Mesajı Okuyun
Old 27-01-2016, 15:14   #2
Av. Hande Temeltaşı

 
Varsayılan

Alıntı:
Yazan AvFıratArslan
Değerli meslektaşlarım,

Baba ile oğul arasında görülmekte olan inanç anlaşmasına dayalı tapu iptali ve tescili davasında davacı oğul, davalı ise babasıdır. 2010 yılında davacı oğul gayrımenkulün sahibine kendi internet hesabından gayrımenkulün satış bedelini göndermiştir. Tapu davalı babanın üzerinedir. Taraflar arasında herhangi bir yazılı anlaşma sözleşme mevcut değildir.

Açılan davada delil olarak sadece banka dekontu sunulmuş, tanıklarla dava ispat edilmeye çalışılmaktadır.
Davacının talebi, öncelikle tapu iptali ve tescili, bu olmazsa alacağın tahsilidir.

Sorum şudur.
Sadece banka dekontu davanın seyrini nasıl etkiler? İspat bakımından başkaca yazılı anlaşma ve sözleşme mevcut değildir.
Davalı iyiniyetlidir ve internet bankacılığı kullanmaması nedeni ile gayrımenkul sahibine oğlu hesabından ödeme yapılmıştır. Buna dayanarak davacının alacağın tahsili talebi yerinde midir?

Teşekkür ederim.

Saygılarımla...


Banka dekontunun yazılı delil başlangıcı sayılacağı, bu durumda tanık dinletilmesinin mümkün olduğuna dair Yargıtay kararları aşağıdadır.

T.C. YARGITAY

1.Hukuk Dairesi
Esas: 2013/4632
Karar: 2014/1155
Karar Tarihi: 28.01.2014


TAPU İPTALİ VE TESCİL DAVASI - İNANÇLI İŞLEM - VEKALET GÖREVİNİN KÖTÜYE KULLANILMASI - BANKA DEKONTLARININ DELİL BAŞLANGICI OLACAĞI - DAHA ÖNCE İSİMLERİ BİLDİRİLEN TANIKLARIN YENİDEN ÇAĞRILIP BANKA DEKONTLARI HAKKINDA BİLGİ ALINMASI GEREĞİ

ÖZET: Bozma ilamında banka dekontlarının delil başlangıcı olacağı vurgulandığına göre, mahkemece, yapılması gereken iş, daha önce isimleri bildirilen tanıkların yeniden çağrılarak bu konudaki bilgilerine başvurmaktan ibarettir.

(1086 S. K. m. 337) (YİBK. 05.02.1947 T. 1945/20 E. 1947/6 K.)

Dava: Taraflar arasında görülen tapu iptali ve tescil davası sonunda, yerel mahkemece davanın, reddine ilişkin olarak verilen karar davacılar tarafından yasal süre içerisinde duruşma istemli temyiz edilmiş olmakla, duruşma günü olarak saptanan 28.01.2014 Salı günü için yapılan tebligat üzerine temyiz eden davacılardan Hatice Tiryaki ve vekili Avukat Şeyda Turcan ile temyiz edilen davalı Nuran Erdenoğlu ve vekili Avukat Hüseyin Çelik geldiler duruşmaya başlandı, süresinde verildiği ve kayıt olunduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra gelen vekillerin sözlü açıklamaları dinlendi, duruşmanın bittiği bildirildi, iş karara bırakıldı. Bilahare Tetkik Hakimi Emine Solmazlar tarafından düzenlenen rapor okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelenerek gereği görüşülüp düşünüldü:

Karar: Dava, inançlı işlem ve vekâlet görevinin kötüye kullanılması hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescil isteğine ilişkin olup, hükmüne uyulan bozma ilamı sonrasında davanın reddine karar verilmiştir.

Hükmüne uyulan bozma ilamında taraflar arasındaki uyuşmazlığın niteliği vurgulanmak suretiyle izlenmesi gereken yolun açıkça belli edildiği, mahkemece, anılan bozma ilamına uyulduğu halde bozma gereklerinin yerine getirildiğini söyleyebilme olanağı yoktur.

Bilindiği gibi, bozma ilamına uyulmakla bozma lehine olan taraf yararına usuli kazanılmış hak doğar, mahkemece, bozmaya uygun işlem yapılması zorunlu hale gelir.

