Mesajı Okuyun
Old 26-11-2017, 19:52   #5
Av. Aybars Karakırık

 
Varsayılan Gördüğüm lüzum üzerine

Açılacak eda davasında haklı azil yaptığını ispat yükü davacı tarafa geçecektir, düşüncesindeyim.

T.C YARGITAY
13.Hukuk Dairesi
Esas: 2015 / 2405
Karar: 2016 / 3644
Karar Tarihi: 09.02.2016

ÖZET: Somut olayda, davalı tarafın, azil iradesinin bildirimine ilişkin ihtarnamesinde açıkladığı azil sebebiyle bağlı bulunmadığı, görülmekte olan davada yeni ve başkaca azil sebeplerini bildirebileceği, azlin haklı olduğu yönündeki savunmasını da bu sebeplere dayandırabileceği kabul edilmelidir. Aksinin kabulü, Anayasa'da düzenlenip güvence altına alınmış olan savunma hakkının kısıtlanması sonucunu doğuracaktır. Esasen bu yorum tarzı, vekalet sözleşmesinin hukuksal niteliğine, özellikle de vekalet ilişkisinin kurulmasının adeta ön koşulunu oluşturan 'karşılıklı güven'’ unsuruna, dahası bu unsurla yakın bir ilgisi bulunan, kanunda açıkça düzenlenmemekle birlikte öğretide ve yargısal uygulamalarda vekilin borçlarından biri olarak kabul edilen ve vekalet ilişkisinin sona ermesinden sonra dahi varlığını devam ettireceği benimsenen 'sır saklama yükümlülüğü'ne de uygun bir sonucu ortaya koymaktadır. O halde mahkemece, taraflar arasındaki öncelikli uyuşmazlık konusu olan, "azlin haklı olup olmadığı" hususu ile ilgili, davalının iş bu davada ileri sürmüş olduğu tüm azil nedenleri incelenip, değerlendirilerek sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken, eksik inceleme ile aksi şekilde hüküm kurulmuş olması, bozma sebebidir.(6098 S. K. m. 505, 506, 512) (818 S. K. m. 389, 390, 396) (1136 S. K. m. 34, 174) (YHGK 11.10.2006 T. 2006/13-610 E. K.2006/639 K.)

Dava ve Karar: Taraflar arasındaki alacak davasının yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın kısmen kabulüne kısmen reddine yönelik olarak verilen hükmün davalı ilgililere çağrı kağıdı gönderilmişti. Belli günde temyiz eden davalı A. P.A. A. ve vekili avukat T. S. ile davacı vekili "avukat B.Y. O.'ın gelmeleriyle duruşmaya başlanılmış ve hazır bulunan avukatların sözlü açıklamaları dinlenildikten sonra karar için başka güne bırakılmıştı. Bu kez temyiz dilekçesinin süresinde olduğu saptanarak dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü.

Davacı, davalının vekili olarak, dava ve icra dosyalarını takip ettiğini, vekalet görevini özenle ve gereği gibi yerine getirmekte iken davalı tarafından 26.6.2013 tarihli azilname ile hiçbir gerekçe gösterilmeden azledildiğini, vekalet ücretlerinin ise ödenmediğini, haksız azil nedeniyle mesleki itibarının da zedelendiğini ileri sürerek, fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak üzere, toplam 88.906,00 TL vekalet ücreti alacağının temerrüt tarihi olan 9.7.2013 tarihinden itibaren işletilecek yasal faizi ile birlikte tahsiline, ayrıca 25.000,00 TL manevi tazminatın ödetilmesine karar verilmesini istemiştir.

Davalı, davacı avukatın mesleğinin gerektirdiği özen borcunu yerine getirmediğini, kendisine bilgi vermediğini, alacaklı olduğu icra dosyasından maaş haczi olarak tahsil ettiği miktarları vekalet ücretine mahsuben alıkoyduğunu, ancak bu durumu kendisine bildirmediğini, azlin haklı olduğunu, vekalet ücreti talep edilemeyeceğini savunarak, davanın reddini dilemiştir.

Mahkemece, herhangi bir sebep gösterilmeden yapılanazlin haksız olduğu belirtilerek, vekalet ücreti yönünden davanın kabulüne, 88.906,00TL'nin 09.07.2013 tarihindenitibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdanalınarak davacıya verilmesine, manevi tazminata ilişkin istemin ise reddine karar verilmiş, hüküm, davalı tarafından temyiz edilmiştir.

