Mesajı Okuyun
Old 05-10-2008, 23:00   #2
m_argun

 
Varsayılan

Alıntı:
Yazan batuhan
Tapu kaydı resmi senet hükmündedir tanık dinletilemez


Taraf muvazaası hariç, muvazaa nedeniyle tapu iptali ve tescil davalarında tanık dinlenebilmektedir. Ancak bu dava, taraf muvazaası olduğu için, aşağıdaki yargıtay kararlarında da belirtildiği üzere tanık dinlenemez. Yazılı belgeyle ispat gerekmektedir. Tanık dinlenmesine muvafakat etmeyin, buna rağmen mahkeme tanık dinlerse bu kararlarla birlikte temyiz edin. Saygılarımla


T.C.
YARGITAY
Birinci Hukuk Dairesi
Esas No
: 1996/01179

Karar No
: 1996/01570

Tarih
: 14.02.1996



  • MUVAZAA İDDİASI
  • İSPAT KÜLFETİ
  • YAZILI KANIT
ÖZET:
Muvazaanın varlığını iddia eden bunu ispatla mükelleftir. "Taraf muvazaası"nda, senede bağlı bir sözleşmeye karşı muvazaa iddiası; ancak yazılı delille kanıtlanabilir. Sözleşme, yakın akrabalar arasında yapılmış olsa bile, muvazaanın yazılı delille ispat edilmesi gerekir. Sözleşmenin resmi şekilde yapılması halinde dahi, olayın özelliği itibariyle adi yazılı delilin yeterli olacağı kabul edilir.

Davacı tarafından, davalı aleyhine açılan iptal ve tescil davasının yapılan yargılamasında, mahkemece davanın kabulüne dair verilen kararın davalı vekili tarafından temyizi üzerine; dosya incelendi, gereği görüşülüp düşünüldü:
Muvazaa, kısaca irade ve beyan arasında bilerek yaratılan uyumsuzluk şeklinde tanımlanabilir. Muvazaada taraflar, üçüncü kişileri aldatmak amacıyla gerçek iradelerine uymayan, aralarında hüküm ve sonuç doğurmayan bir görünüş yaratmak için anlaşarak, bazan aslında bir sözleşme yapma iradesi taşımadıkları halde görünüşte bir sözleşme yapmaktadırlar (mutlak muvazaa). Veya gerçek iradelerine uygun olarak yaptıkları sözleşmeyi iradelerine uymayan görünüşteki bir sözleşme ile gizlemektedirler (nisbi muvazaa). Yanlar, ister salt bir görünüş yaratmak için, ister başka bir sözleşmeyi gizlemek amacıyla, sözleşme yapsınlar görünüşteki sözleşme gerçek iradelerine uymadığından, tabandaki sözleşmede tapulu taşınmazlarda şekil koşullarını taşımadığından geçersizdir.
Her ne kadar muvazaayı düzenleyen BK.nun 18. maddesinde ve öteki kanun hükümlerinde muvazaalı sözleşmelerin hüküm ve sonuçları hakkında bir açıklık bulunmamakta ise de; taraflar arasında alacak ve borç ilişkisi doğurmayacağı, muvazaanın varlığının hiçbir süreye bağlı olmaksızın her zaman ileri sürülebileceği, mahkemece kendiliğinden (resen) göz önünde bulundurulması gerektiği, belirli bir sürenin geçmesi,sebebin ortadan kalkması veya ilgililerin olur (icazet) vermesi ile geçerli hale gelmeyeceği, uygulamada ve bilimsel görüşlerde ortaklaşa kabul edilmektedir.
Hemen belirtmek gerekir ki, muvazaa nedeniyle geçersiz sözleşmeye dayanılarak bir taşınmazın tapuda temliki yapılmışsa bu tescil, yolsuz bir tescil hükmündedir. Tapuda yapılan temlik ve tesciller illi işlemler olduğundan, tapunun dayanağı sözleşme geçersiz ise, tapu kaydının da Medeni Kanunun 933. maddesine göre iptali gerekir. Ayrıca, muvazaalı sözleşmeler yapıldığı andan itibaren taraflar arasında hüküm ve sonuç doğurmayacağından, açılan dava sonunda verilen karar, yenilik doğurucu (inşai) bir hüküm değil, açıklayıcı (ihdasi) bir hüküm durumundadır.
Öte yandan, muvazaanın varlığını iddia eden taraf veya bunların ardılı (halefi) sıfatı ile hareket eden, başka bir anlatımla sözleşmenin yanlarından birine teb'an dava açan kişi Medeni Kanunun 6. maddesi gereğince bu iddiasını isbat etmek zorundadır. Senede bağlı bir sözleşmeye karşı muvazaa iddiası, Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 288. ve 290. maddelerinde belirtildiği üzere ancak yazılı delille kanıtlanabilir. Sözleşme aynı Kanunun 293. maddesinde sözü edilen yakın akrabalar arasında yapılmış olsa dahi muvazaanın yazılı delille ispat edilmesi gerekir. Böyle bir sözleşmenin resmi şekilde yapılması halinde dahi olayın özelliği itibariyle adi yazılı delilin yeterli olacağı öğretide ve kararlılık kazanmış içtihatlarda ortaklaşa kabul edilmiştir. İşte bu görüşten hareketle 05.02.1947 tarih, 20/6 sayılı İçtihatları Birleştirme Kararında taraf muvazaası ve takma ad (nam-ı müstear) davalarında iddianın ancak yazılı delille kanıtlanabileceği kabul edilmiştir.
Somut olayda davacı vekili; (…müvekkilin ticaretle uğraştığını işlerinin iyi gitmemesi ve mali problemlerinin bulunması nedeniyle dava konusu taşınmazların, ileride iade edilmesi kararlaştırılarak itimat edilen davalıya hiçbir bedel alınmadığı halde, tapuda satış gösterip temlik edildiğini…) ileri sürmüş; iptal ve tescil istemiştir.
İddianın, değinilen içeriği itibariyle "taraf muvazaası" niteliğini taşıdığı anlaşılmaktadır. Hal böyle olunca, yukarıda açıklanan ilkeler gözetilerek davacıdan iddiasını doğrulayan yazılı bir belgesinin bulunup bulunmadığının sorulması; ayrıca, yanlar arasında görüldüğü bildirilen öteki dava dosyasında, eldeki davayı etkileyecek bir beyanın olup olmadığının araştırılması; delil durumuna göre, yemin hakkında kullandırılması ve sonucu doğrultusunda hüküm kurulması gerekirken, noksan soruşturma ile yetinilip, yalnızca tanık sözlerine değer verilerek davanın kabul edilmesi isabetsizdir. Davalının temyiz itirazları yerindedir. Kabulüyle hükmün açıklanan nedenlerden ötürü HUMK.nun 428. maddesi uyarınca (BOZULMASINA), peşin alınan harcın temyiz edene geri verilmesine, 14.02.1996 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


