlüğü bu madde ile koruma altına alınmıştır.. Düşünce özgürlüğü yüzyıllardır tartışılan konuların başında gelmektedir. Düşünce dışarıya vurmadıkça mutlak koruma altındadır. Düşünce özgürlüğü ile düşünceyi açıklama yani ifade özgürlüğü arasında ayrım yapılamayacağı çoğunlukla kabul edilmiş bir görüştür. Kişinin iç dünyasını ilgilendiren ve dışarı vurulmayan düşünce hiçbir sistemde cezalandırılmamıştır. Düşünce özgürlüğü bu nedenle ifade özgürlüğü başlığı altında incelenmiştir.
5.8.2. İnanç Özgürlüğü

Batılı demokrasilerde düşünce, vicdan ve din özgürlüğü demokrasinin temelleri arasında sayılmıştır. Bireylerin istedikleri dini ve inancı seçmeleri, dini ve inanca sahip olmama ve dinlere karşı ilgisiz olmayı da içermektedir. Dini inanç özgürlüğü aynı zamanda dinin gereklerini yerine getirip getirmeme özgürlüğünü de kapsamaktadır. Bu özgürlüğün en belirgin özelliği devletlerin dini inançlar arasında ayrım yapılmaması yükümlülüğünü getirmesidir.
İnanç özgürlüğü ibadet yapma hakkını da kapsamaktadır. Bireyler dini inançlarını tek başına veya toplu olarak açıkça veya özel olarak ibadet, öğretme, uygulama veya ayin yolu ile açıklama hakkına sahiptirler. Bu hak aynı zamanda başkalarını kendi dini inancı yönünde ikna etme hakkını da içermektedir. Taraf devletlerin ibadet yolu ile dini inançların uygulanmasını olanaklı kılacak koşulları oluşturma yükümlülüğü de altındadır( Tezcan; Erdem; Sancakdar, 2004, 248 ).
5.8.1. Avrupa İnsan Hakları Mevzuatına Göre Düşünce, Vicdan ve Din Özgürlüğü

Düşünce, vicdan ve din özgürlüğü, AİHS’nin 9. maddesinde düzenlenmiştir. Buna göre ;”herkes, düşünce, vicdan ve din özgürlüğüne sahiptir. Bu hak, din veya inanç değiştirme özgürlüğü ile tek başına veya topluca, açıkça veya özel biçimde ibadet, öğretim, uygulama ve ayin yapma suretiyle dinini veya inancını açıklama özgürlüğünü de içerir.
Din veya inancının açıklama özgürlüğü ancak kamu güvenliğinin, kamu düzeninin, genel sağlığın veya ahlakın ya da başkalarının hak ve özgürlüklerinin koruması için demokratik bir toplumda zorunlu önlemlerle ve yasayla sınırlanabilir. “ Bu şekilde 9. madde düşünce, din ve vicdan özgürlüğünü birbirinden ayırarak her birisini güvence altına almıştır. 2.fıkrası din ve inancını açıklamamaya zorlanmama yasağı düzenlenmiştir.
5.8.2. Türk Mevzuatında Düşünce, Vicdan ve Din Özgürlüğü

Din ve vicdan özgürlüğü Anayasanın 24. maddesinde düzenlenmiştir. Bu maddede” Herkes, vicdan, dini inanç ve kanaat hürriyetine sahiptir. 14. madde hükümlerine aykırı olmamak şartıyla ibadet, dini ayin ve törenler serbesttir. Kimse, ibadete, dini ayin ve törenlere katılmaya, dini inanç ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz; dini inanç ve kanaatlerinden dolayı kınanamaz ve suçlanamaz. Din ve ahlak eğitim ve öğretimi Devletin gözetim ve denetimi altında yapılır. Din kültürü ve ahlak öğretimi ilk ve ortaöğretim kurumlarında okutulan zorunlu dersler arasında yer alır. Bunun dışındaki din eğitim ve öğretimi ancak, kişilerin kendi isteğine, küçüklerin de kanuni temsilcisinin talebine bağlıdır. Kimse, Devletin sosyal, ekonomik, siyasi veya hukuki temel düzenini kısmen de olsa, din kurallarına dayandırma veya siyasi veya kişisel çıkar yahut nüfuz sağlama amacıyla her ne suretle olursa olsun dini veya din duygularını yahut dince kutsal sayılan şeyleri istismar edemez ve kötüye kullanamaz” hükmü bulunmaktadır. Bu düzenleme genel hatları ile Avrupa normlarına uygundur. Ancak, din kültürü ve ahlak öğretimi ilk ve ortaöğretim kurumlarında okutulan zorunlu dersler arasında yer alır hükmü Avrupa normlarına uygun değildir. İnanç özgürlüğü kapsamında taraf devletlerin halkına ve gençliğine dini yönden herhangi bir etki ya da yönlendirme yapmama yükümlülüğü bulunmaktadır. Bu bağlamda zorunlu din bilgisi dersi bulunan okullarda bu eğitimden ayrık tutulma olanağının verilmemesi sözleşmeye aykırıdır. Bu konuda AİHM Lena ve Anna- Nina kararında zorunlu din bilgisi dersi bulunan okullarda bu eğitimden ayrık tutulma olanağının verilmemesini ihlal olarak kabul etmiştir (Tezcan; Erdem; Sancakdar, 2004, 249 ).
Düşünce özgürlüğü Anayasanın 25. maddesinde düzenlenmiştir. Bu maddede düşünce özgürlüğü, “Herkes, düşünce ve kanaat hürriyetine sahiptir. Her ne sebep ve amaçla olursa olsun kimse, düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz; düşünce kanaatleri sebebiyle kınanamaz ve suçlanamaz” şeklinde düzenlenmiştir. Bu düzenleme Avrupa normlarına uygundur.
5.9. İfade Özgürlüğü

İfade özgürlüğü demokrasinin temelini oluşturmaktadır. Düşünceyi açıklama özgürlüğü olarak da adlandırılan ifade özgürlüğü demokratik toplumların ilerlemesi ve bireylerin gelişimi için temel koşullardan biridir. Bu hakka yapılan sınırlandırmaların nitelikleri oldukça önem kazanmaktadır. Mahkeme bu konuda birçok karar vermiştir. Ülkemiz açısından da birçok kararlar vermiş ve bu kararların çoğunda ihlal sonucuna ulaşılmıştır. Düşünceyi açıklama özgürlüğü yalnızca düşüncelerin açıklanmasını değil, aynı zamanda bir başkasının kötü bir davranışını önlemeye yönelik olarak belirli bir rahatsız edici potansiyel taşıyan davranışların da bu hak kapsamında olduğu mahkemece kabul edilmiştir.
