Mesajı Okuyun
Old 19-05-2010, 16:53   #9
Av.Özgür KARABULUT

 
Varsayılan

Çok uzun olduğu için ikinci bölümünü buraya aktarıyorum:

Alıntı:
KARŞI OY

1 - USULE İLİŞKİN KARŞI GÖRÜŞÜM:

Ön koşul olarak, kesin sınırlar çizmek suretiyle şu olayda "Dürüstlük Kuralları" uygulanabilir veya uygulanamaz şeklinde yanlış yoldan hareketle, M.K. 2. maddesinin uygulama alanını kısıtlamak yasanın özüne ve sözüne aykırıdır. En önemlisi İçtihatların birleştirilmesi kararıyla çözüm şekli tehlikeli bir tutum ve yöntemdir.

Hayatın sonsuz tezahürleri vardır. Hiçbir zaman ferdi ve sosyal olaylar tam olarak birbirine benzerlik göstermemişlerdir. Her olay kendine özgü koşulları içinde oluşur ve gelişir. Muhakkak diğer olaylardan ayrılık gösteren saik ve amaçları vardır. Hüsnüniyet ve hakkın suistimali, kesin surette tarifi mümkün olan kavramlar olmayıp müphem ve geniş mahiyet arzeden kavramlardır. Bu nedenlerle, dürüstlük kurallarının uygulanmasında peşinen kesin sınırlar çizmek maddeten imkansızdır, zamana, insana göre değişir. Rölatiftir. Şekil eksikliğini ileri sürmek iyi niyetle hareket etmenin sadece bir görüntüsüdür. İyiniyet veya kötü niyetin varlığı veya yokluğu (M.K.Md.2 nin uygulanmasının gerekli olup olmadığı) her olayın kendine özgü oluşan koşul ve özelliklerine göre tespit edilecektir. Bu nedenle henüz nasıl oluşacağını bilmemiz ve kestirmemiz maddeten mümkün olmayan bir olay esas alınıp ve bu olaydan yola çıkarak, M.K. 2. maddesinin uygulanmasının mümkün olup olmadığını ön hükümle kararlaştırmak imkansızlığı açıktır. Bunu, hakim, önüne gelen olayın özelliklerini, delillerini değerlendirerek çözümleyecektir, denildiğinde; Tevhidi İçtihattan amaçlanan yarar ne olacaktır? Bu durumda Tevhidi İçtihada gerek olmadığını kabul etmek daha isabetli bir karar olur. Gerçekten de böyle bir noktadan hareket ettiğimizde her olaya bir tevhidi içtihat çözümü getirilmesi gibi, ukuk ve yargılama düzenine ve Tevhidi İçtihat müessesesinin amacına aykırı, çok sakıncalı bir kapı açmış olacağımızı da kabul etmek gerekir. Ayrıca anılan maddenin amaç ve görevini, kendine özgü yüce işlerliğini dondurmuş, bundan böyle tamiri güç bir yolu tercih ettiğimizi söylemek aşırılık olmayacaktır kanaatındayım.

Öte yandan 3.11.1980 gün 3/2 sayılı İçtihadı Birleştirme kararıyla yüce Yargıtay bu konuya benzer bir konuyu incelemiş ve sonuçta; "Objektif iyiniyet kuralının uygulanmasında kesin sınırlar koymaya imkan olmadığından ve her olayın özelliği nazara alınıp durumun değerlendirilmesi gerektiğinden uygulamaya ilişkin bu çelişkinin İçtihadı Birleştirme yolu ile giderilmesine yer olmadığına..." karar verilmiştir. 3.11.1980 gün ve 3/2 sayılı bu tevhidi içtihat kararıyla hukuka uygun isabetli bir karar verilmişkin, şimdi bunun tam tersi bir karar ittihaz olunmuştur. Bu çelişki kamunun hukuka ve yargı erkine karşı güvenini sarsar. Bu nedenlerle, içtihat aykırılığının, Tevhidi İçtihat Kararıyla giderilmesine yer olmadığına karar verilmesi gerekirdi görüşündeyim.

