Mesajı Okuyun
Old 15-06-2011, 21:55   #2
av.elfida

 
Varsayılan

YARGITAY HUKUK GENEL KURULU
Tarih: 1.12.2004 Esas: 2004/600 Karar: 2004/625

İstihkak Davasında Karara Bağlanan Tazminat İcra Hukukuna Özgü Götürü Bir Tazminat Olup Haksız Yere Malı Haczedilen 3. Kişi Gerçek Zararını Genel Hükümlere Göre Ayrıca Talep Edebilir


Özetava, haksız haciz nedeniyle maddi ve manevi tazminat talebine ilişkindir. İstihkak davası sabit olur ve istihkak iddiasına itiraz eden alacaklı veya borçlunun kötü niyeti tahakkuk ederse haczolunan malın değerinin % 15`inden aşağı olmamak üzere itiraz edenden tazminat alınmasına karar verilir. İstihkak davalarında karara bağlanan tazminat icra hukukuna özgü götürü bir tazminattır. Eldeki dava ise, haksız eyleme dayalıdır. İstihkak davasındaki tazminat talebinin reddedilmesi ve bu kararın kesinleşmesi eldeki dava yönünden kesin hüküm oluşturmaz. Çünkü her iki davanın konusu ve dayanakları farklıdır. Haksız yere malı haczedilen 3. kişi gerçek zararını genel hükümlere göre talep edebilir. Kesin hüküm nedeniyle davanın reddi hatalıdır.


- 1086 sayılı HUKUK USULÜ MUHAKEMELERİ KANUNU m.237
- 2004 sayılı İCRA İFLAS KANUNU m.97

