Mesajı Okuyun
Old 04-03-2009, 18:24   #218
fikirbay

 
Varsayılan

Ölümü ve ölüm sonrasını beyninde tasavvur edebilen tek canlı insanoğludur.

Ölüm karşısındaki tavır alışlarımızda da bir “standart davranış” sergileyemeyiz. Beynimiz berrak değildir.

Örneğin, güzeller güzeli biricik kedimizin vahşi bir köpek tarafından öldürülmesini asla içimize sindiremez ve asla unutmazken, hamam böceklerinin yüzlercesinin öldürülmesini hiç umursamaz ve ertesi gün hatırlamayız bile. (Hamam böceği gibi gördüğü insanlar için de aynısını düşünen ve hissedenler mutlak vardır her toplumda.)

Süpürgenin topuzu ile köşeye kıstırdığı bir fareyi öldürmeye çalışan bir ev hanımının yüzündeki katletme arzu ve ifadesini gözünüzde canlandırınız. Katlettikten sonraki mağrur yüz ifadesi de cabası...

Bir kasap ile bir şairin masum bir sesle meleyen bir kuzuya bakışını tahayyül ediniz.

O kasap olmasa, ekşi tuzlu bir ayran ve taze ekmekle salyalar akıtarak yediğimiz o nefis kuzu pirzolaları kim hazır edecekti?

O şair olmasa, bir bahar kuzusunun masumiyetini kim tasvir edecek ve gönlümüzü kim zenginleştirecekti?

O halde, ölüm deyince, önüne eklemek gerek; insan ölümü...

Evet, konumuz sadece ölüm değil, bir insanın ölümü.

Yani, ölümü beyninde tasavvur ve tahayyül edebilen yegane canlının ölümünden söz ediyoruz.

Ölümden korkarız veya korkmayız. Ama, söz konusu olan kendi ölümümüz ise, genellikle en son düşünmek istediğimiz bir ihtimaldir. Halbuki, hayatımızdaki tek yüzde yüz ihtimaldir.

Hayatta hesap yaparken, ilk hesaba katmamız gereken ve zamanını bilemesek de “yüzde yüz” gerçekleşeceğini tartışmasız bildiğimiz yegane unsur olan, “ölüm”ü, hiç hesaba katmadığımız olur.

Bu kadar korktuğumuz, başımıza gelmesini hiç istemediğimiz ve müsebbibini de bu kadar "aşağıladığımız" bir fiili, cezai müeyyide olarak neden yüceltiyoruz acaba?

Yoksa subjektif miyiz? Eğer ölüm söz konusu ise, subjektiflik bir hak mıdır?

Binlerce insanı keserek hayatlarını kurtarmış ve cana can katmış olan bir cerrah, eve dönüp kendi yatağında kendi karısını en yakın arkadaşı ile sarmaş dolaş görünce bu kez öldürmek için, hem de kendi karısını, kesebiliyor.

Haklı yere öldürmek veya haksız yere öldürmek. Yoksa sorun bu mu?

Her gün yüzbinlerce hayvanı öldürmesek, kendimiz açlıktan öleceğiz.

Ölüm ve öldürmek bir realitedir. Hayatın ta kendisidir.

Bence, sorun zaten ölüm (idam) cezasının kendisi değildir.

Hak, hukuk, adalet kavramlarını yüzümüze gözümüze bulaştırmamak ve yargılamayı sulandırmamak kaydıyla, en azından “daha fazla ölüm olmasını engelleyebilmek amacıyla” ve “TOPLUMSAL MEŞRU MÜDAFAA” anlamında öldürebiliriz ve ölüm cezasını onaylayabiliriz.