Mesajı Okuyun
Old 03-02-2006, 12:26   #25
Saim Dikici

 
Varsayılan

T.C.
YARGITAY
CEZA GENEL KURULU
E. 2004/4-220
K. 2005/32
T. 22.3.2005
• GÖREVDE YETKİYİ KÖTÜYE KULLANMAK ( Avukatın Müvekkilinin Öldüğünden Haberi Olduğu Halde İcra Dosyasında Ölümünden Sonra Yatırılmış Parayı Çekerek Vekalet Ücretini Düştükten Sonra Kalan Miktarı Mirasçılardan Sadece Birisine Teslim Etmesi )
• AVUKATIN GÖREVİ KÖTÜYE KULLANMASI ( Müvekkilinin Öldüğünden Haberi Olduğu Halde İcra Dosyasında Ölümünden Sonra Yatırılmış Parayı Çekerek Vekalet Ücretini Düştükten Sonra Kalan Miktarı Mirasçılardan Sadece Birisine Teslim Etmesi )
• VEKALET İLİŞKİSİ SONA ERDİKTEN SONRA TEMSİL ( Avukatın Müvekkilinin Öldüğünden Haberi Olduğu Halde İcra Dosyasında Ölümünden Sonra Yatırılmış Parayı Çekerek Vekalet Ücretini Düştükten Sonra Kalan Miktarı Mirasçılardan Sadece Birisine Teslim Etmesi - Görevde Yetkiyi Kötüye Kullanmak Suçu )
• MÜVEKKİLİN ÖLÜMÜ ( Avukatın Haberi Olduğu Halde İcra Dosyasında Ölümünden Sonra Yatırılmış Parayı Çekerek Vekalet Ücretini Düştükten Sonra Kalan Miktarı Mirasçılardan Sadece Birisine Teslim Etmesi - Görevde Yetkiyi Kötüye Kullanmak Suçu )
765/m. 240, 279
1136/m. 62
ÖZET : Görevde yetkiyi kötüye kullanma suçu TCK.'nun 240. maddesinde düzenlenmiş olup, aynı yasanın 279. maddesi uyarınca memur sıfatını haiz olan kimsenin kasten yasada yazılı hallerden başka her ne suretle olursa olsun, görevini yasanın gösterdiği usul ve esaslardan başka surette yapması veya yasanın koyduğu usul ve şekle uymadan yapmış olmasıdır.

Kamu görevi yapan sanık Avukat, müvekkilinin öldüğünden ve vekalet ilişkisinin sona erdiğinden haberi olduğu halde, icra dosyasında müvekkilinin ölümünden sonra yatırılmış olan parayı çekerek, vekalet ücretini düştükten sonra kalan miktarın tümünü mirasçılardan sadece birisine teslim etmek suretiyle yasaların kendisine yüklediği sorumluluğa aykırı davranmış ve görevde yetkisini kötüye kullanmıştır.

Bu itibarla somut olayda sanığa yüklenen görevde yetkiyi kötüye kullanmak suçunun öğelerinin oluştuğu anlaşılmaktadır.

DAVA : Görevde yetkiyi kötüye kullanmak ve hizmet nedeniyle güveni kötüye kullanmak suçlarından sanık A. N.nin beraatına ilişkin T. Ağır Ceza Mahkemesince 12.02.2002 gün ve 265-30 sayı ile verilen kararın o yer C. Savcısı tarafından temyiz edilmesi üzerine, dosyayı inceleyen Yargıtay 4. Ceza Dairesince 19.11.20023 gün ve 28537-11674 sayı ile güveni kötüye kullanma suçundan kurulan hükmün onanmasına, görevde yetkiyi kötüye kullanma suçuna ilişkin incelemede ise;

"...Tanık H. A.nın icra müdürlüğüne, babasının öldüğüne ilişkin dilekçe verip, bir ay sonra geri aldığı, anılan müdürlükçe 21.10.1999 tarihinde havale edilen dilekçe ile aynı tanığın aşamalardaki anlatımları karşısında sanığın, vekil edenin öldüğünü ve vekalet ilişkisinin sona erdiğini bilmesine karşın icra müdürlüğündeki parayı vekalet ilişkisine dayalı olarak öbür mirasçıların bilgisi dışında 9.12.1999 tarihinde alıp, mirasçı olan tanık H.ye vermesi biçimindeki eyleminin 1136 sayılı Avukatlık Yasasının 62. maddesi göndermesi ile TCK.'nun 240. maddesine uyan suçu oluşturduğu gözetilmeden kanıtları yanlış değerlendiren gerekçe ile beraat hükmü kurulması..." isabetsizliğinden hükmün bozulmasına karar verilmiştir.