Gerçekten de, davanın reddine ilişkin olarak verilen karar, Dairece; özetle, “somut olayda, davacılar 67 parsel sayılı taşınmazı davalı ile birlikte satın aldıklarını bildirmişler ve dosyaya o tarihlere ve müteakip tarihlere rastlayan ve davalıya para gönderildiğine dair banka dekontları ibraz etmişler, bunun dışında 05.02.1947 tarih, 20/6 sayılı İçtihatları Birleştirme Kararı uyarınca iddialarını kanıtlar nitelikte yazılı belge sunamamışlardır. Ancak, banka aracılığıyla davalının hesabına çeşitli tarihlerde ödemelerde bulunulduğu açık olup, taraflar arasındaki ilişki ve çekişmenin çözüme kavuşturulması bakımından davalının bankadaki hesabına yatırılan paraların bu ilişki ile bağlantılı olduğunun saptanması halinde delil başlangıcı teşkil edeceği ve çekişmenin giderilmesinde gözardı edilemeyeceği tartışmasızdır. Ne var ki, mahkemece yukarıda sözü edilen banka dekontları bakımından bir değerlendirme yapılmamıştır.

Hal böyle olunca, banka dekontlarının delil başlangıcı teşkil edip etmeyeceği yönünde gerekli araştırmanın yapılması, soruşturmanın eksiksiz tamamlanması, sonucuna göre bir karar verilmesi, anılan belgelerin delil başlangıcı olarak nitelendirilmemesi durumunda davacının dilekçesinde vs. deliller demek suretiyle HUMK.'nun 337 vd. maddelerinde düzenlenen yemin deliline dayandığı gözetilerek bu delilin hatırlatılması, davacıların bu husustaki iddialarının kanıtlanması durumunda, 67 ve 81 parsel sayılı taşınmazların tevhidinden oluşan 82 parselde davacıların payı artacağından anılan husus açıklığa kavuşturulduktan sonra davalının vekalet görevini kötüye kullanıp kullanmadığı üzerinde durulup, tüm deliller birlikte değerlendirilip, varılacak sonuç çerçevesinde bir karar verilmesi gerekirken değinilen hususlar gözardı edilerek yazılı olduğu üzere hüküm tesisi isabetsizdir” gerekçesiyle bozulmuştur.

Bozma ilamında banka dekontlarının delil başlangıcı olacağı vurgulandığına göre, mahkemece, yapılması gereken iş, daha önce isimleri bildirilen tanıkların yeniden çağrılarak bu konudaki bilgilerine başvurmaktan ibarettir.


Hâl böyle olunca; daha önce dinlenen tanıkların yeniden çağrılarak ödemelere ilişkin ibraz edilen banka dekontları hakkında bilgilerine başvurularak, paraların neden davalıya gönderildiğinin (67 parsel sayılı taşınmazın alımı için mi, ya da inşaat yapımı için mi?) açıklığa kavuşturulması, bu saptamaya göre, 67 ve 81 parsel sayılı taşınmazların tevhidinden oluşan 82 parselde davacıların payı artacağından davalının vekalet görevini kötüye kullanıp kullanmadığı üzerinde durulup, tüm deliller değerlendirilip, varılacak sonuç çerçevesinde bir karar verilmesi gerekirken bozma ilamına yanlış anlam verilerek ve son çare olan yemin delili kullandırılarak yazılı olduğu üzere hüküm tesisi isabetsizdir.

Sonuç: Davacıların bu yönlere değinen temyiz itirazları yerindedir. Kabulüyle, hükmün (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK.'nun 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 28.12.2013 tarihinde yürürlüğe giren Avukatlık Ücret Tarifesinin 14. maddesi gereğince gelen temyiz edenler vekili için 1.100.00.-TL. duruşma avukatlık parasının temyiz edilenden alınmasına, 28.01.2014 tarihinde oybirliğiyle, karar verildi.


