Mesajı Okuyun
Old 04-11-2004, 11:01   #2
Av.Mehmet Saim Dikici

 
Varsayılan

Eski tarihli gerekceli karar bu alana sigmiyor. Bir çözüm bulana kadar yeni tarihli olani öncelikle ekleyecegim. Sonra sayin admin'in yardimlari ile eski tarihli karari ekleyecegim.
********

HG 00 Esas : 2000/1-168 Karar: 2000/000173 Tarih: 08.03.2000

* İYİNİYET


Tapulu taşınmazların intikallerinde, huzur ve güveni koruma, toplum düzenini sağlama uğruna, tapu kaydında ismi geçmeyen ama asıl malik olanın hakkı feda edildiğinden iktisapta bulunan kişinin, iyi niyetli olup olmadığının tam olarak tespiti büyük önem taşımaktadır. Nitekim bu görüşten hareketle kötü niyet iddiası defi değil itiraz olup, iddia ve müdafaanın genişletilmesi yasağına tabii olmaksızın her zaman ileri sürülebilir ve mahkemece kendiliğinden nazara alınır.

(743 s. MK. m. 2, 931)

Taraflar arasındaki "tapu iptali ve tescil" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Ankara Asliye 21. Hukuk Mahkemesince davanın reddine dair verilen 2.10.1997 gün ve 1995/954 H. 1997/639 K. sayılı kararın incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 12.11.1998 gün ve 11423-12665 sayılı ilamı ile; (... Hukukumuzda, diğer çağdaş hukuk sistemlerinde olduğu gibi kişilerin huzur ve güven içerisinde alış verişte bulunmaları satın aldıkları şeylerin ilerde kendilerinden alınabileceği endişelerini taşımamaları, dolayısıyla toplum düzenini sağlamak düşüncesiyle, alan kişinin iyi niyetinin korunması ilkesi kabul edilmiştir. Bu amaçla Medeni Kanunun 2. maddesinin genel hükmü yanında menkul mallarda 901 ve 902, tapulu taşınmazların el değiştirmesinde ise 931. maddesinin özel hükümleri getirilmiştir. Öte yandan bir devleti oluşturan unsurlardan biri insan unsuru ise bunun kadar önemli olan ötekisi topraktır. İşte bu nedenle Devlet, nüfus sicilleri gibi tapu sicillerinin de tutulmasını üstlenmiş, bunların aleniliğini (herkese açık olmasını) sağlamış, iyi ve doğru tutulmamasından doğan sorumluluğu kabul etmiş, değinilen tüm bu sebeplerin doğal sonucu olarakta tapuya itimat edip, taşınmaz mal edinen kişinin iyi niyetini korumak zorunluluğunu duymuştur. Belirtilen ilke MK.nun 931. maddesinde aynen "tapu sicilindeki kayda hüsnüniyetle istinat ederek mülkiyet veya diğer bir ayni hakkı iktisap eden kişinin bu iktisabı muteber olur" şeklinde yer almış aynı ilke tamamlayıcı madde niteliğinde bulunan 932. maddede başka bir ifade ile tekrarlanmıştır. Söz konusu maddeye göre tapu sicilinde ismi geçen kişinin gerçek hak sahibi olduğuna inanan veya kendinden beklenen tüm özeni göstermesine rağmen gerçek malik olmadığını, tapu sicilinde yolsuzluk bulunduğunu bilmesi imkansız olan kişinin iktisabı geçerlidir.

Ne varki; tapulu taşınmazların intikallerinde, huzur ve güveni koruma, toplum düzenini sağlama uğruna, tapu kaydında ismi geçmeyen ama asıl malik olanın hakkı feda edildiğinden iktisapta bulunan kişinin, iyi niyetli olup olmadığının tam olarak tespiti büyük önem taşımaktadır. Gerçekten bir yanda tapu sicilinin doğruluğuna inanarak iktisapta bulunduğunu, ileri süren kimse diğer yanda ise kendisi için maddi, hatta bazı hallerde manevi büyük değer taşıyan aynı hakkını yitirme tehlikesi ile karşı karşıya kalan önceki malik bulunmaktadır. Bu nedenle yüzeysel ve şekilci bir araştırma ve yaklaşımın büyük mağduriyetlere yol açacağı, kişilerin Devlete ve adalete olan güven ve saygısını sarsacağı ve yasa koyucunun amacının ilk bakışta, şeklen iyi niyetli gözükeni değil, gerçekten iyiniyetli olan kişiyi korumak olduğu hususlarının daima gözönünde tutulması, bu yönde tüm delillerin toplanıp derinliğine irdelenmesi ve değerlendirilmesi gerekmektedir. Nitekim bu görüşten hareketle "kötü niyet iddiasının defi değil itiraz olduğu, iddia ve müdafaanın genişletilmesi yasağına tabii olmaksızın her zaman ileri sürülebileceği ve mahkemece kendiliğinden (resen) nazara alınacağı ilkeleri 8.11.1991 tarih 1990/4 esas 1991/3 sayılı inançları Birleştirme kararında kabul edilmiş bilimsel görüşlerde aynı doğrultuda gelişmiştir.