Haberleşme Özgürlüğüne Saygı Hakkında incelenmesi gereken diğer bir konu da tutuklu ve hükümlülerin durumudur. Hükümlü ve tutuklular tarafından gönderilen veya hükümlü veya tutuklulara gönderilen mektupların denetimi konusunda mahkeme birçok karar vermiştir. Kararlarında hükümlü ve tutukluların özel durumları dolayısı ile bu hakka sınırlandırma getirilebileceği, bu sınırlandırmanın infaz kurumunun düzen ve disiplinini sağlama zorunluluğu ile bağlantılı olması gerektiği, bu nedenle hükümlülerin yazışmasının denetime tabii tutulabileceği kabul edilmiş, ancak hükümlülerin mektuplarının denetime tabii tutularak bazılarının alıcılarına gönderilmemesi nedeni ile ihlal kararı verdiği durumlar da bulunmaktadır. Özellikle hükümlü veya tutukluların avukatları ile yaptıkları haberleşmelerin gönderdikleri mektupların hiçbir şekilde denetime tabii tutulamayacağı, bu haklarının sınırlandırılamayacağı, ayrıca hükümlü ve tutukluların AİHM ile yine Avrupa İnsan Hakları Komisyonu arasındaki yazışmaların da denetlenemeyeceği yönünde kararlar vermiştir. Mahkeme Avusturya’ya karşı Pfeiffer ve Plankl kararında başvurucunun kamu görevlilerine hakaret ve saygısızlık içeren bir mektubun cezaevi görevlilerince ilgili yerler karalandıktan sonra okunamaz halde alıcısına gönderilmesinin 8. maddenin 1. fıkrasının ihlali yönünde karar vermiş, yine mahkeme 1988 tarihli Durmaz kararında avukatı tarafından sanığa gönderilen mektubun savcı tarafından sanığa ulaştırılmaması ve dört gün sonra avukatına geri gönderilmesi olayında ise yine haberleşmeye saygı hakkının ihlal edildiği sonucuna ulaşmıştır (Tezcan; Erdem; Sancaktar, 2004, 253).
Bu konuda mahkeme verdiği bir kararında; yaban kazlarına ateş edilmesini engellemek için ava katılanların önünde provokatif amaçlı yavaş yürümenin, otobanı genişletmek amacı ile getirilen araçların engellenmesinin, yine tilki avlanmasını engellemek için düdük çalınması eylemlerinin düşünceyi açıklama özgürlüğü kapsamında kaldığını belirtmiştir.
Düşünceyi açıklama özgürlüğü aslında düşünce özgürlüğü ile doğrudan bağlantılı olup düşünceyi açıklama özgürlüğünün olmaması durumunda düşünce özgürlüğünden bahsedilmesi olanaklı değildir. Bireyin kendisini geliştirebilmesi, özgürlüğünü tam olarak hissedebilmesi için düşünceyi açıklama özgürlüğünün sağlanması gerekmektedir. Düşünceyi açıklama özgürlüğüne sözsel, işitsel, yazısal, çizgisel ve buna benzer tüm iletişim araçlarının kullanılması dahildir. Düşünceyi açıklama özgürlüğü aynı zamanda diğer bireylerin de öğrenme ve bilgilenme özgürlüklerinin kaynağı olup bu özgürlük ortadan kaldırılır veya demokratik toplumda olmayacak şekilde sınırlandırmaya tabii tutulursa öğrenme özgürlüğüne ve aynı zamanda ifade özgürlüğüne müdahalede bulunmuş olunur ve demokratik sistemlerde ise bu kabul edilemez bir durumdur.
Düşünceyi açıklama özgürlüğünün uzantısı olan haklar bulunmaktadır. Bu hakların başında da basın özgürlüğü gelmektedir. AİHS Basın özgürlüğünü açıkça düzenlememiştir. Ancak bu özgürlük ifade özgürlüğünün ayrılmaz bir parçası olarak kabul edilmektedir. Mahkeme birçok kararında basın özgürlüğünün demokrasilerdeki önemini vurgulamıştır. Basın özgürlüğü konusunda mahkeme bir içtihat hukuku geliştirmiştir. Mahkeme ilk kez 1986 yılında Lingens davasında, bu davadaki gazetecinin birkaç yazısında o dönemdeki Avusturya şansölyesini eleştirici yazı yazmış, şansölyenin davranışını, ahlaksızca, yüz kızartıcı ve en adi türden fırsatçılık kanıtı olarak nitelendirmiş, Şansölyenin açtığı hukuk davasında Avusturya mahkemesi bu ifadelerin hakaret niteliğinde olduğunu tespit ederek gazeteciyi para cezasına çarptırmışlar, bunun üzerine başvurucu AİHM’ne başvurmuş, AİHM ise; “ Basın söz konusu olduğunda ifade özgürlüğü özel bir önem taşır. Her ne kadar basın, başka şeylerin yanı sıra, kişinin şöhretinin korunması bakımından da konulmuş sınırları aşmamakla yükümlü olsa da, kamu çıkarı ile ilgili olan başka alanlarda olduğu gibi, siyasi konularda da bilgi ve düşünceleri açıklamak basının görevidir. Basının sadece bu tür bilgi ve düşünceleri açıklama görevi yoktur. Halkın da bunlara ulaşma hakkı vardır. Bu bağlamda AİHM’nin Viyana İstinaf mahkemesinin kararında dile getirilen şu kanaati kabul etmesi mümkün değildir: Basının görevi bilgi vermektir, bunun yorumu ise esas olarak okuyucuya bırakılmalıdır...” (Macovei,2003,13). Bu karardan da anlaşılacağı üzere basının sadece bilgi vermekle kalmayıp aynı zamanda bu ilgilere dayanılarak yorum yapma yetkisine de sahiptir. Bu yorum aynı zamanda kişileri veya toplumu rahatsız edici, şok edici düşenceler ile kapsayabilir. Ancak söz konusu olay ile ilgili olmayan hakaret içeriği açık olan durumlar ise bu madde kapsamında somut olaya göre değerlendirilmeyebilir.
