Mesajı Okuyun
Old 19-04-2006, 21:23   #2
Av. Muzaffer ERDOĞAN

 
Varsayılan

Sayın gemici;

Çok sevdiğim bir söz vardır: "İnsanlar düşündükleri gibi yaşamazlar, yaşadıkları gibi düşünürler."

Şimdi ülkemize bir göz atalım:
Savcılar, Hakimler kuşkulu arabalarda kaza yaptıkları için veya başka kanıtlara dayanılarak rüşvet nedeni ile haklarında davalar açılıyor.

Meslaği kötüye kullanmaktan hakkında dava açılan bir çok avukat sözkonusu.

Fenni denetim uygulanmadığı için binalar çöküyor insanlar ölüyor.

Bıçak parası istemekten yargılanan doktorlar var.

Ülkede herkes mafya. Efendi ve dürüstçe davranmak yerine ilk düşünce korkutabilirmiyim, yıldırabilirmiyim.

İnsanlar gelip benim büroma "abi tanıdığın hakim var mı?" diye soruyorlarsa bunun sorumlusu benim olmamam gerekir. En azından tek başına. Kuşkusuz ki burada "hakim" tanımlamasını kullanarak haksız çıkar sağlayan avukatlar kadar herhangi bir nedenle bilerek haksız hüküm veren yargıçların da rolü var. Neden ne kadar masımane olursa olsun.

Eğitim sistemimiz bir felaket. İnsan yetiştiremiyoruz. Sistem sadece insanlara bazı bilgiler veriyor. İnsanlığın erdemleri, "insan olmak", başkalarının haklarına saygı hak getire. En çok tutulan ata sözümüz "gemisini yürüten kaptan."

Ülkenin bu özellikleri meslektaşlarımıza da yansımış durumda. Doğru dürüst yayın takip eden avukat yok. Ankara'da 1. sınıfa ayrılmış, Yargıtay'a oynayan bir hakim son kararında beni azleden müvekkilim hakkındaki davayı başvuruya bıraktı. Oynadığımız zemin bu.

Şu bir gerçeklik: İnsanlar çevreleri ile birlikte gelişirler. Ben en iyi isem ve benim çevremde benimle tartışabilecek/tartışacak kimse yoksa banim araştırma yeteneğim, isteğim ve olanaklarım kısıtlanır. Bu son derece doğaldır. Söylediklerim kabul ediliyor veya tartışılmıyor. Ben neyi tartışacağım?

Bakıyoruz: Yargıtay'dan birbirini reddeden o kadar çok karar çıkıyor ki. Gerekçelerimiz hazır. "Kütü örnek örnek olmaz." Bir defasında bir Yargıtay üyesinden şu tanımlamayı duydum: " Siz akıllı avukatlarsınız. Büronuzu açıp işlerinizi yürütüyorsunuz, paranızı kazanıyorsunuz. Maliye avukatları da sizin kadar akıllı olsalardı maaşa talim etmezlerdi. Bu nedenle biz devleti korumak zorundayız." Peki bu nasıl yargıçlık? Devletin yanında tarafsın. Hani tarafsızlık. Burada niyet önemli değil. Kuşkusuz ki devlet sana bu düşünce/işlem/eylem nedeni ile rüşvet vermiyor. Ama benim açımdan bir sorun var: Yargıcın tarafsızlığı. O kadar istiyorsan git hazine avukatı ol yeterli şeyler yap. Ama yargıçlık makamında hazine avukatlığı yapma. Benim idarenin her türlü eylem ve işlemine karşı güvenebileceğim tek bir şey vardır."Burada hakimler var. Sen istediğin kadar cumhurbaşkanı, başbakan vb. ol. Yargı bu saygıyı sağlamak zorundadır.

Başka bir tartışmada ifade etmiştim: bir ingiliz yargıç boş çekini alıp yüklü bir miktar doldurmuş ödenmeyeceği inancı ile bankaya gitmiş. Banka şu anda hazır değil, sonra uğrayın demiş. Gidip paranın hazır olduğunu görünce intihar etmiş. Benim yargıcım ise 30 yıl çalıştıktan sonra kartvizitine emekli ceza reisi yazıp avukatlık yapıyor. Halbuki o insanın oturup anılarını düşüncelerini hukuk alemine taşıması gerekiyor. Burada kusur kimin? Bence bir yargıç emekliliğinde ihtiyacını karşılayacak bir gelire sahipse adliye koridorlarını sadece arkadaşlarını ziyaret edeceği zaman kullanır. demek ki ihtiyaçlar karşılanmıyor.

Hatırlarmısınız? Bir zamanlar en üst ücretler hakim maaşına bağlı idi. O zamanlar mesleğin önemi nedeni ile bu taktir yapılmıştı. Sonra bazı çıkar duyguları/ilişkileri nedeni ile bu kıstas ortadan kalktı. Bence yeniden gündeme getirilmesi gereken bir kıstas. "HUKUK KURALLARI TOPLUMSAL YAŞAMI DÜZENLER. TOPLUMSAL YAŞAM KURALSIZ YÜRÜMEYE BAŞLARSA BUNUN ALTINDAN KİMSE KALKAMAZ. KURALLARI BOZANLAR DA BUNA DAHİLDİR."

