Mesajı Okuyun
Old 19-02-2007, 00:18   #1
Av.Habibe YILMAZ KAYAR

 
Varsayılan Toprağa Düşen Sevdalar

Güneydoğu’dan 300 namus cinayeti 18 Şubat 2007(HURRIYET)


Emel ARMUTÇU

Vildan Yirmibeşoğlu, 1998’den bu yana İstanbul Valiliği Ar-Ge Kurulu, 2001’den bu yana da İnsan Hakları İl Masası Başkanı. Aynı zamanda valiliğin İnsan Hakları İl Kurulu’nun kamu hukukçusu üyesi. 13 yılını Güneydoğu’da geçiren Yirmibeşoğlu, kendi kişisel çabalarıyla kadın sorunları üzerine araştırmalar yaptı ve çalışmalarını "Toprağa Düşen Sevdalar / Töre ve Namus Gerekçesiyle İşlenen Cinayetler" adı altında bir kitapta topladı.

Hürriyet Gazetesi Yayınları’ndan, yarından itibaren piyasaya çıkacak olan kitap, konuya ilişkin mahkemelere yansımış 300’ü aşkın olayı içeriyor. Yirmibeşoğlu’nun incelediği 300 davada, 213’ü kadın, 142’si erkek olmak üzere toplam 355 ölüm vakası var. Öldürülenlerin yüzde 14’e yakını 17 yaşından küçük. Bazı kadın kurbanların nüfusta kaydı bile yok. Namus cinayetlerine ilişkin genel bilgilerle başlayan kitapta, bu cinayetlerin işleniş gerekçeleri, çeşitleri, aile meclislerinin yapısı, kurbanların tavırları, yakınlarının tepkisi ya da tepkisizliği gibi konular inceleniyor. Aile cinayete nasıl teşvik ediyor, savcılar, yargıçlar, barolar olaya nasıl bakıyor, gibi soruların cevapları da var.

Vildan Yirmibeşoğlu, cinslerarası eşitliğin ya da anlamlı bir diyaloğun olmadığı bir hayatın varlığını hemcinslerine göre çok geç öğrendi. Baskı ve korku düzeninde şiddeti yaşayan kadınların yaşamını, doğanın değil aşiret yasalarının ve aile meclislerinin belirlediğini de. Şiddetin en uç noktası olan "namus" cinayetleriyle, Gaziantep Büyükşehir Belediyesi’nde çalıştığı günlerde tanıştı.

İstanbul’da doğmuştu. İlkokulu ve liseyi kolejde okumuş, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde lisans ve yüksek lisans eğitimi yapmıştı. Çevresinde böyle bir ize rastlamamıştı.

Günlük yaşantı içinde, bir kadın olarak "namus ve iffet" kavramları elbette ona da yabancı değildi. Bu kavramlar daha küçük bir kız çocuğuyken öğrenilmiş olurdu. 1984’te Güneydoğu’ya gelinceye kadar, namus gerekçesiyle işlenen suçların farkındaydı ama bu cinayetlerden haberdar değildi. Yerel gazetelerdeki haberleri daha yakından takip etme şansı bulunca, konuya ilgisi arttı: Çeşitli nedenlerle kız çocukları veya kadınlar, "Namusları kirlendi" denilerek öldürülüyordu. Öldürenler, kişisel adalet uygulayıcıları, çoğu zaman aile meclisi tarafından özenle seçiliyor, infaz gerçekleştikten sonra da toplumda ádeta bir kahraman muamelesi görüyorlardı. Bu toplumsal hoşgörü, bir bakıma, yerel kültürün ve geleneksel otoritenin devlete meydan okuması gibiydi.

Öncelikle, anket ve derinlemesine mülakatlar yaptı, sonra 300’ü aşkın "namus cinayeti" dosyasını inceledi. Şimdi kitaplaşan bu araştırmalar 12 yıllık bir çalışmanın ürünü. Bu araştırmalar için farklı kültürel toplulukların içinde bulundu, zaman zaman aynı köylerde yaşadı. Çünkü, Urfalı Sevda Gök’e tanıklık borcu vardı.