2 - ESASA İLİŞKİN KARŞI GÖRÜŞÜM :

a) medeni Kanunun 2. maddesindeki dürüstlük (objektif) hüsnüniyet) kuralı ancak KANUNDA ya da İLMİ ve KAZAİ İÇTİHATLARDA özel bir kural bulunmadığı takdirde uygulanabilir. Buna dürüstlük kuralının "İKİNCİLİĞİ" (Taliliği prensibi) adı verilir. Anılan madde yasa koyucunun bir kural koymadığı alanlarda uygulanabilir. (Prof. Dr. Merz "Bernşerhi" 1962 Cilt I Sh.239, N.49 Prof.Dr. İsmet Sungurbey Medeni Hukuk Sorunları Cild V 1984 İstanbul Sh.435) Dürüstlük Kuralı, bu konu ile ilgili özel kanun hükümlerinin uygulanmasını tamamen ortadan kaldırmamaktadır.

Özel kanun hükümleri objektif, gerçek anlam ve değerlerini korurken, tamamen ihmal edilerek, doğrudan doğruya dürüstlük kuralına dayanılması genel hükmün özel hükme tercih edilmesi gibi hukuki bakımdan sakınca meydana getirecektir. Buna gidermek için dürüstlük kuralının özel kanun alanında ancak bu hükümle bağdaşabildiği ölçüde kullanılması yönüne gidilmelidir. (Schwarz Sh.40; Oğuzman Medeni Hukuk dersleri (giriş); Kaynaklar, Temel Kurumlar 2. Bası İst. 1975. Sh. 184, BGE 87, 11, 147; BGE 95, 11, 109, Prof.Dr. Bülent Köprülü Medeni Hukuk İst. 1979 Sh.134, 135). J.W. Hedemann; "Umumi Kaidelere Kaçış hukuk ve devlet için tehlike" adlı yazısında: Yargı kararlarının hukuki uyuşmazlık ve sorunları sadece umumi kaidelere (objektif hüsnüniyet, hakkın suistimali ahlak, âmme intizamı vs.) yollama yapmak suretiyle çözümlemeye alışılmasından doğan tehlikelere dikkat çekerek, bu şekilde çözümleme kolaylığına uyulursa, hukuk ilmi ve hukuki emniyetin ortadan kalkacağını önemle ifade etmektedir.

(Ord.Prof.Dr. Andreas B. Schwarz, Borçlar Hukuk dersleri I cild. İstanbul 1948, Çeviren Doç.Dr. Bülend Davran Sh. 324 Not 27. Sungurbey Age, Sh. 436)

Yine Schwarz, (Medeni Hukuka giriş, Çeviren, Dr.H. Veldet İstanbul 1946 Sh.203/204 eserinde "M.K. 2. maddesinin uygulanmasında çok ihtiyatlı ve basiretli olmak icab eder. Bu genel hükümleri sık sık uygulamak, yani hukuki meselelerin hallini bunlara dayandırmak, tehlikeli bir temayüldür. Bu yanlış bir hukuki metoddur; zira her hukuki meseleyi, şu keyfiyet hüsnüniyet kaidesi gereğindedir, bu keyfiyet hüsnüniyete karşıdır, şunu talep etmek bir hakkın suistimalidir, diyerek, basit, kolay ve müphem bir takım hakkaniyet duygularıyla çözümlemek tabiatıyla çok mümkündür. Çünkü nihayet hukuken doğru her çözüm şekli hüsnüniyete uygun olmak zorundadır ve her haksızlıkda bir hakkın kötüye kullanılması olarak nitelendirilebilir. Fakat her zaman bu bakımdan hareket edilecek olursa, bundan hukuki kat'iyyetsizlik ve emniyetsizlik doğar, zira hüsnüniyet ve hakkın kötüye kullanılması, kat'i surette tarifi mümkün olan mefhumlar olmayıp müphem ve geniş bir mahiyet arz eden mefhumlardır. Roma hukukunun doğumundan beri geçen ikibin seneden fazla bir zamandaki gelişmenin neticesi olarak bugünkü kanunlarda ifadesini bulan bütün rasyonel özel hukukun manası, hukuki mes'eleleri sarih olmıyan hakkaniyet duygularıyla değil, kesin ve açık kurallarla çözümlemektir. Sadece hüsnüniyet ve hakkın suistimaline dayanan bir hukuk tatbikatı, bu hedefi tehlikeye koyar, işbu iki esasın önemi çok büyüktür; fakat hukuki mes'elelerin halline bunlarla başlamayıp, her mes'eleye ona taalluk eden özel hükmü uygulamak ve bu umumi kaideleride fevkalade zaruri olan hallerde sırf itmam ve tashih edici bir şekilde uygulamak lazımdır" Dr.Karl Lorenz de (Borçlar Hukuk Ders kitabı) adlı eserinde yukarıda adı geçen yazarları şu sözlerle doğrulamaktadır.

