Mesajı Okuyun
Old 07-05-2002, 19:29   #21
aristo

 
Varsayılan "Avukatlar ve Hukuk" -Av.Oktay Ekinci'den önemli yazılar

Barolar ne işe yarar?
Hukuk devleti, demokrasi ve insan hakları gibi 'makro hukuk' diyebileceğimiz alana büyük ağırlık veren barolar, asıl meslek sorunlarıyla ilgilenmeyerek temel görevlerini ihmal ederler
Hegel, devleti özel ilişkilerin ve kişisel çıkarların alanı olan sivil toplumun üstünde bir yere oturtur. Benzer bir yaklaşımla baroları da, 'avukatların günlük mesleki sorunlarının üzerine çıkan, yargının savunma ayağını oluşturan ve yargı erkinin bir parçası olan kurumlar' gibi görme, onlara neredeyse ilahi bir misyon ekleme eğilimi ağırlıktadır. Sanki savunma, örgütlenme biçimi olarak, tıpkı devletin kurucu iradesi gibi yukarıdan aşağıya kurulmuştur ve sanki Türkiye Barolar Birliği, baroları ve nihayet avukatlar şeklinde düzenlenmiş bir hiyerarşi oluşturulmuştur. Yurttaşların devlet için var olduğu anlayışı, avukatların da sadece baroların varlığı için gerekli ve yeterli olduğu anlayışıyla paraleldir.

Örgütlenmenin rolü
Avukatların günlük hayattaki gelişmelerinin ve tıkandıkları noktaların baro politikalarına yansımayışının altında, bu çarpık örgütlenme fikrinin önemli bir rol oynadığı söylenebilir. Diğer yandan, Avukatlık Kanunu, avukatları tanımlarken gösterdiği ulviyeti, baroların tanımında da esirgememiş, "Barolar... kamu kurumu niteliğinde meslek kuruluşudur" şeklinde yapay bir yüceltme yapmıştır.
Böylesi ulvi bir konuma getirilen barolar, aynı kanunda yer alan, 'avukatlık mesleğine mensup avukatların müşterek ihtiyaçlarını karşılamak, mesleki faaliyetlerini kolaylaştırmak, mesleğin genel menfaatlerine uygun olarak gelişimini sağlamak' ana görevlerini unutmuş, faaliyetlerini hukuk devleti, demokrasi ve insan hakları gibi üç temel kavrama kilitlemiştir.


Başarısızlığı örten başarı!
Baroların, kendilerini bu üç temel konuya endekslemesi ve verdiği mücadele konusunda, Türkiye adına gerçekten önemli kazanımlar elde etmesi, mesleki boyutta yaşanan sorunlara yetersiz kalması konusunda mazur görülmesini neden olmuştur.
Avukatların barolarına karşı kabul etmiş göründüğü 'özür' sonuçta baroların gündemlerini sadece ülkenin siyasi, politik gelişmelerinden oluşmasına neden olan etkenlerden biri olmuştur. Yöneticilerin başarı kriterleri de, makro hukuk diyebileceğimiz bu gelişmeler karşısında alınan tavır ve gösterilen tepkilerle ölçülür hale gelmiştir. Bu ölçü, baro genel kurullarında da yönetime aday olan adayların belirlenmesinde nerdeyse tek kıstas olmuştur.


Mesleğe bakış
Baroların kendi sorunlarına çözüm üretme konusunda pek başarılı olamamalarının başında, mesleki sorunlarını, genel hukuk sorunlarının bir parçası olarak görmesinin de önemli payı var. Diğer meslek kuruluşları Türkiye'de öncelikli olarak kendi sorunlarını ön planda tutup, faaliyetlerini bu amaçla sınırlayarak mesleki anlamda önemli derecede kazanımlar elde etmektedirler. Bu süreçte, başta Türkiye Barolar Birliği olmak üzere, bütün barolar, görev yaparken mesleki talepleri dile getirmeyi küçümseyen bir bakışla bakma geleneğini sürdürmüştür.