Sevda 16 yaşında, pek çok kişinin bulunduğu bir sokakta yere diz çöktürülmüş ve küçük kardeşi tarafından boğazı kesilmişti. Bir tanıklık borcu da Kilisli Şenel Habeş’eydi. Eski kocasının ölüm tehditleri üzerine yanına gelip yardım istediğinde hukuksal işlemlerini yapmış ama bir gece sokakta boğazının kesilmesini engelleyememişti. Viranşehirli Gönül Aslan’a da borçlu hissediyordu; Zalim Fırat bile gırtlağını sıkan cellatlarla işbirliği yapmamış ve kıymamışken ona, mahkemede yargıçlar tarafından suçlanmıştı! Adliye arşivlerinde dosya incelerken boğazına düğümlenen birer hıçkırık olarak kalan nice kadının kısacık hayatlarına tanıklık borcu vardı. Türkiye Cumhuriyeti’nin adalet mekanizmasına da isyanı! O bölgelerde kadın olarak doğmaktan başka suçları bulunmayan ve bunun için yaşama hakları ellerinden alınan kadınlar Türkiye Cumhuriyeti’nin yasalarından yeterince yararlanamıyorlardı.

BİR AVUKAT SOYUNACAK DEDİLER BÜTÜN GAZETECİLER GELDİ

1996 Mart’ında, geniş çaplı bir kamuoyu oluşturmak amacıyla Şanlıurfa Adliyesi’nde eylem yaptı: O gün Sevda Gök’ün duruşması yapılacaktı. Gazetelere haber vererek "genç bir avukat adliyede soyunacak" dediler. Gazeteciler adliyeye akın etti. O da söz verdiği gibi yaptı; üzerindeki avukatlık cübbesini soyundu. İçinde diğer sivil toplum kuruluşu üyesi kadınların üzerindeki gibi "Kadının yeri meclis" yazan tişört vardı. O gün Sevda Gök adına davaya müdahil olma talepleri reddedildi, mahkemeye bile alınmadılar. Ancak gazeteler Türkiye’de ilk defa iki hafta boyunca "namus cinayetleri"yle ilgilendiler. 1998 yılında Prof. Dr. Bülent Tanör’ün davetiyle İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde doktora öğrencilerine "Sözde Namus Cinayetleri" konulu ilk semineri verdi.

O günden bugüne önemli gelişmeler kaydedildi. Ancak, bunların yeterli olduğunu elbette söyleyemiyor. Soluksuz bırakılan, yaşam kapısı sürgülü kadınların yargı dosyalarının içimizi acıtacağını; "şiddetin, ayrımcılığın yaşanmadığı bir ülkede ve dünyada yaşama umuduyla, sadece kadın oldukları için öldürülen o kadınlar ve kalan sağlar için" yazıyor.

KIZ KARDEŞİNİ ÖLDÜREMEDİ AŞİRETTEN ÖZÜR DİLEDİ

Yer Şanlıurfa, yıl 2000. 14 yaşındaki Azize, komşularının oğlu Fahat Kaymaz’a gönlünü kaptırır. Haber Azize’nin ailesine ulaşır ve Azize’nin evinde toplanan aile meclisinden "ölüm kararı" çıkar. Daham ve Yasin, alınlarına sürülen lekeyi temizlemekle görevlendirilir. Fahat Kaymaz’ı kurşunlayarak öldürürler. Bir sonraki işleri Azize’yi boğmaktır. Yakalanan Daham ve Yasin, tutuklanmadan önce yaptıklarını gururla anlatırlar: "Fahat’ı vurduk. Azize’yi de sulama kanalına attık. Yaklaşık 100 metre kanalı takip ettik ve çırpına çırpına sürüklendiğini gördük. Boğulacağına inanmıştık. İşi yüzümüze gözümüze bulaştırdık. Kız kardeşimizi öldüremediğimiz için aşiretimizden özür diliyoruz."

Soru: Neden öldürüldü?

