Mesajı Okuyun
Old 01-10-2009, 23:11   #23
Av.Mehmet Saim Dikici

 
Varsayılan

Doktrinde de sözleşme sınırlarının genişletilmesi yaklaşımı (Özellikle Hatemi tarafından) eleştiriliyor.

Uygulamada çeşitli nedenlerle Yargı, güçsüzü koruma kaygısı taşıyor.

Esas itibariyle sözleşmenin çerçevesinin genişlediği hallerde, yaşanmış ve yargıya konu olmuş bir misal; evine/işine tüp alan şahsın tüpü evine veya işine getirdiği zaman kendiliğinden alev alıp, patlaması halinde evdeki/işteki misafirinin yanması durumunda bile, tüpçü ile tüpü satın alan arasındaki alım-satım sözleşmesinin evdeki/işteki misafire de etki edeceği, onu kendiliğinden sözleşmenin tarafı haline getireceği ve hatta zamanaşımı süresi bakımından da haksız fillere uygulanan sürenin değil, bizatihi sözleşmelere uygulanan daha uzun süreli zamanaşımın dikkate alınması gerektiği hususu Yargıtayımızın çok eski bir kararında bile kabul görmüştür. (Kararı yarın büroda bulup, eklemeye çalışırım)

Bu karar kanatimce hukukun genel ilkelerine uygun değildir.

Ben de Sayın Konyalı gibi düşünüyorum. Hukuku fazla sağa sola çekmek doğru değil. Belki bu çerçeve genişletme teşebbüsleri önce esneklik sağlar, kulağa göze hoş gelebilir ama zaman içinde o kurallar esneyemez olur ve hatta kopar, parçalanır...


Örnek hastane olayında, Doktor hastanın anlaştığı doktor olduğundan,

Hastane için doktor hastanenin çalışanı veyahut ifa yardımcısı olmadığı içinKusursuz sorumluluk da söz konusu olamaz, (düşüncesindeyim)

***

Yukarıda zikrettiğim karar HGK.nun 6.5.1992 tarih, E.1992/13-213, K. 1992/315 Sayılı Kararı. Olay,benim hatırımda alev alma ve eve/işe gelen misafir olarak kalmışsa da kararda eve çağrılan komşu olarak geçiyor ve alev alma değil, patlama söz konusu. Yani olay aşağı yukarı aynı. HGK'nun bu karardaki yaklaşımı oldukça ilginç... ve yukarıda da arz ettiğim gibi kanaatimce hukukun genel ilkelerine pek uygun değil...

İncelemeniz için ekliyorum:

Alıntı:
T.C.

YARGITAY

HUKUK GENEL KURULU

E. 1992/13-213

K. 1992/315

T. 6.5.1992

• TÜPGAZ PATLAMASI ( Akdi İlişki - Tazminat Sorumluluğu )

• TAZMİNAT ( Bayinin Sattığı Tüpgazın Patlaması )

• ZAMANAŞIMI ( 3. Şahsı Koruyucu Borç İlişkisi-Tüpgaz Patlaması Sonuca Tazminat Talebinde )

• SÜRE ( 3. Şahsı Koruyucu Borç İlişkisi-Tüpgaz Patlaması Sonuca Tazminat Talebinde )

• SATIM AKDİ ( Bayinin Sattığı Tüpgazın Patlaması )

• AKDİ İLİŞKİ ( Bayinin Sattığı Tüpgazın Patlaması )

818/m.125

ÖZET : Davacıya satılan tüpün patlaması sonucu uğranılan maddi ve manevi zararın giderilmesi istenmiştir.

