Mesajı Okuyun
Old 02-04-2021, 21:18   #9
mukadder

 
Varsayılan

YARGITAY BAŞKANLIĞI





15. Ceza Dairesi 2012/11223 E. , 2013/767 K.
MALA ZARAR VERME
KİŞİSEL HAKLARIN TAPUYA ŞERHİ
TÜRK MEDENİ KANUNU (TMK) (4721) Madde 2
TÜRK MEDENİ KANUNU (TMK) (4721) Madde 1009
BORÇLAR KANUNU(MÜLGA) (818) Madde 11
"İçtihat Metni"
Dosya incelenerek gereği düşünüldü;
Mala zarar verme suçu başkasının mülkiyetinde bulunan taşınır veya taşınmaz malın kısmen veya
tamamen yıkılması, tahrip edilmesi, yok edilmesi, bozulması kullanılamaz hâle getirilmesi veya
kirletilmesiyle oluşur. Bu bakımdan, söz konusu suç, seçimlik hareketli bir suçtur. Yıkma, yalnızca
taşınmazlar için söz konusudur. Taşınmazın önceki kullanış biçimine uygun olarak bir daha kullanılamaz
duruma getirilmesini ifade eder. Yok etme, suça konu şeyin maddî varlığını ortadan kaldırmaktır.
Bozma, suça konu şeyin, amacına uygun olarak kullanılması olanağını ortadan kaldırmaktır. Kirletme,
başkasının binasının duvarına yazı yazmak, resim yapmak, afiş ve ilân yapıştırmak şeklinde
gerçekleştirilmektedir.
Sanığın, Kınık yolu üzerindeki 115 ada 9 parselde kayıtlı taşınmazı satın aldığı, ancak daha önceki
sahibi olan H.. B..’in 2009 yılı sonlarına doğru bu araziyi aralarındaki sözlü akit gereğince katılanlara
kiraladığı, katılanların buna dayanarak araziye soğan, sarımsak, yulaf ve bakla ektikleri, taşınmazın
yeni maliki olan sanığın, ürünlerini kaldırması için katılanları uyarmasına rağmen kaldırmamaları
sebebiyle araziyi sürmek suretiyle bu ürünlere zarar verdiğinin iddia edildiği olayda; tüm dosya
kapsamından sanığın zarar verdiği ürünlerin, tanık H.. B..’den 25.01.2010 tarihinde satın aldığı ve
tapuya oğlu üzerinde kayıt ettirdiği taşınmazın üzerinde olduğu, ekili ürünün taşınmazdan ayrı bir
mülkiyetinin söz konusu olamayacağı, ayrıca kullandırma, yararlandırma istemi veren adi ve ürün kirası
gibi taşınmaz üzerinde doğan kişisel hakların tapuya şerh verilmediği sürece yalnızca sözleşmenin
tarafına karşı ileri sürülebileceği, taşınmazın 3. kişiye geçmesi halinde kişisel hakkın bu kişiye ileri
sürülemeyeceği gözetilerek, suçun yasal unsurlarının oluşmadığı gerekçesiyle sanık hakkında kurulan
beraat kararında bir isabetsizlik görülmemiştir.
Yapılan yargılamaya, toplanıp karar yerinde gösterilen delillere, mahkemenin kovuşturma sonuçlarına
uygun olarak oluşan kanaat ve takdirine, incelenen dosya kapsamına göre, O yer Cumhuriyet savcısının
temyiz itirazlarının reddiyle hükmün ONANMASINA, 21.01.2013 tarihinde oyçokluğuyla karar verildi.
Karşı Oy;
Yargılama konusu olay:
Sanık, katılan tarafından kiralanarak, üzerine soğan, sarımsak, bakla ve yulaf ekilen tarlayı önceki
sahibinden satın almıştır. Önceki malik, “tarlanın kiracılar tarafından ekildiğini ve onların ürünlerini
kaldırmasından sonra kullanmaya devam etmesi gerektiğini, sanığa alım satım sırasında hatırlatmıştır.
Buna rağmen sanık, tapuyu aldıktan sonra katılanların yanına gelip “tarlayı derhal boşaltmalarını”
istemiş, onlardan “ürünü hasat edince boşaltacakları” cevabını alınca da; “ben sizi çıkarmasını bilirim”
diyerek oradan ayrılıp, ertesi gün traktörle tarlayı sürerek ekili ürünleri imha etmiştir. Sanık hakkında
mala zarar verme suçundan dava açılmıştır.
