Mesajı Okuyun
Old 26-01-2007, 16:22   #14
Hekimbaşı

 
Varsayılan

Sn Hukukçular;

Benimle hiçbir ilişkisi olmadığını düşünebileceğiniz bu konuda neden ahkam kestiğimi düşünenleriniz olabilir. Fakat, aynı yollardan geçmiş ve artık özgürlük ve bağımsızlığı sermayeye kurban edilmiş bir mesleğin mensubu olarak, belki bazı noktalara ışık tutabilirim diye düşündüm. Yazacaklarımın, çalıştığınız alanda anlamsız düşebilecek yöndeki unsurlarını ve terminolojimi cehaletime vererek beni hoşgörmenizi dilerim.

ORTAKLIKLAR
===========
Öncelikle; ortak avukatlık bürolarına dikkat etmenizi öneririm. Bunların oluşumuna kısıtlamalar getirmeniz gerekir. Yani; ortaklardan herhangi birine kontrol payı vermeyen; bütün ortakların ticaret kanununda belirtilen en düşük itiraz payının altında (sanırım % 10) olmasına olanak tanımayan; ayni veya nakdi sermaye yoluyla asla tüzel kişilerin çoğunluğu elde etmesine izin vermeyen bir yapıyı hedeflemelisiniz.

Bunu neden söylüyorum: sağlık alanında kurulan ortaklıklar, sonunda öyle bir yere geldi ki, sermayesi güçlü olanlar ötekileri çalışan haline getirdi; getirmedi ise, ortaklıklar bölündü, zayıf olanların çoğu yok olup gitti. Birçoğu da, sağlıkla hiçbir ilişkisi olmayan sermayedarların eline geçti. Bu arada, öyle düzenlemeler yapıldı veya yapılmadı ki; böyle duruma düşenler birilerinin diplomalarını alıp duvara asarak hastane, poliklinik veya laboratuar işletir oldular. Daha önceden eczanelerde olduğu gibi. Bugün, birçok eczanenin fason bir eczacısı olduğunu bilmem söylememe gerek var mı?

ORTAKLIKLARDAKİ ÜCRETLİLER
==========================
İkinci olarak, mesleki ortaklıklarda aynı meslekten 'ücretli' çalışanlara izin vermemeniz gerekir. Tabii ki buna itirazlar çıkacaktır. 'İşler çoğalınca ne yapsın zavallılar, herkese % 10 pay veremeyeceklerine göre, elbette birilerini çalıştıracaklar' diyeceklerdir. Buna kanmayın. Eğer işleri artıyorsa, 'meslekten kalıcı olarak feragat etmiş' kişileri işe alsınlar ve bu kişiler avukatlık mesleğini icra edemesin. Bunu onlara yapılmış bir haksızlık olarak nitelendirmeyin. İsteyen herkes, koşullar kendileri için uygunsa, bunu yapabilir, yapmak isteyebilir. Ama esas konu; şirkete benzer bu kuruluşlarda çalışan yetkili avukatların, yasalar ve müşteri önünde aldıkları sorumlulukları nasıl paylaşıyorlarsa, şirkette de aynı biçimde paylaşmalarını sağlamaktır. Aksi taktirde, biri ya da diğerini savunurken zayıf duruma düşerler.

Tabii ki bu durumu farklı yolla halletmek de mümkündür. Ticaret kanununun % 10 pay sınırına tanıdığı ayrıcalıklar meslek ortaklıkları için, örneğin % 1 e indirilebilir. Temel konu; ortakların yönetim kurulu ve genel kurul talepleri ile şirketin uygulamaları ve geleceğine yönelik kararlarda yetkili ve etkili kılınmalarıdır. Aksi taktirde, sermaye sahibi yanında çalışan köleler haline gelirler ki, bu kabul edilemez. Bu kabul edilemez gelişimin bir örneğini çok yakından gözlemekteyim. Olmaz demeyin, oluyor.

DİĞER ÜCRETLİLER
================
Elbette ki şirketler sözleşmeli veya ücretli avukat istihdam edecektir. Ancak, bunların çalışmalarını çok iyi denetlemek ve onları koruma altına almak gerekecektir. Baro üyeliklerinin hiçbir koşulda değişmesine izin verilmemelidir. Bu hem onlar, hem de baro için güç kaybı demektir. Ayrıca, onların işverenleri lehine işledikleri suçları farklı tanımlamak ve o suç veya ihmallerde farklı cezalar tahakkuk ettirmek gerekir. Çoğu zaman böyle suçlarda avukatın cezasını ağırlaştırmak gerekeceği gibi, işvereninin de suç veya ihmale dahli olduğu gözetilerek, ayrıca ceza verilmesi sağlanmalıdır. Çünkü nihayetinde suç veya ihmal işverenin lehine bir sonuca yol açmışsa, masumiyetine inanmak saflık olacaktır. Aleyhine yol açtığı durumlarda ise, avukatın cezasını arttırmak yeterlidir.