T.C.
YARGITAY
Birinci Hukuk Dairesi
Esas No
: 1991/14199

Karar No
: 1991/03001

Tarih
: 08.03.1991



  • TARAF MUVAZAASI
  • YAZILI KANIT
ÖZET:
Taraf muvazaası hukuksal nedeni ile açılan davalar ancak yazılı delil ile kanıtlanabilir.

Taraflar arasında görülen davadan dolayı, Yerel Mahkemece verilen 26.10.1988 gün ve 1009-798 sayılı kararın Yargıtay'ca incelenmesi davacı tarafından süresinde istenilmiş olmakla; dosya incelenerek, gereği görüşülüp düşünüldü:
Davacı vekili, dava dilekçesinde vekil edenin diğer kızından mal kaçırmak amacıyla çekişmeli 836 parsel sayılı taşınmazının intifa hakkını kendi üzerinde bırakarak çıplak mülkiyetini aslında bağışladığı halde tapuda (resmi sözleşmesinde) satış gibi gösterip davalıya temlik ettiğini ileri sürmüş ve iptal ve tescil istemiştir. Savın ileri sürülüş biçimi ve içeriği itibariyle davanın taraf muvazaası hukuki sebebine dayandırıldığı açıktır. 05.02.1947 gün, 20/6 sayılı İçtihadları Birleştirme Kararında belirtildiği üzere, değinilen türdeki bir dava, ancak yazılı delille kanıtlanabilir. Davacı vekili de diğer delillerin yanında 18.03.1988 tarihli sözleşmeye dayanmıştır. Adı geçen vekil, 26.09.1988 tarihli delil listesini bildirdikten sonra 12.10.1988 tarihli oturum için engel (mazeret) bildirmiş, mahkemece kabul edilerek oturum gününün kalemden öğrenmesine karar verilmiş, daha sonraki oturuma da gelmediğinden yazılı kanıtını getirme olanağı tanınmadan davanın reddine karar verilmiştir.
Oysa, engel (mazeret)in mahkemece kabulüne karar verilmesi halinde o tarafın daha sonraki oturuma davetiye ile çağrılması, hatta engel (mazeret) bildiren taraf oturum gününü kalemden öğreneceğini bildirse dahi sözü edilen usul işlemin yerine getirilmesi gerekir (HGK.nun 06.04.1985 gün, 1/179-77 sayılı kararı).
Hal böyle olunca, taraflara usulüne uygun oturum gününü bildiren davetiye tebliğ edilmesi, geldiğinde davacı vekiline yazılı kanıtını vermesi için önel gerektiğinde kesin önel verilmesi, yazılı kanıt incelenip değerlendirildikten sonra hüküm kurulması gerekirken, eksik inceleme ile yazılı olduğu üzere karar verilmesi isabetsizdir. Davacı vekilinin temyiz itirazı yerindedir. Kabulüyle hükmün açıklanan nedenlerden ötürü HUMK.nun 428. maddesi gereğince (BOZULMASINA), peşin alınan harcın temyiz edene geri verilmesine, 08.03.1991 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.