Mesajı Okuyun
Old 03-11-2003, 20:10   #19
Av.Habibe YILMAZ KAYAR

 
Varsayılan Av. Şenal Sarıhan Ve TCK

KADININ İNSAN HAKLARI – YENİ ÇÖZÜMLER VAKFI

tarafından düzenlenen

TÜRK CEZA KANUNU’NDA KADININ İNSAN HAKLARI İHLALLERİ TOPLANTISI’NDA


T.C. BAŞBAKANLIK İNSAN HAKLARI DANIŞMA KURULU BAŞKAN YARDIMCISI/ TCK KADIN PLATFORMU KURUCU ÜYESİ AV. ŞENAL SARIHAN’IN KONUŞMASI


İçinde bulunduğumuz bu günlerde TCY Tasarısı TBMM Adalet Komisyonunca oluşturulmuş bulunan TCK Tasarısı alt komisyonunda görüşülmeye başlanmış bulunuyor. Bu durumun, bizim için en önemli yanı, üzerinde tartışabileceğimiz son tasarının ortaya çıkmış bulunmasıdır. 2002 yılı başından beri, iki yıldır, “TCK Kadın Çalışma Grubu” olarak, yenilenen iktidar ve hükümetlere göre değişime uğrayan birden çok tasarı üzerinde çalışmak zorunda kaldık. Bu yoğun çalışmaya rağmen, seçim döneminin geçici Adalet Bakanı olan Sayın Çelikel dönemi dışında, istemlerimizin kısmi bir kabulle de olsa tasarıya yansıması mümkün olmadı.


Bugün ulaştığımız noktada, yazılı metinler haline getirdiğimiz istemlerimiz, TBMM Adalet Komisyonu Üyeleri, ilgili milletvekilleri ve tüm basına ulaşmış bulunuyor. Önerilerimize ilişkin olarak, yine basına yansıyan düşüncelerden anlayabildiğimiz kadarıyla, önümüzde çetin bir süreç, bizi beklemektedir. Ancak, bu mücadelede önemli destekleri de kazandığımızı söylemeliyim. Örneğin, başkan yardımcısı bulunduğum ve Türkiye’de şu anda insan hakları konusunda en üst düzeyde ve en yaygın yapılanma niteliği taşıyan, içinde kamusal ve sivil alandan üyeler barındıran, T.C. Başbakanlık İnsan Hakları Danışma Kurulu Genel Kurul’una bu öneriler sunulmuş ve onay almıştır.


Önerilerimizi yazılı ve somut olarak size iletmiş bulunduğumuzdan, bugün burada yalnızca yürürlükteki yasamız ve tasarıya hakim olan bakış açısını özetle sunacağım:


1) Yürürlükteki yasamız ve tasarı, insan haklarının korunmasını merkez alan ve esas olarak bireyi koruyan bir kavrayışı yansıtmaktan uzaktır.


2) TCY ve Tasarı koruduğu değerler sıralamasında önceliği bireye değil, erkeğe ve mülkiyete vermektedir.


3) Yasada ve Tasarıda evrensel, devredilmez ve bölünmez olarak nitelenen insan hakları toplumun gelenek ve göreneklerine dayalı genel değer yargılarına feda edilmiştir.


4) Yasa ve Tasarıya erkek egemen bakış açısı hakimdir. Bu bakışla kadın, mülkiyetin sıradan bir parçasıdır ve erkek mülkünü korur gibi kadını korumalıdır. Bu nedenle kadının beden bütünlüğüne ilişkin hakların korunması, hukuk sistemine değil, eş, baba, erkek kardeş gibi “erkek”lere terkedilmiştir.


5) Yasa ve Tasarı, genel ahlak ve adab gibi tanımı belirsiz ve değişken değerleri koruma adına, kadının yaşama hakkı, vücut bütünlüğünü koruma ve geliştirme hakkı gibi temel insan haklarını ihlal etmektedir.


6) Bu nedenledir ki, kadının temel haklarına saldırı, yaşı ve medeni haliyle sınırlı bir korumanın konusu yapılmış, erkek kadına uyguladığı cinsel şiddeti, onunla evlenerek telafi eden “bağışlayıcı ve onur kurtarıcısı” olarak nitelendirilmiştir.


7) Yasa ve Tasarı, kadını cinsel şiddetin mağduru değil, adeta eylemcisi gibi görmekte ve saldırganı korumaktadır.


Yukarıda sıraladığımız saptamalar, içinde bulunduğumuz çağ ve gelişkinlik düzeyi ile örtüşmesi mümkün olmayan olgulardır. Yasalarımızda, bu bakış açısını sürdüren maddelerin varlığı, öncelikle insanlık onurumuzu zedeleyen, bizi birey ve toplum olarak aşağılayan bir sonuç yaratmaktadır. Bu sorunu çözmek, yalnızca kadınları, yasa yoluyla mahkum edildikleri ateş çemberinden kurtarmak olmayacaktır. Bu çember, kadın ve erkek tüm yurttaşları kendi ateşi içine almakta ve hepimize ortak acı vermektedir. Küçük birkaç örnekle bu durumu açıklmak istiyorum:

Şemse Kaynak, 15 Şubat 1998’de Bakışlar Köyünde evlenmeden önce hamile kaldığı için traktörün altına atılarak öldürüldü.