Dava konusu uyuşmazlıkta, satıcı ( tüp bayii )nin satım akdinde üçüncü kişi konumunda bulunan davacıya karşı akitten doğan hiç bir asli edim borcu mevcut olmamakla beraber burada, borçlunun bizzat alacaklıya karşı göstermek zorunda olduğu koruma yükümünün, alacaklıya yakından bağlı olan ya da edime olan yakınlığı nedeniyle koruma alanı altında bulunan kişilere de teşmil edilmesi gerekir. Bir başka ifadeyle burada, Kanun ( MK. m. 2 ) gereğince borçlu ile alacaklı arasında olduğu kadar, borçlu ile üçüncü kişi durumunda olan davacı arasında da, hiç bir edim yükümlülüğü ihtiva etmeyen ve fakat koruma yükümlülüğüne dayanan üçüncü şahsı koruyucu etkili bir borç ilişkisi olmuştur. Dolayısıyla da davacının akde aykırılık hükümlerine göre tazminat talebinde bulunması yerindedir ve uyuşmazlığa on yıllık zamanaşımı süresinin uygulanması gerekir.

DAVA : Taraflar arasındaki "maddi ve manevi tazminat" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; ( Zonguldak İkinci Asliye Hukuk Mahkemesi )nce ilk davanın kabulüne ve ek davanın zamanaşımı nedeniyle reddine dair verilen 19.7.1990 gün ve 36-405 sayılı kararın incelenmesi ek dava yönünden davacı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay Onüçüncü Hukuk Dairesi'nin 28.2.1991 gün ve 7974-2203 sayılı ilamıyla; ( ... Taraflar arasındaki tüp alım satımı konusunda bir hukuki ilişkinin bulunduğu uyuşmazlık konusu değildir. Tüp bayisi olan davalı tarafından davacıya satılan tüpün patlaması sonucu uğranılan maddi ve manevi zararın giderilmesi istenmiştir. Yanlar arasında satım ilişkisi bulunduğu için BK.nun 125. maddesi gereğince 10 yıllık zamanaşımının uygulanması gerekir. Davanın açıldığı tarihe göre bu süre geçmemiştir. Olayda haksız fiil zamanaşımı hükümleri uygulanamaz. Bu nedenle mahkemenin ek davayı zamanaşımı yönünden reddetmesi usul ve yasaya aykırıdır... ) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

Temyiz eden: Davacı vekili.

KARAR : Hukuk Genel Kurulu'nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

Dava konusu olayda, .......... tüpü satıcısı olan davalının, sattığı tüpün arızalı olması ve gaz kaçırması nedeniyle patlaması sonucu yaralanan davacının açtığı ek maddi ve manevi tazminat davasının, olayın meydana geldiği 16.4.1981 tarihinden itibaren 5 yıllık ceza zamanaşımı süresi geçtikten sonra, 1.12.1987 tarihinde açıldığından dolayı zamanaşımı nedeniyle reddine karar verilmiş, davacının temyizi üzerine Özel Dairece; taraflar arasında satım ilişkisi bulunduğu için BK.nun 125. maddesi gereğince 10 yıllık zamanaşımının uygulanması gerektiğinden dolayı mahkemenin kararı bozulmuş; mahkemece, taraflar arasında hiç bir akdi ilişki bulunmadığından bahisle önceki kararda direnilmiştir.

Yerel mahkeme ile ilgili Yargıtay Dairesi arasındaki uyuşmazlık, maddi olayın hukuki nitelendirmesinden kaynaklanmaktadır. Gerçekten de yerel mahkeme taraflar arasındaki ilişkinin haksız fiil mahiyetinde olduğunu belirttikten sonra olayda haksız fiile ilişkin zamanaşımı süresinin uygulanması gerektiğine karar vermiştir. Kararına gerekçe olarak da, davanın tarafları arasında herhangi bir akdi ilişkinin ( satım akdinin ) mevcut olmadığını göstermiştir. İlgili Yargıtay Yüksek Dairesi ise, bir gerekçe göstermemekle beraber, taraflar arasında satım akdi olduğunu ifade ederek davada, akde ilişkin on yıllık zamanaşımı süresinin uygulanması gerektiğini belirtmiştir.

