Mesajı Okuyun
Old 13-02-2008, 10:52   #6
Av. Rahşan KÜPELİ

 
Varsayılan

merhabalar,
satış işlemi sırasında kişi ehliyetsiz ise, bu işlem bir hüküm ifade etmez. 3. kişiyi de dava edip, geçersiz işlem nedeniyle iyi niyetli olsalar bile hak sahibi olunamayacağını iddia edebilirsiniz. Denemekte fayda olduğunu düşünüyorum.
Diğer husularda benden önceki meslektaşlarıma aynen katılıyorum. Umaarım eklediğim kararın faydası olur. İyi çalışmalar

T.C.
YARGITAY
HUKUK DAİRESİ 1


Esas No.
2003/1674
Karar No.
2003/2292
Tarihi
05.03.2003


1086-HUKUK USULÜ MUHAKEMELERİ KANUNU (HUMK)/286
4721-TÜRK MEDENİ KANUNU (MK)/10/13/15/409/9


MİRAS TAKSİM SÖZLEŞMESİ
TAPU İPTALİ VE TESCİL
İYİNİYET
AYIRT ETME GÜCÜNÜN BULUNMAMASI
FİİL EHLİYETİNİN BELİRLENMESİ


ÖZET
AYIRT ETME GÜCÜ BULUNMAYAN KİMSENİN GEÇERLİ BİR İRADESİNİN BULUNMAMASI NEDENİYLE, KANUNDA GÖSTERİLEN AYRIK DURUMLAR SAKLI KALMAK ÜZERE, YAPACAĞI İŞLEMLERE SONUÇ BAĞLANAMAYACAĞINDAN KARŞI TARAFIN İYİ NİYETLİ OLMASI O İŞLEMİ GEÇERLİ KILMAZ.


DAVA : Taraflar arasında görülen davada;

Davacılar, murisleri Ahmet'in kız çocukları olarak kendilerinden mal kaçırmak amacıyla erkek kardeşleri olan bir kısım davalıların kandırmaları sonucu 100, 370 ve 519 parsel sayılı taşınmazların satışı için verdiği vekaletname ile ölümünden kısa bir süre önce anılan taşınmazları sattığını, ancak murisin akli melekelerinin yerinde olmaması nedeniyle vekaletname ve bu vekaletnameyle yapılan satışların batıl olduğunu, yine terekeden para çıkmadığı gibi, taşınmazların çok değerli olduklarını iddia ederek, payları oranında tapu iptali ve tesçil veya tenkis isteğinde bulunmuşlardır.

Davalı Nuriye, 370 ve 100 parsel sayılı taşınmazları murisin Adli Tıp Grup Başkanlığından alınan rapor ile eşine verilen vekaletname gereğince bedelini ödeyerek satın aldığını, bır kısım bedel için çek verildiğini, satışın gerçek olup, kardeşler arasındaki ilişkiyi bilmediğini, iyi niyetli olduğunu belirterek davanın reddini savunmuştur.

Dahili davalı Süleyman, tapu kaydında yaptığı araştırmalar sonucu herhangi bir sınırlama olmaması nedeniyle tapu kaydına güvenerek iyi niyetle 370 ve 100 parsel sayılı taşınmazları davalı Nuriye'den satın aldığını ileri sürerek davanın reddini istemiştir.


Diğer davalılar davaya cevap vermemişlerdir.

Mahkemece, tanıkların murisin yaptığı temliklerde muvazaa olduğu yönünde ve murisin akli melekelerinin yerinde olmadığı yolunda bir beyanda bulunmadıkları, mirasçı olmayan kişilere yapılan satışlarda muvazaa olmadığı gerekçesiyle sabit olmayan davanın reddine karar verilmiştir.