T.C. YARGITAY
1.Hukuk Dairesi
Esas: 2013/21603
Karar: 2014/11609
Karar Tarihi: 11.06.2014


TAPU İPTAL VE TESCİL DAVASI - DAVALI TARAFINDAN DÜZENLENDİĞİ İLERİ SÜRÜLEN BELGEYLE İLGİLİ OLARAK İSTİCVAP EDİLMESİ VE BELGEDEKİ İMZANIN KENDİSİNE AİT OLUP OLMADIĞININ SORULMASI GEREĞİ - EKSİK İNCELEME

ÖZET: Somut olaya gelince, davacı tarafından dosyaya ibraz edilen 6.2.2012 tarihli belge üzerinde bir değerlendirme yapılmış değildir. Hâl böyle olunca, yukarıda değinilen ilkeler doğrultusunda araştırma ve inceleme yapılması, davalılardan Mehmet İnan tarafından düzenlendiği ileri sürülen belgeyle ilgili olarak Mehmet İnan'ın isticvap edilmesi, belgedeki imzanın kendisine ait olup olmadığının sorulması, toplanmış ve bu doğrultuda toplanacak deliller çerçevesinde bir karar verilmesi gerekirken eksik inceleme ile yetinilerek yazılı olduğu üzere karar verilmiş olması doğru değildir.

(6098 S. K. m. 19) (818 S. K. m. 18)

Dava ve Karar: Taraflar arasında görülen tapu iptali ve tescil, tazminat davası sonunda, yerel mahkemece davanın kabulüne ilişkin olarak verilen karar davalı R. Y. vekili tarafından yasal süre içerisinde temyiz edilmiş olmakla dosya incelendi, Tetkik Hakimi Senem Altınbulak'ın raporu okundu, açıklamaları dinlendi, gereği görüşülüp düşünüldü;

Dava, inançlı işlem hukuksal nedenine dayalı tapu iptal ve tescil olmazsa taşınmazın bedelinin tahsili isteğine ilişkindir.

Davacı, 1157 ada 321 parsel sayılı taşınmazdaki 2 no'lu bağımsız bölümün maliki iken kredi ihtiyacını karşılamak amacıyla güvendiği kişi olan davalı M. İ.'a satış yapmış gibi göstererek devrettiğini, bankadan konut kredisini M. İ. adına çektiklerini, ancak krediyi kendisinin aldığını ve bu borcu bankaya kendisinin ödediğini, alınan kredi borcu bittikten ve banka tarafından konulan ipotek kalktıktan sonra evin iade edileceğinin kararlaştırıldığını, kredi borcu bitince evin tapusunu istemişse de davalı M.'in kendisini oyalayıp taşınmazı iade etmediği gibi kendisinden habersiz ve muvazaalı olarak, başka firmalara teminat göstermesi için evin kendisine ait olduğunu bilen diğer davalı R. Y.'ya satış göstererek temlik ettiğini, teminat ihtiyacı ortadan kalktığında tapunun kendine devredilmesini R.'ın kabul ettiğini, ancak evi boşaltması için R.'ın 30.1.2012 tarihinde ihtarname gönderince göstermelik aldığı tapuyu sahiplendiğini ve taşınmazı geri vermeyeceğini anladığını ileri sürerek, tapunun iptali ile adına tescili; olmazsa taşınmazın bedelinin davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsili isteği ile eldeki davayı açmıştır.

Davalı R., yiniyetli olarak taşınmazı M. İ.'dan devraldığını, hiç kimsenin kendi muvazaasına ve hilesine dayanamayacağını bildirip davanın reddini savunmuş, davalı M., duruşmalara katılmamış, yanıt da vermemiştir.

Mahkemece, tanık beyanlarına dayanılarak davanın kabulüne karar verilmiştir.

Dosya içeriği ve toplanan delillerden; davada inanç sözleşmesi hukuksal nedenine dayanıldığı açıktır. Böylesi bir iddianın ise ancak 5.2.1947 tarih, 20/6 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı uyarınca yazılı delil ile kanıtlanabileceği tartışmasızdır. Bu kapsamda, davacı tarafından davalı M. İ. tarafından düzenlendiği iddia edilen 6.2.2012 tarihli belge dosyaya ibraz edilmiştir.