Somut olayda ise; Davacının aynı zamanda yüklenici bulunan Cengiz Ertürk isimli kişiye 29.3.1994 tarih ve 18058 yevmiye numaralı vekaletname verdiği, aynı kişinin vekaletname üzerinde değişiklik yapıp aynı zamanda tevkil yetkisini eklediği, tevkil yetkisine dayanarak dava dışı Hayrettin Öztürk'ü vekil tayin ettiği, bu şahsın davacıya ait 10 (on) adet bağımsız bölümden ikisini (13 ve 14 bağımsız bölümleri) Kemal Durmuş'a, sekizini ise kendisini vekil tayin eden Cengiz Ertürk'e tapu ile satıp devrettiği; Cengiz Ertürk'ün kendisine devredilen bağımsız bölümlerden birini 10.4.1995 tarihinde 40 milyon liraya Şükrü Erdoğan'a, diğer bağımsız bölümü 12.4.1995 tarihinde 40 milyon liraya Suat Akkoç'a satış yolu ile intikal ettirdiği, Kemal Durmuş'un ise kendisine aktarılan iki daireden birini 40 milyon liraya 7.6.1995 tarihinde İsmail Cem'e devrettiği, ara malik olan bu kişilerin biraraya gelerek aynı akille ve aynı fiyatla 25.7.1995 tarihinde her üç çekişmeli bağımsız bölümleri davalıya temlik ettikleri sabittir.

Öte yandan, yine davacıya ait diğer bağımsız bölümlerinin de bir kısım ara malikleri kullanılmak suretiyle davalı ile aynı soyadı taşıyan kişilere intikal ettirildiği ve bu taşınmazlarla ilgili davalarında derdest bulunduğu Ankara 26. Asliye Hukuk Hakimliğinin 1995/918 Esas, Ankara 18. Asliye Hukuk Hakimliğinin 1996/799 Esas, Ankara 20. Asliye Hukuk Hakimliğinin 1995/938 Esas sayıl; dosyalan ile sabittir. Ayrıca Cengiz Ertürk'ün sahtecilik yaptığı da tartışmasızdır.

Yukarıda açıklanan olayın cereyan tarzı, birbirine çok yakın tarihli devirler, her üç ara malikin biraraya gelip aynı bedelle, aynı tarihte aynı akille davalıya temlik yapmaları, davacının öteki taşınmazlarının da benzer intikallerle davalı ile aynı soyadı taşıyan kişilere temlik etmeleri gibi olgular ve toplanan deliller birarada değerlendirildiğinde; davalının ara malikler ve sahtecilik yapan Cengiz Ertürk ile birlikte hareket ettiği, en azından iyiniyetli olmadığını göstermektedir.

Hal böyle olunca; davanın kabulü gerekirken, delillerin ve belirlenen olguların yanlış değerlendirilmesi ve davacının bu olgular karşısında başka bir delilinin bulunmadığına dair beyanına yanlış anlam verilerek reddi doğru değildir....) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

TEMYİZ EDEN : Davacı vekili

HUKUK GENEL KURULU KARARI

Hukuk Genel Kurulu'nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve direnme kararının verildiği tarih itibariyle HUMK.nun 2494 sayılı Yasa ile değişik 438/11. fıkrası hükmü gereğince duruşma isteğinin reddine karar verilip dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

Tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dosyadaki tutanak ve kanıtlara, bozma kararında açıklanan gerektirici nedenlere göre, Hukuk Genel Kurulu'nca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.

SONUÇ: Davacı vekilinin temyiz kirazlarının kabulü ile, direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı HUMK.nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, işlek halinde temyiz peşin harcının geri yerilmesine 8.3.2000 gününde, oyçokluğu ile karar verildi.