Mesajı Okuyun
Old 20-01-2007, 14:27   #6
Yücel Kocabaş

 
Varsayılan

Sorudaki tanımlardan gidilerek ; iddianın "mutlak muvazaa" hükümlerine uyduğunu söyleyebiliriz. Mutlak (yalın veya adi) muvazaa " tarafların bir sözleşme yapmak istemedikleri halde , üçüncü kişileri (somut olayda Alman bayanı ) aldatmak maksadıyla aralarında hüküm ve sonuç doğurmayan görünüşte bir sözleşme yapmaları " halidir.

(Av. Eylül)’ün tanımına yer verdiği muvazaa BK.nun 18.madddesinde öngörülen "nisbi (vasıflı) muvazadır" "Nisbi muvazaa tarafların gerçek iradelerine uygun olarak yaptıkları bir sözleşmeyi örneğin bağış sözleşmesini , iradelerine uygun olmayan görünüşteki bir sözleşme örneğin satış ile gizlemeleri "şeklinde tanımlanabilir ki; somut olay bu tanımlamaya girmemektedir.

Ayrıca ilişki " inanç sözleşmesi " olarak adlandırılabilir. İnançlı işlemler ; "inananın bir hakkını belirli bir süre veya amaçla inanılana geçirmeyi , inanılanın da , inananın emir ve talimatlarına göre kullanıp amaç gerçekleşince veya süre dolunca hakkı tekrar inanana devretmeyi öngören sözleşmelerdir."

Mutlak muvazaa veya inançlı işlem hükümlerine göre iptal davası açılabilir. Ancak bu durumda ispat şekli ortaya çıkar . 05.02.1947 tarih 20/6 sayılı İçtihatı Birleştirme kararına göre; gerek taraf muvazaası ve gerekse inanç sözleşmelerinden doğan davalarda iddia yazılı delille ispat edilebilir. Delil başlangıcı varsa tanık dinlenebilir. İkrar ve kabul beyanı karşı tarafı bağlar. Yemin deliline başvurulabilir. ( muvazaa vekil ile bayan arasında davacının bilgisi dışında gerçekleşseydi , davacı 3.kişi konumunda olacağından iddiasını her türlü delille ispatlayabilecekti. )

Vekil vekalet görevini kötüye kullanmış, davacının talimatına aykırı ve onun zararına hareket etmiş ve bağışlanan bayanla işbirliği içine girmiş veya muvazaalı işlem yapmışsa ise vekalet akdinin kötüye kullanılması nedeniyle iptal davası açılabilir. Her türlü delille ispatlanabilir.

Aile konutu sorunu; bu sorun yapılan ikinci evlilikle ilgilidir. Eğer bu ev ailenin birlikte sürekli olarak yaşadığı ortak konut iseaile konutu hükümlerine tabidir. Anlatıma göre ev Türkiye’dedir. Taraflar ise yaşamlarını Almanya’da sürdürmüşlerdir. Dava konusu edilecek ev pek aile konutu tanımına uymamaktadır. Kaldı ki; aile konutu olsa dahi, bu ev bağış nedeni ile davalının kişisel malı sayılır. Edinilmiş mal hükmünde olmadığından soru sahibinin ifade ettiği şekilde bu konutun yarı pay halinde paylaşılması diye bir kural mevcut değildir. Aile konutu ile ilgili haklar , konutun tapuya şerhi, rıza olmadıkca başkasına devir edilememesi, hakların sınırlandırılamaması (TMK 194) ve ölüm halinde sağ kalan eşe intifa, oturma veya mülkiyet hakkı tanınması şeklindedir.

Bağıştan dönme ; olayda en fazla bu durum olumlu olarak gözükmektedir. Tekrar evlenme halinde bağışın kalkacağı yönünde bir şart kararlaştırılmışsa ve bu şartın varlığı ispat edilirse bu durum BK.nun 244/3 maddesi uyarınca bağıştan dönme (rücu) nedeni olur. En önemlisi bağış şartsız yapılsa dahi. davalının evlilik birliği içindeki görevlerini önemli derecede yerine getirmemesi , evi haksız olarak terk etmesi de 244/ 2 maddeye göre bağıştan dönme nedeni sayılmaktadır.(aşağıdaki içtihat)
Saygılarımla.