Seyirci kalınanlar
Yargının işlemeyişi ve hatta özellikle işletilmeyişinin aleni bir devlet politikası haline geldiği her platformda dile getirilirken, Adalet Bakanlığı'na ayrılan genel bütçeden payın binde oranlarıyla belirlenmesine seyirci kalınmıştır. Yargıya ayrılan payın, Diyanet İşleri'ne ayrılan paydan aşağıda olması bile hazmedilebilmiştir.
Baroların meslek sorunlarına üstten bakan duruşları, yargının köhnemiş yapısını değiştirmeye yetmemiştir. Özellikle Barolar Birliği'nin bu konudaki ataleti, hukukun genel sorunları için gerekli değişim ve dönüşümleri yaratabilecek etkin bir güç olmasına önemli bir engel oluşturmuştur. Avukatların mesleklerini icra ederken yaşadıkları güçlüklerin aşılamamasında diğer önemli bir engel, özellikle metropol kentlerdeki baroların örgüt yapısının yetersiz oluşu, profesyonel kadrolarla desteklenmemiş olmasıdır.


Büyük iş yükü
İstanbul, Ankara, İzmir gibi üye sayısı binlerle ölçülen baroların iş yükü 11 kişilik yönetim kurullarının (hepsi aynı zamanda bir avukat olarak yaşamlarını idame ettirmek zorundalar) boyutunu çoktan aşmış durumda. Fakat, bu konuda avukatlık yasa tasarısında iyileştirici bir çözüm görülmediği gibi, baroların var olan yapılanmaya ilişkin çemberi kırma gibi bir talepleri şimdilik bulunmuyor. Garip olan, yukarıda sayılanlar, her ne kadar avukatların mesleğini sürdürürken yaşadığı sorunlar gibi gözükse de, aslında hepsi halkın haklarını ararken önlerinde duran engellerdir.



En basit baro tanımı
Ana Britannica'ya göre baroların standart tanımı şöyle: Hukuk mesleğinin sorunlarıyla ilgilenmek üzere yerel, ulusal ya da uluslararası düzeyde örgütlenmiş avukatlar topluluğu. Barolar, genellikle, avukatların mesleki çıkarlarını koruma ve geliştirme, hukuk sistemine ilişkin reform önerilerini hazırlama, araştırma projelerini destekleme ve mesleki kuralları düzenleme gibi amaçlar taşır. Türkiye'de 19 Mart 1969 tarihli ve 1136 sayılı Avukatlık Kanunu kapsamında düzenlenmiş olan barolar, mesleki hizmetleri görmek, mesleki ahlak ve dayanışmayı korumak, avukatlığın genel yarara uygun olarak gelişmesini ağlamak amacıyla kurulan, tüzelkişiliğe sahip kamu kurumu niteliğinde meslek kuruluşlarıdır.


Siz yoksanız, bir eksiğiz
Av. NİLGÜN TORTOP
60'ların başından 90'lara kadarki süreçte toplumsal dönüşümlerin yarattığı gerçekler ve hayaller dünyası hepimizde derin izler bıraktı. Fark edemeden oluşan imgeler belki yaşamımızın tümünü etkiledi. Bu kesitte Türkiye denilen garip ülkede, ana rahmine düşmüş olmanın cilvelerini yaşam boyu sürdürecek 'bir ara bir dere' kuşağı oluştu.
Bu yılların Türk film panoramasında hepimizin içinde bir şeyler, aynadaki görüntümüze yansıyan portreler var.
Kimimizi, 'çarpık kentin kenar mahalle güzeli' Suzan Avcı, kimimizi 'burnu düşse yere, eğilip almayan' Türkan Şoray, kimimizi 'çirkin kral, Arkadaş filmindeki Azem' Yılmaz Güney etkiledi. Bu 'ara dere' kuşağının bugünkü zafiyetlerinde, belki o zaman kesitinin de ciddi payı var. Tabii, kimselerin rol modeli olamadan aramızdan ayrılan, Erol Taş, Önder Somer ve Aliye Rona gibi karakter oyuncularını da unutmuyorum.


