Mesajı Okuyun
Old 04-11-2004, 13:29   #4
Av.Mehmet Saim Dikici

 
Varsayılan

-------------- 2 --------

Evvela, Kanunu Medeni ve Borçlar Kanunu kül teşkil eden bir mecelledir. Ne Borçlar Kanuniyle Kanunu Medeni ve ne de Kanunu Medeniyle Borçlar Kanunu tadil edilmiş değildir. Bunlar biribirini itmam eder. Birbirine mülhak ve münsecimdir, hükümler birdir. Ayni zamanda taknin ve tedvin edilmiş gibidir. Tarih itibariyle biri diğerini nesh etmiş değildir. Birindeki hükmü mutlak diğerindeki takyidatla mukayyettir. Böyle olmazsa behemehal mecmuuna bir Kanunu Medeni tesmiye olunmaz. Nitekim Mecellenin vaktiyle kısım kısım muhtelif senelerde çıkmasiyle muahhar çıkanı mukaddemi tadil etmiş değildir. Şu halde Kanunu Medeninin eczayi mütemmimesinden olan Borçlar Kanununun 397 nci maddesi Kanunu Medeninin hangi mansus ve müstedel hükümleriyle mukayyettir, şimdi onu arzedeyim.

Her şahıs medeni haklarını istimal eder, iktisaba da iltizama da ehildir. Şahsiyet insanda sağ olarak doğduğu anda başlar ve ölüm ile nihayet bulur. Bu şahsın medeni hakları istimal ve anı iktisap etmesi demek olur ki hayatta olduğu müddetçe muteberdir. Vefatiyle şahsın mal ile alaka ve nisbeti kalmaz. Müktesep mal ve haklarının vefatından sonra ne olacağım kanun tayin eder. O mallar kanunun tayin ettiği mirasçılarına intikal eder. Bu intikal keyfiyeti hükümlerini her hangi bir mukavele ile mal sahibi hali hayatında tebdil ve tağyir edemez. Ve mabadelmevte muzaf tasarruflara hakkı kalmaz. Çünkü ya veresenin yahut guramanın veyahut Hazinenin hukukuna taalluk eder ve mabadelmevte muzaf akitler gayri nafiz ve fuzuli olur.

Ancak her şahsın hayat ile alakasını kat ederken bazı manevi ihtiyaçları da tatmin etmek mecburiyetinde olduğundan eski ahkamda olduğu veçhile sülüs malı tecavüz etmemek üzere ve yeni ahkamımızda Kanunu Medeni 452 ve 453 üncü maddelerinde yazılı ölüme bağlı tasarruf nisabı kadar mabadelmevte muzaf vasiyet kabilinden tasarrufa ehliyeti kabul olunmuştur. Bu hususta ölüme bağlı tasarrufun muhtelif suretleri olduğu gibi şekilleri ve bu tasarrufların iptal ve tenkisi hakkında ahkamı mahsusa mevzudur. Bu ahkamla mirasçıların ve alacaklıların hakları siyanet edilmiş ve mabadelmevte muzaf olarak alelıtlak küllü malda tasarruf hükümsüz addedilmiştir. O kadarki bu husus intizamı amme için mevzu ahkamdan olup mukavele ile kabili ıskat olmadığından bu tasarruflara veresenin murislerinin vefatından mukaddem luhuk rızalarının ve mukaveleyi imza etmiş olmalarının da hiç bir hükmü yoktur.

Demek oluyor ki bir şahıs mutasarrıf oldukları mallarını hali hayatında serbestçe tasarruf eder, mahcur olmadıkça satar, bozar, kırar. Fakat ben öldükten sonra malım satılsın, şöyle yapılsın, böyle edilsin dese bu ölüme bağlı bir tasarruftur, bu akit vasiyete mahmuldür ve ancak ölüme bağlı tasarrufun takyidatına tabi olur. Bu takyidat bertafsil Kanunu Medeninin 449 uncu maddesinden 516 ncı maddesine kadar devam eden 14 üncü babında muharrerdir. İşte bir kimse bu takyidata tabi olunca yani kendisi bizzat daha fazlasını yapamazsa onu yapmağa diğerini de tevkil edemez ve eğer o hayatta (Heyeti Umumiyeden geçen Bayan Zahide meselesinde olduğu gibi) hali hayatında yapmamış ise vefatından sonra yapmak üzere diğerini tevkil edemez. Demek oluyor ki Kanunu Medeninin bu on dördüncü babının ahkam ve nususu mukayyidi Borçlar Kanununun 397 nci maddesini de takyit eder. Ederse bu 397 nci maddedeki mabadelmevte muzaf vekalet veresenin ve guramanın hukukiyle tearuz ettikçe hüküm umumiyet ve mutlakiyetini kaybederek sırf (vasiyeti tenfize memur) eski ıstılahımızca vasii muhtarlık ruhsatından ibaret kalır.