Kararın davacılar vekili tarafından süresinde temyizi üzerine Tetkik Hakimi Sevinç Türközmen'in raporu okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelendi, gereği görüşülüp düşünüldü:

KARAR : Davranışlarının, eylem ve işlemlerinin sebep ve sonuçlarını anlayabilme, değerlendirebilme ve ayırdedebilme kudreti ( gücü ) bulunmayan bir kimsenin kendi iradesi ile hak kurabilme, borç ( yükümlülük ) altına girebilme ehliyetinden söz edilemez. Nitekim Medeni Kanunun "fiil ehliyetine sahip olan kimse, kendi fiilleriyle hak edinebilir ve borç altına girebilir " biçimindeki 9. maddesi hükmüyle hak elde edebilmesi, borç ( yükümlülük ) altına girebilmesi, fiil ehliyetine bağlamış. 10. maddesinde de, fiil ehliyetinin başlıca koşulu olarak ayırtım gücü ile ergin ( reşit ) olmayı kabul ederek " ayırt etme gücüne sahip ve kısıtlı olmayan bir ergin kişinin fiil ehliyeti vardır. " hükmünü getirmiştir. "Ayırtım gücü " eylem ve işlev ehliyeti olarak da tarif edilerek aynı yasanın 13. maddesinde " yaşının küçüklüğü yüzünden veya akıl hastalığı, akıl zayıflığı, sarhoşluk yada bunlara benzer sebeplerden biriyle akla uygun biçimde davranma yeteneğinden yoksun olmayan herkes bu kanuna göre ayırt etme gücüne sahiptir.'' denmek suretiyle açıklanmış, ayrıca ayırtım gücünü ortadan kaldıran önemli nedenlerden bazılarına değinilmıştir. Önemlerinden dolayı bu ilkeler, söz. konusu yasa ile öteki yasaların çeşitli hükümlerinde de yer almışlardır.

Hemen belirtmek gerekir ki, Medeni Kanununun 15. maddesinde de ifade edildiği üzere, ayırtım gücü bulunmayan kimsenin geçerli bir iradesinin bulunmaması nedeniyle, kanunda gösterilen ayrık durumlar saklı kalmak üzere, yapacağı işlemlere sonuç bağlanamayacağından karşı tarafın iyi niyetli olması o işlemi geçerli kılmaz. ( Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı 11.6.1941 tarih 4/21 )

Yukarıda sözü edilen ilkelerin ve yasa maddelerinin ışığı altında olaya yaklaşıldığında bir kimsenin ehliyetinin tespitinin şahıs ve mameek hukuku bakımından doğurduğu sonuçlar itibariyle ne kadar büyük önem taşıdığı kendiliğinden ortaya çıkar. Bu durumda, tarafların gösterecekleri, tüm delillerin toplanılması tanıklardan bu yönde açıklayıcı, doyurucu somut bilgiler alınması, varsa ehliyetsiz olduğu iddia edilen kişiye ait doktor raporları, hasta müşahede kağıtları, film grafilerinin eksiksiz getirtilmesi zorunludur. Bunun yanında. her ne kadar H.U.M.K.'nun 286 maddelerinde belirtildiği gibi bilirkişinin "rey ve mütalaası" hakimi bağlamaz ise de, temyiz kudretinin yokluğu, yaş küçüklüğü, akıl hastalığı, akıl zayıflığı, sarhoşluk gibi salt biyolojık nedenlere değil, aynı zamanda bılinç, idrak, irade gibi psikolojik unsurlara da bağlı olduğundan, akıl hastalığı, akıl zayıflığı gibi bıyolojik ve buna bağlı psikolojik nedenlerin belirlenmesi, çok zaman hakimlik mesleğinin dışında özel ve teknik bilgi gerektirmektedir.

Hele ayırt etme gücünün nisbi bir kavram olması kişiye eylem ve işleme göre değişmesi bu yönde en yetkili sağlık kurulundan, özellikle Adli tıp kurumundan rapor alınmasını da gerekli kılmaktadır. Esasen Medeni Kanunun 409/2 maddesi akıl hastalığı veya akıl zayıflığının bilirkişi raporu ile belirleneceğini öngörmüştür.

SONUÇ : Hal böyle olunca, yukarıda açıklanan ilkeler ve yasa hükümleri çerçevesinde bir araştırma yapılarak tüm delillerin birlikte değerlendirilmesi, miras bırakanın vekaletnamenin düzenlendiği ve akdin tanzim tarihlerinde ehliyetli olduğunun anlaşılması halinde vekalet görevinin kötüye kullanılması ve muvazaa iddialarının da incelenip sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken, eksik inceleme ile yazılı olduğu üzere hüküm kurulması isabetsizdir. Temyiz itirazları yerindedir. Kabulü ile hükmün belirtilen nedenlerden ötürü, H.U.M.K.'nun 428. maddesi gereğince BOZULMASINA, peşin alınan harcın temyiz edene geri verilmesine 5.3.2003 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.