Diğeri adına konuşmak
Bu kuşak, kendi adına konuşamadan diğeri adına konuşmayı öğrendi. Ortada olanları açıkça, ortada olmayanları kapalı kapılar ardında/içki masalarında konuşmayı iletişim saydığımızdan olsa gerek, açıklık kültürünü edinmemiz hep zor oldu. Mücadelemize kendimizden değil, toplumdan başladık ve bir yerlerde hep yanlışlar oldu.
Şimdi, yukarıda yazdıklarımın 'Aktif Müdahale Grubu' ile ne ilgisi var demeyin lütfen. Var, çünkü bu kuşağın önemli bir bölümü avukat olmayı seçti. 80'lerde televizyonun pek çok eve girmesiyle ve 90'larda özel televizyonlarla birlikte, kahramanlık anlayışımız değişti. İdealimizdeki polis veya politikacı tiplemesi, 'at, avrat, silah' üçgenini iyi kullananlardan oluşmaya başladı.
İdealimizdeki avukat tiplemesi nasıldı peki? Vurdu mu ses getiren; borçlunun boğazına çöküp, alacaklının parasını tahsil eden; mahkeme ve icra kalemlerinde 'abicim, ablacım' diye konuşan, duruşma salonundan arka arkaya çıkarken 'Nasıl tensip buyurursanız efenimmm!' diyen avukatlar mıydı peki? Asla!
Ekim 2000'deki genel seçim için meslektaş ziyaretleri yaparken, hemen hemen tüm meslektaşlarımızın yakınması ortak idi:
Mesleğin saygınlığı kalmadı, her yerde kötü ve saygısız muamele görüyoruz, baro yönetim kurulları ne yapıyor?


Yakınan çok, katılan yok
Baro yönetim kurulunun üyeleri, 5 aydır duyurusunu yaptığı Aktif Müdahale Grubu için topu topu 10 meslektaşını bir araya getirebildi. Oysa ki, yakınmaları dinlediğinizde en az 100 meslektaşımız bu konuda çalışmaya hazırdı. 11 yönetim kurulu üyesi yaklaşık 4 bin 200 meslektaşına sahip çıkmaya çalışsa, üye başına 372 meslektaş düşüyor. Hepimiz dünyayı kurtarmakla o kadar meşgulüz ki, kendi mesleğimizi kurtarmaya bir türlü zaman ayıramıyoruz.
Değil yan yana, arka arkaya bile duracak gücümüz yok mu? Yoksa, gemisini kurtaran kaptan, diğer taraftan da ortada kalan koyunların bacağından mı asılmaya çalışıyor?


İzlemeye doyamamak
Belki de son 5 yıldır gelişen televole kültürü bizleri teslim alıyordu. Seyretmeye alıştırılmıştık ve bize sunulan her şeyi alıyorduk. Rahattı; kanepede oturup, Körfez Savaşı'nı izlemek; rahattı akşam yemeğini yerken, televizyonda intihar etmek için atlayamayan kişiyi yuhalayan diğerlerini izlemek. Kazanılan futbol maçlarıyla, ulusal bilincimiz, birlik ve beraberlik ruhumuz güçleniyordu. Maçlardan sonra sokaklara dökülen binlerce dünyaya bedel Türk, 'ölmeye ölmeye geldik' diyor ama kendilerini değil, balkonlardaki çocukları öldürüyordu.
Ülkemizdeki bizzat hak alma ya da 'Ben biraz geride durayım nasıl olsa ilgilenen olur' kültürü, biz avukatları da etkilemiş miydi? Aslaaa! Herhangi bir yargıç, herhangi bir meslektaşımızı duruşmada azarladığında; herhangi bir savcı, vekâletnamesi olsa bile ancak kendisinin izin verdiği belgelerin fotokopisini bir meslektaşımıza verdiğinde; herhangi bir meslektaşımız, cezaevinde iç çamaşırına kadar soyulmaya çalışsa, biz diğerleri hemen orada oluyor ve dayanışıyorduk. Kimi meslektaşımız, hacizde dayak yiyor; kimi meslektaşımız icra satışı sırasında öldürülüyor, kimi meslektaşımız incir çekirdeğinin sayısı yüzünden adam kurşunluyordu.
Suçu dünyaya ya da diğerine atmanın anlamı yok. Ara dere kuşağı olmaktan sıyrılmanın ve ellerimizi hep beraber taşın altına koyma zamanı. Gerçekten, siz yoksanız biz, siz ve diğerleri hâlâ bir eksiğiz...
Av. Nilgün Tortop: İzmir Barosu Yönetim Kurulu üyesi