Zaten vesayette vekalet caridir. Ve akitte de itibar elfaza ve baniye değil, maaniyedir. Eski ahkamda vasii muhtar demek, bir kimse evladı sigarının umuruna bakmak ve vasiyetlerini tenfiz etmek üzere hali hayatında makamına nasbeylediği kimse demektir. Ve vasii muhtar, tertip ve derece itibariyle müteveffanın babasına ve babasının vasii muhtarına ve hakimin vasii mansubuna takaddüm ederdi.

Ahkamı sabıkaca bir kimse vefatından sonra terekesini diyarı aharda bulunan varislerine isal etmek ve nezirlerini, kefaretlerini, uhrevi bazı vecibelerin bedellerini ifa için hatta hac etmek için bir kimseyi tevkil etse bu işe onu vasi nasbetmiş olur ve sahih olurdu. Bugün de Kanunu Medeninin 497 nci maddesi böyle bir vekil yani vasi nasp ve tevkiline müsaittir. Ve Borçlar Kanununun 397 nci maddesi hükmile mütenazırdır. Vasii muhtarlar ancak aciz ve hıyanetinden dolayı veresenin şikayetiyle hakim tarafından azil olunur, verese tarafından azlolunamazdı.

İşte şu maruzatımla 397 nci maddenin Kanunu Medeninin ölüme bağlı ahkamile mukayyet olup müvekkilin vefatile vereseye intikal edecek malları üzerine tasarruf ifade eden ve ölüme bağlı bir vasiyete müstenit olmayan kuru bir vekaletin bu madde mucibince hükmü olamaz.

Hem efendim, vekaletin mevzuu yalnız bey ve hibe gibi temliki tasarrufatamı münhasırdır? Bey ve hibe gibi temlikatın haricinde ukut ve muamelat yok mudur? Mücerret bey ve hibede takayyüt etmekle 397 nci maddenin diğer hususların tevkilinde cereyanını kabul etmekle hükmünü iptal etmiş olmuyoruz ki. Yalnız nazara alacağımız şey tevkilin mahiyetidir. Tevkil demek bir kimsenin yapabileceği bir işi yapmak için yerine başkasını ikame etmektir. Bir kimse vefatından sonra malını ahara temlike iktidarı kalmaz ki o zaman kendi yerine kaim olacak birini tevkil edebilsin. Sarih Alfred Marten Borçlar Kanunu Şerhi ve Umumi Nazariyeleri eserinin bu bahsinde sahife 477 (Müvekkilin vefatından sonra ifa olunan vekaletler vardır. Vasiyet edenin vasiyeti tenfize memur tayin etmesi bu cümledendir. Bazı vekaletler de vardır ki bunlarda müvekkilin ehliyetinin zevali hiç bir veçhile haizi tesir olmaz. Mösyö Fik, bir cerrahi ameliye icrasına memur olan operatörün vaziyetini misal olarak gösteriyor. Hastanın iflas etmesi veya hacr edilmesi halinde ameliyenin yapılmayacağını iddia etmek gülünç olur) demiş ve müteveffanın mallarının bey ve şira ve hibesi gibi bir misal iraesi hatırına bile gelmemiştir.

Sarih Mösyö Rosel dahi şarta müsteniden vefattan sonra vekaletin devamını tereke üzerine temliki tasarrufatta bulunabileceğine dair hiç bir misal vermemiştir. Roselin Borçlar Kanunu Şerhi ve Nazariyeleri eserinde 620 sahifesinde, (Bu maddenin kabul ettiği hal sureti bir çok ciddi müşkülata sebebiyet vermektedir. Müvekkilin emvali üzerindeki tasarrufunu kaybettiği tarihten muahhar bir zamana dahi muzaf olmak üzere vekalet mukavelenin devamı meriyeti masa heyetini icbar etmeğe muktedir bulunması garip görünüyor. Bunun için çare masa veya verese onu azil etsin) diyor. Alacaklı heyetin müteveffa medyunun vekilini veya veresenin müvekkilinin vekil veya vasii muhtarını azletmelerinin hukukan veçhi yoktur. Bu bir safsatadır.