AİHM basın özgürlüğü hususunda oluşturduğu içtihat hukukunda kamu yararını ilgilendiren konularda bilgi ve düşünceleri açıklamanın basının görevi olduğunu belirtmiştir. Basın özgürlüğü konusunda diğer önemli bir konu da gazetecilerin kanıtlayamayacakları söylenti ve iddiaları yayınlaması konusudur. AİHM gazetede belirtilen değer yargılarının hiçbir biçimde kanıtlanma koşuluna tabii tutulmaması gerektiğini belirtmiştir. İzlanda’ya karşı Thorgeirson davasında bu konuda karar vermiştir. Olayda başvurucu İzlanda’da polis gaddarlığının yaygın olduğu yolunda iddialarda bulunmuş, polisleri üniformalı canavarlar olarak nitelendirmiş, ayrıca polislerin zihinsel yaşı yeni doğmuş bir bebeğinkine kadar geri giden kişiler olarak söz etmiş, yine polisler hakkında beceriksiz gibi düşüncelerde bulunmuş, bunun üzerine İzlanda’da polis mensuplarına hakaretten para cezasına çarptırılmış, AİHM ise başvuru sonucunda kamuyu ilgilendiren konularda açık tartışmayı engelleyecek nitelikte olan bu cezayı düşünceyi açıklama özgürlüğüne aykırı bulmuş ve ihlal kararı vermiştir ( Macovei, 2003,14 ).
Gazetecilerin basın özgürlüğü konusunda diğer bir hakkı da haber kaynaklarını gizleme hakkıdır. Bu konuda AİHM’nin büyük dairesinin 1996 yılında vermiş olduğu kararı vardır. Bu karara neden olan olayda bir gazeteciye haber kaynağını açıklama konusunda yapılan ihtara uymaması nedeni ile para cezası verilmiştir. Olay AİHM önüne getirildiğinde mahkeme başvurucuyu haklı görerek gazeteciye haber kaynağını açıklama yönünde yapılan zorlamanın amaç ile orantılı olmadığına, bu şekilde getirilen sınırlandırmanın demokratik bir toplum bakımından gerekli sayılamayacağına karar vermiştir. Kararda ayrıca gazetecilerin haber kaynaklarını korumalarının basın özgürlüğünün temel taşlarından biri olduğunu belirtmiştir. Ancak gazetecinin haber kaynağını açıklaması eyleminin kamu yararının mutlak zorunluluk gerektirmesi halinde istisnai olarak istenebileceği bu kararda belirtilmiştir (Tezcan; Erdem; Sancakdar,2004,262 ).
Düşünceyi açıklama özgürlüğünün uzantısını oluşturan diğer bir alan da radyo ve televizyon yayınları alanıdır. Radyo ve televizyon yayınlarının sınırlandırılmasında da yine düşünceyi açıklama özgürlüğünün sınırlandırılmasına ilişkin ilkeler aynen uygulanmak durumundadır. Radyo ve televizyon yayınları da demokratik toplumda önemli işlevler görmektedir. Kamuoyuna bilgi aktarma, demokratik şekilde kamuoyu oluşturma, bireyleri bilgilendirme ve çoğulculuğu, katılımcılığı sağlama yönünden radyo ve televizyon yayıncılığı da önemli kabul edilmektedir. Sözleşmenin 10. maddesinin 1. bendinin 3. cümlesinde devletlerin radyo, sinema veya televizyon işletmelerini izne tabii kılabileceği belirtilmiştir. Ancak bu hükmün dar yorumlanması gerekmektedir. Bu hükmün geniş yorumlanması düşünceyi açıklama özgürlüğünü ihlal edebilecek sonuçlar meydana getirebilir. Buradaki izin kavramını ülkelerin, radyo yayıncılığını örgütleme açısından ve teknik yönlerden bir izin rejimine tabii tutabileceği sonucu çıkmaktadır. İznin verilip verilmemesi ulusal, bölgesel veya yerel düzeyde uyum olanaklarına, belli bir kitlenin hak ve gereksinimlerine, uluslararası hukuki belgelerden doğan diğer yükümlülüklere ilişkin gerekçeler ile bir iznin verilip verilmemesinin koşulu olabilir. Bu konuda AİHM sözleşmeci devletlerin, teknik olanaklar, kurulacak istasyonun yeri, yerel ve genel seyirci sayısı gibi bazı değerlendirmeler ile işletmelerin ruhsata tabii olabileceğini kabul etmektedir (Tezcan; Erdem; Sancakdar,2004,262 ).
AİHM ayrıca radyo ve televizyon yayınlarında devlet tekelini kabul etmemektedir. Bu karara göre artık özel radyo ve televizyonların kuruluşlarının yasaklanması veya engellenmesi sözleşmenin 10. maddesine aykırılık teşkil etmektedir.
Düşünceyi Açıklama Özgürlüğünün diğer bir uzantısı da bilim ve sanat özgürlüğüdür. Bilim ve sanat eserleri de düşünceyi açıklama kapsamında değerlendirilmektedir.
Düşünceyi Açıklama Özgürlüğü ile ilgili olarak Türkiye hakkında birçok kararlar verilmiştir. Bu konuda özellikle yürürlükten kalkan 765 sayılı TCK’nun 312. maddesinden dolayı ulusal mahkemelerce verilen mahkumiyet kararlarında, AİHM Türkiye’yi mahkum eden kararlar vermiştir. Bu davaların bazıları Ceylan; Arslan; Gerger; Polat; Erdoğdu ve İnce; Sürek ve Özdemir davalarıdır. Bu davaların dayanak alındığı olaylarda, bu kişiler terör döneminde ülkenin ulusal makamlarının Güneydoğu konusundaki politikalarına ilişkin eleştirilere yönelik yazı yazdıkları, bu yazılar sonucunda o kişilerin TCK’nun 312. maddesine göre cezalandırıldıkları, AİHM’ne yaptıkları başvuru sonucunda ise cezalandırmanın demokratik bir toplum anlayışı ile uyuşmadığı ve alınan önlem ile amaç arasında orantılılık bulunmadığı yönünde karar almış ve Türkiye tazminata mahkum edilmiştir. Bu kararlarda ayrıca siyasi sorunlara ilişkin haber ve düşünceleri duyurmanın basının görevi olduğu ve basının toplumu bilgilendirme hakkına dayanarak bu haberleri yaptığı belirtilmiştir.
AİHM sözleşmenin 10. maddesinde düzenlenen ifade özgürlüğü konusunda birçok kararlar vermiştir; özellikle basının kamu görevlileri hakkında yaptıkları yayınlar dolayısıyla yazı yazanların cezalandırılması yönünde birçok ihlal kararı vermiştir. Örneğin İtalya’ya karşı Perna kararında, İtalyan savcısının daha önceden eski İtalyan komünist partisine bağlılık yemini ettiğini yazan gazetecinin hakaretten cezalandırılmasını ifade özgürlüğüne müdahale olarak nitelendirmiş ve mahkeme ihlal kararı vermiştir (Bıçak, 2002,23).