"Hukuka yeni başlayanlar Alman Medeni Kanunu" 242'ye (Türk Medeni Kanunu 2. maddesi) dayanarak Kanunun özenle gözönünde tutulması ve derinlemesine düşünce çabasından kaçınmak ve çabucak hakkaniyet hükümleri vermek tehlikesine karşı ne kadar uyarılsa azdır. (Sungurbey Medeni Hukuk Sorunları Cilt. II. İstanbul 1974 Sh. 123, Cilt V Sh. 438).

Yine İsviçre-Türk Hukukunda tam bir görüş birliğiyle belirtildiği üzere M.K.2/2'sındaki hakkın kötüye kullanılması yasağının ikinci derecede ve düzeltici bir görevi vardır. Kanunun doğrudan ya da kıyasen uygulanması mümkün ve gerekli olan kural ve ilkeleri; hakkın kötüye kullanılması yasağından söz edilerek ortadan kaldırılamaz (Prof.Dr. Seyfullah Edis, Medeni Hukuka giriş ve başlangıç hükümleri Ankara 1979 Sh.322, Dr. Zahit İmre Medeni Hukuka giriş, 3. Bası İstanbul 1980 Sh.307)

b) Şimdi bu anlatımlardan sonra Tevhidi İçtihat konumuzla ilgili Kanunda ya da ilmi ve kazai içtihatlardaki özel kuralları açıklamaya sıra gelmiştir: Taşınmaz mülkiyetini nakil borcu doğuran sözleşmeler resmi biçimde yapılmış bulunmadıkça geçerli olamazlar (MK. Md. 634, Bk. Md.213 Tapu Kanunu Md. 26, Noterlik Kanunu Md. 60/3; 89) MK.nun 634. maddesinin birinci cümlesinde, öngörülen şekil tarafların irade beyanlarının devletçe görevlendirilen resmi bir memur tarafından yazılı olarak tespiti, düzenleme ve belgelenmesidir.

22.11.1934 T. ve 2644 sayılı Tapu Kanununun 26. maddesiyle "mülkiyete, mülkiyetin gayri ayni haklara... mütedair resmi senetlerin tapu sicil muhafızları veya memurları tarafından tanzim" edileceği açıkça belirtilmiştir.

B.K. Md.11/2'ye göre, Kanunun öngördüğü bir şeklin kapsamı ve sonuçları için başkaca bir hüküm konulmamışsa, bu şekle uyulmadıkça akit geçerli olmaz. Geçerlik şartı olarak kanunda öngörülen şekle "Kanuni şekil" denir.

Tapu sicil muhafızı veya memuru önünde, Kanunun öngördüğü şekilde yapılmayan her türlü taşınmaz mal satışına "Harici Satış" adı verilir. Hukuken geçersizdir. Buradaki geçersizlik butlan hükmüne tabidir. Batıl bir akit başlangıçtan itibaren geçersiz bir hukuki muamele olup, hiç bir zaman geçerlilik kazanamıyacağı gibi, hiçbir hukuki sonuç da doğurmaz. Bu nedenle butlan zamanla ortadan kalkmaz, tarafların icazet ve onamı ile veya edimlerin ifası ile sıhhat kazanamaz. Butlan sebebi ilerde ortadan kalksa bile sonuç değişmez. Kanun butlan müeyyidesini ilke olarak kamu yararı gerekçesiyle düzenlemiştir. Bu nedenle hakim butlanı doğrudan doğruya gözönünde tutmak zorundadır. Butlan geçersizlik sonuçlarını kendiliğinden doğurduğundan bir akdin butlanını dava etmeyede gerek yoktur. Batıl bir akit başlangıçtan beri hiç bir hukuki sonuç doğurmaz. Kanunda öngörülen şekil şartı bmuyurucu nitelikte olduğu için taraflar anlaşarak bunu bertaraf edemezler. Böyle bir sözleşmeyi ifadan kaçınmak kural olarak ahlaka aykırılık teşkil etmez. Batıl bir akde dayanarak edimini ifa eden borçlu, bu edim geçerli bir hukuki sebebe dayanmadığı için ancak, yerine göre ya mülkiyet (istihkak) davasıyla (MK. Md. 618, 939) veya sebepsiz zenginleşme davasıyla (Bk. Md. 61 vd.) verdiğini geri isteyebilir. (10.7.1940 gün 2/77; 26.5.1954 gün ve 8/18 ve 12.4.1944 gün ve 14/13 sayılı Yargıtay Tevhidi İçtihat Kararları, Andreas Vontuhr Borçlar Hukukunun Umumi Kısmı cild I 1952 Çeviren Avukat Cevat daze sh. 234, 235 vd; Oser/Schönenberger: Borçlar Hukuk Recai Seçkin Çevirimi, Becker, İsviçre Borçlar Kanunu şerhi, İsviçre Borçlar Kanunu şerhi genel hükümler Dr. Kemal Recioğlu Çevirimi). Anılan Tevhidi İçtihatlardan 10.7.1940 gün 2/77 Sayılı olanın "Harici taşınmaz mal satımında" alıcı ve satıcının hak ve borçlarını ve bu satımın hukuki niteliğini açıkça tespit etmiş olması açısından özet olarak buraya almakta yarar görüyorum.

