Mesajı Okuyun
Old 15-02-2012, 10:06   #2
Av.Şenel DELİGÖZ

 
Varsayılan

T.C. YARGITAY

13.Hukuk Dairesi
Esas: 2004/13572
Karar: 2005/3946
Karar Tarihi: 14.03.2005


HUKUKEN GEÇERSİZ SÖZLEŞMELER-TAVZİH DAVASI-HAKSIZ ZENGİNLEŞME-DENKLEŞTİRİCİ ADALET İLKESİ-İADEYE KARAR VERİLMESİ-AKİT ÖNCESİ SORUMLULUK-İYİNİYET

ÖZET: Hukuken geçersiz sözleşmeden kaynaklanan bu nitelikteki bir uyuşmazlığın haksız iktisap kurallarına göre çözümlenip tasfiye edilebilmesi için öncelikle haksız iktisabın kapsamını tespitteki ilke ve esasların açıklanmasında zaruret vardır. Geçerli bir sebebe dayanmaksızın bir kişinin mal varlığından diğerinin mal varlığına kayan değerlerin eksiksiz iadesi denkleştirici adalet düşüncesine dayanır. Denkleştirici adalet ilkesi ise, haklı bir sebep olmaksızın başkasının mal varlığından istifade ederek kendi mal varlığını artıran kişinin elde ettiği bu kazanımı geri verme zorunda olduğunu ve gerçek bir eski hale getirme yükümlülüğü bulunduğunu ifade eder. Bu güne kadar uygulanan kurallara göre geçersiz sözleşme gereğince alıcının akit tarihinde verdiği paranın aynı miktarda iadesine karar verilmesi, gerçek hayatta büyük sarsıntılara, tutarsızlıklara, adalete karşı var olması gereken güvenin sarsılmasına neden olmuş, kamu vicdanında haklı eleştiri konusu yapılmıştır. Hukuk kuralları, gerçek hayata uygun olduğu, toplumun adalet ihtiyacına cevap verebildiği sürece hayatiyetini devam ettirip saygınlık sağlar ve hukuk kuralı olma özelliğini korur. O nedenle hukuk kuralları, görevli organlarca değiştirilince bu konuda yeni düzenlemeler yapılıncaya kadar zedelenmeden gerçek hayata çağın gereklerine uygun olarak yorumlanıp uygulanmalıdırlar. Bu görevin ise yargıya ait olduğunda duraksamaya yer yoktur. Akit öncesi sorumluluk kurallarının geçersiz sözleşmelerde de uygulanması gerektiği, geçersiz sözleşmelerden dolayı olumsuz zararın istenebileceği, bu zarar kapsamında kaçırılan fırsat karşılığının da bulunduğu, olumsuz zararın bazı özel durumlarda olumlu zarar kadar dahi olabileceği, M.K.nun 2. maddesine göre akdin geçersizliğinin ileri sürülemeyeceği hallerdeki zarar kavramları, hep bu zaruretin sonucu ortaya konulan düşünce ve uygulamalardır. Yargının asıl görevi toplumun huzurunu sağlamaktır. Bunun için uygulanması gereken kurallar, mevcut yasaların ışığında bu yasa hükümlerine aykırı düşmeyecek şekilde yorumlanıp uygulanmalıdır.

(4721 S. K. m. 2, 706) (818 S. K. m. 213) (2644 S. K. m. 26) (1512 S. K. m. 60)

Taraflar arasındaki tavzih davasının yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın reddine yönelik olarak verilen hükmün davacı avukatı tarafından duruşmalı olarak temyiz edilmesi üzerine ilgililere çağrı kağıdı gönderilmişti. Belli günde davacı vekili avukat M. O. ile davalı vekili avukat E. A. 'nın gelmiş olmalarıyla duruşmaya başlanılmış ve hazır bulunan avukatların sözlü açıklamaları dinlenildikten sonra karar için başka güne bırakılmıştı. Bu kez temyiz dilekçesinin süresinde olduğu saptanarak dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü.