İngiltere’ye karşı Sunday Times davasında, hamile kadınlar tarafından kullanılan bir ilacın bebeklerin sakat doğmasına yol açtığı gerekçesiyle ilaç firması aleyhine açılan tazminat davaları devam ederken başvurucu gazete, ilacın yol açtığı faciayı ayrıntıları ile yayınlayacağını okuyucularına duyurmuş, görülmekte olan davayı etkileyeceği gerekçesiyle ilaç firması tarafından yapılan başvuru üzerine söz konusu yayın yasaklanmış, bunun üzerine AİHM’ne yapılan başvuruda mahkeme, demokratik bir toplumda uyuşmazlıkların yargı organlarınca tartışılarak çözümlenmesinin, bu olayların basında veya diğer özel düzlemlerde tartışılmasını engellemediği gerekçesiyle yayın durdurma önleminin demokratik toplumla gerekli olmadığından ihlal kararı vermiştir.
İfade özgürlüğü ile ilgili AİHM’nin verdiği diğer önemli kararlardan, Hollanda’ya karşı Bluf davasında Mahkeme, istihbarat biriminin çalışmalarının yayımlanması nedeniyle dergiye el konulamayacağı ve toplatılamayacağı; Fransa’ya karşı Roire davasında izinsiz ele geçirilen devlet belgelerinin yayımlanması nedeniyle gazetenin ve editörün cezalandırılamayacağını belirtmiştir. Bu kararlardan da anlaşılacağı üzere, AİHM basın özgürlüğünü oldukça geniş yorumlamış, yayınlarda şiddete yöneltme, kamu düzeninin bozulması yönünden açık ve yakın tehlike olmadıkça yayınların engellenemeyeceği, gazete dergi gibi yayınlara elkonulup, toplatılamayacağı anlaşılmaktadır.
AİHS’nin 10. maddesinde ifade özgürlüğü düzenlenmiştir. 10. maddesinin 1. fıkrasında “Herkes görüşlerini açıklama ve anlatım özgürlüğüne sahiptir. Bu hak, kanaat özgürlüğü ile kamu otoritelerinin müdahalesi ve ülke sınırları söz konusu olmaksızın haber veya fikir alma ve verme özgürlüğünü de içerir. Bu madde, devletlerin radyo, televizyon ve sinema işletmelerini bir izin rejimine bağlı tutmalarına engel değildir.” Bu düzenlemeden ifade özgürlüğünün 3 öğesi olduğu ortaya çıkmaktadır. Bunlardan birincisi, kanaat sahibi olma özgürlüğü, diğeri bilgi ve kanaatlere ulaşma özgürlüğü, sonuncusu ise bilgi ve kanaat açıklama özgürlüğüdür. Kanaat sahibi olma özgürlüğü neredeyse mutlak anlamda koruma altına alınmıştır (Macovei 2003,8).
Bilgi ve kanaatlerin açıklanması özgürlüğü ise bir ülkenin siyasi sistemi ve demokratik toplum düzeni açısından önemli bir yere sahiptir. Demokrasinin temellerinden olan seçimlerin serbestçe yapılması ve seçimleri etkileyecek kamuoyunun serbestçe oluşması açısından anlatım özgürlüğü oldukça önemlidir. Bu konuda AİHM Almanya’ya karşı Vogt kararında ifade özgürlüğünün demokratik toplumun asli temellerinden olduğu ve bu toplumun ilerlemesinin ve her bireyin gelişmesinin temel koşullarından birini oluşturduğuna karar vermiştir (Macovei 2003,9).
Kanaatlerin bir olay ya da durum konusunda izlenim edinmeyi veya kişisel bir değerlendirmeyi dile getirdiği bu kanaatlerin doğru ya da yanlış olduklarının kanıtlanmasının olanaksız olduğu kabul edilmektedir (Macovei 2003,9). Bu konuda AİHM bir başvuru sonucunda doğruluğunu kanıtlayamadığı fikrini ileri süren gazetecinin ileri sürdüğü değer yargılarının doğruluğunu kanıtlamasına kadar ifade etmesinin engellemesini kabul edilemez bir şey olarak kabul etmiştir.
AİHM, sözleşmesin 10. maddesinde belirtilen ifade özgürlüğü kapsamına basın özgürlüğünün de girdiğini kabul etmiştir. Bu konuda mahkeme kapsamlı bir içtihat hukuku geliştirmiştir. Bu konuda AİHM, Lingens davasında ayrıntılı irdeleme yaparak önemli içtihat üretmiştir. Başvuruya konu olayda gazeteci o dönemde Avusturya Federal Şansölyesini, geçmişinde nazi faaliyetleri olan bir partiyle ilişkisi olduğunu söyleyerek eleştirmiş, eleştiride şansölyenin davranışını ahlaksızca, yüz kızartıcı ve en adi türden oportünizm ile değerlendirmiş, bunun sonucunda eleştirilere muhatap olan kişi tarafından mahkemeye başvurmuş, mahkeme gazeteciyi hakaret ettiği gerekçesiyle para cezasına mahkum etmişti. Gazetecinin başvurusu üzerine mahkeme “… her ne kadar basın, başka şeylerin yanı sıra, bireylerin şöhretinin korunması bakımından da konulmuş sınırları aşmamakla hükümlü olsa da kamu çıkarı ile ilgili olan başka alanlarda olduğu gibi siyasal konularda da bilgi ve düşüncelerin açıklamak basının görevidir. Sadece basının bu tür bilgi ve düşünceleri açıklama görevi yoktur. Halkın da bunlara ulaşma hakkı vardır. Bu bağlamda basının görevinin sadece bilgi vermek olduğu yorumumun ise esas olarak okuyucuya bırakılması düşüncesinin doğru olmadığı” yönünde karar vermiştir.