Taraflar arasındaki "maddi ve manevi tazminat" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; İstanbul Asliye 7. Hukuk Mahkemesi`nce davanın reddine dair verilen 27.11.2002 gün ve 2001/689 - 2002/717 sayılı kararın incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 4. Hukuk Dairesi`nin 06.10.2003 gün ve 5713-11158 sayılı ilamı ile;
(...1- Dava, haksız haciz nedeniyle maddi ve manevi tazminat istemlerine ilişkindir. Mahkemece, davanın reddine karar verilmiş; hüküm, davacı tarafından temyiz olunmuştur.
Davacı, dava dışı Y`nin borcu nedeniyle davacı şirkete ait işyerinde haciz yapıldığını ve makinelerine el konulduğunu; istihkak davasının lehine sonuçlandığını; ancak, haciz nedeniyle işlerinden geri kaldığını, yeni sipariş de alamadığını belirterek maddi; ticari itibarının sarsılması nedeniyle de manevi tazminat isteminde bulunmuştur.
Mahkemece, istihkak davası sonucunda makinelerin davacıya iade edildiği gerekçesiyle manevi tazminat koşullarının oluşmadığı; maddi tazminat istemi bakımından da, istihkak davasında kötü niyet tazminatı isteminin reddedildiği ve bu kararın bağlayıcı nitelikte bulunduğu belirtilerek, davanın reddine karar verilmiştir.
Davacı, haczedilen eşyalar ile borçlunun bir ilgisinin bulunmadığının belirtilmesine karşın, haciz uygulaması sonucunda maddi ve manevi zarara uğradığını ileri sürmektedir. Maddi tazminat istemine esas olan zarar kalemlerini de, dava dilekçesinde açıklayıp göstermiştir. Mahkemenin, kararına dayanak yaptığı İİK. m. 97`de öngörülen tazminat, özel bir düzenleme niteliğindedir. İstihkak savına itiraz eden alacaklı veya borçlu aleyhine, yalnızca bu nedenle hükmedilmektedir. Diğer yandan, anılan istihkak davasında tazminat isteminin reddine ilişkin verilen karar, davacı tarafından temyiz edilmemiş ve yasa yolunda da incelenmemiştir. Davacı, bu davada, genel olarak davalı eyleminin haksız olduğunu ileri sürmüştür. İsteminin yasal dayanağı da, BK. m. 41 vd. hükümleridir. Bu anlamda, uğranılan zararların istenilebileceği, 24.05.1974 gün ve 1974/5-7 sayılı İBK. ile kabul edilmiştir. Mahkemenin, yasanın uygulamasına ilişkin yanılgısı ve yetersiz gerekçesi bozmayı gerektirmiştir (HUMK. m. 428/b. 1).
2- Davacı, haksız haciz uygulaması nedeniyle manevi tazminat isteminde bulunmuştur. Haczin haksızlığı saptandığı takdirde, BK. m. 49 anlamında davacı tüzel kişiliğin manevi değerlerine dahil bulunan ticari itibarının sarsıldığının kabulü gerekir. Mahkemece, somut olaya uygun düşmeyen ve yetersiz gerekçe ile bu istemin reddi de, yasanın uygulanmasına ilişkin yanılgı (HUMK. m. 428/b. 1) niteliğinde olup; bozmayı gerektirmiştir...)
Gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
Temyiz Eden: Davacı vekili
Hukuk Genel Kurulu Kararı
Hukuk Genel Kurulu`nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kâğıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava, genel hükümlere dayalı olarak açılan, haksız yere malı haczedilen üçüncü kişinin bundan doğan gerçek zararının ödetilmesine yönelik, maddi ve manevi tazminat istemine ilişkindir.
A. DAVACI İSTEMİNİN ÖZETİ:
Davacı şirket vekili; fason çorap üretimi, pazarlaması ile uğraşan davacı şirkete ait işyerinde, dava dışı Y`nin borcu nedeniyle haciz yapıldığını ve çorap makinelerine el konulduğunu; davacının açtığı istihkak davasının lehe sonuçlandığını; ancak, bu arada daha çok ihracatçı firmalarla olan iş bağlantılarının haciz nedeniyle kesilip, taahhütlerin yerine getirilemediği gibi yeni sipariş de alınamadığını ifadeyle, maddi zarara; çorap sektöründe tanınan ve ihracatçı firmalarla güven üzerine çalışan davacı şirketin ticari itibar kaybına uğraması, davalının kaba güce dayanarak hareket etmesi ve haczedilen şirkete ait makinelerin kendi borçlusuna ait olmadığını bildiği halde kaldırarak, sektörden davacı şirketi silmeye çalışması nedeniyle de manevi zarara uğradıklarını ileri sürerek, maddi ve manevi tazminatın haciz tarihinden itibaren yasal faizi ile birlikte davalıdan alınmasına karar verilmesini istemiştir.
B. DAVALI CEVABININ ÖZETİ:
Davalı vekili; davanın öncelikle zamanaşımı nedeniyle reddini, davacı şirket ortakları S. ve Y`nin müvekkilinden aldıkları çorap iplikleri karşılığında şahsi çek ve senetlerini verdiklerini, bunlar ödenmediği için icraen tahsili yoluna gittiklerini, daha önce aile apartmanlarının altında iken haciz mahalline taşınan makinelerin haczedildiğini, ancak davacı şirketin açtığı dava sonunda makinelerin şirkete ait olduğuna karar verildiğini, şirket ortağı kardeşlerin önceden beri borçlarını geciktiren, alacaklılarını oyalayan ve bu yüzden çoğu kere icralık olan bir iş geçmişine sahip olduklarını, son zamanlarda da hukuki önlem olarak davacı şirketi kurarak kendilerini bu yolla koruma yoluna gittiklerini, bu nedenle maddi ve manevi kayba uğramalarının söz konusu olmadığını, aksine makinelerini istihkak davası ile geri almalarını bir caydırıcı unsur olarak kullanarak alacaklılarına borçlarını öderken istedikleri tarihi belirleme olanağı bulduklarını, kendilerine olan borcun da halen ödenmediğini, eldeki davanın da müvekkiline bir baskı unsuru olarak açıldığını, davanın öncelikle zamanaşımı nedeniyle olmazsa da esastan reddini savunmuştur.
C. YEREL MAHKEME KARARININ ÖZETİ:
Yerel mahkeme, kısa ve gerekçeli kararında; her iki talep yönünden kesin hüküm bulunduğu, zira, makinelerin haczi sebebiyle açılan istihkak davasının davacı şirket lehine sonuçlandığı, yasal yollar sonucu haczedilen makinelerin davacı şirkete teslim edildiği, bu nedenle yasal şartlar oluşmadığından manevi tazminat isteminin reddi gerektiği; ayrıca istihkak davasında davalılardan Y`nin aynı zamanda davacı şirket kurucularından olduğu, davacı şirketin istihkak davasında uğradığı maddi zararı % 40 tazminat olarak istediği, bu istemin İcra Tetkik Mercii`nce reddedilerek kararın kesinleştiği, bu ilamın eldeki davayla aynı olan tarafları bağlayıcı nitelikte olduğu, davacının ayrıca açtığı bu davadaki her iki tazminat isteminin de kesinleşmiş ilamın varlığı nedeniyle reddi gerektiği, gerekçesiyle davacı şirketin açtığı maddi ve manevi tazminat davasının reddine karar vermiştir.
D. TEMYİZ İSTEMİ VE BOZMA KARARININ ÖZETİ:
Davacı vekilince, dava dilekçesi ve aşamalardaki dilekçelerde yer alan savlar ileri sürülmek suretiyle ve mahkemece delil olarak sunulan dosyaların yeterince incelenmediği, kendilerinin % 40 değil yasal % 15 tazminat istemlerinin istihkak davası ile sınırlı olarak reddedildiğinin gözden kaçırıldığı, bazı delillerin ise hiç değerlendirmeye alınmadığı, oysa 24.05.1974 gün ve 5/7 sayılı kararında da açıkça istihkak davasında tazminat talebi reddedilen üçüncü kişinin genel hükümlere dayalı olarak ayrıca zararını isteyebileceğinin kabul edildiği, kararın buna da aykırı olduğu ileri sürülerek temyiz edilen karar özel dairece yukarıda başlık bölümünde aynen alınan gerekçeyle bozulmuştur.
E. DİRENME KARARININ ÖZETİ:
Yerel mahkeme, istihkak davalarının maddi hukuk anlamında kesin hüküm teşkil edeceği, tarafların ve müddeabihin aynı olmasının HUMK`nun 237. maddesi anlamında kesin hükmün varlığını ortaya koyduğu, ayrıca, davacının tetkik merciinde açtığı davada fazlaya ilişkin haklarını da saklı tutmadığı, istihkak davalarının özelliği gereği davacı tarafça maddi zararın ispatlanması koşuluyla tetkik merciinin davacı yararına % 40`tan aşağı olmamak üzere hatta ispatlanması halinde % 40`tan fazla tazminata da hükmedebileceği, davacı şirketin ise tazminat isteminin reddine ilişkin bu kararı temyiz etmemesi üzerine taraflar arasında kesin hüküm oluştuğundan olumsuz dava şartı sebebiyle maddi tazminat isteminin reddi gerektiği; tetkik merciince dinlenen tanıkların anlatımları, takibin dayanağı çeklerde borçlunun Y. olması kesin hüküm addolunan merci kararının gerekçesinde de borçlunun haciz mahallinde hazır bulunması davacı şirketin, borçlunun da ortağı olduğu aile şirketi olması sebebiyle tazminat isteminin reddedildiği nazara alındığında Borçlar Kanunu`nun 49. maddesinin unsurları gerçekleşmediğinden manevi tazminat isteminin de reddi gerektiği gerekçesiyle, önceki kararında direnmiştir.
F. MADDİ OLAY:
Dosya ve delil olarak ekli dosyalar içeriğine göre; davacı limited şirket çorap imalatı ile uğraşmakta olup; alacaklı/davalı F., dava dışı gerçek kişiler Y. ve S. aleyhlerine giriştiği iki ayrı icra takibi sonucunda davacı şirket adresinde bulunan çorap makinelerini haczettirerek, muhafaza altına aldırmış; davacı şirket tarafından da eldeki davanın davalısı alacaklı ve ayrıca takip borçlusu aleyhine "...kötü niyetli olarak haciz işlemini gerçekleştiren alacaklı aleyhine, hacizli mal kıymeti üzerinden tazminata hükmedilmesine" ifadesine yer verilerek açıkça İcra ve İflas Kanunu`nun 97. maddesinin 15. fıkrasına dayalı tazminat istemini de içeren istihkak davası açılmıştır.
Bu dava sonunda İcra Tetkik Mercii`nce; istihkak davasının kabulüne, hacizli çorap makineleri üzerindeki haczin kaldırılmasına, davacı şirketin borçlunun da ortağı olduğu aile şirketi olması, borçlunun haciz mahallinde hazır bulunması hususları dikkate alındığında davalı/alacaklı yanın kötü niyeti sabit görülmediğinden davacı yanın tazminat isteminin reddine karar verilmiş; alacaklı vekilince kabul kararı yönünden temyiz edilen, davacının ise temyiz etmediği bu karar Yargıtay incelemesinden de geçerek onanmış ve kesinleşmiştir.