29/03/2021 11:27 Yargıtay Bilgi İşlem Merkezi Müdürlüğü Tarafından Oluşturulmuştur. Sayfa 1YARGITAY BAŞKANLIĞI
Mahkeme kararı ve gerekçesi:
Yerel mahkeme tarafından “tarlanın satın almak suretiyle sanığın eline geçtiği, tarla üzerindeki ekili
ürünün de tarladan ayrı mülkiyetinin söz konusu olmadığından, malik olunan mala mal sahibinin zarar
vermesinin suç olarak nitelendirilemeyeceği” gerekçesiyle sanık hakkında beraat kararı verilmiş, bu
hüküm Cumhuriyet savcısı tarafından temyiz edilmiştir.
Daire kararı ve gerekçesi:
Ekili ürünlerin taşınmazdan ayrı bir mülkiyetinin söz konusu olamayacağı, ayrıca kullandırma,
yararlandırma istemi veren adi ve ürün kirası gibi taşınmaz üzerinde doğan kişisel hakların tapuya şerh
verilmediği sürece üçüncü kişilere karşı ileri sürülemeyeceği, yalnızca sözleşmenin tarafına karşı ileri
sürülebileceği, bu nedenle suçun yasal unsurlarının oluşmadığı” gerekçesiyle ve oy çokluğu ile beraat
kararının onanmasına karar verilmiştir.
Karşı oy gerekçelerimiz:
Çoğunluğun bu şekildeki görüşüne şu gerekçelerle iştirak etmemiz mümkün değildir:
1- Öncelikle, “ekili ürünün tarladan bağımsız olarak mülkiyet konusu olamayacağı” düşüncesi hukuki
temelden yoksundur. Karine olarak, tarla kimin ise üzerindekiler de onundur. Fakat bu düşünce mutlak
doğru olmayıp, sadece bir karinedir. Bunun istisnaları vardır ve aksi her zaman kanıtlanabilir. Nitekim
katılan, özel hukuk yasaları tarafından tanınan ve korunan bir kira sözleşmesine istinaden ekim yapmış
olduğundan, kendi ürettiği ürünün sahibi olması da gayet doğaldır. Aksi bir düşünce, özel hukuk
anlaşmalarının uygulanma imkânını ortadan kaldırır. Kiracı tarafından yetiştirilen sebzelerin
“taşınmazdan ayrı bir mülkiyet konusu olmayacağı” düşüncesinden yola çıkılıp, taşınmaz sahibine ürünü
imha etme hakkı verilmesinin doğal sonucu olarak, ona ürünlere el koyma hakkı da vermek gerekir ki,
böyle bir düşünce özel hukuku tümden yok saymak anlamına gelir. Bu anlayışın hukuk sistemine uygun
olduğunun kabul edilebilmesi için öncelikle, Türk Medeni Kanunu ve Borçlar Kanunu başta olmak üzere
tüm özel hukuk mevzuatının yok sayılması gerekmektedir.
2- Daire kararında yer verilen, “Kira sözleşmelerinde olduğu gibi, taşınmaz üzerindeki kişisel hakların
tapuya şerh verilmediği sürece sadece tarafları bağlayacağı, üçüncü kişilere karşı hak ileri
sürülemeyeceği” şeklindeki düşünce, Türk Medeni Kanunun 1009 maddesinde yer alan “Arsa payı
karşılığı inşaat, taşınmaz satış vaadi, kira, alım, önalım, gerialım sözleşmelerinden doğan haklar ile
şerhedilebileceği kanunlarda açıkça öngörülen diğer haklar tapu kütüğüne şerhedilebilir. Bunlar şerh
verilmekle o taşınmaz üzerinde sonradan kazanılan hakların sahiplerine karşı ileri sürülebilir.”