5.9.1. AİHM’nin İfade Özgürlüğü Konusunda Türkiye Hakkında Verdiği Önemli Kararlar

Türkiye’ye aslan davasında Başvuran, yayınlamış olduğu, “Yas Tutan Tarih, 33 Kurşun” başlıklı kitabında, “devletin bölünmez bütünlüğüne” karşı propaganda yaptığı gerekçesiyle, Terörle Mücadele Kanununun 8. maddesi uyarınca hapis ve ayrıca para cezasına çarptırılmıştır. AİHM ifade özgürlüğünün toplumu şoka uğratacak fikirleri de kapsadığını vurgulayarak, yazarın kitabında görüşlerini kitlesel medya araçlarıyla değil, edebi bir eserle açığa vurduğundan, bunların “milli güvenlik”, “kamu düzeni” ve ülke bütünlüğüne karşı etkisinin sınırlı olduğu, her ne kadar kitabın bazı bölümlerinde, Türk makamlarının tutum ve davranışları düşmanca bir üslûpla ağır bir şekilde eleştirilmişse de, bunların eleştiri niteliğinde olduğu ve silahlı direniş veya isyanı teşvik unsurları taşımadığı gerekçesi ile Sözleşmenin 10. maddesinin ihlâl edildiğin karar vermiştir.
Karataş davasında, şikâyetçi, 1991’de yayınladığı, “Dersim-Bir İsyanın Türküsü” başlıklı şiir kitabında, “devletin bölünmez bütünlüğüne” karşı propaganda yaptığı gerekçesiyle, Terörle Mücadele Kanununun 8. maddesine göre, hapis ve ayrıca para cezasına çarptırılmıştır. Yukarıdaki temel görüşünü yeniden vurgulayan AİHM’ne göre, kitap, “Kürdistan” için kendilerini kurban edenlere ağıt niteliğindeki şiirleri kapsamakta ve Türk makamlarına yönelik çok saldırgan bazı pasajları içermektedir. Şiirler sözsel olarak ele alındığında, okuyucu kin, isyan ve şiddete başvurmaya teşvik ettiği kabul edilebilirse de, şikâyetçi araç olarak, sanatsal (artistic) bir ifade tarzı olan ve az sayıda okuyucuya hitabeden şiiri kullandığından, böyle bir tehlike söz konusu değildir. Gerekçesi ile başvurucunun cezalandırılmasını demokratik toplum ilkelerine aykırı görerek, Sözleşmenin 6 ve 10. maddeleri ihlâl edildiğine karar vermiştir.
Başkaya-Okçuoğlu davasındaki olayda, Okçuoğlu’nun sahibi olduğu bir basın yayın şirketi, Başkaya’nın, “Batılılaşma, Çağdaşlaşma, Kalkınma-Paradigmanın İflası-Resmi İdeolojinin Eleştirisine Giriş” kitabını yayınlamıştır. Kitapta, “devletin bölünmez bütünlüğüne” karşı propaganda yapıldığı gerekçesiyle, Terörle Mücadele Kanununun 8. maddesi gereğince yazar hapis cezasına çarptırılmış ve ayrıca para cezasına hükmedilmiştir.
AİHM’nin tespitlerine göre kitapta Türkiye’nin bazı bölgeleri “Kürdistan” olarak nitelendirilmekte ve bu bölgenin Türkiye tarafından sömürge olarak ilhak edildiği belirtilmektedir. Türkiye, askeri, siyasi, kültürel ve ideolojik açıdan “Kürdistan”ı baskı altında tutmuş ve Kürtlere karşı olan “ırkçı inkar politikası” “faşist hareketin” bir aracı olmuştur. Kitabın bazı bölümlerindeki kuvvetle formüle edilmiş ifadeler, Kürt ayırımcılığı destekleyici kabul edilebilirse de, yazar Kürt sorununun karmaşık bir sorun olduğunu, yalnız Türkiye’yi değil, İran ve Irak’ı ilgilendirdiğini de kabul etmektedir. Kitap Türkiye’deki sosyo-ekonomik gelişmeyi ve ülkede hakim olan siyasi ideolojiyi tarihi perspektifte inceleyen akademik bir çalışmadır. Mahkeme, 1985’ten beri güvenlik güçleri ve PKK’lıların ağır kayıplarına neden olan ve olağanüstü hâl ilan edilen bölgedeki olaylar hakkında, Türk Hükümetinin, durumunu daha da kötüleştirecek söz ve tavırlara ilişkin endişelerinin bilincindedir. Ancak, somut davada Mahkeme, Türk makamlarının, akademik ifade özgürlüğüne ve kamuoyunun Türkiye’nin Güneydoğusundaki durumu farklı görüş açılarından öğrenme hakkına gereken saygıyı göstermediği kanısındadır görüşünü belirterek ihlal kararı vermiştir.
Gerger Kararına konu olayda ise, şikâyetçi, bir anma törenine davet edilmiş, ancak kendisi katılamadığı için konuşma metnini göndermiştir. Metinde, devletin toprak ve ulusal bütünlüğüne karşı ayrılıkçı mesajlar bulunduğu gerekçesiyle, Ankara DGM tarafından Terörle Mücadele Kanununun 8. maddesi uyarınca hapis ve para cezasına mahkûm edilmiştir.
AİHM’ne göre, mesajda “Kürt halkının daima baskı ve zulüm altında tutulduğu, Kürdistan dağlarındaki gerilla kampanyasının tohumlarının, Kürtlerin geçmişteki özgürlük mücadelesi sırasında atıldığı” gibi ifadeler kullanılmakla beraber, bunlar Türk makamlarının eleştirisidir. Ayrıca, mesaj bir ölüm yıldönümü dolayısıyla düzenlenen bir törende, sadece sınırlı bir dinleyici grubuna karşı okunmuş olduğundan, bunun “milli güvenlik”, “kamu düzeni” veya “ülke bütünlüğü üzerindeki etkisi önemli derecede kısıtlıdır.” İlave olarak, metinde, “direniş”, “mücadele” ve “özgürlük” gibi kelimelere de yer verilmiş olması, mutlaka, şiddet, silahlı direniş veya isyanı teşvik olarak algılanmamalıdır. AİHM bu gerekçelerle başvurucunun bu görüşlerini açıklamasından dolayı demokratik toplum düzeni gereklerine aykırılık görmüş ve ihlal kararı vermiştir.
AİHM’nce verilen diğer bir karar da ceylan/Türkiye kararıdır. Davaya konu olayda, sendika başkanı olan şikayetçi, Yeni Ülke Gazetesi’nde yayımlanan “Yarın Çok Geç Olacaktır” başlıklı makalesinde, bölücülük yaptığı gerekçesiyle, Terörle Mücadele Kanununun 8. maddesi uyarınca hapis ve ayrıca para cezasına çarptırılmıştır.