Yerel Mahkeme ise 15.03.2004 gün ve 61-73 sayı ile;

"...Ceza Muhakemesi Hukukunun temel prensiplerinden birisi de şüpheden sanığın yararlanacağı ilkesidir. Her hukuk devletinde kabul edilen ve masumluk karinesi ile sıkı bir ilgisi olan bu ilkeye göre, yapılan ceza muhakemesi sonunda fiilin sanık tarafından işlendiği, % 100 belliliğe ulaşmadığı taktirde beraat kararı verilecektir. Böyle bir ilkenin kabul edilmesinin sebebi, bir suçlunun cezasız kalmasının, bir masumun mahkum olmasına tercih edilmesidir; başka bir ifade ile masumluk karinesidir.

Keza, sanığın savunmasının aksinin kanıtlanması ondan beklenemez. Kaldı ki, CMUK'nun 135. maddesi uyarınca susma hakkı bulunmaktadır. Susma hakkını kullanan sanığın sükut ikrardan gelir deyişine dayanarak suçunu kabul ettiği söylenemeyeceği gibi savunmasını kanıtlaması da beklenemez. Sanığa yüklenen suçun sübuta erdiği kuşkuya yer vermeksizin ortaya çıkarılmalıdır. ( Y.C.G.K. 19.04.1993,6-81/110 )

O halde, yapılan ceza muhakemesinin sonunda belliliğe, örneğin fiilin sanık tarafından işlendiğinin veya işlenmediğinin sabit olduğu sonucuna varılmaması durumunda sanık mahkum edilemez.

Ceza Muhakemesinde, esas olarak, fiilin fail tarafından işlendiği veya işlenmediği konusunda, hukuk düzenince kabul edilen vasıtalarla, yargılama makamının tam bir kanaate ulaşmasını temin ameliyesine ispat denir. Burada dikkat edilecek noktalar şunlardır:

1- Burada inandırmak yetmez, tam bir kanaate ulaşılacaktır.

2- Medeni Usul Hukukundan farklı olarak Ceza Muhakemesi Hukukunda ispat yükü ( külfeti ) sorunu yoktur. Gerçekten sanığa susma hakkı tanıyan bir hukuk düzeninde, ispat yükünden söz edilmesi olanaksızdır.

İspat için sabit oluş arandığına göre, bunun dışında mahkumiyet kararı verilemeyecektir; şüpheden sanık yararlanır ilkesi devreye girecektir. İspat ameliyesinde, hukuk düzeninin kabul ettiği vasıtalar delillerdir. Buna göre ceza muhakemesinde ispat için kullanmak istenen bir vasıtanın delil olarak nitelenebilmesi için iki temel niteliği bulunmalıdır. Bu vasıta:

a ) Olayı temsil etmelidir.

b ) Bu olayı temsil eden vasıta; akla, maddi gerçeğe ve hukuka uygun olmalıdır.

Olayı temsil etmekten maksat; delil olarak kullanmak istenilen vasıtanın olayın bir parçası olması ve/veya olayı yansıtmasıdır. Örneğin, bir adam öldürme suçunda olay yerinde bırakılan suç aleti olayın bir parçasıdır. Buna karşılık böyle bir suça 5 duyusu marifeti ile tanık olmuş bir kimsenin anlatımları olayı yansıtır.