1- Avukatın, vekil olarak borçları Türk Borçlar Kanunun 505. (Mülga Borçlar Kanununun 389) ve devamı maddelerinde gösterilmiş olup, vekil, adı geçen Kanunun 506. Maddesine göre müvekkiline karşı vekaleti sadakat ve özenle ifa etmekle yükümlüdür. Vekil, sadakat borcu gereği olarak müvekkilinin yararına olacak davranışlarda bulunmak, ona zarar verecek davranışlardan kaçınmak zorunluluğundadır.

“Özen Borcu” ile ilgili Avukatlık Kanununun 34. Maddesinde mevcut olan,“Avukatlar, yüklendikleri görevleri, bu görevin kutsallığına yakışır bir şekilde özen, doğruluk ve onur içinde yerine getirmek ve avukatlık ünvanının gerektirdiği saygı ve güvene yakışır bir şekilde hareket etmekle yükümlüdürler.” Şeklindeki hüküm ise, avukatlık mesleğinin bir kamu hizmeti olması nedeniyle, Türk Borçlar Kanununun 506. (Mülga Borçlar Kanununun 390.) maddesinde düzenlenen vekilin özen borcuna göre çok daha kapsamlı ve özel bir düzenlemedir.

Buna göre avukat, üzerine aldığı işi özenle ve müvekkili yararına yürütüp sonuçlandırmakla görevli olduğu gibi, müvekkilinin kendisi hakkındaki güveninin sarsılmasına neden olacak tutum ve davranışlardan da titizlikle kaçınmak zorundadır. Aksi halde avukatına güveni kalmayan müvekkilin avukatını azletmesi halinde azlin haklı olduğunun kabulü gerekir. Gerçekten de avukat, görevini yerine getirirken gerekli özen ve dikkati göstermemiş, sadakatle vekaleti ifa etmemiş ise, müvekkilinin vekilini azli haklıdır.

Avukatlık Kanununun 174. maddesinde, “Avukatın azli halinde ücretin tamamı verilir. Şu kadar ki, avukat kusur veya ihmalinden dolayı azledilmişise ücretin ödenmesi gerekmez.” hükmü mevcut olup, bu hükme göre azil işleminin haklı nedene dayandığının kanıtlanması halinde müvekkil avukata vekalet ücreti ödemekle yükümlü değildir. Dairemizin kökleşmiş içtihatlarına göre haklı azil halinde ancak azil tarihi itibariyle sonuçlanıp, kesinleşen işlerden dolayı vekalet ücreti talep edilebilir. Zira vekalet ilişkisi bir bütün olup azil, taraflar arasındaki tüm dava ve takiplere sirayet edeceğinden, azlin haklı olduğunun kabul edilmesi halinde, davacının azil tarihi itibariyle sonuçlanıp kesinleşmeyen işlerden dolayı vekalet ücreti talep edebilmesi mümkün değildir. Buna karşılık haksız azil halinde ise avukat, hangi aşamada olursa olsun, üstlendiği işin tüm vekalet ücretini talep etme hakkına sahiptir.

Bu açıklamalardan sonra dava konusu olaya bakılacak olursa, taraflar arasındaki vekalet ilişkisinin 26.6.2013 tarihli azilname ile sona erdiği sabittir. Davacı avukat, vekaletten haksız olarak azledildiğini ileri sürerek, vekalet ücreti alacağının tahsili için eldeki davayı açmış, davalı ise azlin haklı olduğunu savunmuştur. Bu durumda davada öncelikle çözümlenmesi gereken husus, azlin haklı olup olmadığına ilişkindir.

Yargılama sırasında alınan bilirkişi raporunda, davalının iş bu davada dayandığı azil nedenleri üzerinde gereği gibi durulmadan, davacının özen borcu kapsamında üzerine düşen görevi müvekkilinin menfaatine ve çıkarlarına uygun olarak yerine getirip getirmediği, dosyaların takibinde ve vekaletin ifasında sadakat, "hesap verme gibi borç ve yükümlüklere aykırı davranıp davranmadığı incelenip değerlendirilmeden soyut ve genel ifadelerle azil nedenlerinin yerinde görülmediği konusunda görüş bildirilmiş, mahkemece de, azlin haklı olup olmadığı irdelenmeksizin, "herhangi bir sebep gösterilmeden yapılan azlin haksız olduğu" kabul edilerek hüküm kurulmuştur.