Eldeki maddi ve manevi tazminat istemli dava ise anılan kararın kesinleşmesinden sonra genel hükümlere dayanılarak açılmıştır.
Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; üçüncü kişi davacı şirketin, daha önce icra tetkik merciinde görülüp kesinleşen istihkak davasında istihkak iddialarının kabul edilmesine karşın, İcra ve İflas Kanunu`nun 97. maddesinin 15. fıkrasına dayalı tazminat isteminin reddedilmiş olmasının eldeki genel hükümlere dayalı maddi ve manevi tazminat davaları yönünden kesin hüküm teşkil edip etmeyeceği ve bu istemlerin reddine de dayanak alınmasının olanaklı olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.
G. GEREKÇE:
1. Davacı vekilinin maddi tazminata yönelik temyiz itirazları yönünden;
Öncelikle; istihkak davasında redde konu olan ve eldeki davada mahkemece kesin hüküm oluşturduğu kabul edilen tazminatın hukuki niteliği üzerinde durmakta yarar vardır.
2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu`nun 97. maddesinin 15. fıkrasında aynen; "İstihkak davası sabit olur ve birinci fıkra gereğince istihkak iddiasına karşı itiraz eden alacaklı veya borçlunun kötü niyeti tahakkuk ederse haczolunan malın değerinin yüzde onbeşinden aşağı olmamak üzere itiraz edenden tazminat alınmasına asıl dava ile birlikte hükmolunur" hükmüne yer verilmiştir.
Görüldüğü üzere; bu hüküm, tümüyle takip hukukunun özelliği ile ilgili olup, yine bu özellikle sınırlı olarak değerlendirilmelidir. Eş söyleyişle, anılan tazminat, takip hukuku prosedürü içinde yer alan, kendine özgü nitelik ve koşulları bulunan özel bir düzenleme niteliğindedir. Zira, istihkak savına itiraz eden alacaklı veya borçlu aleyhine, istihkak davacısı lehine, yalnızca kötü niyet koşuluna bağlı olarak ve haczedilen malın değeri üzerinden yasada belirtilen orandan aşağı olmamak üzere hükmedilmektedir.
Nitekim, İcra ve İflas Kanunu`nun 97. maddesinin 13. fıkrasında istihkak davalıları lehine, 15. fıkrasında da istihkak davacıları lehine getirilen tazminat hükümlerinin getiriliş nedeni de yasa koyucu tarafından, alacaklı veya borçlunun üçüncü kişinin istihkak iddiasına itiraz ederek onu kötü niyetle ve haksız yere maddi ve manevi masrafa, külfete ve zarara sokmasını, üçüncü kişinin de haksız yere istihkak iddia ve davasında bulunarak, alacaklının alacağının tahsilini geciktirmesini, muvazaa teşebbüslerini önlemek ve icra işlemlerinin Devlet`in de ilgili olduğu iktisadi düzen bakımından haklı bir nizam, çabukluk ve emniyet içinde cereyan etmesini temin etmek şeklinde açıklanmış ve ortaya konulmuştur. Ortaya konulan bu amaçlar tıpkı İcra ve İflas Kanunu`nun 67, 69, 72 vs. bazı diğer maddelerinde de yer verilen tazminatların konuluş amaçları gibi tümüyle kanunun kendine özgü nitelik ve düzeni, kısacası sadece icra prosedürü içinde değerlendirme yapılması gereğini ortaya koymaktadır.
İstihkak davasında istihkak davacısı tarafından talep edilen tazminatın reddedilmesinin, davacının genel hükümler dairesinde gerçek zararının tazminine yönelik isteklerinin dinlenmesine engel teşkil edip etmeyeceği, daha önce daireler arasında içtihat aykırılığına neden olmakla içtihatların birleştirilmesi yoluna gidilmiş ve Yargıtay İçtihatları Birleştirme Büyük Genel Kurulu`nun 24.05.1974 gün ve 1974/5 E. - 1974/7 K. sayılı kararıyla; "Borçlu hakkında yapılan bir icra kovuşturması sırasında haksız yere malı haczedilen üçüncü kişilerin bu yüzden doğan gerçek zararlarının ödetilmesini, İcra ve İflas Kanunu`nun 97. maddesinde öngörülen özel hüküm dışında genel hükümlere göre genel mahkemelerde ayrıca dava açarak isteyebilecekleri" kabul edilmiştir.
Anılan bu kararın gerekçesinde de; İcra ve İflas Kanunu`nun 97. maddesinin 15. fıkrasında yer alan tazminat sözcüğünün, tabanı haczedilen malın değerinin % 15`inden aşağı olmayan götürü bir tazminatı ifade ettiği gerçek zararı karşılamak gibi bir amacı taşımadığı, dolayısıyla gerçek zararın ayrıca istenmesine engel oluşturmayacağı, ifade olunmaktadır.
Sonuç itibariyle; İcra ve İflas Kanunu`nun 97. maddesinin 15. maddesindeki tazminat icra hukukuna özgü götürü bir tazminat niteliğinde olup, genel hükümlere dayanılarak açılan gerçek zararın tazminine yönelik davalar yönünden engel oluşturmayacağı gibi, bu davalar ile tarafları aynı olsa bile konusu ve yasal dayanakları itibariyle benzerlik taşımamaktadır.
Yeri gelmişken, genel hükümlere dayalı tazminat davalarının hukuksal nitelikleri üzerinde de kısaca durulmalıdır.
Hukukumuzda genel kural haksız eylemleri veya haksız zenginleşmesi nedeniyle bir başkasının zararına neden olan kimsenin bu zararın tazmini ile yükümlü olmasıdır. Zarar kavramı ise maddi ve manevi olmak üzere iki türlüdür. Zarar sadece kötü niyetten değil, birçok durumda olduğu gibi ihmal, tedbirsizlik gibi başka nedenlerden de doğabilir. Zarar kavramı burada icra işlemleri ile sınırlı olmayıp, istihkak davasının sona ermesinden sonra ortaya çıkan nedenleri de içine alabilir. Gerçek zarar, her zaman daha geniştir ve zarara uğrayanın tatmin biçimi de yukarıda ayrıntısı açıklanan götürü tazminattan farklı olarak sadece icra hukuku prensiplerine bağlı olmaksızın objektif ölçüler çerçevesinde genel hukuk kurallarıyla belirlenir.
Somut olaya gelince; davacı genel mahkemede açtığı dava ile Borçlar Kanunu`nun 41. maddesine dayanarak uğradığı gerçek maddi zararlarının tazminini istemiştir. Davalı eyleminin genel olarak haksızlığına dayanan davacının bu isteği sadece davalı yanın kötü niyeti ile sınırlı olmadığı gibi haczedilen malın değeriyle de sınırlı değildir.
Bu nedenle; icra prosedürü içinde yer alan götürü tazminat niteliğindeki İcra ve İflas Kanunu`nun 97/15. maddesine dayalı tazminat isteminin reddi ve bu kararın kesinleşmiş olmasının eldeki dava yönünden kesin hüküm teşkil ettiğini kabule olanak bulunmamaktadır. Zira, yukarıda açıkça ifade olunduğu üzere her iki davanın dava konuları ve yasal dayanakları farklıdır.
Mahkemece, bozma ilamına uyularak işin esasına girilip genel hükümler çerçevesinde davanın çözümlenmesi gerekirken, kesin hükmün varlığına dayanılarak davanın reddine ilişkin önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırı olup, direnme kararı bozulmalıdır.
2. Davacı vekilinin manevi tazminata yönelik temyiz itirazlarına gelince;
Haksız yere malı haczedilen üçüncü kişi durumundaki davacı şirket, bundan doğan gerçek zararının ödetilmesine yönelik olarak sadece maddi değil, Borçlar Kanunu`nun 49. maddesine dayanarak manevi tazminat isteminde de bulunmuştur.
Yukarıda maddi tazminata ilişkin açıklamalarda da yer verildiği gibi, bir icra takibi sırasında haksız yere malı haczedilen üçüncü kişinin bu yüzden doğmuş olan gerçek zararı maddi olabileceği gibi manevi de olabilmektedir. Dolayısıyla, malının haksız yere haczedildiğini ileri süren üçüncü kişi kural olarak manevi tazminat isteminde de bulunabilir. Diğer yandan, istihkak davası ile birlikte tetkik merciinde karara bağlanan tazminat davasının ret kararı ile sonuçlanıp kesinleşmiş olmasının, genel hükümlere dayanılarak açılan bu manevi tazminat istemi yönünden de kesin hüküm oluşturmayacağı az yukarıda açıklandığı üzere belirgindir. Zira, dava nedenleri, yasal dayanakları, istem sonuçları ve uygulanacak yasa kuralları tümüyle birbirinden farklıdır. Unutulmamalıdır ki, manevi tazminat; haksız eylem sonucunda uğranılan kişilik değerlerindeki azalma şeklinde gerçekleşen zararın giderilmesi amacına yönelik tazmin biçimidir.
Kuralı bu şekilde ortaya koyduktan sonra somut olaya bakıldığında, mahkemece davacının manevi tazminat istemine dayanak aldığı hususlar irdelenmeden, yasal değerlendirme yapılmadan kesin hüküm oluşturduğu da vurgulanmak suretiyle, sırf istihkak davası içinde istenilip reddedilen tazminat davasının kötü niyetin yokluğuna dayanan ret gerekçelerinin esas alınması ve yine sadece bu nedenlere dayanılarak manevi tazminat isteminin reddedilmesi yerinde değildir.
Mahkemece yapılacak iş; haczin haksızlığının anlaşılması durumunda istihkak davasında verilen ret kararı ile bağlı kalınmaksızın, davacının ticari şirket niteliği de gözetilerek, tüzel kişinin manevi değerlerine dahil bulunan ticari itibarının sarsılıp sarsılmadığının Borçlar Kanunu`nun 49. maddesi çerçevesinde değerlendirilmesi, manevi tazminatın koşullarının açıkça bu ilkeler gözetilerek gerçekleşip gerçekleşmediği konusunda bir sonuca varılması olmalıdır.
Açıklanan hususlar gözetilmeksizin önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırı olup, direnme kararı açıklanan bu değişik gerekçe ile bozulmalıdır.
SONUÇ: Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının, maddi tazminata ilişkin kısmının özel daire bozma kararında ve yukarıda 1. maddede gösterilen nedenlerden dolayı oybirliği ile; manevi tazminata ilişkin kısmının ise yukarıda 2. maddede gösterilen nedenlerden dolayı oyçokluğu ile H.U.M.K.`nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının geri verilmesine 01.12.2004 gününde karar verildi.