Yargılama yetkisi halkındır
ERDEM TOPRAK
Böyle bir yazı dizisi hazırladığınız için size teşekkür ediyorum. Ben de bazı şeyler söylemek istiyorum. Bilindiği gibi yargıda üç kurum var. İddia, savunma ve yargılama. İddia ve yargılama makamı kurumsallaştığı halde savunma kurumsallaşmış değil. Anayasa madde dokuza göre yargı yetkisi Türk milleti adına bağımsız mahkemelerce kullanılır. Yani yargı yetkisi halkındır. Halkın temsili görevi de avukatındır. Avukatlık kurumsallaşmalı, zorunlu avukatlık ve avukatlık tekeli düzenlemeleri getirilmelidir. Yeni avukatlık yasa tasarısı savunma makamını kurumsallaştırmıyor; örneğin, resmi senetlerde noter önünde avukatla temsil mecburiyeti, mesleği ayak işi haline sokar.
Yargılamada silahların eşitliği diye bir durum vardır; savunma silahı ise pasif durumadır. Üst arama konusundaki eşitsizlik önemlidir. Neden hâkim ve savcı aranmıyor da -hatta bakan bile aranmalı- avukatların üzeri aranıyor ve üstelik bu onur kırıcı biçimde yapılıyor? Yargi denilince akla sadece hâkim ve savcı geliyor, avukatın adı bile tellaffuz edilmiyor. Hâkim ve savcı duruşmada yüksekte otururken, avukatlar aşağıda duruyor; bu da savunma makamına ne kadar değer verildiğini gösteriyor.
Bunlar demek oluyor ki, yargı yetkisi Türk milleti adına kullanılamamaktadır.
Not: Avukatlık hususunda bazı sorularım var. Avukat gerçekten rüşvet vermek zorunda kalıyor mu? Bu işi rüşvetsiz yapamaz mıyız? Biz İstanbul hukuk fakültesi öğrencileriyiz. Staj durumumuz içler acısı; hiçbir avukat bir yıllık staj süresince geçim sağlayacak kadar para vermek istemiyor. Bu durumun önüne geçmek için baro bir fon oluşturamaz mı?


Başkanlar konuşuyor
Saldırgan kadar cesur olabilse...


* Av. Yusuf Sever-Eskişehir Barosu Başkanı
Barolar, mesleki ve ekonomik menfaatlerimizi koruyacak başkaca bir kurum bulunmaması nedeniyle avukatın mesleki ve ekonomik menfaatleri için de gerekli mücadeleyi vermelidir.
Yasal ve ekonomik anlamda bağımsız hareket etme olanağına sahip olmayan avukat bağımsız olamaz. Ekonomik yetersizlikler, bunun getirdiği kıyasıya rekabet, meslekte kaliteyi ve saygınlığı olumsuz etkiler. Barolarımız maalesef meslek ve meslektaşlarla ilgili sorunların dışında her sorunun tarafı olmuşlardır. Her zaman mesleğin verdiği vakar ile hareket eden barolarımız, yine bu ağırbaşlılıkla etkili olmanın yolunu aramalıdır. Çünkü, saldırılar o derece yoğun ve mesleği yok etmeye yöneliktir ki, artık bir zaman varlık nedenimizi bile sorgulamak zorunda kalacağız. Bize saldıran ve yok etmeye çalışanlar kadar cesur olmak zorundayız.
Savunmaya fiili baskılar bitmeli