"Haricen taşınmaz satılıpta bedeli satana ve taşınmaz da alana teslim ve bu suretle taşınmaz alanın intifaına (kullanımına) terk edildiği ve sonradan bunlardan biri ferağdan veya teferruğdan imtina ettiği takdirde muteber olmıyan bu satım zımnında her iki taraf verdiği istirdada hakkı vardır. Ancak, alıcı satış bedelinin iadesine kadar taşınmazı işgal edebilir ve bu yüzden kendisinden semereleri tazmin veya ecrimisil istenemez"

7.10.1953 gün 8/7 sayılı Tevhiti İçtihat Kararıda bunu ve diğerlerini doğrulamakta olup yıllarca Yargıtay Genel Kurul ve hukuk daireleri temel bu ilkelerden ayrılmaksızın uyuşmazlıkları çözmüşlerdir.

c) Bir ayni hak olan mülkiyet ile sınırlı ayni hakların kazanılması sebebe bağlı (İLLİ)'dir. (MK.Md.932;933):

Taşınmaz mülkiyetini geçirme borcunun hukuken geçerli ifası tapuda yapılan bir tescil işlemi ile ancak yerine getirmiş olur. Türk-İsviçre hukukunda bazı istisnai hükümler ayrık tutulduğunda (Bk.Md.238/1; MK.Md.611) ifanın sakat bir işleme sıhhat kazandıracağına ilişkin bir hüküm mevcut değildir. Yargıtay ve federal mahkeme kararlarının kabulüde bu şekildedir. Tapuda tescil işlemi dışında ifa hareketlerine girişilmesi, örneğin; tevhidi içtihatın konusunda olduğu gibi "Kat mülkiyetine tabi olarak yapımına başlanılan binanın bağımsız bir bölümünün tamamlanarak alıcıya teslim edilmesi, alıcınında satış bedelini ödemesi" şeklinde belirecek maddi olgular az yukarda açıklandığı üzere Hukuki anlamda "İFA" olarak kabul edilemiyecektir. Hukuken korunmaya değer bir ifa söz konusu olmadığı için, ayni hakların resmi şekille ilgili açık hükümleri karşısında, hakkın kötüye kullanılmasını önlemek için dahi olsa diğer taraf tescile zorlanamaz. Zira, Medeni Kanunun 2. maddesi hak ve borcun varolduğu hallerde bunların kullanılması ve yerine getirilmesinde uygulanacak kuralı göstermiştir. Öncelikle davacı isteminde haklı olmalıdır ki iyi niyet ve kötüniyet tartışma konusu edilebilsin.

Sayın çoğunluk; "İFANIN" hukuki tanımında yanılgıya düşerek hareket ettiği için yanlış sonuca kavuşmuş bulunmaktadır.

M.K.nunun 2. maddesi Ancak Hukuken geçerli bir ifanın vucut bulması halinde devreye girebilir.