Cevap: Gezmeyi çok seviyordu

Nisan 1996, Urfa 2. Ağır Ceza Mahkemesi’nde, namus gerekçesiyle işlenmiş bir cinayetin duruşması yapıldı. Şanlıurfalılar için son derece sıradan bir olaydı. O gün sıradışı olan, pek çok kadın örgütünün orada olmasıydı. Ama Şanlıurfalı kadınlar, Şanlıurfalı avukatlar yoktu. O zihniyetle, sadece kent dışından gelen kadınlar başbaşaydı. Sevda Gök’ün ölüm kararını alanlar yanıbaşımdaydı. Annesi sürekli ağlıyordu. "Neden öldürüldü?" diye sordum. "Gezmeyi çok seviyordu, 16 yaşını bitirdi, daha isteyeni çıkmadı" dedi hıçkırarak.

Gezmeyi çok seven Sevda, bir gün geciktiğinde korkmuş, kız yurduna yerleşmiş. Ailesine teslim edilmesinin ardından gelen dedikodularla ölüm çanları çalmış. Çünkü mal ayıplı kabul edilmiş. Sevda’nın dedesine, "Başınız sağ olsun" dedim. Kızdı bana. Çünkü ona göre namus temizlenmişti. Çünkü kahvede "******nuzu temizlemediniz mi daha?" diye soruluyordu.

(...) Yargılama jet hızıyla yapılıyor. Savcı, olayın Şanlıurfa’nın sosyoekonomik yapısından, yani törelerden kaynaklandığını söylüyor. Kızın sokakta boğazı kesilirken kollarından tutanlar araştırılmıyor ve savcı Sevda Gök’ün başını kesen katilin eyleminde, her nasılsa, "tasarlayarak öldürdüğüne ilişkin" kanıt bulamıyor! Araya küçük yaş indirimi girince ceza yedi yıla iniyor. İnfaz yasasıyla da 2 yıl 8 aya...

SELVİ’NİN "SUÇU" TECAVÜZE UĞRAMAK, CEZASI TECAVÜZCÜSÜYLE BİRLİKTE ÖLÜM

Sanık A. A., ablası Selvi’yi ve ona tecavüz eden M.’yi öldürüyor. İşte karar: "... sanık A.’nın maktul M.’yi, ablası maktule Selvi’nin ırzına geçtiği için öldürdüğü, savunmasının bu yönde olduğu, yapılan otopsi sonucunda da maktule Selvi’nin bakire olmadığı nazara alındığında yöremizde çok önem verilen namus kavramının ağır bir şekilde saldırıya uğraması ve köy içinde duyulması sonucu sanığın içine düşeceği küçültücü durum endişesiyle bu suçu işlediğinden... her iki suçtan da TCK’nin 59. maddesi gereğince cezalarından indirim yapılmıştır."

ÖLDÜRÜLMESİNE SEBEP OLAN ZAR SAPASAĞLAM DURUYORDU

Yüksekovalı Nebahat (16) kendisinden 20 yaş büyük, evli ve beş çocuklu Halit Ö.’ye kuma olarak verilmişti. 1998 şubatında, Halit onu Edremit’teki evinde yatağına aldı. Ancak ilişkileri sırasında Nebahat’ten kan gelmeyince, kızgınlıkla bakire olmadığını düşündü ve bu suçun da bildiği bir tek cezası vardı: Tabancayla öldürmek! Otopsi tutanağına göreyse, Nebahat’in bekáret zarı, cinsel birleşme sırasında bozulacak yapıya sahip değildi. Yani öldüğünde, ölümüne neden olan o zar, sapasağlam duruyordu.

NAMUS CİNAYETLERİNİN ORTAK ÖZELLİKLERİ

Ailenin veya erkeğin, kendinde kadının yaşamını belirleme hakkı görmesi, bedeni üzerinde hak sahibi olduğunu düşünmesi.

Kadının isteyerek karşı cinsle yaşadığı bir ilişki veya mağduru olduğu bir cinsel saldırı.

Aile veya erkeğin, kendini kanun koyucu ve yargıç yerine koyarak kadını yargılaması.

Çevre, toplum baskısı, namus veya törelerin getirdiği bir zorunluluk.

Kadının kirlenmiş bir mal, bir eşya gibi görülmesi.

Bu cinayeti bilinçli bir şekilde işleyerek utancın kaynağını ortadan kaldırmakla namus ve şerefin temizleneceğine olan inanç.

Kadının öldürülmesiyle failin toplum ve çevrede saygınlık kazanacağı düşüncesi.

Aile üyelerinin sosyal kurtuluşunun sağlanacağı inancı.