* Av. H. Mehmet Şahinöz-Gümüşhane Barosu Başkanı
Ülkemizde son zamanlarda savunmaya karşı fiili, hukuki ve ekonomik baskıların giderek çok yoğun bir biçimde artmış olduğunu ibretle izlemekteyiz. Sıkça görüldüğü gibi meslektaşlarımız kurşunlanmakta, öldürülmekte, tutuklanmakta, çeşitli bahanelerle görev yapmaları engellenmekte, haklarında dava açılma tehdidiyle karşılaşmakta ve çeşitli ekonomik baskılara maruz bırakılmaktadırlar. Biz savunmayız. Türkiye'deki tüm hukuksuzluklara, haksızlıklara, baskılara, saldırılara hukukun üstünlüğüne, demokratik ve çağdaş olmayan her tür tutum ve düzenlemelere herkesten önce biz karşı duracağız, susmayacağız. Susmak çözüm değildir.
Düzce'de işler çok daha zor

* Av. Hidayet Can-Düzce Barosu Başkanı
Düzce Barosu'nun savunmanın sorunları hakkındaki değerlendirmeleri aşağıda maddeler halinde verilmiştir: Öncelikle Avukatlık Yasası çağdaş, toplumsal gelişme sürecine uygun hale getirmeli, Anayasa'da savunma ayrı bir başlık altında yer almalı.
Savunma görevini ifa eden avukatlar 'sosyal güvenlik' şemsiyesi altına alınmalı, özlük sorunları mesleki bağımsız örgütü TBB tarafından yerine getirilmeli.
Peşin vergi uygulaması tüm vergi mükellefi olan serbest meslek mensupları yönünden kaldırılmalı.
Avukatların savunma görevini ifaları sırasında her türlü ayrımcı 'ast-üst' ilişkisi ikilemine sokulmak istenilen eşitsizliği sona erdirilmeli, iddia ile savunmanın eşitliği sağlanmalı.
Avukatların mesleki örgütlenmeleri üzerindeki vesayet kaldırılmalı.
Avukatlık asgari ücret tarifeleri, ekonomik ve sosyal koşullar, mesleğin niteliği, savunmanın kutsallığı ve riskler nazara alınarak yeniden değerlendirilmeli.
Adalet Bakanlığı Güçlendirme Vakfı adına tahsil edilen basılı ve değerli kâğıt bedellerinin (vekâletle temsil edilen her türlü yargı mercileri ve icra dairelerindeki) belirli bir yüzdesinin avukatların merkezi birliği TBB'ye aktarılması sağlanmalı.
Avukatların her tür kamu kurumu ve özel kurum ve kuruluşlardan, meslekle ilgili olarak delil toplama, bilgi edinme, suret alabilme hakkı kısıtlanmaksızın sağlanmalı, ceza yargılamasında çapraz sorgulama gerçekleştirilmeli. Tanık dinlenilmesinde sorulacak sorular konusunda aracı makam kullanılmamalıdır.
Avukatlık mesleği tıpkı mali müşavirler ve muhasebeciler (TSMMO) da olduğu gibi, şirketlerde de hukuk müşavirliği bulundurulması zorunlu hale getirilmeli.
12 Kasım ve 17 Ağustos depremleri sonrası iki depreme maruz kalmış bulunan Düzce ilinde halen adliye hizmetleri konteynerlerde yürütülmekte olup, bir an önce adliyenin gerçek hizmet binasına geçmesi, yargı ve savunma faaliyetinin en iyi koşullarda yerine getirilmesi için gerekli kamuoyu desteğinin sağlanması çabalarına destek olunmalı.
(Nisan 2001-Radikal)