Şöyleki: "Haricen satışlarda" Satılan taşınmazın mülkiyeti tescile dayanak olmıyacağından alacaklıya intikal etmez. Çünkü şekil şartına uyulmadan yapılmış böyle bir satış akdine dayanılarak mülkiyet hakkı alacaklı namına tescil edilemez. Alıcı MK.Md.642/I'e göre satıcıya karış, tescile zorlama davası açamaz. Bununla birlikte istisnaen de olsa, satıcı, geçerli olmayan böyle bir satış akdine dayanarak tescil talebinde bulunmuş ve Tapu Sicil Muhafızı veya memuru tarafından da her nasılsa tescil yapılmış, her iki tarafda edimlerini yerine getirmiş ve bundan sonrada aradan uzun bir süre geçmişse artık satıcı şekle aykırılık nedeni ile akdin geçersizliğini ileri sürmesi hakkın kötüye kullanılmasını teşkil eder ve yolsuz tescil geçerliğini korur. İşte ancak bu durumda M.K.nunun 2. maddesi devreye girme imkanına sahip olabilecektir. Yolsuz tescilin tabi olduğu iptal hükümlerini tamamlayıcı ve düzeltici fonksiyonuyla ifa edecektir. Diğer bir ifadeyle M.K. Md. 2. sayesinde işleme daha müsamahalı gözle bırakılarak şekil eksikliğinden doğan butlan tedavi edilmiş olacaktır.

(Akipek Türk Eşya Hukuku C II. Sh. 107; Oğuzman Seliçi Eşya Hukuku İstanbul 1975 Sh.286 Tandoğan Borçlar Hukuku Özel Borç ilişkileri, Ankara 1974 Sh. 176-177, İ.B.K. 10.7.1940 T.2/77; İ.B.K. 5.7.1944 T.12/26, İ.B.K. 30.4.1940, 47 K. H.G.K. 11.3.1953 T. 2/9, BGE 90 II. 154 JPT 1964) BGE 87 II 121 Vdt 1961 1560 H.G.K. 21.3.1986 14/541-257 BGE 104 II 99 = JPT 1979 I 16 ve BGE 90 II 21 = JDT 1964 I 528)

d) Taşınmaz mülkiyetinin devri borcunu doğuran muamelelerin resmi şekle tabi tutulmasıyla güdülen amaçlar şu şekilde özetlenebilir:

Taşınmaz mallar taraflar kadar toplumuda ilgilendirir. resmi şekil sadece tarafları çabuk kararlar almaya karşı korumaya ve onları resmi memurun, bir uzmanın önerilerini almaya yöneltmez; hukuki muamelenin konusunu açık olarak belirterek delillerin muhafazasını ve Hukuk güvenliğinide sağlar. İsbat yükü ve kolaylığı yönünden de kesin bir delil teşkil eder. Diğer bir ifadeyle şekil kuralı sayesinde tapu siciline yapılacak tescil işlemi için sıhhatli ve güvenilir dayanak elde edilmiş olunur. Yasa koyucunun, resmi şekli öngörürken taraflar yanında, genel yararı muhafazaya yönelik yukarıda belirtilen hususları göz önüne aldığı bir gerçektir. (Akipek Türk Eşya Hukuku E.II Mülkiyet Ankara 1973 Sh. 104, Esmer mevzuatımızda gayri menkul hükümleri Ankara 1967 Sh. 267, İ.B.K. 15.7.1953 T. 817 K. Postacıoğlu gayri menkul ferağına ait akitlerde şekle riayet mecburiyeti İst. 1945 Sh. 68 vd. Gürsoy, Eren, Cansel Türk Eşya Hukuku Ankara 1978 Sh. 504

İsviçre Federal Mahkemesi Kararı jdt. 15.2.1987 No: 3; S. 70-78 Çev. Doç.Dr. Hasan Erman. İstanbul Barosu Dergisi 1987 Cilt 31 Sayı. 7,8,9.) Tapu Sicili, içerisine taşınmazların "Kayıt" olunduğu bir defter, bir sicildir. Bu defter içine, yazılı belli bir taşınmazın hukuki durumunu, fiziki ve geometrik özelliklerini gösterir. Bu deftere "Tapu kütüğü" adı verilir. Kütük MK.Md. 7 anlamında Resmi bir belgedir. M.K.nunun 910. maddesi gereğince, tapu sicilindeki kayıtlar; bir taşınmazın ilk defa kütüğün bir sahifesine yazılmasına ve bu suretle belli bir arz parçasının hukuken ferdileştirilmesi ve tedavülü mümkün hale getirilmesini sağlar. Taşınmaz kavramı Tapu Siciline bağlıdır. sicile bakılarak tayin edilir. Her taşınmaz tapu sicili hukukuna tabidir. Tapu sicil hukukuna bağlı her şey taşınmaz maldır. Bu emredici bir hukuk kuralıdır. Bu suretle; Hukuki işlemler hakkında belirlilik, açıklık ve kamu güvenliği sağlanır. Taşınmaza ilişkin hukuki işlemler belli bir düzen ve disiplin içine alınmış olunmaktadır. Kamu otoritesinin sağlandığı bu güvenlik devamlılıktan toplum yarar görür. Demekki, Resmi şekil ile tapu sicili düzeninde kamu yararının varlığının kabulü zorunludur.