Bilindiği üzere; inanç sözleşmesi, inananla inanılan arasında yapılan, onların hak ve borçlarını belirleyen, inançlı muamelenin sona erme sebeplerini ve devredilen hakkın, inanılan tarafından inanana geri verme (iade) şartlarını içeren borçlandırıcı bir muameledir. Bu sözleşme, taraflarının hak ve borçlarını kapsayan bağımsız bir akit olup, alacak ve mülkiyetin naklinin hukuki sebebini teşkil eder.

Taraflar böyle bir sözleşme ve buna bağlı işlemle genellikle, teminat teşkil etmek ve iade edilmek üzere, mal varlığına dahil bir şey veya hakkı, aynı amacı güden olağan hukuki muamelelerden daha güçlü bir hukuki durum yaratarak, inanılana inançlı olarak kazandırmak için başvururlar.

Diğer bir anlatımla, bu işlemle borçlu, alacaklısına malını rehin edecek, yani yalnızca sınırlı ayni bir hak tanıyacak yerde, malının mülkiyetini geçirerek rehin hakkından daha güçlü, daha ileri giden bir hak tanır.

Sözleşmenin ve buna bağlı temlikin, değinilen bu özellikleri nedeniyle, taşınmazı inanç sözleşmesi ile satan kimsenin artık sadece, ödünç almış olduğu parayı geri vererek taşınmazını kendisine temlik edilmesini istemek yolunda bir alacak hakkı; taşınmazı, inanç sözleşmesi ile alan kimsenin de borcun ödenmesi gününe kadar taşınmazı başkasına satmamak ve borç ödenince de geri vermek yolunda yalnızca bir borcu kalmıştır.

Diğer bir bakış açısıyla taşınmazın mülkiyeti inanılana (alacaklıya) geçmiştir. Taşınmazda inanarak satanın (borçlu) mülkiyet hakkı kalmadığı gibi, alıcının bu mülkiyet hakkı üzerinde kurulmuş olan bir rehin hakkından da söz edilemez.

Bu durumda; gayrimenkul rehni bakımından geçerliliği olan Medeni Kanunun 873. maddesinin inanç sözleşmelerine dayalı temlike konu taşınmazlar bakımından uygulama yeri olmadığı da kuşkusuzdur. Nitekim bu düşünce Hukuk Genel kurulunun 23.5.1990 gün ve 1990/1-202-315 sayılı kararında da aynen benimsenmiştir.

Öte yandan, inanç sözleşmeleri, tarafların karşılıklı iradelerine uygun bulunduğu için, onlara karşılıklı borç yükleyen ve alacak hakkı veren geçerli sözleşmelerdir. (818 Sayılı Borçlar Kanunu'nun 81. maddesi, 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun 97. maddesi)) Anılan sözleşmelerde, taraflar, sözleşmenin kendilerine yüklediği hak ve borçları belirlerken, inançlı işlemin sona erme sebeplerini; devredilen hakkın inanılan tarafından inanana iade şartlarını, bu arada tabii ki süresini de belirleyebilirler. Bunun dışında, akde aykırı davranışın yaptırımına da sözleşmelerinde yer verebilirler. Buna dair akit hükümleri de Borçlar Kanununun 19. ve 20. maddelerine (6098 Sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun 26. ve 27. maddeleri) aykırılık teşkil etmediği sürece geçerli sayılır.

İnanç sözleşmesine ve buna bağlı işlemle alacaklı olan taraf, ödeme günü gelince alacağını elde etmek için dilerse; teminat için temlik edilen şeyi “ ifa uğruna edim“ olarak kendisinde alıkoyabileceği gibi; o şeyi, açık artırma yoluyla veya serbestçe satıp satış bedelinden alma yoluna da başvurabilir. Bu sonuçlar kendine özgü bu akdin tabiatında mevcuttur. Sözleşme ile öngörülen ifa süresi içerisinde, sırf sözleşmeyi imkansız kılmak amacıyla muvazaalı olarak yapılan temliklerin yasal koruma altında tutulamayacağı izahtan varestedir. Meri hukuk sistemimizde her hangi bir düzenleme olmamasına karşın; inanç sözleşmelerinin, yukarıda değinilen ilkeler çerçevesinde uygulama yeri bulan kendine özgü bir müessese olduğu, öğreti ve uygulamada kabul edilegelen bir olgudur.