maddi tazminat taleplerinde faiz başlangıcı olay tarihi yani somut durumda haczin fiilen uygulandığı tarih olmasına rağmen manevi tazminat taleplerinde faiz karar tarihinden itibaren başlatılmaktadır.

ÖZETİ:Manevi tazminata işletilecek faiz olay tarihinden değil, karar tarihinden ödeme tarihine kadar olan dönemi kapsar.



Davacı vekilinin 14 OCAK 1994 tarihinde kayda geçen dava dilekçesinde; davacının Altındağ Manbul 23. P. Tüm. Dest. Klt. İk. Bak. Tb. G/Dest. Bl. K. lığı emrinde askerlik hizmetini yaptığı sırada 6.9.1901 tarihinde arkadaşı tarafından vurularak bacağından yaralandığını, GATA Hastanesince verilen 21.6.1993 tarihli raporla sağ siyatik sinir total lezyonu askerliğe elverişli değildir kararı verildiğim, davalı idarenin objektif sorumluluk ilkesi gereğince sorumlu olduğunu, 800.000.000.TL. maddi 100.000.000. TL. 'manevi tazminatın olay tarihinden itibaren yasal faizi ile birlikte hüküm altına alınması istemi ile işbu davanın açıldığı anlaşılmıştır.

Olayı müteakip yapılan adli tahkikat ve yargılama sonunda l nci Ordu K. lığı Askeri Mahkemesince verilen 31.12J.991 tarih ve 1991/474 602 Esas ve Karar sayılı gerekçeli 'hükmün tetkikinden.; sanık ....................'ın 6.9.1991 günü nöbet tuttuğu sırada yanına Er .................... ile Onb. ....................'ün geldikleri, sohbet ederlerken sanığın emir ve talimatlara aykırı olarak tüfeği ile oynamaya başladığı, tüfeğim tam dolduruş durumuna getirdiği ve emniyetini açtığı, kendisini mağdur .................... ile Onb. ....................'ün bir kaç kez tüfekle oynamaması için uyarmalarına rağmen oynamaya devam ettiği ve bu esnada tüfeğin ateş aldığı 12 metre karşısında bulunan Er ....................'ın sağ uyluğundan yaralandığı, sanıkla mağdur arasında herhangi bir geçimsizliğin bulunmadığı, sanığın tedbirsizlik ve dikkatsizlik sonucu yaralamaya sebebiyet vermek suçundan cezalandırıldığı, bilirkişi raporuna göre olayda sanığın tam kusurlu olduğu anlaşılmıştır.

GATÂ Sağlık Kurulunun 21.6.1993 tarih ve 5827 Sayılı Raporu ile seke! niteliğinde sağ siyatik sinir total lezyonu teşhisi konularak D/11 Fl askerliğe elverişli değildir kararı verildiği görülmüştür.

Olayın bir kamu hizmetinin ifası sırasında meydana geldiği ve olayda davacının hiçbir kusurunun bulunmadığı hususlarında taraflar arasında bir uyuşmazlık bulunmamaktadır.