Ne var ki bir ispat aracına delil diyebilmek için olayı bir şekilde temsil etmesi, olayı yansıtması yetmez. Bu yansıtmanın akla, yani bilime, maddi gerçeğe ve hukuka uygun olması da şarttır. Bu vasıflan taşımayan bir ispat aracına teknik anlamda delil denilemez; bu nedenle de bu tür vasıtalara dayanılarak hüküm tesis edilemez. ( Uygulamalı Ceza Muhakemesi Hukuku shf.404, Öztürk, Özbek, Erdem )

Ceza yargılamasının amacı hiçbir duraksamaya yer vermeden maddi gerçeğin ortaya çıkarılmasıdır. Bu araştırmada, yani gerçeğe ulaşmada, mantık yolunun izlenmesi gerekir. Gerçek; akla uygun ve realist, olayın bütünü veya bir parçasını temsil eden kanıtlardan veya kanıtların bir bütün olarak değerlendirilmesinden ortaya çıkarılmalıdır. Yoksa bir takım varsayımlara dayanılarak sonuca ulaşılması ceza yargılamasının amacına kesinlikle aykırıdır. Ceza yargılamasında kuşkunun bulunduğu yerde mahkumiyet kararından söz edilemez. Bu ilke evrenseldir.


Bu ölçüler ışığında konu değerlendirildiğinde;

1- Olayın parçası olan müvekkil M.nin öldüğüne dair dilekçenin sanıkta ele geçmesi, avukatın cenaze törenine katılması, başsağlığı ilanı vermesi, veraset ilamının sanık tarafından alınması ve bunun gibi bir delil bulunmamaktadır.

2- Olayı temsil eden tanık anlatımlarına gelince;

Tanık İcra Müdürü A. P.; H. A.nın takip dosyasına babasının öldüğüne dair dilekçe sunduğunu, ancak daha sonra tek başına geri aldığını, bir süre sonra ise Av. A. N. ile birlikte geldiğini, A. N .nin vekaletnameye dayanarak parayı çektiğini, sanık ve H. A. arasında M. A.nın ölümü konusunda herhangi bir konu geçmediğini, tecrübesizliği sebebi ile M. A.nın öldüğünü avukata söylemediğini,

Tanık S. Z.; olayı görmediğini, sanığın babasının öldüğünü bildiği halde parayı çektiğini,

Tanık H.; parayı çekmeden 6 ay önce babasının öldüğünü, babasının öldüğünü bildirir dilekçeyi dosyaya koyduğunu, icra dairesine girdiğinde dosyaya paranın yatırıldığını öğrenince çekmek istediğini, ancak icra müdürünün yalnız başına çekemeyeceğini söylediğini, kolaylık sorduğunda, diğer mirasçılardan vekalet istemesi gerektiğini söylediğini, fakat üç kez sormasına rağmen vekaletnamenin gelmediğini, Av. A. N.ye giderek parayı alıp alamayacağını soruduğunu, babasının öldüğünü söylediğini, sanığın ise ben babanın avukatı olarak görünüyorum, parayı alıp sana veririm dediğini, birlikte İcra dairesine gittiklerini, babasının öldüğüne ve avukatı azlettiğine ilişkin dilekçeyi aldığını, parayı çeken avukatın bir kısmını kendine verdiğini anlattığı görülmüştür.

Olay S. Z.nin şikayeti üzerine adliyeye intikal etmiştir. Tanık H. A. üç kez istemesine rağmen diğer mirasçıların vekaletname göndermediğini söylemektedir. Olayı adliyeye intikal ettiren diğer tanıklar, aralarında miras konusu, paranın paylaşılması hakkında ihtilaf bulunmaktadır. Keza anlatımları, diğer tanık icra müdürlüğünün beyanları ile çelişkilidir. H. A. adeta dava konusu iddianın kaynağıdır. İddiayı doğrulayacak başka bir delil de bulunmamaktadır. Mücerret iddia başkaca bir delil bulunmaksızın mahkumiyete esas alınamaz. Aksine kabul, kendisinin gasp edildiğini, hakarete maruz kaldığını iddia eden müştekinin başkaca delille desteklenmeyen iddiasına dayanarak suçlamayı kabul etmeyen sanığın mahkumiyetine karar verilmesi gerektiği sonucunu doğurur ki, bu kabul edilemez.