AİHM’ne göre, başvuran makalesinde, Güneydoğu Anadolu’da geçen yıllarda vuku bulan şiddet olaylarını Marksist bir üslupla tasvir etmektedir. Yazara göre Kürt hareketi, “Türk işçi sınıfı ile ekonomik ve demokratik örgütlerin” demokrasi ve özgürlük mücadelesinin bir parçasıdır. Makalede, demokratik kitle örgütleri, siyasi partiler ve her fert ve kuruluş, hukuki alandaki bütün engellere rağmen, “kanlı katliamlar” ve “devlet terörizmine” karşı koymak amacıyla, güçlerini birleştirme ve işbirliğine davet edilmektedir. biçem olarak Türk makamları ağır bir şekilde eleştirilmiş ve “devlet terörizmi” ve “soykırım” gibi aşırı terimler kullanılmış olmakla beraber, bunlar sonuç olarak, Sözleşmenin 10. maddesi ile korunan, kamunun ilgilendiği, tartışmalı konulara ilişkin ifadelerdir, dolayısıyla, Sözleşme ihlâl edilmiştir.
Okçuoğlu Kararında, başvuran, “Demokratik” isimli bir dergide yayınlanan, “Kürt Sorununun Dünü ve Bugünü” başlıklı makalesinde bölücülük propagandası yaptığı gerekçesiyle, Terörle Mücadele Kanununun 8. maddesine göre hapis ve para cezasına mahkûm edilmiştir.
AİHM’ne göre, başvuran bir dergide bölücülük propagandası yaptığından dolayı mahkûm olduğu için, kendisine müdahale, demokrasinin işlemesinde basının rolü bağlamında değerlendirilmelidir. Basın, milli güvenlik, ülke bütünlüğü, şiddet ve suçluluğun önlenmesi gibi, devletin hayati menfaatlerinin korunması açısından, sınırlarına riayet etmek zorunda olmakla beraber, siyasi konularda haber vermek basının ana görevidir. Bölücü nitelikteki haberler de buna dahildir. Haber ve düşünceleri yaymak basının görevi olduğu kadar, bunları öğrenmek de kamunun hakkıdır. Zira basın özgürlüğü, siyasi liderlerin düşünce ve tavırları konusunda kamuoyunun oluşmasını sağlayan en iyi araçtır diyerek, Okçuoğlu’nun yorumunda, Kürt hakkının halihazırdaki durumunu uluslararası ilişkiler tarihi açısından izah etmeyi denediği, irdelemeleri ve önerdiği çözüm önerileri tarafsız olmasa da, kullandığı dilde bir aşırılık olmadığı, ayrıca bir yuvarlak masa toplantısında yaptığı konuşmanın düşük tirajlı bir dergide yayınlanmış olması, yazının “milli güvenlik”, “kamu düzeni” veya “ülke bütünlüğü” üzerinde olabilecek olumsuz etkilerini asgariye indirdiği, gözlemlerinden bazılarının, hasmane bir üslûpla Türk kökenli halk açısından olumsuz bir tablo çizmekle beraber, şiddet, silahlı direniş veya isyanı teşvik edebilecek bir düzeye ulaşmadığı gerekçesi ile ihlal kararı vermiştir.
Erdoğdu-İnce Kararında Somut davada, editörlüğünü Ümit Erdoğdu’nun yaptığı “Demokratik Muhalefet” isimli dergide, Selami İnce ile yapılan bir söyleşide bölücülük propagandası yapıldığı gerekçesiyle, Erdoğdu ve İnce, hapis ve para cezasına mahkûm edilmişlerdir.
Basın özgürlüğüne ilişkin yukarıdaki görüşlerini aynen tekrarlayan AİHM’ne göre, bir sosyolog olan konuşmacı, Türk devletinin, Kürt sorununa ilişkin tavırlarını değerlendirmiştir. Konuşmacıya göre, yakın tarihte Güneydoğu Türkiye’de vuku bulan gelişmeler, bölgede Kürt kültürünün yeniden canlanmasına yol açacaktır. Konuşmacı söyleşide, PKK gerilla savaşının Kürt toplumunun oluşumuna katkısı üzerindeki görüşlerini açıklamış ve Türk askerlerinin geri çekilmesi ve polis karakollarının boşaltılmasıyla bazı bölgelerin, Kürt devletinin kurulmasında çekirdek rolü oynayacağını ifade etmiştir. AİHM’ne göre, bir sosyolog olan konuşmacı, PKK’nın Kürt bağımsızlık hareketindeki rolünü açıkça övmeksizin, bu örgüt ideolojisinin Türk toplumundaki gelişmesini ve Kürt devletinin köklerinin nasıl oluştuğunu açıklamaya çalıştığından, kendilerine yapılan muamele, Sözleşmeye aykırıdır.
Sürek-Özdemir Kararında ise, şikayetçi Sürek, “Haberde Yorumda Gerçek” isimli derginin sahibi, Özdemir ise yazı işleri müdürüdür. Söz konusu dergide, terör örgütü PKK lideri ile yapılan bir söyleşinin yayınlanması sonucu, adı geçenler Terörle Mücadele Kanununun 6 ve 8. maddeleri uyarınca yargılanmışlar, Sürek para cezasına, Özdemir ise hapis cezasına mahkûm olmuşlardır.
Konuşmacı röportajda, diğerleri bağlamında, “ülkemizi terk etmemizi istiyorlarsa, bunu asla, kabul etmeyeceğimizi bilmek zorundadırlar”, “savaş bizim tarafta tek kişi kalıncaya kadar sürecektir”, “Türk Devleti bizi bölgeden kovmak istiyor, köyleri boşaltıyorlar” gibi ifadeler kullanmıştır. Mahkemeye göre bu sözler, kararlı bir karşı taraf liderinin, tutum ve davranışının nedenlerini yansıtmaktadır. Söyleşinin haber değeri vardır. Çünkü Türkiye’nin Güneydoğu politikasındaki itici gücü oluşturanların psikolojik durumlarının kamuoyunca anlaşılmasını sağlamaktadır.
“Mahkeme, ifade özgürlüğünün medya mensupları tarafından kullanılmasının gerektirdiği “görev ve sorumlulukların” uyuşmazlık ve gerilimli durumlarda özel bir önem taşıdığını vurgular. Özellikle de, devlete karşı şiddet kullanan örgüt temsilcilerinin görüşlerinin yayınlanmasına çok dikkat edilmelidir. Aksi halde medya, kindar konuşmaların (hate speech) yayınlanmasına ve şiddetin teşvik edilmesine yarayan bir araç haline gelir. Ancak, böyle bir tehlikenin söz konusu olmadığı durumlarda, akit devletler, ülke bütünlüğü, milli güvenlik ve suçluluğun önlenmesi gibi gerekçelerle, medyaya ceza uygulayarak halkın öğrenme hakkını kısıtlayamazlar.”
