Mesajı Okuyun
Old 15-03-2015, 16:53   #5
Av. Erdem Akçay

 
Varsayılan

Beyin, doğa ile sınırlı çünkü doğanın bir parçası. İnsan doğayı keşfettikçe, bunu diğer insanlara anlatabilmek için yeni sözcüklere ihtiyaç duyuyor ve sözcük üretiyor. Yani önce keşif, sonra sözcük. Füzyon, füzyon sözcüğü ortaya çıkmadan önce düşünüldü. Füzyon ise, insan onu düşünmeden önce de vardı.

Duygular ise duygu skalasındaki noktalar. Yine doğayla sınırlı. Tanımlarını yapmak için yine sözcük üretmeye ihtiyaç var. Önce duygu hissediliyor, sonra anlatabilmek için sözcük üretiliyor. Fransızca en gelişmiş edebiyat dili kabul ediliyor. Bu demek değil ki Japonlar, Fransızlardan daha az duygu yaşıyorlar. Diller arasındaki fark, anlatıma önem vermek nedeniyle duyguyu daha iyi tanımlayan sözcüklere ulaşmış olmaktan kaynaklı.

"Nasıl anlatsam?", diyen kişi, anlatmak istediğini düşünüyor ama sözcükleri bulamıyordur. Mesela Orhan Veli:

"
Bilmem ki nasıl anlatsam;
Nasıl, nasıl, size derdimi!
...
"

Kısmi olarak katılmakla birlikte, doğa ve insan ilişkisi ile ilgili olarak True Detective'deki replik de ilgi çekici:
"Bence insan bilinci evrimde trajik bir şekilde ilerledi. Çok fazla bilinçlendik. Doğa kendinden bağımsız bir bakış açısı yarattı. Bizler doğa kanunlarına göre var olmaması gereken yaratıklarız. Hepimiz bir yanılsama içindeyken, duyusal deneyimler ve hislerin gelişimi sayesinde birey olduğumuzu sanan fakat, aslında bir hiç olan bireyleriz."