Mesajı Okuyun
Old 18-01-2007, 18:12   #2
Hekimbaşı

 
Varsayılan

Sn.İlkgenç,

Toplum Sağlığı hizmetlerini ABD örneğini izleyerek böyle bölük pörçük hale getirirsek, sonunun bu olacağı belliydi.

Ne yazık ki tartışmaya çalıştığınız konunun ülkemizde oturtulabileceği sağlıklı bir taban yoktur. Nedenini elimden geldiğince açıklamaya çalışacağım.

Sosyal devlet anlayışının birkaç temel unsuru vardır: eğitim, sağlık, iş güvencesi, yaşlılık sigortası ve bunları destekleyen açılımlar. Bunlar birbirinden ayrılamaz ve devlet tarafından bir 'görev' ya da 'yükümlülük' olarak algılanmalıdır. Benden iyi biliyor olduğunuzu tahmin ettiğim üzere, bu anayasada yer almaktadır.

Bulaşıcı hastalıkların önlenmesi için alınacak önlemler 'Toplum Sağlığı' başlığı altında bir ders olarak ele alınır ve eğitim, aşılama, tarama ve tedavi sonrası izleme gibi unsurlardan oluşur. Bunlar şu anda bakanlık hizmetleri içerisinde mütalaa edilmekle birlikte, elle tutulur hiçbirşey yapıldığı söylenemez, çünkü 'Sağlık Hizmetlerinin Sosyalizasyonu' adlı yasa göz göre göre dumura uğratılmıştır. Yani devlet görevinden istifa etmiştir.

Sağlık, iş güvencesi ve yaşlılık sigortaları ülkemizde kökten sakat bir temele oturtulmuş, başta milletin vekilleri olmak üzere herkesin yağmasına açık hale getirilmiştir. Bunun nedeni açıktır: Sigorta keseneği ile işsizlik sigortası ödenekleri, emeklilikte ödenecek ücretler ve sağlık sigortasına dahil olan bireylerin koşulları arasında gerçek mali ilişki kurulmamış, devletin açığı finanse etmesi temelinde bir takım yaklaşımlar tercih edilmiştir. Bunun sonucu olarak bütün sandıklar (SSK, Em.San, Bağ.Kur) batmıştır.

Örneğin, sadece bir yıl milletvekilliği yapan kişi, ömür boyu en yüksek devlet memuru emekli maaşı tutarında (en yüksek maaşlı devlet memurunun emekli maaşının 2 katından fazladır, yanlış anlaşılmasın, çünkü işin içinde makam tazminatı filan gibi alakasız şeyler de girmektedir) emekli maaşı almaya hak kazanmaktadır ve bunu ödemekle emekli sandığı yükümlüdür.

İkincisi, sözü geçen makam tazminatı gibi çalışılan sürede çalışana ödenen, ancak üzerinden sigorta kesintisi yapılmayan birsürü gelirin emekli ücretlerine yansıtılması yoluna gidilerek 'imtiyazlı emekliler' yaratılmıştır. Bunlar arasında valiler, generaller, kaymakamlar, KİT genel müdür ve yardımcıları, albaylar, hakimler ve savcıları sayabiliriz. Dünyanın neresinde olursa olsun içinden kesinti alınmaksızın emekliliğe yansıtılan bir gelirden söz ederseniz, sigortacılar size güleceklerdir; çünkü bu yoktan para var etmek anlamına gelmektedir. Böyle birşey olamayacağına göre, para nereden gelecektir? Devlet bütçesinden.

Buna çok benzer biçimde, 'süper emeklilik' gibi mucizevi icatlarla SSK nın yükünü de arttırmayı başarmışlardır. Bir başka yöntem de ev kadınlarının SSK dan emekli edilmeleri ve tarımda çalışanlar vb lerinin isteğe bağlı sigortalılıklarıdır.

Bütün bunların sadece yaşlılık sigortasıyla ilgili olmadığını, aynı zamanda sağlık sigortasını da belirlediğini düşünürseniz, kayıpların ne kadar büyük olduğu ortadadır. Şimdi de zaten uc uca getirilemeyen bu tabloya bir de işsizlik sigortası eklenmiştir; ve utanmadan suç IMF nin üzerine atılmaktadır. Bu tamamen kandırmacadır. Yapılması gereken yerine uydurma çözümlere gidilerek herkes kandırılmış ve kandırılmaktadır. Söylediklerim sadece şu anki seçilmiş veya atanmış yöneticilerle ilgili olmayıp, son 40 yıldakilerin tümüyle ilgilidir.

