Mesajı Okuyun
Old 30-01-2009, 16:16   #3
alp213128

 
Varsayılan

T.C.
YARGITAY
HUKUK GENEL KURULU
E. 1997/8-685
K. 1997/900
T. 11.5.1997

YARGITAY HUKUK GENEL KURULU KARARI:

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

Yerel mahkeme, davanın kadastrodan önceki nedenlere dayandığını ve tutanağın kesinleşmesi tarihinden itibaren on yıl geçtiğini belirterek, hak düşürücü süre yönünden davanın reddine karar vermiş, özel daire Medeni Kanun’un 639/2. maddesinden kaynaklanan tapu iptal ve tescil davalarının süreye tabi olmadığını belirterek kararı bozmuştur. Yerel mahkeme ile özel daire arasındaki uyuşmazlık, zilyetlik nedeniyle açılan tapu iptal ve tescil davalarında hak düşürücü süreye ilişkin kuralın uygulanıp uygulanmayacağı noktasında toplanmaktadır.

3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 12/3. maddesinde "Bu tutanaklarda belirtilen haklara, sınırlandırma ve tespitlere ait tutanakların kesinleştiği tarihten itibaren on yıl geçtikten sonra, kadastrodan önceki hukuki sebeplere dayanarak itiraz olunamaz ve dava açılamaz" hükmüne yer verilmiştir. Maddenin gerekçesi ise ( ...büyük emek ve masrafla meydana getirilen düzenli kütük ve kadastro işlemlerinin korunmasını sağlamak için, kamu ve özel mal ayrımı yapılmadan kadastro tutanaklarının kesinleştiği tarihten itibaren on yıl geç-tikten sonra kadastrodan önceki hukuki sebeplere dayanılarak dava açılamayacağı esası getirilmiştir. Burada kadastro işlemlerinin eski olaylara dayanılarak, süresiz olarak askıda bırakılmasının kamu düzenini ters yönde etkileyeceği ve kamu zararı doğuracağı gerçeğinden hareketle mülkiyet hakkı değil sadece hak arama hürriyeti kısıtlanmıştır... ) şeklindedir. Görüldüğü üzere madde hükmü gerekçesi ile uyumlu olup, kanun koyucunun amacını açıkça ortaya koymaktadır.

Kadastro Kanunu’nun 12/3. maddesinde öngörülen on yıllık sürenin hak düşürücü süre olduğu tartışmasızdır. Hak düşürücü süreler kamu düzenine ilişkin olup, hâkimin bu süreyi kendiliğinden dikkate alması zorunludur. Hak düşürücü süre içinde kullanılmayan hakkın kendisi ortadan kalkar. Bu nedenle hak düşürücü sürelerin zamanaşımında olduğu gibi durması veya kesilmesi de söz konusu değildir. Burada kanun koyucu büyük emek ve masraf sonucu kadastro ile oluşan sicillerin sürekli olarak tartışılmasını istememiş, bu sicillerin korunmasını amaçlayarak hak arama hürriyetini sınırlandırmıştır. O nedenle tescile tabi olan tüm taşınmazlar yönünden bu kuralın uygulanması zorunludur. Maddede hiçbir istisna hükmüne yer verilmemiştir. Bu nedenle tutanakların kesinleşmesinden on yıl geçtikten sonra kadastrodan önceki hukuki sebeplere dayanılarak açılan zilyetliğe dayalı tapu iptal ve tescil davalarının da dinlenmesi mümkün değildir.

Az yukarıda açıklanan hukuki kabulün ışığında somut olaya bakıldığında çekişmeli parselin tutanağının 26.11.1979 tarihinde kesinleştiği, tapu iptal ve tescil davasının on yıllık hak düşürücü süre geçtikten sonra 3.7.1995 tarihinde açıldığı belirlenmiştir. Kadastrodan önceki zilyetlik yönünden davanın hak düşürücü süre bakımından, kadastrodan sonraki zilyetlik yönünden ise tutanağın kesinleştiği tarihten dava tarihine kadar 20 yıllık süre geçmediği çok açıktır. Hal böyle olunca, yerel mahkemenin davayı reddetmesi doğrudur, Usul ve Yasa’ya uygun direnme kararı onanmalıdır.

SONUÇ : Davacılar vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile, direnme kararının yukarıda açıklanan nedenlerle ( ONANMASINA )