Devlet adına kamu hizmeti yürüten davalı idarenin halin icaplarına ve ihtiyaca göre hizmeti devamlı ve en iyi şekilde topluma arz etmesi ve hizmeti yürütürken kimsenin zarara uğramamasını sağlamak amacıyla gerekli önlemleri alması zorunludur. Bu zorunluluğun gereği gibi yerine getirilmemesi hizmetin kusurlu işlediğinin açık bir delilidir. Olay günü sanık ....................'ın nöbet görevi ile görevli olduğu, nöbet bitimine doğru sanığın yanma davacı .................... ile Onb. ....................' ün geldikleri ve sanıkla sohbet ettikleri esnada sanığın tüfeği ile oynamaya (başladığı, tüfeğini tam dolduruşa getirmemesi gerekirken, tüfeğini tam dolduruşa getirmesi, tüfeğinin emniyetini açmaması gerekirken, tüfeğin emniyetini açması, tüfeğin canlı hedefe tevcih etmemesi gerekirken davacıya tevcih etmesi ve kazaen tetik düşürmesi eylemleri ilk bakışta olayın idare ajanı olan sanık ....................'ın kusurundan ileri geldiği görünüyor ise de, ajanın idarenin yürüttüğü hizmetin bir parçası olduğu, bunun hizmetin yapısal özelliğinden kaynaklandığı, bir başka deyişle ajanı idarenin yürüttüğü hizmetten ayırmanın mümkün olmadığı, düşünüldüğünde birlikteki hizmetin iyi işlemediği hizmetin yürütülmesi sırasında ajanların yeterince eğitilmediği ve yeterince denetlenmediği, dolayısıyla idarenin hizmet kusuru içinde bulunduğundan davacıların zararlarının davalı idarece karşılanması gerekeceği sonucuna varılmıştır.

Mahkememizin yerleşmiş kararlarıyla T. C. Emekli Sandığınca olay sebebiyle bağlanan maluliyet aylığı ve ödenen tütün ikramiyesi davacıların tesbit edilen maddi zararlarından düşüldüğünden, maddi tazminat isteyen davacıya vazife malûllüğü aylığı bağlanıp bağlanmadığı, bağlanmış ise hangi tarihten itibaren ne miktarda bağlandığı sorulmuş, T. G. Emekli Sandığı Genel Md. lüğünün 2.11.1094 tarih ve 70.326.221 sayılı yazılarında davacıya 1.8.1993 tarihinden itibaren 2.584.000. TL.

Türk Silahlı Kuvvetleri Vazife Malûllüğü aylığı bağlandığı, aylığın 1.10. 1994 tarihinde 4.439.000. TL. ye yükseltildiği, aynca 1903 yılı için 5 aylık 2.573.000. TL. tütün ikramiyesi ödendiği 1994 yılı tütün ikramiyesinin 1995 yılının ilk üç ayında ödeneceğinin bildirildiği anlaşılmıştır.

Davacının maddi zararlarının tesbiti için re'Sen seçilen bilirkişinin tanzim ettiği 13.12.1994 tarihli bilirkişi raporunun tetkikinden davacının maddi zararının bağlanan aylık ve ödenen tütün ikramiyeleri ile çok fazlasıyla karşılandığından davacının maddi tazminat hakedişinin bulunmadığının bildirildiği görülmüştür.

Taraflara tebliğ edilen ve itiraz edilmeyen bilirkişi raporu Mahkememizin yerleşik içtihatlarına Mahkememizce kabul edilen kıstaslara ve ilmi verilere uygun bulunduğundan bilirkişi raporu doğrultusunda tatbikat yapılmıştır.

Davacının olay sebebiyle duyduğu ve ömür boyu duyacağı acı ve ızdıraibım kısmen de olsa karşılayabilmek amacıyla davacıya uygun miktarda manevi tazminat verilmesi kabul edilmiştir.

Davacı vekili manevi tazminata olay tarihinden itibaren yasal faiz yürütülmesini talep etmiş isede; Kurulumuzca davacının bu sakatlanma olayı nedeniyle duyduğu ve ömür boyu duyacağı acı ve ızdırabını karşılamak üzere takdir edilen manevi tazminat miktarı paranın karar sırasındaki alım gücü esas alınarak tesbit edildiğinden davacı vekilinin olay tarihinden itibaren faiz yürütülmesi talebinin reddi cihetine gidilmiş, ancak takdir olunan manevi tazminat miktarı için karar tarihi olan 15 MART 1995 tarihinden ödeme tarihine kadar yasal faiz yürütülmesine karar verilmiştir.

Diğer yandan, yukarıda da işaret edildiği gibi Mahkememizin yerleşmiş içtihatlarına göre T. C. Emekli Sandığınca bağlanan maluliyet aylığı ve tütün ikramiyesi davacıların maddi hakedişlerinden düşülmektedir. Davamızda davacının maddi tazminat takibi reddedilmiş isede; bu .red hususu davacının isteminde haksız oluşundan değil haklı görülen talebinin T. C. Emekli Sandığınca bağlanan aylük ve tütün ikramiyesi gibi gelirlerin mahsup edilmesi sonucu geriye hükmedilecek bir miktar kalmamasına dayandığından ve davacının davasını açtığı sırada vazife malûllüğü aylığı henüz bağlanmamış olup, davacının bu aylığın bağlanıp bağlanamayacağı hususundaki T. C. Emekli Sandığı işlemini beklediği takdirde dava açma süresi geçirilecek olduğundan, dava açılmasının bir hukuki zorunluluk olarak belirmesi karşısında yargılama giderlerinin özelikle maddi tazminat bakımından avukatlık ücretinin davacıya yükletilmesine ilişkin davalı idare isteminin 1602 Sayılı Kanunun 71 nci maddesi uyarınca reddi cihetine gidilmiştir.