Burada, öncelikle şu hususun belirtilmesi gerekir: Uyuşmazlıkla davacı durumunda olan kişi asıl hukuki ilişkide ( tüpgaz alımına ilişkin satım akdinde ) alıcı sıfatını taşımamakta ve somut olaydaki hukuki nitelendirme bakımından üçüncü kişi konumunda bulunmaktadır. O halde burada, şu sorunun cevaplandırılması gerekir: Bir hukuki ilişkide üçüncü kişi konumunda bulunan kimseler üzerinde borç ilişkisi ne şekilde etkili olabilir? Başka bir ifadeyle, borçlunun edim borcuna yada koruma yükümlülüğüne aykırı davranması sonucunda zarar giren üçüncü kişiler, "haksız fiil" hükümlerine göre değil de, doğrudan doğruya "akde aykırılık" hükümlerine dayanarak tazminat talep edebilirler mi?

Bilindiği gibi, akit ilişkisinden doğan yükümler, sadece asli ve yan edim yükümleriyle asli edime yardımcı olan ve asli edimin tam ve doğru bir şekilde yerine getirilmesine hizmet eden yan yükümlerden ibaret değildir. Modern hukuk literatürü, söz konusu yükümler dışında ifa menfaatiyle ilişkisi olmayan ve fakat en az ifade menfaati kadar önemli ve onun yanında ikinci bir menfaati koruma ve tesbit gereğini duymuştur. İfa menfaati yanında yer alan bu diğer menfaat "koruma menfaati"dir ( Eren, F., Borçlar Hukuku Genel Hükümler, C: I, Ankara-1991, s. 46; Akünal, T., Sorumluluk Hukukunda Sözleşmenin Nisbiliği Prensibinin Aşılması, YD., C: 14, Sayı: 3, Temmuz-1988, s. 225 ). Korunma menfaati, alacaklının mal ve şahıs varlığı değerlerinden oluşan menfaatlerin bütününü ifade eder. Bu itibarla koruma yükümleri, borç ilişkisinden doğan edim yükümleri ve bağımlı yan yükümlerin yanında yer alan ve fakat onlardan bağımsız bir kavramdır. Koruma yükümleri akid kurulmadan önce ve akdin müzakereleri safhasında mevcut olduğu gibi, edimin ifası sırasında da mevcuttur. Dolayısıyla ve yükümlerin hukuki dayanağı taraf iradeleri değil, kanundur ( Canaris, Ansprüche wegen "positiver Vertragverletzung" und "Schutz Wirkung für Dritte" bei nichtingen Vertraegen, Juristenzeitung 1965, s. 476 ). İşte özelliklerinin bir kısmı burada kısaca belirtilen yükümleri, borçlu için, alacaklıya olduğu kadar, ona yakından bağlı olan ya da edime yakınlığı nedeniyle koruma alanı altında bulunan kişilere karşı da aynen geçerlidir. İşte koruma yükümleri sayesinde, borçlu ile alacaklı arasında olduğu kadar, borçlu ile bir takım üçüncü kişiler arasında da hiç bir edim yükümü ihtiva etmeyen sadece koruma yükümlerinden oluşan bir borç ilişkisi oluşur. Bir başka ifadeyle, söz konusu borç ilişkisi üçüncü şahıslar üzerinde tesir icra eden, üçüncü şahsı koruyucu etki doğuran bir borç ilişkisidir ve bu borç ilişkisinin kaynağı MK.nun 2. maddesidir.