Sürek: 4 Kararında, “Haberde Yorumda Gerçek” isimli derginin sahibi olan K.Tekin Sürek, dergisinde yayımlanan çeşitli yazılar dolayısıyla yargılanarak para cezalarına mahkûm edilmiştir. Adı geçen 4 kez AİHM’ne başvurmuştur. Mahkeme, bu davalardan birisinde Sözleşmenin 10. maddesinin ihlâl edildiğini tespit etmiş, diğer üçünde ise Sözleşmeye herhangi bir aykırılık görmemiştir.
Bunlardan, Sözleşmenin ihlâl edildiğine karar verilen, Sürek:4 davasında, AİHM şu gözlemlerde bulunmuştur: Cezalandırma konusu olan haber yorum, Kürt’lerin eski efsanevi kahramanlarını da anmak suretiyle, Kürt davasını romantikleştirerek, Kürtlük duygusunu uyandırmayı amaçlamaktadır. Metinde, “şimdi hesaplaşma zamanıdır” gibi ifadeler kullanılmakla beraber, yazının edebî üslubu bağlamında değerlendirildiğinde, bunu şiddete başvuru çağrısı olarak nitelendirmek mümkün değildir. Söyleşide, “asıl terörist Türkiye Cumhuriyeti’dir” gibi iddialarla, Türk makamlarının ağır bir şekilde eleştirildiği doğrudur. Ancak, bunlar şiddete başvuru çağrısı değil, uyuşmazlığın diğer tarafının bileylenmiş tavrını yansıtan ifadelerdir. Hatta metinde, ERNK’nın “ateşkes de dahil, her tür insancıl ve siyasî çözüme hazır olduğu” şeklindeki bildirisine de yer verildiği cihetle, tümüyle alındığında, yazının uzlaştırmacı bir tonla kaleme alındığını da belirterek, bu ifadeleri ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirmiş ve ihlal kararı vermiştir.
5.9.2. Türk Mevzuatında İfade Özgürlüğü

Bu bölümde demokrasi ve hukuk devleti yönünden büyük önem taşıyan anlatım özgürlüğü irdelenmiştir. Bu konuda AİHM birçok karar vermiş, içtihat oluşturmuş, Türkiye yönünden ihlal yönünde birçok karar vermiştir.
5.9.2.1 1982 Anayasası

Anayasanın 26. maddesinin 1. fıkrasına göre “Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet resmi makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar. Bu fıkra hükmü, radyo, televizyon, sinema veya benzeri yollarla yapılan yayımların izin sistemine başlanmasına engel değildir.” Düşüncelerin açıklanması ve yayılmasında kanunla yasaklanmış herhangi bir dil kullanılamaz” biçimindeki anayasal uyum yasası ile tümüyle birlikte maddeden çıkarılmıştır. Bunun dışında da maddeye son fıkra olarak “Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyetinin kullanılmasında uygulanacak şekil, şart ve usuller kanunla düzenlenir” ibaresi eklenmiştir. Bu düzenleme AİHS koşutunda bir düzenlemedir.
Anayasanın 27. maddesinde anlatım özgürlüğünün diğer bir görünüm biçimi olan bilim ve sanat özgürlüğü düzenlenmiştir. Buna göre; Herkes, bilim ve sanatı serbestçe öğrenme ve öğretme, açıklama, yayma ve bu alanlarda her türlü araştırma hakkına sahiptir. Yayma hakkı, Anayasanın değiştirilemeyecek hükümleri olan 1’inci, 2’nci ve 3’üncü maddeleri hükümlerinin değiştirilmesini sağlamak amacıyla kullanılamaz. Bu hüküm AİHS’ne açık aykırılık taşımamaktadır. Ancak uygulamada sınırlama nedenlerinin geniş yorumlanması ileride AİHM’ne yapılabilecek başvurularda sorunlar yaratabilir. Buradaki ölçüt, bilim veya sanat yapıtının şiddet çağrısını içermemesi ve demokrasinin bizzat kendisine zarar verecek nitelikte olmamasıdır.
Anlatım özgürlüğü yönünden önemli olan diğer özgürlük ise, basın özgürlüğüdür. Basın özgürlüğü 1982 anayasasının 28 ve devamı maddelerinde düzenlenmiştir. 28. maddeye göre; Basın hürdür, sansür edilemez. Basımevi kurmak izin alma ve mali teminat yatırma koşuluna bağlanamaz.
Basın özgürlüğü, millî güvenlik, kamu düzeni, kamu güvenliği, Cumhuriyetin temel nitelikleri ve Devletin ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğünün korunması, suçların önlenmesi, suçluların cezalandırılması, Devlet sırrı olarak usulünce belirtilmiş bilgilerin açıklanmaması, başkalarının şöhret veya haklarının, özel ve aile hayatlarının yahut kanunun öngördüğü meslek sırlarının korunması veya yargılama görevinin gereğine uygun olarak yerine getirilmesi amaçlarıyla sınırlanabilir.
Devletin iç ve dış güvenliğini, ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü tehdit eden veya suç işlemeye ya da ayaklanma veya isyana teşvik eder nitelikte olan veya Devlete ait gizli bilgilere ilişkin bulunan her türlü haber veya yazıyı, yazanlar veya bastıranlar veya aynı amaçla, basanlar, başkasına verenler, bu suçlara ait kanun hükümleri uyarınca sorumlu olurlar. Tedbir yolu ile dağıtım hakim kararıyla; gecikmesinde sakınca bulunan hallerde de kanunun açıkça yetkili kıldığı merciin emriyle önlenebilir. Dağıtımı önleyen yetkili merci, bu kararını en geç yirmidört saat içinde yetkili hakime bildirir. Yetkili hakim bu kararı en geç kırksekiz saat içinde onaylamazsa, dağıtımı önleme kararı hükümsüz sayılır.
Yargılama görevinin amacına uygun olarak yerine getirilmesi için, kanunla belirtilecek sınırlar içinde, hakim tarafından verilen kararlar saklı kalmak üzere, olaylar hakkında yayım yasağı konamaz.