Açıklanan nedenlerle;
1. Bilirkişi raporu uyarınca davacı ..................'ın MADDÎ TAZMİNAT İSTEMİNİN REDDİNE,
2. Takdiren davacı ..................'a 25.000.000. TL. (YIRMİBEŞMİLYON TL.) MANEVİ TAZMİNAT VERİLMESİNE, FAZLAYA AİT İSTEMİNİN REDDİNE,
3. Hükmedilen manevi tazminat miktarına olay tarihinden karar tarihine kadar faiz yürütülmesi yolundaki talebinin REDDİNE, ancak karar tarihi olan 15 Mart 1995 tarihinden ödeme tarihine kadar % 30 (YÜZDE OTUZ) YASAL FAİZ YÜRÜTÜLMESİNE,

KARŞIOY GEREKÇESİ

Davacı lehine hükmedilen manevi tazminata zararın doğduğu tarih olan "olay tarihi"nden ilgili saymanlıkça ödemenin yapılacağı güne kadar % 30 "Yasal Faiz" yürütülmesi gerekirken çoğunluk, bu faizin "hüküm tarihinden itibaren işlemesi gerektiğimi, zira manevi tazminat miktarını hüküm tarihindeki paranın alım gücü dikkate alınarak "takdir" edildiğini belirtmiş, ancak bu uygulamanın "GEREKÇE"sini ortaya koymamış, sonuçta karar bu yönü ile Hukuk Usulü, Sorumluluk Hukuku ana ilkelerine, öğreti ve Yargının yerleşik içtihatlarıma aykırı olmuştur.
A. KARAR BU YÖNÜ İTİBARİYLE HUKUK USULÜ MUHAKE MELERİ KANUNUNA AYKIRIDIR
1) Hukuk davası "davanın açıldığı tarihteki duruma göre karara (hükme) bağlanır... dava tarihinden sonra doğmuş olan haklar için aynı davada karar verilemeyeceği" (Prof. Dr. Baki KURU, Hukuk Muhakemeleri Usulü, ıb. 4 c. ü, Ankara 1980, s. 2109) açık ibir keyfiyettir.
2) "Davacı, dava dilekçesinde temerrüt tarihinden itibaren faiz istemiş ise, dava tarihine kadar işlemiş olan gecikme faizi de alacağın aslına eklenir. Bu durumda davanın "müddeabihi" asıl alacak ile dava tarihine kadar işlemiş olan gecikme faizi toplamı olan miktardır. Bu nedenle, davacının dava tarihine kadar işlemiş olan gecikme faizi toplamı için de peşin karar ve ilam harcı ödemiş olması gerekir. Davacı, dava tarihine kadar işlemiş olan gecikme faizi için peşin karar ve ilam harcı yatırmamış ise mahkemenin bu peşin karar ve ilam harcını davacıya tamamlatması gerekir (Harçlar K. nü 16, IV; m. 30) Mahkeme, peşin karar ve ilam harcı tamamlanmadıkça dava tarihine kadar işlemiş olan gecikme faizine hüküm veremez. (Harçlar K. nü 32) (Kuru, s. 21512152).
3) "... dava tarihine kadar işlemiş olan faiz tutarı, davanın müddea bihine dahil olduğundan, mahkemenin, vekalet ücretini de asıl alacak ve geçmiş günler faizi toplamı üzerinden hesaplaması gerekir (Kuru, s. 2153)
4) "Davacı, dava dilekçesinde yalnız faiz istemekle yetinmiş (Temerrüt tarihinden itibaren faiz isteğini bildirmemiş) ise, davalı daha önce mütemerrit duruma düşmüş (kılınmış) olsa bile, mahkeme davanın açıldığı tarihten itibaren (tahsil tarihine kadar) faize hükmeder. Çünkü davacı, bu halde temerrüt tarihi ile dava tarihi arasındaki dönemde işlemiş olan faizden zımnen feragat etmiş sayılır" (Kuru, s. 2154).
5) "Türk Hukukunda mahkemenin vereceği hüküm, dava ikamesi anındaki hukuki durumu tesbit edeceğinden, dava tarihinden, hüküm tarihine kadar olan alacağım da (mesela kira parasının vs.) verilecek kararda dikkate alınabilmesi mümkün değildir. (H.G.K. 21.11.1982, 6/121, K. 73,Son içtihatları Dergisi, No. 188, S. 5691, geniş izahat için bkz. Üstündağ,Doçentlik tezi, s. 126 ve oradaki not 207). Nitekim Temyiz Mahkemesi söylediğimiz bu esasları bir içtihadı Birleştirme Kararında da şu sözlerle ifade etmektedir. Her dava açıldığı tarihte 'tesıbit edilen vaziyet hükme esas ittihaz olunması iktiza eylemesine ve böyle bir davada da talebinin kabule şayan olduğunu isbat eden davacıya karşı davanın ikamesiyle davalı mütemerrit hale düşmüş olduğu gibi artırılma veya eksiltilmesine dair taleplerin kabulünde de buna dava tarihinden itibaren hükmolunması icabettiğine ilk müzakerede 28.11.1956 tarihinde ittifakla karar verildi

(28.11.1956, E. 15, K. 15 sayılı 1BK. RG. s. 9494 ve bu 1BK. ya uygun

HGK. 22.6.1983, YKD. 1984/1, s. 37, 38)" (Prof. Dr. Saim Üstündağ, Medeni Yargılama Hukuku b, 4 C. l II, istanbul 1989, s. 144).

6) Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununa göre davacı davasını genişletemeyeceği gibi 'm. 185) davalı da cevap layihasının davacıya tebliğinden sonra savunmasını genişletemez (m. 202), Buna göre davanın açıldığı tarihteki maddi ve manevi zarar ne miktar ise o miktar esas alınır. Yargılamanın devam ettiği süreç itibariyle geçen zaman dikkate alınıp "paranın değer yitirmesi" gerekçesiyle de olsa davacı ve davalıya tanınmamış bir yetkimin hâkime tanındığı ileri sürülemez. Hâkim, "olay" tarihini, "zararın vukua geldiği tarihi" esas alarak hüküm tesis etmekle yükümlüdür. Çoğunluk, manevi tazminata hükmederken olay sankî hükmün verildiği tarihte (kesinleştiği tarih değil) vukua gelmiş gibi hareket etmiştir. Hâkimin "zarar tarihini değiştirme yetkisi olamaz. Hâkime zarar tarihini değiştirme yetkisi tanınırsa bu durum dolaylı olarak hâkime resen "iddia" yi "genişletme" yetkisi tanınması anlamına gelir ki bunun özel hukuk (Droit Prive) usul kurallarıyla ve yasanın yukarıda belirtilen maddeleriyle bağdaşır bir yönü olamaz.
7) Hukuk Usulü Yasasının ana kurallarının uygulanması 1602 Sayılı AYÜM. Kanununun 56. maddesi yollamasıyla zorunlu bulunmaktadır.

Görevli mahkemede "müddeabih"e göre saptanır (HUMK. m. 8). Değeri iki milyona kadar manevi tazminat alacakları Sulh Hukuk, iki milyondan fazla manevi tazminat davaları Asliye Hukuk Mahkemelerinde görülür. AYiM'de adli yargıda olduğu gibi, müddeabihe göre "görevli mahkeme sonucunun olmaması bu kuralın göz ardı edilmesini gerektirmez.