Burada cevaplandırılması gereken diğer bir husus da, yukarıda hukuki niteliğini açıkladığımız borç ilişkisinin kapsamına hangi üçüncü kişilerin dahil olacağı sorunudur. Yerli ve yabancı literatürde bu alanda çeşitli görüşler ileri sürülmekle beraber ( bu görüşler hakkında ayrıntılı bilgi için, bakınız: Tandoğan, H.; Üçüncü Şahsın Zararının Tazmini, Ankara-1963; Akyol, Ş., Tüm Üçüncü Şahıs Yararına Sözleşme, İstanbul-1976, s. 51 vd.; Kocayusufpaşaoğlu, N., Borçlar Hukuku Dersleri, 1. Fasikül, 2. Bası, İstanbul-1985, s. 32 vd. ), öncelikle somut olay bakımından davacının durumunu tesbit etmek gerekir. Olayda davacı, satım akdindeki alıcının yardım talebi üzerine onun evine yardıma gelmiş ve hemen gerekli önlemleri almak isterken gaz kaçağı sonucu tüp patlamış ve davacı yaralanmıştır. Burada borç ilişkisinin bünyesi gereği, edime bağlı olan bir takım tehlikelerin, en az tüpü satın alan kadar üçüncü kişi konumunda olan davacıyı da tehdit etmesi durumu söz konusudur ( Gerahuber, J., Drittwirkungen im Schuldverhaeltnis kraft leistungsnaehe, Festchrift für Arthur Nitisch, s. 270 ). Zira, Gerahuber'in de belirttiği gibi ( s. 270 vd.; ayrıca bkz. Tandoğan, s. 314 vd. ), edime yakınlıkları nedeniyle zararlarının sözleşmeye aykırılık hükümleri gereğince tazminine müsaade edilecek üçüncü şahısların sınırını belirleyebilmek için, bu üçüncü kişiler ile ifa sahasında olan borç ilişkisi arasındaki irtibata bakmak gerekir. Borç ilişkisinin bünyesi icabı, edime bağlı olan tehlikeler üçüncü kişiyi de en az alacaklı kadar tehdit ediyorsa, üçüncü kişiye, doğrudan doğruya borçluya karşı ileri sürülmesi mümkün olan akde aykırılık hükümlerine dayanan bir tazminat talebi tanınmalıdır ( Ayrıca bkz. Canaris, s. 478 ). Zira davacı olayda alıcıya yardıma gelmekle alıcıya satıcı arasında mevcut olan borç ilişkisinin güven ortamına dahil olmuştur ( bu güven ortamı konusunda bkz. Canaris s. 478; ayrıca bkz. Akünal, s. 234 ). Bu itibarla, dava konusu uyuşmazlıkta, satıcı ( tüp bayii )nin satım akdinde üçüncü kişi konumunda bulunan davacıya karşı akitten doğan hiç bir asli edim borcu mevcut olmamakla beraber burada, borçlunun bizzat alacaklıya karşı göstermek zorunda olduğu koruma yükümünün, alacaklıya yakından bağlı olan ya da edime olan yakınlığı nedeniyle koruma alanı altında bulunan kişilere de teşmil edilmesi gerekir. Bir başka ifadeyle burada, Kanun ( MK. m. 2 ) gereğince borçlu ile alacaklı arasında olduğu kadar, borçlu ile üçüncü kişi durumunda olan davacı arasında da, hiç bir edim yükümlülüğü ihtiva etmeyen ve fakat koruma yükümlülüğüne dayanan üçüncü şahsı koruyucu etkili bir borç ilişkisi olmuştur. Dolayısıyla da davacının akde aykırılık hükümlerine göre tazminat talebinde bulunması yerindedir ve uyuşmazlığa on yıllık zamanaşımı süresinin uygulanması gerekir.


Olayın meydana geldiği 16.4.1981 tarihi ile ek tazminat davasının açıldığı, 1.12.1987 tarihi arasında on yıllık zamanaşımı süresi geçmediğinden, davanın esasının incelenerek sonucuna uygun bir karar verilmesi gerekirken, ek davanın zamanaşımı nedeniyle reddine karar verilmesi usul ve Yasaya aykırı olduğundan direnme kararının bozulması gerekmiştir.

SONUÇ : Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen ve yukarıda açıklanan nedenlerle HUMK.nun 429. maddesi gereğince ( BOZULMASINA ), istek halinde temyiz peşin harcının geri verilmesine, 6.5.1992 gününde oyçokluğu ile karar verildi. (Karar Kazancı yayınlarından hukuki tartışmada kullanılmak üzere tarafımdan alınmıştır.)