hükmünden uyarlanmıştır. Maddenin ikinci fıkrasında “şerh verilmekle o taşınmaz üzerinde sonradan
kazanılan hakların sahiplerine karşı ileri sürülebileceği” hususu açıkça yazılmasına karşın, “şerh
verilmediği takdirde ise hak ileri sürülemeyeceği” şeklinde bir hükme yer verilmemiştir. Yasanın yanlış
yorumlanması suretiyle, bu hükmün mefhumu muhalifinden yola çıkılarak, “ üçüncü kişilere karşı hak
iddia olunamayacağı” şeklindeki çıkarsama, mutlak şekilde uygulandığı takdirde, adaletsiz
uygulamalara neden olur. Aslında sözü edilen kuralın doğuş sebebi sorgulanarak buna uygun çözüm
üretilirse adaletsiz uygulamalardan kaçınılıp, mağduriyetlerin önüne geçilebilir. Çünkü Medeni Kanunun
1009 uncu maddesi sadece iyi niyeti korumak amacıyla oluşturulmuş bir kuraldır. Gerçekte herkese
karşı ileri sürülebilecek şahsi haklara, iyi niyetli üçüncü kişileri korumak maksadıyla kısıtlama
getirilmiştir. Yani, taşınmaz üzerinde yasaya uygun olarak kazanılan şahsi haklar, taşınmaz maliklerine
karşı mutlak surette korunurken, iyi niyetli üçüncü kişilerin korunması amacıyla, mutlak koruma
daraltılmıştır. Bu nedenle her olay, diğerlerinden ayrı olarak ele alınıp, değerlendirilmelidir. Konuyu
29/03/2021 11:27 Yargıtay Bilgi İşlem Merkezi Müdürlüğü Tarafından Oluşturulmuştur. Sayfa 2YARGITAY BAŞKANLIĞI
biraz daha açıp somut olaya baktığımızda; taşınmazın önceki maliki, taşınmaz üzerinde şahsi hak tesis
edildiğini sanığa söylemiş, sanık bu hususu bilerek tarlayı satın almıştır. Kira sözleşmesi tapuya şerh
verilmiş olsaydı sanık nasıl ki, “ben katılanın şahsi hakkı olduğunu bilmiyordum” diyemeyeceği için,
katılana karşı sorumlu olacak idiyse, mevcut halde de ilk malikin haber vermesi nedeniyle “ben
katılanın şahsi hakkı olduğunu bilmiyordum” demesi mümkün olmadığından yine sorumlu olması
gerekmektedir. Çünkü burada tapuya şerhten elde edilecek ilk malikin uyarısı ile gerçekleşmiş
olacağından artık sanığın şahsi haktan haberi olmayan iyi niyetli üçüncü kişi olarak kabul edilmesi
mümkün değildir.
3- Olaya kötü niyet açısından yaklaştığımızda ise, Türk Medeni Kanununun 2. maddesinde yer alan
“Herkes, haklarını kullanırken ve borçlarını yerine getirirken dürüstlük kurallarına uymak zorundadır.
Bir hakkın açıkça kötüye kullanılmasını hukuk düzeni korumaz.” hükümleri ile karşılaşmaktayız. Bu
hükümler muvacehesinde sanığın hukuki durumu değerlendirildiğinde iyi niyetli üçüncü kişilere tanınan
haklardan yararlandırılmasının açıkça yasaya aykırı düştüğü görülmektedir.
4- Sanık zarar verme kastı ile hareket etmiştir. Borçlar Kanunun 11. maddesi “Akdin sıhhati, kanunda
sarahat olmadıkça hiç bir şekle tabi değildir. Kanunun emrettiği şeklin şümul ve tesiri derecesi
hakkında başkaca bir hüküm tayin olunmamış ise akit, bu şekle riayet olunmadıkça sahih olmaz.”
hükümlerini kapsadığından katılan ile taşınmazın önceki maliki arasında yapılan sözlü kira akti, muteber
bir akittir. Katılanın geçerli sözleşmeye istinaden yetiştirdiği ve böylece mülkiyeti de kendisine ait olan
ürünler, sanık tarafından tahrip edilmiştir. Burada kasıt unsuru açısından üzerinde durulması gereken
husus, sanık mülkiyet hakkının kullanımından kaynaklanan bir zarara mı neden olmuş, yoksa zarar
hakkın kötüye kullanımından mı kaynaklanmıştır?
Sanık, “ben sizi çıkarmasını bilirim” sözüyle ve katılana tarladan çıkmasını söyledikten bir gün sonra
gelip, bir şey ekip-dikmek için değil, münhasıran katılana zarar vermek amacıyla ürünleri traktörle
tahrip etmiştir.
Sonuç olarak; baştan beri kötü niyetli davranan ve katılana zarar verme kastıyla hareket eden sanığın
eylemi, yasada tanımlanan mala zarar verme suçunun unsurlarını oluşturduğundan mahkumiyetine
karar verilmesi gerekirken, özel hukuk hükümlerinin sanık lehine yanlış yorumlanması suretiyle, “kötü
niyeti yasanın korumayacağı” özel hukuk ilkesi de göz ardı edilerek, “beraat kararının onanması”
şeklinde cereyan eden çoğunluk görüşüne karşıyız. 21/01/2013
29/03/2021 11:27 Yargıtay Bilgi İşlem Merkezi Müdürlüğü Tarafından Oluşturulmuştur.