B) KAKARIN BU KISMI SORUMLULUK HUKUKU ANA KURALLARIYLA DA BAĞDAŞAMAMAKTADIR

1) Sorumluluk (Responsalbilite, Haftung) "bir kişinin başkasına verdiği zararı giderim yükümlülüğü" (Prof. Dr. Henri Dezohenaux/Prof. Dr. Pierre Tereier, Sorumluluk Hukuku, Çev. Salim Özdemir, Ankara 1983, s. 1.)'nü ifade eder. Sorumluluk hukuku "zarar" kavramı üzerine kurulmuştur. Zarar yoksa sorumluluk da yoktur. O halde "zarar" ne zaman meydana gelmişse o zararın tazmini yükümlülüğü de o andan itibaren doğmuş demektir.
2) Dava konusu olayımızda "(haksız fiil" (sorumluluğu "Söz konusudur ve "zarar" bu " haksız fiil "e dayalıdır. Zararın miktarı da "haksız fiilin vukua geldiği tarihte" ne miktar ise ondan ibarettir. Zararı doğuran "eylem" kesinlikle olay tarihinden mahkemenin karan verdiği tarihe kadar "temadi" eden bir süreç içinde "devam" etmemektedir. Çoğunluk, "gerekçe" belirtmemekle beraber "eylem"in kararın verildiği tarihte "sona ermiş" olduğunu kabul eder gibi bir sonuca varmaktadır ki buna katılma olanağı olamayacağı doğaldır. Zarar, haksız fiilden kaynaklandığına göre bu zarara karşılık "tesbit" edilecek maddi ve manevi zarar da haksız fiilin vukua geldiği tarih esas alınarak testrat edilmek, hükmedilecek "faiz" de zararın "doğduğu" tarihte "başlamak' durumundadır,
3) Roma Hukukundan gelen bir kurul olan "Gaslbeden, daima temerrüt halindedir" (von TMır, Borçlar Hukuku Umumi, gev. .................., Yargıtay Yayınları, Ankara 1983ı s. 611) ilkesi faizin başlangıç tarihini açıklayan bir ana hukuk kuralıdır. Nitekim özel hukukum tüm dallarında, bu arada sorumluluk hukuku konusunda da tam ve geniş bir uygulamanın yapıldığı Yargıtay'da gerek HGK. ndan gerekse Dairelerden çıkan içtihatlar da ağırlıklı olarak bu doğrultudadır ve bu içtihatları duraksama göstermemektedir (Bkz. HGK. 13.11.1991, E. 1991/11303, K. 1991/567YKD. C. 18, Mart 1992, s. 3, s. 349358; HGK. 15.6.1994, E.1994/10256, K. 1994/410; 4. H. D. 2.1.1989, E. 1989/7458, K. 1989/7207; 11. H. D. 15. 10.1986, K 1986/5275ı K 1986/5320; 3. H. D. 29.1,1852, E. 1952/986, K. 1952/932 ve diğer içtihatlar. Bkz. Ahmet 1Y1MAYA, Sorumluluk ve Tazminat Hukuku Sorunları, C. II, Ankara 199', s. 64 Ve dpn. l' deki açıklama ve içtihatlar).
4)Öğreti, haiksız fiilden kaynaklanan tazminat alacaklarında temerrütün nakısız fiilin vuku bulduğu tarihten itibaren başladığını kabul etmekte olup vade ise 'belirli olmayan para alacaklarında olduğu gibi ayrıca "ihtarname" keşidesine ihtiyaç, bulunmamaktadır (Bkz. Prof. Dr. .................., Türk Mesuliyet Hukuku, Akif Dışı ve Akti Mesuliyet, Ankara Hukuk Fakültesi yayınlarından No. 1'9, Ankara 1961, s. 470 vd.; Prof. Dr. Fikret EREN, Borçlar Hukuku Genel Hükümleri C. II, Ek Fasikül, s. 29. Yazar bu konudaki görüşünü şöyle açıklamaktadır : "Manevi tazminat bir alacak hakkı olduğu için, davanın açıldığı tarihten değil, manevi zararın doğduğu, kişilik değerlerinde objektif eksilmenin meydana geldiği andan itibaren zarara faizin de eklenmesi gerektir"; Prof.Dr. Safa REÎSOĞLU, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, İstanbul 1993,s. 288 vd.; Prof. Dr. Hayri DOMANİÇ, Faizle Karşılanamayan Zararların Giderilmesini Sağlayan BK. 105 ve Diğer Hükümler, İstanbul 1993 s. 54 vd.; Prof. Dr. Henri DEN$CENAUX/Prof. Dr. Pierre TERCER (Çeviren :Salim ÖZDEM1R) Ankara 1983, s. 182183; Av. Ahmet 1Y1MAYA, Sorumluluk ve Tazminat Hukuku Sorunları, Ankara 1990, 191 vd. s., özellikle s. 216217; keza, aynı Yazarın "Sorumluluk ve Tazminat Hukuku Sorunları, C. ü, Ankara 1995" adlı eseri s. 64 vd.; Hâkim Şerafettin ŞÎRÎN, Ticaret Hukukunda Faiz ve Uygulaması, İstanbul 199', s. 30 ve 131; Dr. Serdar ÖZGÜLDÜR, Askeri Yüksek idare Mahkemesi Kararları Işığında Tam Yargı Davaları Henüz yayınlanmamış Doktora tezi, s. 385386; Prof. Dr. Safa RE1SOĞLU, "Yargıtay Kararları Açısından 3095 Sayılı Kanuni Faiz ve Temerrüt Faizine ilişkin Kanun"ı Ticaret Hukuku ve Yargıtay Kararları Sempozyumu, Bildiriler Tartışmalar, C. VIII, Ankara 2627 Nisan 1991, s. 1718; Av. Sema GÜUEÇ (UÇAKHAN), En Son Değişiklikleriyle Açıklamalı İçtihatlı Maddi Tazminat Hesaplan, Genişletilmiş 2. Baskı, Ankara 1986, s. 216; Prof. Dr. F. Tekil, Ticari işletme Hukuku, İstanbul 1990, s. 99101).
5) Haksız fiillerden dolayı doğan "tazminat alacakları"na "temerrüt faizi" mi, yoksa "tazminat faizi" mi uygulanacağının doktriner tartışması yapılmış olup bu görüşlerin hepsinde ortak nokta haksız fiillerden doğan tazminat alacaklarında faizin "olay tarihi" nden itibaren işlemeğe başlayacağı şeklinde olduğu görülmektedir (Bkz. HGK. 13.11.1991, E. 1991/11303, K. 1991/567ı YKD. C. 18, s. 13, Mart 1992, s. 349358).
6) Tazminat alacaklarının "tespit" davalarına benzetilme ve dolayısıyla "hükmün kesinleştiği" tarihten sonra yapılacak "ihtarname" ile yasal faizin başlatılmasına olanak yoktur. Kaldıki çoğunluk görüşü esas alınırsa "uygulama" da içinde çıkılamayacak birçok "sorunlara neden olunması kaçınılmazdır, örnek vermek gerekirse; Aynı olaydan zarar gören A, B ve C adlı üç kişi olduğunu kabul edelim. A'nın karan 1.1.1984'te, B'nin açtığı davanın kararının 1.6.1994'te, C'nin açtığı davanın 31.12.1994'te "karar"a (bağlandığına ve A hakkında verilen kararın "temyiz" edilmesi sonucu (bozulduğunu varsayalım. Yapılan yargılama ile iki yıl sonra karar verilecek olursa faizin "başlangıç tarihi" olarak ilk karar tarihi mi, yoksa ikinci karar tarihi mi, yada hükmün "kesinleştiği tarihini esas alınacaktır, tartışması ve kargaşası doğacaktır. Aynı durum B ve C için de söz konusu olabilecektir.
7) "Temerrüt faizi" kavramıyla "cezai şart" kavramı arasında bazı noktalarda benzerlikler olabilir. Ama gerek [koşullan, gerekse onlara bağlanan sonuçlan bakımından aralarında önemli farklar vardır (Prof. Dr. Hikmet Sami Türk, Yukarıda belirtilen Sempozyum, Tartışmalar Bölümü, s. 25). "Faiz, paranın gelirinden yoksun kalınmasının karşılanması için verilen bir bedel, bir tazminattır. Halbuki bunu hem kanun koyucu, hem de uygulayıcı enflasyonla karıştırdı. Böylece faizle enflasyon kavramları karıştırıldı ve BK. 105. maddesindeki munzam zararı uygulamadı. Halbuki faiz ve enflasyon kavramları tamamen ayrı kavramlardır... temerrüt faizi hususunda Federal Mahkemenin kararlan vardır : Tazminat faizlerine, taşıma sözleşmelerinde de olsa, temerrüt faizini kesinlikle uygulamamakta, ancak hüküm tarihinden sonraki faizler temerrüt faizi diye adlandırılmaktadır; başka bir anlatımla olay tarihinden hüküm tarihine kadar adi faiz, bundan sonra ise faiz ve asıl alacağa hüküm tarihinden itibaren temerrüt faizi yürütüyor, temerrüt faizi (ni) olay tarihinden değil hüküm tarihinden başlatıyor. Bizde de böyle olmasını dilemekteyiz" (Yargıtay 4. Hukuk Dairesi Üyesi Çetin Aşçıoğlu, Yukarıda belirtilen sempozyum, s. 3537).Faiz oranı 4.12.1984 tarih ve 3095 Sayılı Yasanın "kanuni faiz" başlığını taşıyan 1. maddesinin İ. fıkrasında "Borçlar Kanunu ve Türk Ticaret Kanununa göre ödenmesi gereken hallerde, miktarı sözleşme ile tespit edilmemişse faiz ödemesi senelik yüzde otuz oranında yapılır, şeklinde belirlenmiş, aynı yasanın 2. maddesinde de "Temerrüt faizi" nin aksi kararlaştırılmamışsa aynı oran alacağı hükme bağlanmıştır. BK. nün 72 ve 3085 Sayılı yasanın 1. maddesinde öngörülen faizin "olay tarihinden itibaren başlayacağı, bu faizin adının "temerrüt faizi" olmayıp "kanuni faiz", "tazminat faizi" olduğu açıktır. Haksız fiil failinin olay tarihinden itibaren "yasal faiz"le yükümlü olduğu, "temerrüt faizi" ile haksız fiil tazminatının farklı niteliklerinin bulunduğu yadsınamaz. Haksız fiil tazminatı haksız fiil sonucu ortaya çıktığı halde, temerrüt faizi taraflar arasında düzenlenen akte veya yapılan hukuki işleme uymaması sonucu ortaya çıkar (Şirin, s. 66).
8) Diğer taraftan, iki üç yıldan bu yana oluşan çoğunluk görüşü AYIM'in kurulduğu günden itibaren 19 yıllık yerleşik içtihadına da aykırıdır (Bkz. Özgüldür, s. 385). Danıştay'ın emsal kararlarından esinlenilmiş olunabilir. Ne varki Danıştay Kararlarında gözlemlenen "maktuen" şu kadar manevi tazminat ödenmesine ve faiz yürütülmesine yer olmadığına şeklindeki kararlarına katılma olanağı görememekteyiz.