Dünyanın her yerinde sağlık sigortaları birey temelinde kesintilerle ayakta tutulur. Yani, bir çalışan için sonsuz sayıda bireyin sağlık giderleri karşılanmaz. Kişinin 3 çocuğu varsa, yaşlarına göre kesenekler ilave olur. Eşi çalışmıyorsa, o da keseneği arttırır; hem de yaşına göre. Çocuklarınki ise ister paylaşılır, ister tek ebeveyne yüklenir. Anne ve babalar ise asla kapsamda yer almamalıdır; fakat isteğe bağlı, ayrı ve özel koşullarla katılmaları sağlanabilir. Herkesin hangi yaş ve cinsiyette ne kadar keseneğe tabi olacağı toplumsal istatistiklerle desteklenen bilimsel komisyonlar yoluyla belirlenir ve insanlar bunları öderler. Sadece TC nde sabit bir kesenekle ana, baba, çocuklar ve eşin sağlık hizmetlerinden yararlanması söz konusudur. Böyle bir rezalet olmaz.

Öte yandan, toplumun düşük gelirli, genellikle de cahil kesimini kandırmak için bir de 'yeşil kart' ucubesi yaratılmıştır. Her vatandaşa sağlık hizmeti götürmekle yükümlü hissediliyorsa, böyle bir şeye ne gerek vardır? Bu kartlara karşılık yapılan harcamaların karşılığını sağlık kurumları nereden alacaktır? Yeşil kartlar kimlere verilecektir? Ben size söyleyeyim: yandaşlarla olası oy depolarına. Zaten bunun örneklerini hep beraber gördük.

Tamam, fakir ülkeyiz, ama bu işleri yapmak siyasi olarak ille de gerekliyse, ayrı bütçe kaleminden yaparsınız, olur biter. Başta Em.San. veya SSK, sonra da hastaneler ve üniversitelerin sırtında kambur oluşturup herkesi rezil etmenin ve o kurumları işlemez hale getirmenin hiçbir anlamı yoktur.

İşte yöneticilerimizin bu 'dahiyane' buluşları sayesinde, sadece koruyucu / önleyici sağlık hizmetleri değil, artık tanı ve tedavi hizmetleri de rezil olmuştur.

Tedaviden kaçan vatandaş haklıdır. İsterseniz bedava tedavi edin; adam neden tedaviye devam etsin ki? İşinden kalacak veya atılacak; para kazanamayacak, sefil olacak. Bu durumu hapis cezası keserek çözmek ne derece vicdani, ne derece haklı olur? Eğer ille de bir ceza kesilecekse, işleri bu duruma getiren yöneticilerle, seslerini çıkartmayan üniversite hocalarına kesmek gerekir.

Kaldı ki, eğer tıbbi olarak dikkatle yakından bakarsanız, 'bedava tedavi ediyoruz' diyenlerin kullandıkları ilaç ve yöntemlerin insan vücuduna verdikleri zararlar, parası olanların alabilecekleri tedaviye oranla çok daha fazladır. Bunu söylemek korkunç, fakat gerçek. Veremin tanesi 100 YKr olan, üstelik yerli üretim bir aşının iki kez uygulanmasıyla önlenmesi mümkünken, devlet düzeneği bunu sağlamakla yükümlü, ama görevini yerine getirmemiş iken, adamı hapse atmak ne oluyor?

Görünen köy kılavuz istemez. Ben ve benim gibi düşünen sağlık eğitimi almış kişilerin görüşleri, çözüm önerileri dinlense, bu durumlara düşmezdik. Maalesef üniversitelerdeki hocalarımız bu konularda suskun kalmak ve ünvanlarını kullanma yoluyla ayrıcalıklı yer edinmek yolunu yeğliyorlar. Sermaye de memnun, onlar da artık doktorların işvereni olmayı öğrendiler. Cebinde belli miktar para bulan her sonradan görmenin, toprak ağasının, aşiret reisinin bir hastanesi var artık. Hayırlı olsun.

İsterseniz adamı hapsedin. Acaba bu yolla işi çözebilecek misiniz? Ya da, daha hoşunuza gidecekse, il sağlık müdürü veya sağlık ocağı hekimini hapsedin. Eğer bu yaklaşımlarla daha sağlıklı, daha güvenli bir toplumda yaşama olanağı elde edeceğinizi sanıyorsanız, aldanıyorsunuz derim.

Kolay gelsin.

Not: Bu gönderi kesinlikle politik (siyasi) değil, mesleki (tıbbi) içeriklidir. Sözü geçen her olumsuzluk için kanıtlarım olduğu gibi, bu konulara dünya üzerinde getirilmiş çözümlere ilişkin örneklerim de vardır. Ancak ve ancak anayasamızda yer alan 'sosyal devlet', 'bireyin hakları' ve 'devlet karşısında eşitlik' kavramlarını kaldırdığınız taktirde politik sayılabilir. Şu anda öyle bir durum olmadığına göre, anayasa hukuku çerçevesinde de teknik içerikli sayılır (umarım).