Süreli veya süresiz yayınlar, kanunun gösterdiği suçların soruşturma veya kovuşturmasına geçilmiş olması hallerinde hakim kararıyla; Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünün, milli güvenliğin, kamu düzeninin, genel ahlakın korunması ve suçların önlenmesi bakımından gecikmesinde sakınca bulunan hallerde de kanunun açıkça yetkili kıldığı merciin emriyle toplatılabilir. Toplatma kararı veren yetkili merci, bu kararını en geç yirmidört saat içinde yetkili hakime bildirir; hakim bu kararı en geç kırksekiz saat içinde onaylamazsa, toplatma kararı hükümsüz sayılır. Süreli veya süresiz yayınların suç soruşturma veya kovuşturması sebebiyle zapt ve müsaderesinde genel hükümler uygulanır.
Türkiye'de yayımlanan süreli yayınlar, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne, Cumhuriyetin temel ilkelerine, milli güvenliğe ve genel ahlaka aykırı yayımlardan mahkum olma halinde, mahkeme kararıyla geçici olarak kapatılabilir. Kapatılan süreli yayının açıkça devamı niteliğini taşıyan her türlü yayın yasaktır; bunlar hakim kararıyla toplatılır.
Anayasanın 30. maddesi 07.05.2005 tarih ve 5170 sayılı yasa ile değiştirilerek Avrupa normlarına uyum sağlanmıştır. Buna göre; kanuna uygun şekilde basın işletmesi olarak kurulan basımevi ve eklentileri ile basın araçları, suç aleti olduğu gerekçesiyle zapt ve müsadere edilemez veya işletilmekten alıkonulamaz.
Anayasanın 31. maddesinde basın araçlarının bireyler ve kurumlarca kullanma durumu düzenlenmiştir. Bu düzenlemede,kişiler ve siyasi partilerin, kamu tüzel kişilerinin elindeki basın dışı kitle haberleşme ve yayım araçlarından yararlanma hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. 31. maddenin 2. fıkrası 4709 sayılı yasa ile değiştirilmiştir. Bu maddede bu hakkın sınırlandırılması nedenleri gösterilmiştir. Sınırlama nedenleri olarak, millî güvenlik, kamu düzeni, genel ahlâk ve sağlığın korunması nedenleri gösterilmiş, bu nedenler dışında, halkın bu araçlarla haber almasını, düşünce ve kanaatlere ulaşmasını ve kamuoyunun serbestçe oluşmasını engelleyici kayıtlar konamayacağı belirtilmiştir. Değişiklikten önce genel sınırlama nedenleri ile bu hak sınırlanabilmekteydi. Son düzenlemede AİHS doğrultusunda sınırlama nedenleri sayılmıştır. Bu düzenleme de AİHS’ne uygundur.
4.9.2.2. Basın Kanunu

AB normlarına uyum kapsamında yeni basın kanunu hazırlanmıştır. Hazırlanan 5187 sayılı Basın Yasası 26.06.2004 tarihli Remzi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. Yasanın 1. maddesinde amaç belirtilmiştir. 1. maddede yasanın amacının, basın özgürlüğünü ve bu özgürlüğün kullanımını düzenlemek olduğu belirtilmiştir. 3. maddede ilkeler ve sınırlama nedenleri belirtilmiştir. Buna göre; Basın özgürdür. Bu özgürlük; bilgi edinme, yayma, eleştirme, yorumlama ve eser yaratma haklarını da içerir. Basın özgürlüğünün kullanılması ancak demokratik bir toplumun gereklerine uygun olarak; başkalarının şöhret ve haklarının, toplum sağlığının ve ahlâkının, millî güvenlik, kamu düzeni, kamu güvenliği ve toprak bütünlüğünün korunması, Devlet sırlarının açıklanmasının veya suç işlenmesinin önlenmesi, yargı gücünün otorite ve tarafsızlığının sağlanması amacıyla sınırlanabilir. Bu düzenleme anayasa ve AİHS normlarına uygun bir düzenlemedir. Basın Yasasının Avrupa normlarına uygun olan yeni bir düzenlemesi de haber kaynağını açıklamama hakkını içeren 12. maddesidir. Bu maddede, Süreli yayın sahibi, sorumlu müdür ve eser sahibinin, bilgi ve belge dahil her türlü haber kaynaklarını açıklamaya ve bu konuda tanıklık yapmaya zorlanamayacağı kesin bir biçimde belirtilmiştir. Haber kaynaklarını açıklamama hakkı AİHM kararlarında açıkça kabul edilmiştir. Yasanın yargıyı etkileme başlıklı 19. maddesinde, hazırlık soruşturmasının başlamasından takipsizlik kararı verilmesine veya kamu davasının açılmasına kadar geçen süre içerisinde, Cumhuriyet savcısı, hâkim veya mahkeme işlemlerinin ve soruşturma ile ilgili diğer belgelerin içeriğinin yayımlanamayacağı belirtilerek, yayımlayan kimselerin, ikimilyar liradan, ellimilyar liraya kadar ağır para cezasıyla cezalandırılacağı yazılmıştır. Artırım nedeni olarak, bölgesel süreli yayınlarda cezanın onmilyar liradan, yaygın süreli yayınlarda yirmimilyar liradan az olamayacağı belirtilmiştir. Yine görülmekte olan bir davanın kesin kararla sonuçlanmasına kadar, bu dava ile ilgili hâkim veya mahkeme işlemleri hakkında görüş yayımlayan kişiler hakkında da yukarıda belirtilen para cezalarının uygulanacağı yazılıdır. Bu hükmün AİHS ve AİHM içtihatlarına uygun olduğu söylenemez. Mahkeme birçok kararında olaylar hakkında dava yargı sürecinde bile olsa yayınlar yapılacağı, yorumlar yapılacağına karar vermiştir. Bu nedenle bu hükmün AİHM içtihatlarına göre yeniden düzenlenmesi gerekmektedir. Basın Yasasının 22. maddesinde basın özgürlüğünün korunması için ceza hükmü getirilmiştir. Buna göre; yasaya uygun olarak basılmış eserleri, bunların yayımını veya dağıtımını veya satışını önlemek amacıyla tahrip eden veya bozan kimse, fiili daha ağır bir suç teşkil etmediği takdirde ve yasanın aradığı koşullara uyulmasına karşın süreli ve süresiz yayınların basılmasını, yayımını, dağıtımını veya satışını şiddet veya tehditle engelleyen kimse hapis ve para cezasıyla cezalandırılır. Yasanın 28. maddesinde ise bu yasaya göre verilen para cezalarının bazı ayrıksı durumlar dışında hapis cezasına çevrilme yasağı düzenlenmiştir. Bu düzenlemeler Avrupa normlarına uygundur.