Öncelikle ifade olunmalıdır ki manevi tazminat hâkimin "takdir"ine mevdudur. Herhangi bir "yasa"da öngörülen bir "maktu tarife" yazılı değildir. Hâkimin "derunî" ölçütlerinin ise "maktuluk niteliğinin "kazanılmasında yeterli olamayacağı açıktır.

Zamanaşımı, zararın doğduğu andan itibaren işlemeğe başlar. Yoksa kararın verildiği tarihte değil. O halde çoğunluk "zamanaşımı" müessesesine de aykırı davranmış bulunmaktadır. Zira "zararın doğduğu tarih" tazminat miktarının saptanmasında bir türlü, zamanaşımı hükümlerinin OSK. m. 60) uygulanmasında başka türlü uygulanamaz.

SONUÇ

Hukuk Usulü ve Sorumluluk Hukukunun ana kuralları bir "sistem" oluşturur.

Sırf yasal faizin günün ekonomik koşullarında artık "telafi" edici olmaması görüş noktasından hareketle bir sistemin ve yerleşik uygulamanın değiştirilmesinin mümkün olmaması gerekir. Kaldı ki hâkim manevi tazminatı "takdir" ederken takdirini faiz miktarını da dikkate alarak takdir ettiğine göre esasen hukukun ana kurallarından zaten ayrılma "zorunluluğu" söz konusu olmayacaktır.

Davaya konu olayımızda hükmedilen manevi tazminat miktarı Kurulumuzca "Oybirliği" ile takdir olunmuş bir miktardır.

O nedenle "telafi" amaçlı "takdir"de bir farklılık bulunmamaktadır.

Yukarıda belirtilen nedenle çoğunluk görüşüne katılmadık,


[*] 1994 yılına kadar Dairenin yerleşik uygulaması, manevi tazminata olay tarihinden itibaren faiz işletilmesi yolundayken; bu tarihten sonra faiz, hükmedilen tazminat içinde değerlendirilmiş; 1.2.1995 tarihinden itibaren yukarıdaki içtihada dönülmüştür.


Dergi No:10
Karar Dairesi:AYÎM. 2. D.
Karar Tarihi:15.03.1996
Karar No: E. 1994/949
Karar No: K. 1990/307


tam aksi yönde kararlar da mevcut. manevi tazminatta faizin başlangıç tarihi konusunda yargıtayın son uygulaması nedir?? faiz başlangıcı olay tarihi mi karar tarihi mi??