SİGORTA
=======
Mesleki sorumluluk sigortası çok iyi birşey gibi görünür. Zaten sosyal devlet anlayışı ve toplumsal denetimin zayıf kaldığı ülkelerde çok sağlam zemine oturmuş olması da buna dayanır. Çok mantıklıdır, caziptir. Özellikle genç, hata yapması daha muhtemel, ama bu hatanın maliyetini kestirmekten de aynı derecede aciz meslek mensuplarına bu cazip görünür; ister istemez. Fakat asıl konu bu değildir; asıl konu, neden buna gerek duyulduğu ve bundan kimlerin, nasıl kazançlı çıktığıdır.

Size tek bir soru sorayım: cebinizde hesapsız seviyede para var, fakat çeşitli nedenlerle bu paranın giderek erozyona uğradığını fark ediyorsunuz ve yapmayı bildiğiniz doğru dürüst bir iş de yok. Ne yaparsınız?

Ben size iki iş önereyim isterseniz: bankacılık ve sigortacılık. Bankacılık, eski adıyla tefecilik, çok karlıdır. Kredi verirsiniz, % 90 geri döner, bunu zaten hesap etmişsinizdir, fakat kaybınızın % 30 olduğunu söyler, vicdanı kurtarırsınız. Yaptığınız şey, başkalarının emekleri ve alın terlerini sahip olmadıkları para ve bilgiye sahip olmanız nedeniyle orantısız biçimde sömürmektir. Sigortacılık ise daha fazla bilgi, deneyim ister, daha ince istatistiklere, hesaplara dayanır ve daha uzun dönemde, daha ufak parçalar halinde, daha az riskle (çünkü para peşin, önden alınıyor) yürütülen bir iştir.

Kanıt mı istiyorsunuz? Bugüne kadar GERÇEKTEN batan kaç banka gördünüz? Sigorta şirketleri ise zaten batmazlar, çünkü bütün dünyada tek merkeze bağlıdırlar. Yani, dünya üzerinde hiçbir iş bilmeyen ve yatırım yapmaktan çekinen bütün sermaye tek merkezde toplanmıştır, ve sigorta şirketlerinin sermayesi oradadır. Yani, hacıyatmaz gibi.

Aslında; çok ilginç bir biçimde, şöyle de bir gerçek vardır: yeryüzündeki bütün bankalar, mevduat sahiplerinin paralarını aynı gün istemeleri halinde anında batmaya mahkumdur. Aynı biçimde; eğer dikkatli bakarsanız görürsünüz ki, dünya sigortacılar birliğinin sermayesinin toplamı, dünya üzerinde sigortalanan şeylerin karşılığının yüzbinde biri bile etmez.

O zaman, kendimize şu soruyu sormamız gerekir: neden hayatımızdaki herşeyi sigortalamamız teşvik ediliyor? Sanki bizim için sigortalanmış birşey mi var? Örneğin, ne zaman öleceğimizi biliyor muyuz? Elbette hayır. Peki o zaman neden ölüm (hayat) sigortası yaptırmamız bu kadar cazip birşeymiş gibi sunuluyor? Hepimiz birden ölüversek, acaba sigorta şirketleri bunu ödeyebilecek mi?

Yanıtını ben vereyim: hayır, savsaklayacaklar, işlemler bitene dek süre kazanacaklar, o arada ellerindeki yetmezse sağdan soldan para bulup elimize tutuşturacaklar. Bunun en sansasyonel örneği, II.dünya savaşında ölen Yahudi' lerle, tehcir sırasında hayatını kaybeden Ermeni' lerin hayat sigortalarıdır. Daha hala tümü ödenmedi. Büyük bir çoğunluğu, ödenmesini talep edecek insan kalmadığı için tabii ki. Peki buna kim izin veriyor? Bizlerin ödediği o kadar para nereye gidiyor? Neden bireyler adına devletler bu paraları talep etmiyor?

Bu soruların cevabını sizlere bırakıyorum. Çünkü konumuz, meslek sigortası, neden gerektiği, ve bize nasıl yararı olacağı.

Elbette, bizden çok, çok daha fazla sigorta şirketlerine yararı dokunacak. Bunda kuşku yok. O şirketlerin de ne ülkemizde, ne de dünyada bugüne kadar yaptıkları tek yararlı, üretken bir iş yok. Zaten tanım olarak da yapmamaları gerekir. Yapabilecek durumda olsalar, sigorta şirketi olmazlardı.

Ama sigortanın bize bireysel olarak yararı dokunabilir de, dokunmayabilir de. Mesleğimizi 50 yıl sürdürüp, beş kuruş tazminat ödemeyebileceğimiz gibi, daha ilk yılında milyonlarca YTL tazminata mahkum olabiliriz. Böyle bir durumda, sigortalanmış olmamızın bize değil, davayı açana yararı olduğu açıktır. Aksi taktirde beş kuruş alamayabilirdi. Fakat, toplanan paranın sadece % 60-70 i bu yolla dağıtılır. Kalanı, sigorta merkezinin avantasıdır. Yani daima en çok onlar kazanır.