T.C.

YARGITAY

2. HUKUK DAİRESİ

E. 1977/2437

K. 1977/3877



DAVA : (....) ile (....) arasındaki alacak davasının yapılan muhakemesi sonunda, verilen hükmün temyizen mürafaa icrası suretiyle tetkiki davalı tarafından istenilmekle, duruşma için tayin olunan günde tebligata rağmen temyiz eden gelmedi. Aleyhine temyiz olunan adına vekili Av. (....) geldi. Gelenin konuşması dinlendikten sonra işin incelenerek karara bağlanması için başka güne bırakılması uygun görüldü. Bugün dosyadaki bütün kağıtlar okunup gereği düşünüldü:
KARAR : Bağışlamadan yararlanan kişi, bağışlayana veya ailesine karşı kanunen yükümlü olduğu görevleri önemli derecede ihlal eder ise, bağışlayan bağıştan dönebilir (BK. 244/2).
Kanun koyucu, aile görevlerine "önemli derecede" uyulmaması halini bağıştan dönme sebebi saymış, böylece mirastan iskat sebeplerini burada da tekrarlamıştır. (MK. m. 457/2). O halde BK.nun 244. maddesinin 2. bendi, MK.nun 547. maddesinin 2. bendinin özü ve kapsamı itibariyle bir tekrarından ibarettir. Bu görüş ilmi içtihatlarda da belirtilmiştir (Alfred Marten, Borçlar Kanunu Şerhi, 319, Prof. N. Feyzioğlu, 1962 Borçlar Hukuku Sh. 173). O halde bağıştan dönme sebebiyle mirastan iskat sebeplerinin bir arada incelenmesi zorunluluğu vardır.
Gerçekten basit olayları bağıştan dönme (rücu) sebebi kabul etmek, bağıştan yararlanan kişiyi, bağışlayanın baskısı altında tutmak sonucunu doğurur. Aksini düşünmek, kanun koyucunun BK.nun 244. ve MK.nun 457. maddeleri ile izlediği amaca aykırı düşer; bununla da kalmaz hak duygularını zedeler, irade serbestisinin büyük ölçüde kısıtlanmasına yol açar. Onun için olayların nitelikleri, kapsamı ve özellikle vehamet dereceleri gözetilerek delillerin değerlendirilmesi gerekir. Bu ölçülere göre olayda, tam anlamı ile rücu şartları gerçekleşmiştir. Şöyle ki: Davalı kadın, MK.nun 132. maddesi gereğince yapılan ihtara rağmen haklı bir sebep olmadan birliğe dönmemiş, mahkemece boşanmalarına karar verilmiş ve hüküm kesinleşmiştir.
Eşler birbirine yardım etmekle ve özellikle kadın, eşine ve çocuklarına bakmakla yükümlüdür (MK. m. 151, 152). Olayda davalı kadın birliği terketmiş, ihtara rağmen dönmemiş, böylece kadın bağışlayana karşı kanunen yükümlü olduğu görevleri yerine getirmekte önemli derecede kusurlu davranmış, öyle ki bu tutumu yüzünden boşanma kararı verilmiştir. O halde davacı koca için bağışlamadan dönme hakkı doğmuştur. Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun görüşü de bu doğrultudadır (YHGK.nun 10/10/19662 günlü 2/103-67 sayılı kararı, Senai Olgaç, İçtihatlı Borçlar Kanunu, 1976, Cilt III, Sh. 457-458). Bu bakımdan temyiz itirazlarının reddiyle usul ve kanuna uygun olan hükmün ONANMASINA onama harcının temyiz edene yükletilmesine ve duruşma için takdir olunan bindörtyüz lira vekalet ücretinin davalıdan alınıp davacıya verilmesine 09/05/1977 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.