Sayın çoğunluğun, bu açıklığı kabul etmeyerek resmi biçimin sadece tarafları koruyacağını benimsemesi, harici satımlara geçerlik izafe ederek, Tapu sicil düzenini kısmende olsa ortadan kaldırmasına katılmak mümkün değildir. Belirtilen toplum yararı örselenmiştir. Bunun sonucunda toplumun sayısız ihtilaf ve kargaşalıklara maruz kalacağını söylemek yerinde olacaktır.

e) Tevhidi İçtihadın şimdilik akla gelebilen diğer olumsuz Etki ve Çelişkileri:

- 3402 sayılı Kadastro Kanununun 13/b maddesi "Harici Satım"a hukuki geçerlik tanırken, tapu dışı yapılan iktisap tarihinden itibaren en az 10 yılın geçmesini ön koşul olarak aramaktadır. Bu ilke bundan evvelki kanunlarda da mevcut idi ve yıllardır mahkemelerde uygulana gelmiştir.

Bir tasfiye kanunu olarak taşınmazları bir an evvel tapuya bağlanıp hukuki durumlarını tespit etmek çabasında olan anılan kadastro kanunu dahi "Harici Satımların" hukuki geçerlik kazanmalarını 10 yıllık süre koşuluna dayandırma ihtiyacını duymuştur. Halbuki biz, Tasfiye kanunlarında güdülen amaçlara benzer bir ihtiyaç ve gerek de olmadığı halde mer'i kanun ve hükümlerin (MK.Md.634, BK.Md.213, Tapu K.Md. 26, Noterlik Kanunu Md.89) amaç ve sözleri dışında "uzun süre " adı altında, herkese göre değişebilen, belirsiz keyfiliğe yol açabilecek bir unsuru kabul ederek "Harici Satım'a Hukuki geçerlik kazandırmamız hiçbir suretle kabul edilemez. Öte yandan neden sadece kat mülkiyetine tabi olarak inşaatına başlanılan taşınmazdan bağımsız bölüm alan kişilerin haklarının korunmasında ısrar edildiğini anlamakta güçtür. Gerçektende Belediye hudutları içinde İmar Kanununa tabi daire satın alan kişinin iktisabı harici sözleşme ile geçerli olacak, hemen bunun bitişiğinde, her nasılsa imar sınırı dışında kalmış daireyi, tüm borçlarını eda ederek satın alan kişinin harici satım akdi geçersiz kabul edilecektir. Bunun yanında, köylerde tarla satınalan veya zilyet olan köylü vatandaşın durumu da aynı adaletsizlik içinde mütalaa edilecektir. Bu ayrıcalığın izahı mümkün değildir. Ya tamamen, resmi şekil hukuk ve düzenini kaldıracaksızın veya ayrıcalık getirmiyeceksiniz. Bunun başka türlü telifi yapılamaz. Kaldı ki yarın kat mülkiyetine tabi olmıyan (şehirde imar dışında kalan veya köylerdeki tarla gibi taşınmazlar) fakat Tevhidi İçtihadın diğer koşullarına tamamen uygun düşen bir taşınmaz mala ilişkin uyuşmazlık önümüze geldiğinde, M.K.nunun 2. maddesini uygulamamak için hani makûl, mantıki hukuki bir nedene dayanacağımızı bulamıyorum. Her halde, bu haktan (MK.Md.2) yararlanması gereken taşınmaz mal, kat mülkiyetine tabidir; sizinki tabi olmadığı için yararlanamıyacaksınız gibi hukuk ve adalet dışı cevap verileceği düşünülmemelidir.

Örneklerle açıkladığım üzere; köydeki tarlalar; şehirlerde İmar Kanununa tabi olan veya olmıyan taşınmaz mallar arasında mülk edinme şartlarında ayrım getiren, adaletsiz sonuçlar doğuran ve böylece Anayasamızın 10. maddesinde anlamını bulan "Kanun önünde Eşitlik" ilkesine ters düşen karara katılamıyorum.

Gerçekten de "Herkesin Kanunlar önünde eşitliği" şeklinde Anayasanın 10. maddesinde hükme bağlanan Temel Haklar ihlal edilmiş bulunmaktadır.