Oysa ki davalı, her ne kadar azil ihtarında "gördüğüm lüzum üzerine" açıklamasıyla herhangi bir azil nedenine dayanmamışsa da, iş bu davadaki savunmalarında, davacının vekil olarak gerekli özeni göstermediğini, kendisine bilgi vermediğini, icra dosyasından maaş haczi olarak tahsil ettiği miktarları vekalet ücretine mahsuben yedinde tuttuğundan haberdar olmadığını, alacağının tahsili için gerekli işlemleri yapıp, çaba göstermediğini belirterek, davacıyı haklı olarak azlettiğini savunmuştur. Türk Borçlar Kanunu'nun 512/1. (Mülga Borçlar Kanunu'nun 396/1.) maddesinde, vekaletten azlin ve vekillikten istifanın her zaman caiz olduğu belirtilmiş, azil iradesinin bildirimi, gerek azil sebepleri ve gerekse zaman itibariyle hiçbir sınırlandırmaya tabi tutulmamıştır. Söz konusu maddenin 2. fıkrasındaki, azil ve istifanın münasip olmayan bir zamanda gerçekleşmesi halinde, bundan dolayı karşı tarafın uğradığı zararın tazmin yükümlülüğüne ilişkin hüküm ise, azil ve istifayı herhangibir yönden sınırlandırıp kısıtlayan değil, tersine, bu hakkın kullanılmasına ilişkin serbestiyi teyit eden ve sadece münasip olmayan bir zamanda gerçekleştiği takdirde bunun olası sonuçlarını düzenleyen bir içeriktedir. Yine Avukatlık Kanunu'nun 174. maddesi de, vekaletten azil veya istifaya, bunların haklı nedenlere dayalı olup olmamasına göre değişen farklı sonuçlar bağlanmıştır. Tüm bu nedenlerle somut olayda, davalı tarafın, azil iradesinin bildirimine ilişkin ihtarnamesinde açıkladığı azil sebebiyle bağlı bulunmadığı, görülmekte olan davada yeni ve başkaca azil sebeplerini bildirebileceği, azlin haklı olduğu yönündeki savunmasını da bu sebeplere dayandırabileceği kabul edilmelidir. Aksinin kabulü, Anayasa'da düzenlenip güvence altına alınmış olan savunma hakkının kısıtlanması sonucunu doğuracaktır. Esasenbu yorum tarzı, vekalet sözleşmesinin hukuksal niteliğine, özellikle de vekalet ilişkisinin kurulmasının adeta ön koşulunu oluşturan ‘karşılıklı güven’ unsuruna, dahası bu unsurla yakın bir ilgisi bulunan, kanunda açıkça düzenlenmemekle birlikte öğretide ve yargısal uygulamalarda vekilin borçlarından biri olarak kabul edilen ve vekalet ilişkisinin sona ermesinden sonra dahi varlığını devam ettireceği benimsenen 'sır saklama yükümlülüğü'ne de uygun bir sonucu ortaya koymaktadır.(Bkz. HGK'nun T. 11.10.2006, E.2006/13-610, K.2006/639 sayılı kararı)

O halde mahkemece, taraflar arasındaki öncelikli uyuşmazlık konusu olan, "azlin haklı olup olmadığı" hususu ile ilgili, davalının iş bu davada ileri sürmüş olduğu tüm azil nedenleri incelenip, değerlendirilerek sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken, eksik inceleme ile yazılı şekilde hüküm kurulmuş olması, usul ve yasaya aykırı olup, bozmayı gerektirir.

2-Bozma nedenine göre davalının diğer temyiz itirazlarının incelenmesine bu aşamada gerek görülmemiştir.

Sonuç: 1. bentte açıklanan nedenlerle temyiz edilen hükmün davalı yararına BOZULMASINA, 2. bent gereğince davalının diğer temyiz itirazlarının incelenmesine yer olmadığına, 1350,00 TL duruşma avukatlık parasının davacıdan alınarak davalıya ödenmesine, peşin alınan temyiz harcın istek halinde iadesine, 09.02.2016 gününde oybirliği ile karar verildi. (¤¤)