Patrimuvan ahkamında hukuk ve vecaib devren intikal eder. Azil hakkı ise hukuku mücerrededir, vereseye intikal etmez ve patrimuvan (mamelek) ve aile yurdu bahsinde buna dair işaret bile yoktur.

Şimdi mutlak surette bey ve hibeye de şamil olacak ve vekaletin vefattan sonra devamı şart kılınabilir deyen arkadaşlara soruyorum. Bu suretle tefsir sadedinde bulunduğunuz şu 397 nci maddesi bir kimsenin vefatından sonra medeni haklarını istimal ve iktisapta ilzam ehliyeti kalmayacağına dair olan Kanunu Medeninin 271 nci maddesini tadil mi etmiştir?

Bu 397 nci madde ölüme bağlı tasarruflar ve mabadelmevte muzaf ukut ve muamelatı tahdit eden zikri geçen Kanunu Medeninin on dördüncü babının ihtiva eylediği takyidatı ref ve ilgamı etmiştir?

Etmemiş ise bu maddenin hükmü mutlaktır, nasıl diyebilirsiniz? Ve zikri geçen ahkamı mansusaya karşı o şartın hükmü vardır, nasıl deyebilirsiniz?

Şimdi bu reyinizden hasıl olacak mahzurları bir daha tebarüz ettireyim:

A - Veresesini mirastan mahrum bırakmak isteyen kimsenin bu kastını Medeni Kanunun hiç bir maddesi temin etmemiş iken bu 397 nci maddenin şu tefsiriyle siz hazırlamış olacaksınız.

B - Vereseden yalnız birine devri emval ile diğerlerini mahrum etmek yollarını Kanunu Medeni kapamış iken Borçlar Kanununun bu maddesiyle siz bir kapı açmış olacaksınız.

C - Hali iflasta bulunan bir borçlunun alacaklılarından ve iflas masasından mal kaçırmasına sizin reyiniz imkan verecektir.

D - Varislerinden uzak bir yerde bulunan bir hastayı kandırarak bir vekaletname ile bütün mallarını satıp parasını vekilin derceb etmesini siz kolaylaştıracaksınız. Mösyö Rosel bu mahzur vardır, diyor. Ancak çaresi bu vekilin satışına verese ve guremanın mani olmalarıdır, diyor. Saf İsviçreli men'e mahal bırakmayacak surette alelfevr satılacağını hatırına getirmemiş. Çünkü İsviçre bir avuç yer. Telefonla haberdar olunur. Ve Rosele göre artık bir defa bu şekilde satış vaki olduktan sonra bu satışın iptaline de imkan yoktur ve hakikat ta budur. Neticeye göre ne butlan ve ne de tenkis davası ikame olunamaz. Çünkü sayın Fuat Hulusinin telakkileri veçhile bu vekil veresenin de vekili olmuş olur. Kendi vekillerinin satışı onların birrıza satışı gibidir ve kabili iptal ve tenkis olamaz. O halde muhterem arkadaşlarım siz beklenen kemali irae ederek geçen günkü hatalı reylerinizi geri alınız.

Hele Manisa işinin Heyeti Umumiyede vaki duruşmasında hazır bulunmuş ve reylerini şüphesiz Mahmut Esadın hatırı için değil de biraz ölçerek vermiş bulunan arkadaşlarımızın eski saib reylerini bu mahzurlu reye bila sebep tahvil etmelerinin hiç veçhini göremiyorum.

Çünkü o hadise şimdiki mevzua nisbeten evleviyette kalır. Zira onda müvekkil hayatında malik olduğu temlik serbesti hakkını istimal ile bir satış akti yapmıştır. Mevzuumuzda ise satışın vukuu mabadelmevte talik edilmekte bulunmuştur.

Muhterem arkadaşlar! Bugünkü kat'i reyinizi verirken fazla değil beş dakika düşünmenizi ve Kanunu Medeninin ölüme bağlı tasarruf ahkamını zihninizden geçirmenizi rica ederim.