- Yasama, yargı ve yürütme organlarının yıllardır süre gelen ortaklaşa çabası Yurdun tüm taşınmazlarını tapu güvenliğine almak olmuştur. Bu nedenle Tapulama Kanunları çıkartılmıştır. Amaç taşınmazları Harita ve Tapuya bağlayarak hukuki Emniyet ve düzenin bir an evvel sağlanmasıdır. Bu cümleden olarak, daha çok yeni (21.6.1987 tarihli) 3402 sayılı Kadastro Kanununun 1. maddesine bakmak, Tapu Sicili düzenlemesine yasa koyucunun verdiği önemi belirtmek açısından yeterlidir.

3402 S.K. Md.1 "Bu Kanunun amacı, memleketin Kadastral, Topoğrafik haritasına dayalı olarak taşınmaz malların sınırlarını arazi ve harita üzerinde belirterek hukuki durumlarını tespit etmek ve bu suretle Türk Medeni Kanununun öngördüğü Tapu Sicilini kurmaktır. Harici satışın benimsenmesiyle yasa koyucunun tapu siciline verdiği önemin değeri kalmamaktadır. Bir taşınmazı satın almak isteyen vatandaşın taşınmazın gerçek güvenilir hukuki durumunu devlet teminatı altında bilmesi en doğal hakkıdır. Tevhidi İçtihatla getirilen yeni durum karşısında, vatandaş Tapu Sicili dışında neye güveneceğini bilmeyecek, Devletin garantisinden yoksun kalacaktır. Kötü niyetli kişilerin maksatlı davranışlarına yol açılacaktır. Ayrıca tapu sicilin ispat hukukuna sağladığı yararlar kaldırılmış olacak, yargılamada güçlükler ve uyuşmazlıklar daha çok artacaktır.

- Vatandaş Tapuya müracaat etmekle etmemek arasında bir fark ve yarar görmeyeceği için vergi ve Harçlardan Kaçınma yolunu seçecek bundan da devlet zarar görecektir.

- Yıllardır araçların harici satışından doğan uyuşmazlıkların getirdiği zararları yargı organları çok iyi bilmektedir. Yasa koyucu 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu'nun 20. maddesi ile Araç Satışlarını resmi şekle bağlamış bu aland hukuki güveni kurarak uyuşmazlıklara son vermiştir. Yine aynı amaçla 634 sayılı Kat Mülkiyeti Yasası da Resmi şekil şartını önermektedir. Tüm bunlara karşın taşınmaz satışlarında resmi şekil dışında bir şekil yaratmak yanmış bir yorumdur. Birde çarpıcı örnek vermek istiyorum. Kat mülkiyetine tabi bir taşınmazın Müteahhidi birden fazla kişilere, aynı daireyi harici satım sözleşmesi ile aynı günde satabilir. Alıcılarda müteahhidin bu davranışını bilmeden daireyi satın almış olabilirler. Bu durumda hangi alıcının hakları korunacaktır? Tevhide içtihada göre müteahhitten daireyi teslimalanın hakları hukuken korunacaktır. İşte bu durumda, alıcıların kötü niyetli müteahhidin tek taraflı iradesine mahküm edilecekleri açıkça söylenebilir. Belkide alıcı, müteahhidin sözleşme dışı para tekliflerin kabul zorunda kalacaktır. Zira haklılık için mühim olan müteahhidi memnun edip daireyi fiilen teslim almaktadır. Bunun gibi şimdiden tahmin edilmesi güç sayısız, hukuk dışı olaylarla karşılaşacağını kabul etmek gerekir. Tevhidi İçtihadın konusu ve şartları içinde bulunan alıcının durumuda değerlendirilmelidir. En azından satıcı ile gayri menkul satış vaadi sözleşmesi yapma olanağına sahip iken ve bu konuda kendisinden beklenen ihtimamı göstermeden tapulu taşınmazı haricen almayı yeğliyen kişinin iyi niyetinden söz edilemez. (MK.Md.3.) tümüyle ortadan kaldırılmış olur. Esasen öğretide ve uygulamada şekil yokluğu halinde de Medeni Kanun'nun 2. maddesine dayanılarak tescile karar verilebileceği yolunda yerleşmiş bir görüş mevcut değildir.