Sanığın, müvekkil M. A.nın öldüğünü bilmediği, Ç. İcra Müdürlüğüne verildiği söylenen dilekçeden haberi olmadığı, olay günü yanına gelen tanık H. A.nın babasının hasta olduğu, bu sebeple gelemediği, İcradan parayı çekip kendisine vermesi gerektiğini söylediğine dair savunmasının aksini gösterir, diğer varislerle menfaat çatışması bulunan ve parayı çekmek için üç kez vekalet gönderilmesini istediği halde kardeşleri tarafından kendisine vekaletname gönderilmeyen ve beyanları diğer tanık A.nın beyanları ile doğrulanmayan, iddianın kaynağı konumundaki tanık H.nin anlatımları dışında mahkumiyeti için yeterli, şüpheden uzak, kesin ve inandırıcı delil bulunmadığı..." gerekçesiyle önceki hükümde direnmiştir.

Bu kararın da o yer C. Savcısı tarafından temyiz edilmesi üzerine dosya, Yargıtay C. Başsavcılığının bozma istekli 13.12.2004 gün ve 86116 sayılı tebliğnamesi ile Birinci Başkanlığa gönderilmekle, Ceza Genel Kurulunda konu müzakere edilip, aşağıdaki karar verilmiştir:

KARAR : Sanığı görevde yetkiyi kötüye kullanmak suçundan beraatına karar verilen olayda Özel Daire ile Yerel Mahkeme arasındaki uyuşmazlık, yüklenen suçun unsurlarının oluşup oluşmadığının belirlenmesi noktasında toplanmaktadır.

--------,
İnceleme konusu somut olayda;

Sanık, tanık H. tarafından babasının ölümü üzerine Ç. İcra Müdürlüğüne verilen 21.10.1999 tarihli dilekçeden haberi olmadığını savunmuş ise de bu savunmasına itibar edilmesi olanaksızdır. Zira, söz konusu dilekçenin tanık H. tarafından olay günü olan 09.12.1999 tarihinde geri alındığı hem tanık H.nin hem de tanık A.nın beyanları ile sabittir. Oysa sanığın bu dilekçe geri alınmadan önce 07.12.1999 tarihinde icra dosyasında işlem yaparak 84.622.000 lira para çektiği Ç. İcra Müdürlüğünün 1999/8 sayılı takip dosyası üzerinde Yerel Mahkemece yapılan inceleme sonucunda tutanağa geçirilmiştir. Söz konusu dilekçe geri alınmadan önce sanık tarafından icra dosyasında işlem yapılmasına karşılık durumu öğrenmemiş bulunması hayatın olağan akışına aykırı olup, bu savunmaya itibar edilmesi olanaksızdır. Kaldı ki, Ç.nın çok büyük ölçekli bir ilçe olmaması nazara alındığında, sanığın, müvekkilinin olaydan yaklaşık 6 ay önce 05.06.1999 tarihinde ölmesinden haberdar olmaması da inandırıcı görülmemektedir. Sanığın, müvekkilinin öldüğüne ilişkin İcra takip dosyasına verilen dilekçeden haberdar olduğu tanık H.nin beyanı ve tüm dosya kapsamı ile sabittir. O halde, kamu görevi yapan sanık Avukat, müvekkilinin öldüğünden ve vekalet ilişkisinin sona erdiğinden haberi olduğu halde, icra dosyasında müvekkilinin ölümünden sonra yatırılmış olan parayı çekerek, vekalet ücretini düştükten sonra kalan miktarın tümünü mirasçılardan sadece birisine teslim etmek suretiyle yasaların kendisine yüklediği sorumluluğa aykırı davranmış ve görevde yetkisini kötüye kullanmıştır.

Bu itibarla somut olayda sanığa yüklenen görevde yetkiyi kötüye kullanmak suçunun öğelerinin oluştuğu anlaşılmakla, dosya kapsamına uymayan gerekçelere dayanması nedeniyle isabetsiz olan Yerel Mahkeme direnme hükmünün bozulmasına karar verilmelidir.

SONUÇ : Açıklanan nedenlerle,

1- Yerel Mahkeme direnme hükmünün BOZULMASINA,

2- Dosyanın yerine gönderilmek üzere Yargıtay C. Başsavcılığına tevdiine 22.03.2005 günü tebliğnamedeki isteme uygun olarak oybirliği ile karar verildi.