Hukuk suç olan fiilleri belirlemiştir. Hiç bir devlet/büyüğünün bu kurallar aleyhine hareket etme şansı/hakkıyoktur. Ama bizim ülkemizde bu bir hak gibi görülüyor ve herkes Polat.

Sonuç olarak sistem tüm makenizmaları bozmak için elinden geleni yaptı/yapıyor. Peki biz ne yapacağız? Bence en son bazulan birimlerden biri yargı. Yargının kendine ait bir anlayışı ve disiplini vardır. Sistem içinde yer alan ve olayı kavramış olan herkes belli nezaket kurallarına ve inceliklere dikkat eder. Yani yargı kendi disiplinini yaratmış bir kurumdur. Öncelikle bu disiplin ve anlayışı anımsamamız gerekiyor.

Çözüm önerisi: Öncelikle ne yapmamız gerekir? Ben bir hukukçu olarak neyim ne yapmalıyım? diye düşünmek gerekir. Bir hukukçu adaletin yerine gelmesi için uğraşan insandır. Kimsenin efendisi ve kölesi değildir. O yargılama süreci içinde gerçeğe ulaşmak için elinden geleni yapandır. Yargılanan başkasıdır. Hukukçu kendi görevini yerine getirir.

Burada parantez açarak değinmek istediğim bir nokta var. Bir sürü insan avukatların yalan söylediğini, yargıyı aldatmaya çalıştığını düşünür. Yapılmış olabilir. Ama sistem neden böyle üç ayak üzerine kuruldu? Ben yanlış yapmış olsam bile sizin bana bu bakış açınız ve buna bağlı olarak oluşan ön yargınız gerçeğe ulaşmayı kolaylaştıracak mı? İki yanlış bir doğru yapar mı?

Ben bir işçi çocuğuyum. Benim zamanımda harç yoktu. Ben bu ülkenin insanlarının verdiği vergi sayesinde okudum. Bu ülkenin insanlarına da borcum var. Bir yaşam (en azından biçimi) borcu.

Şimde takkeyi önümüze koyup düşünelim: Bir hukukçu olarak ne yapıyor, nasıl davranıyor, nasıl yargılıyoruz?

Sonuç olarak: "Balık baştan kokar." Hukuk, yaşamı düzenleyen kurallar toplamı olduğu için başlardan biridir ve bence sistem içinde en son bozulanlardan biridir. Bizler neyi nerede yanlış yaptığımızı düşünerek bu bozulmanın önüne geçebilir veya bozulmayı geriye çekebiliriz. Bunun için biraz çaba. "Verebildiğin kadar insansın. Alabildiğin kadar zorba." diye düşünüyorum.

Bu tartışmayı okuyana kadar diğer tartışmayı okumamıştım. Bence sizin açtığınız tartışma dışında özen gösterilmesi gereken bir konu daha var. Bazı insanlar sadece sorularına yanıt aramıyorlar. Avukatlarını/avukatları sınava tabi tutuyorlar. Bu son derece çirkin bir davranış. Meslektaşlarımızın hepsi yaşamıştır: Benim avukat şöyle yaptı doğru mu? Yahu ben senin avukatının neyi neden yaptığını nereden bileyim. Taksiye bindiğimde sorarlar "benim teyzemin kızı boşanacak, çocuğu babaya mı verirler, anneye mi?" Bu biraz da doktorların işine benziyor. Doktor arkadaşlarım da en çok bundan yakınıyor. Taksiye binerim başlar "teyzemin kızının karnı ağrıyor neden?" nereden bileyim ben senin teyzenin kızının karnını. İnsanlarımızın temel sorunu hukuk değil kendi surunlarının "kendi istedikleri biçimde çözülmesi" Ben bir avukat olarak istediğim kadar yalan söyleyeyim. Olmuş bir olayo olmamaış veya olmamış bir olayı olmuş gibi gösterme yeteneğim var mı? Olay maddi olarak yaşamda sonuçlar doğuran bir olgudur. Tartışılan olayın olşup olmadığını araştırmak yargıca aittir. ben yalan söyledim diye yargıç bu görevinden vazgeçemez. Benim yalan söylemem de disiplin suçunu gerektirir.

Zaten tartışma bizim anladığımız anlamda hukuktan son derece uzaktı. Vekaletnamenin süresi ile başlamış. Sonra sdüresi geçmiş vekaletname kullanan avukatlar suç işlemekle suçlanmışlar. Her hukukçu bilir ki suç ve tazminat ayrı kavramlardır. Tazminatı doğuran her olay suç olmaz. Burada Ziya Paşa'nın bir sözünü anımsatmak isterim: "Nadan ile muhabbet cehennem azabından beterdir" Ülkemizde de insanlar için hukuk kendileri için geçerli olduğu kadar vardır.

Hukuk için.

Saygılarımla.