İçtihadı birleştirmeye konu olan kat mülkiyetine tabi bağımsız bölüm satışlarında yukarıdaki ilkeden ayrılmak ve şekil yokluğuna ramen Medeni Kanunun 2. maddesinde dayanılarak tescile karar vermek mümkündür? Kat mülkiyeti olgusu böyle bir sapmayı haklı kılabilirmi? Öteki taşınmazlarla kat mülkiyetine tabi taşınmazlar arasında satış yönünden bir ayırım yapılabilirmi? Kanunlarımızda taşınmazın cinsine göre herhangi bir ayırım yapılmamıştır. Bütün tapulu taşınmazların satışı aynı kurallara bağlanmıştır. Böyle bir ayırıma öğretide ve uygulamada da yer verilmemiştir. 634 sayılı Kat Mülkiyeti Kanununda da satış konusunda Medeni Kanun hükümlerinden farklı hiç bir hüküm yer almamıştır. Buna karşın, içtihadı birleştirme görüşmeleri sırasında karşı görüş sahipleri, kat mülkiyetine tâbi bağımsız bölüm satışlarının öteki taşınmaz satışlarına nazaran uygulamada bir takım özellikler gösterdiğini, bu durumun gözönünde bulundurularak resmi şekil şartının burada katı bir şekilde uygulanamayacağını, aksi halde kötüye kullanılmasına göz yumulmuş olacağını, bu nedenle resmî şekle hiç uyulmamış olsa bile konu ile sınırlı bir içtihat konulması gerektiğini ileri sürmüşlerdir. Oysa, ayrı birer özellik olarak ileri sürdükleri hususlar öteki taşınmaz satışlarında da söz konusu olabilecek olgulardır. Örneğin, satış bedelinin önceden ödenmesi ve bu para ile bir binanın inşa edilmesi ve taşınmazın teslim edilmesi, alıcının uzun bir süre oturması gibi hususlar kat mülkiyetine tabi olmayan öteki taşınmazların âdi satışlarında da söz konusu olabilir. Bina henüz yapılmadan topraktan veya temelden bağımsız bölüm satışları da gayrimenkul satışıdır ve resmi şekle tabidir. Satıcı olan müteahhit için o sırada tapu verilmesinin zorluğu sözleşmenin resmi şekilde yapılmasını imkansız kılmaz. İmkânsızlık varsa zatan sözleşme Borçlar Kanunu'nun 20. maddesi gereğince batıl olur. Taraflar noterde satış vaadi sözleşmesi yapabilecekleri gibi (24.4.1987 tarih ve 1978/3-4 sayılı İBK.), tapuda arsa hisse satışıda yapabilirler veya inşaata başlanmadan kat irtifakı kurulabileceğinden irtifak hakkı satışı için noterde veya tapuda işlem yapabilirler.

Görülüyor ki bu aşamada da resmi satış senedi veya satış vaadi senedi düzenlenmesi mümkündür ve yasal zorunluluktur. Alıcının sadece satıcıya güvenmiş olması veya satıcı tarafından kendisinde güven duygusu yaratılmış olması âdi satışa geçerlilik kazandırmaz. Çünkü bütün âdi satışlarda böyle bir güven vardır. Buna rağmen kanun resmî şekilde yapılmayan satış sözleşmelerini geçersiz saymıştır. Buradaki resmi şekil şartı sadece tarafların yararlarını korumak için değil, enaz onun kadar, hatta ondan daha çok kamu yararını ve kamu düzenini korumak için konulmuştur. Devletin, taşınmazları tapuya bağlaması ve tapulu taşınmazlar üzerindeki aynî hakların devrine resmi memur aracılığıyla katılması sadece tarafların çıkarlarını korumak için değildir. Devletin buradaki işlevi kamu düzenini ve kamu yararını korumak amacına yöneliktir. Onun için taraflar kendi arzuları ile resmi şekil şartından vazgeçemezler. Devlet kendisi için önem taşıyan resmi şekil şartına uyulmasının yaptırımını da göstermiş, bu durumda sözleşmenin geçersiz sayılacağını koyduğu yasa hükmü ile bildirmiştir. Görülüyorki resmi şekil şartının böyle bir çift bir işlevi vardır.

Resmî şekil şartına hiç uyulmamışsa, yani şekil yokluğu söz konusu ise, bu durumun ileri sürülmesi dürüstlüğe aykırı sayısla ile sözleşme gene geçersiz olmaya devam eder ve tescile karar verilemez. Medeni Kanunun 2. maddesindeki iyiniyet kuralı şekli yokluğunu ortadan kaldırmaz ve resmi şekil yerine geçemez. Geçerli bir sözleşme kurulmadığı için sözleşmenin ifası da istenemez.