Davacılar, davalıdan haricen satın aldıkları iki adet taşınmazdan birinin 4.2.1986 tarihinde tapuda tescil işleminin yapıldığını, diğerinin ise Hazine tarafından açılan tapu iptal tescil davası sonunda sadece 39.112 m2'lik miktarının adlarına tescil edildiğini, 147.088 m2'lik kısmının ise Hazine adına tescil edildiğini ileri sürerek, tescil edilmeyen kısmın, taşınmazın toplam satım bedeline oranına göre satım tarihi itibariyle değeri olan 11.849.194 TL'nin dava tarihindeki alım gücü karşılığı olan 40.000.000.000 TL ile 21.12.1987 tarihli taahhüt senedi ile kararlaştırılan 75.000.000 TL rücu tazminatının dava tarihindeki alım gücü karşılığı olan 300.000.000.000 TL'nin ödetilmesine karar verilmesini istemiştir.

Davalılar, davanın reddini savunmuşlardır.

Mahkemece, mirası reddeden davacılar bakımından davanın husumet nedeniyle reddine, diğer davacılar bakımından ise 21.12.1987 tarihli taahhüt senedi dikkate alınarak, tespit olunan 11.849.149 TL'nin dava tarihinden itibaren yasal faizi ile davalılardan müteselsilen tahsiline, davacıların hükmün tavzihi yönündeki talebinin ayrı bir kararla reddine karar verilmiş, gerek esas karar gerekse tavzih talebinin reddine ilişkin karar davacı tarafından temyiz edilmiştir.

1- Davacıların tavzih talebi, temyizi gereken hususlara ilişkin olduğundan, tavzih talebinin reddine ilişkin 5.7.2004 tarihli mahkeme kararına karşı yapılan temyiz isteminin reddine.

2- Davacıların temyiz itirazlarının incelenmesinde;

21.12.1987 tarihli taraflar arasındaki satım sözleşmesine konu taşınmazın tapulu olduğu yönünde bir uyuşmazlık bulunmamaktadır. Tapulu taşınmazın satışına ilişkin sözleşme resmi biçimde yapılmadığından hukuken geçersizdir. (MK. 706, BK. 213, Tapu K. 26 ve Noterlik K. 60 maddeleri) O nedenle geçerli sözleşmelerde olduğu gibi taraflarına hak ve borç doğurmaz. Aynı şekilde geçersiz sözleşmelerde düzenlenen cezai şart tazminatları da geçersiz olup talep edilemez. Bu durumda taraflar sadece verdiklerini haksız iktisap kuralları gereğince geri isteyebilirler.

Ne var ki hukuken geçersiz sözleşmeden kaynaklanan bu nitelikteki bir uyuşmazlığın haksız iktisap kurallarına göre çözümlenip tasfiye edilebilmesi için öncelikle haksız iktisabın kapsamını tespitteki ilke ve esasların açıklanmasında zaruret vardır.

Geçerli bir sebebe dayanmaksızın bir kişinin mal varlığından diğerinin mal varlığına kayan değerlerin eksiksiz iadesi denkleştirici adalet düşüncesine dayanır. Denkleştirici adalet ilkesi ise, haklı bir sebep olmaksızın başkasının mal varlığından istifade ederek kendi mal varlığını artıran kişinin elde ettiği bu kazanımı geri verme zorunda olduğunu ve gerçek bir eski hale getirme yükümlülüğü bulunduğunu ifade eder.

Bilindiği gibi ülkemizde yaşanan enflasyon uzun yıllar boyu yüksek oranlarda seyretmiş ve paramızın değeri (alım gücü) de bununla ters orantılı olarak devamlı düşmüştür. Belli bir miktar paranın verildiği tarihteki alım gücü ile aynı miktar paranın aradan geçen zamana bağlı olarak iade günündeki alım gücünün farklı ve çok daha az olduğu bir gerçektir.