Rabia Oğuz, benzer nedenlerle, Kısas Köyü meydanında canlı canlı traktörün altında ezildi.

Özlem, Umut, Safiye benzer nedenlerle , Almanya’da, Hollanda’da, Avusturya’da öldürüldüler. Pek çok genç kız ya da kadın, aynı gerekçelerle intihara zorlandılar. Evlilik öncesi ya da evlilik dışı doğan çocuklar, şerefleri için anneleri ya da akrabaları tarafından öldürüldüler. Kimileri, şerefleri için namuslarını bozan erkeği öldürdüler. Kimileri, sadece masum bir duygusal ilişkinin ya da sevdikleri için radyodan şarkı istemenin kurbanı oldular. Yasa, tümü için koruyucu gibi davrandı. Adeta bu öldürümleri teşvik etti.

Cinsel saldırıya maruz kalan kızlar, kendilerine tecavüz edenle evlenerek, şiddetin mağduru olmaya devam ettiler.


Küçücük kız çocukları, daha bedenlerini tanıyamadan cinsel şiddetin kurbanı oldular. Çoğu için “rızaları var” denildi. Eylemciler, ya evlenerek kurtuldular, ya da az ceza aldılar.

Şiddet mağdurları, medeni hallerine göre ayrı ayrı korundular. Kız ya da kadının birey olarak hakkı gözardı edildi.

Adli Tıp Kurumu’nca yapılan araştırmalara göre, şiddet mağdurlarının % 40’ını kadınlar, % 50’ sini çocuklar, % 5’ini erişkin erkekler oluşturuyor. Kadınlara yönelik saldırıların % 75’i, çocuklara yönelik saldırıların ise % 90’ı tanıdıklar tarafından gerçekleştiriliyor. Saldırıların % 60’ı mağdurun evinde, % 20’si bir başka evde gerçekleşiyor. Görüldüğü gibi şiddet evimizin içindedir.

Şimdi dönüp soralım. Hakları ihlal edilenler, yalnızca kadınlar mıdır? Onlar, şiddetle karşılaştıklarında, toplum içinde yapayalnız mıdırlar? Onların anneleri, babaları, kız ve erkek çocukları, komşuları, dostları yok mudur? Acı, sadece vurduğu yeri mi kavurmaktadır? Sizi yanınızda düşen birey olarak sizi hiç mi ilgilendirmemektedir?

Unutulmamalıdır ki, sorun hepimizin sorunudur. Bu sorunu çözmek, sorunu yaratan gerici gelenek ve görenekleri savunarak mümkün olamaz. En geri olana, en ileri olan tutumumuzla örnek olmalıyız.

Bugün Çalışma Grubumuzun önerileri karşısında “ayakları yere bassın” diyenlerin, kendi ayaklarının yere basması gerekmektedir. Bugün hem Türkiye Cumhuriyet yurttaşları, hem de bütün dünya kadının insan hakları sorununun bir insan hakkı sorunu olduğu bilinciyle hareket etmektedirler. Bu konuda bağıtlanmış çok sayıda sözleşme bulunmaktadır. Bu sözleşmelerden biri olan Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi’nin 3. Maddesinde şu hüküm yer almaktadır:



“Taraf devletler, özellikle politik, sosyal, ekonomik ve kültürel sahalarda olmak üzere bütün alanlarda, erkeklerle eşit olarak insan hakları ve temel özgürlüklerden yararlanmalarını ve bu hakları kullanmalarını garanti etmek amacıyla, kadının tam gelişmesini ve ilerlemesini sağlmak için yasal düzenleme dahil bütün uygun önlemleri alacaklardır.”

TBMM’nin de yapması gereken, insan haklarına dayalı hukukun inşası için, toplumsal cinsiyet bakış açısını, tüm politika alanlarına yerleştirmektir. Bugün tüm ulusal mekanizmalar, toplumsal cinsiyet eşitliğini amaçlayan politikalar üretmeli, bu politikaları uygulamalı ve savunmalıdır. Anılan politikaların en önemli ayağını da yasal reformlar oluşturmaktadır TCY Tasarısı, bu anlamda bir olanaktır. Bu amaçla, Ceza Yasamızdaki tüm ayrımcı düzenlemeler ayıklanmalı, yeni düzenlemeler de eşitlikçi bir bakış açısı ile yapılandırılmalıdır.


Çalışma Grubu olarak bugün, yalnız olmadığımızın ve arkamızda güçlü bir kadın mücadelesinin bulunduğunun bilincindeyiz. 1913 yılında yayımlanan “Kadınlar Dünyası” Dergisi’nde Mükerrem Belkıs’ın söylediği şu cümleyi unutmuyoruz:



“Hakkı ihsaniyelerinden vazgeçen ya da bir kısmı verilmiyor diye hepsini bırakanlar varmış. Ben ise vazife-i ihsaniyemi kemal-i ifa edeceğim. Hiç kimse istemesin, yalnız başıma ben isteyeceğim. Onu istememek, insanlığıma bence hiyanettir.”


Kadınlar ve yurttaşlar olarak görevimizi yapacağız. Ama bu görev kadın-erkek hepimizindir ve bir insan hakları görevidir.



Şenal Sarıhan