Gördüğünüz üzere, mesleki sorumluluk sigortası değerli mesleklerin hepsine zorunlu hale getirilmek istenmektedir. Bunun nedeni, uluslararası sermayenin eski sömürgecilik yöntemleri yerine yeni bir yöntem ihdas etmiş olmasıdır. Üstelik, komik bir biçimde, gözümüze soka soka, ödeneğin ne kadar olması gerektiğine de onlar karar vermektedir.

Mesleki sorumluluk sigortasının mali merkezi, bizim kontrol edebildiğimiz bir mesleki kuruluş olmadığı taktirde, bu sakıncalarının önüne geçmek mümkün değildir. Aidatı saptayan koşullar, aidatın miktarı, ödemenin koşulları bizim elimizde olmadıkça, sömürülmeye mahkum kalırız.

Eminim ki, bu sigortayı hararetle savunanlar vardır. Onların büyük çoğunluğunun yeterli sermaye gücü olduğunu göreceksiniz. Çünkü, aidatlar cebinizdeki paraya göre değil, cebinizde OLMAYAN paraya göre önem kazanmaktadır. Sigortalama ihtiyacı hep bu nedenle ayyuka çıkar da ondan. Oluşabilecek hasarın on katını karşılayacak paranız varsa, ne diye sigortalama gereği duyasınız ki? Öte yandan, o kadar paranız varsa, sigortalamak zorunda kalmanın size ne zararı olabilir ki? Alt tarafı ücretlerinize biraz zam yapmak yeterli olacaktır.

Ama, kıt kanaat geçinen bir avukatın bu ücreti ödemesi o kadar da kolay değildir. Kaldı ki, iş avukatlarla kalsa iyi; hakimler, savcılar ne olacak? Onlar bordrolu oldukları halde bunu ödemek zorunda kalacaklar. Bu bugün olmasa, yarın olacak.

Bunun sonucunda ortaya çıkacak tablo, maddi gücü fazla olanların, az olanlar üzerindeki tahakkümüdür. Yani, mesleki LANDLORD lar yaratılacaktır; bu kaçınılmaz.

Söz konusu nedenlerle, mesleki sorumluluk sigortanızın şu özellikleri taşımasını hedeflemenizde yarar vardır:

1. Mümkünse meslek örgütü içerisinde düzenlenerek hiç olmazsa istatistiklerinin izlenebilmesini sağlanamalı. Toplam ne kadar kesenek var, ne kadar dava açılıyor, ne kadarlık tazminata hükmediliyor, vs.

2. Mutlaka isteğe bağlı bırakılmalı. Kendine güvenen varsa, hodri meydan denmeli. Hata yaparsa da gözünün yaşına bakmadan varı yoğu alınmalı, karşılayamıyorsa borcu karşılığı hapis yatmalı.

3. Daha da iyisi; nasıl trafik ve kasko sigortalarında oluyorsa, iki kademeli olmalı. Meslek örgütüne belli bir minimum kesenekle büyük olayların sigortası (trafik sigortası) yüklenmeli, kalanı (kasko gibi) ayrıntılar için isteğe bağlı olmalı. Bu durumda meslek örgütü 1 inci kısım için pazarlık yapabilir, kontrolu elinde tutabilir, ve herkese güven duygusu telkin edebilir. Hatta, belli riskleri göze alırsa, veya hesap edebilirse, parayı kendinde de tutabilir.

YABANCILAR
==========
Son olarak da yabancılar konusuna değinmeden duramayacağım. Yabancıların iç hukukta çalışmalarına ancak SADECE TC vatandaşı olduktan ve ikametlerini buraya taşıdıktan sonra izin vermeniz gerekir. Yurtdışında yerli müvekkilleri iç hukuk kaynaklı temsillerine de yine aynı zamanda TC vatandaşı olmaları halinde izin vermek gerekir. Yani, yurtdışındaki temsillerde çifte vatandaşlık kabul edilebilir, fakat içerde kabul edilemez.

Bazılarınızı duyar gibiyim: bugün yurtdışından birilerini vekil tayin ediyoruz, ama onlara aynı zamanda TC vatandaşı olmalarını şart koşmuyoruz. Bu ne perhiz, ne lahana turşusu?

Kazın ayağı öyle değil elbette. Vekil tayin ettikleriniz TC vatandaşı olmasa da onları her an azledebilir, sizin aleyhinize faaliyetlerini dava konusu yapabilirsiniz. Yetkili sizsiniz yani. Ancak, ötekiler TC nde varlık gösterecek. Siz onları bulmayacaksınız, onlar sizlerin müşterilerinize sulanacak. Bunun başka yolla önüne geçmek mümkün değil. Aynı zamanda TC vatandaşı olmalarını şart koşmak, hiç olmazsa onlara ilişkin konularda iç hukuk yollarını kullanma avantajını kazandıracaktır. Yanlış mı düşünüyorum?

Saygılarımla