Bu güne kadar uygulanan kurallara göre geçersiz sözleşme gereğince alıcının akit tarihinde verdiği paranın aynı miktarda iadesine karar verilmesi, gerçek hayatta büyük sarsıntılara, tutarsızlıklara, adalete karşı var olması gereken güvenin sarsılmasına neden olmuş, kamu vicdanında haklı eleştiri konusu yapılmıştır. Hukuk kuralları, gerçek hayata uygun olduğu, toplumun adalet ihtiyacına cevap verebildiği sürece hayatiyetini devam ettirip saygınlık sağlar ve hukuk kuralı olma özelliğini korur. O nedenle hukuk kuralları, görevli organlarca değiştirilince bu konuda yeni düzenlemeler yapılıncaya kadar zedelenmeden gerçek hayata çağın gereklerine uygun olarak yorumlanıp uygulanmalıdırlar. Bu görevin ise yargıya ait olduğunda duraksamaya yer yoktur. Nitekim gerek Yargıtay kararlarında ve gerekçe öğretide bu görüşe paralel düşünceler bulunmaktadır.

Akit öncesi sorumluluk kurallarının geçersiz sözleşmelerde de uygulanması gerektiği, geçersiz sözleşmelerden dolayı olumsuz zararın istenebileceği, bu zarar kapsamında kaçırılan fırsat karşılığının da bulunduğu, olumsuz zararın bazı özel durumlarda olumlu zarar kadar dahi olabileceği, M.K.nun 2. maddesine göre akdin geçersizliğinin ileri sürülemeyeceği hallerdeki zarar kavramları, hep bu zaruretin sonucu ortaya konulan düşünce ve uygulamalardır. Yargının asıl görevi toplumun huzurunu sağlamaktır. Bunun için uygulanması gereken kurallar, mevcut yasaların ışığında bu yasa hükümlerine aykırı düşmeyecek şekilde yorumlanıp uygulanmalıdır.
Hukuken geçersiz sözleşmeler, haksız iktisap kuralları uyarınca tasfiye edilirken, denkleştirici adalet kuralı hiçbir zaman gözardı edilmemelidir. Bu husus hakkaniyetin ve adaletin bir gereğidir. Bu bakımdan iadeye karar verilirken, satış bedeli olarak verilen paranın alım gücünün ilk ödeme tarihindeki alım gücüne ulaştırılması ve bu şekilde iadeye karar verilmesi uygun olacaktır. Aksi takdirde kısmi iade durumu oluşacak, iade dışındaki zenginleşme iade borçlusu yedinde haksız zenginleşme olarak kalacak, iade borçlularının iadede direnmelerine neden olacaktır.

Somut olayda davacılar adına tescili yapılamayan 147.088 m2'lik taşınmazın satım bedeli olarak davalılara ödenen 11.849.194 TL'nin dava tarihi itibariyle enflasyon, tüketici eşya fiyat endeksi, altın ve döviz kurlarındaki artışlar, memur maaş ve işçi ücretlerindeki artışlar gibi çeşitli ekonomik etkenlerin ortalamaları alınmak sureti ile ulaşacağı alım gücü, yukarıda açıklanan ilke ve esaslar altında ve gerektiğinde bu konuda uzman bilirkişi veya kurulundan nedenlerini açıklayıcı taraf, Hakim ve Yargıtay denetimine elverişli rapor alınarak belirlenmeli, bu yolla belirlenecek miktara hükmedilmelidir. Mahkemece açıklanan bu hususlar gözardı edilerek ödenen bedelin tahsiline karar verilmiş olması usul ve yasaya aykırı olup, bozmayı gerektirir.

3- Bozma nedenine göre davacıların diğer temyiz itirazlarının incelenmesine bu aşamada yer olmadığına.

Sonuç: Yukarıda (1) numaralı bentte açıklanan nedenlerle davacıların tavzih talebinin reddine yönelik temyiz itirazlarının reddine, (2) no.lu bentte açıklanan nedenlerle temyiz edilen hükmün temyiz eden davacılar yararına BOZULMASINA, (3) no.lu bent gereğince ise davacıların diğer temyiz itirazlarının incelenmesine bu aşamada yer olmadığına, peşin harcın istek halinde iadesine, 400 YTL duruşma avukatlık parasının davalılardan alınarak davacıya ödenmesine, 14.3.2005 gününde oybirliği ile karar verildi.


Sinerji Mevzuat ve İçtihat Programı