İnanç sözleşmelerinin tarafları arasında, onların gerçek iradelerini ve akitten amaçladıklarını yansıtması bakımından geçerli olduğu; taraflarına Borçlar Kanunu çerçevesinde nisbi haklarını talep etme olanağını verdiği tartışmasızdır.

Burada üzerinde durulması gereken husus, taşınmaz mallar ya da şekle bağlı akitlerde inanç sözleşmelerinin ne gibi hukuki sonuç doğuracağıdır. Diğer bir anlatımla, sözleşmede öngörülen koşulların gerçekleşmesi halinde, taşınmaz mülkiyetinin naklinin sebebini oluşturup oluşturmayacağıdır.

Uygulamada mesele, 5.2.1947 tarih 20/6 sayılı İçtihadı Birleştirme kararı ile ilişkilendirilip, bu karar dayanak yapılmak suretiyle çözüme gidilmektedir.

Söz konusu kararda; eski hukuka göre mümkün ve geçerli olan muvazaa ve nam-ı müstear iddialarının, Medeni Kanunun yürürlüğünden sonra taşınmaz mallar hakkında dinlenip dinlenemeyeceği tartışılmıştır.

Anılan kararda; çeşitli sebep ve amaçlarla bir taşınmaz kaydına gerçek malik yerine başka bir nam ve bir sözleşmede akitlerden biri yerine üçüncü bir şahsın gösterilmesinin mümkün olduğu, bu gibi hallerde vekilin kendi namına ve müvekkili hesabına yaptığı tasarruflarda olduğu gibi hukuki bir durum veya herhangi bir maksatla üçüncü şahıslardan gerçeği gizleme gayesi güdülebileceği, “kötüniyetli ve haksız gizlemeler” dışında, belirtilen olasılıklara göre açılacak bir davanın, gerçekten, ya mevcut bir hakka dayanarak bir el değiştirme veya bir hakkın korunması niteliğini taşıyacağı; bu durumun da, temsil ve vekalet ilişkisinde ,mülkiyette halefiyet esası olarak kabul edilmiş bir husus olup, halefiyeti düzeltme amacıyla öncelikle mülkiyetin vekile aidiyeti düşünülse bile, temsil hükümlerine aykırı olduğundan bunun korunması ve devamına hükmolunamayacağı, zira Borçlar Kanununun “müvekkil vekiline karşı muhtelif borçlarını ifa edince vekilin kendi namına ve müvekkili hesabına üçüncü şahıstaki alacağı müvekkilin olur” hükmünün bu düşünceyi doğruladığı, öte yandan gerek taşınır, gerek taşınmaz mallara ilişkin olsun nam-ı müstear hadiselerinde, meselenin bir istihkak ve mülkiyet davası niteliğini geçemeyeceğinden, ne resmi senet, ne de şekil meselesinin bahse konu olamayacağı, meselenin akitte ve isimde muvazaayı kapsamına alan Borçlar Yasasının 18. maddesi (6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun 19. maddesi) kapsamında düşünülmesinin kanunun amacına uygun düşeceğine, değinildikten sonra sonuçta, nam-ı müstear davalarının dinlenebilir ve yazılı delil ile isbatının mümkün olduğuna, hükmolunmuştur.

İçtihadı birleştirme kararlarının konularıyla sınırlı, sonuçlarıyla bağlayıcı bulunduğu tartışmasızdır. Nam-ı müstear için düzenleme getiren 1947 tarihli kararın, teminat amacıyla temlike dair inanç sözleşmelerini kapsadığı da kuşkusuzdur. Uygulamada anılan sözleşmeler gerek özü, gerek işleyişi açısından, genelde muvazaa, özelde ise nam-ı müstear başlıkları altında nitelendirile gelmektedir.

Belirtilen İçtihadı Birleştirme Kararında da değinildiği üzere; inanç sözleşmeleri bir yandan mülkiyeti nakil borcu doğurması bakımından tarafları bağlayıcı, diğer yandan, mülkiyetin naklinin sebebini teşkil etmesi açısından tasarruf işlemlerini bünyesinde barındıran sözleşmelerdir. Bu durumda koşulların oluşması halinde taşınmaz mülkiyetini nakil özelliğini taşıdığı kabul edilmelidir.

İçtihadı Birleştirme kararının sonuç bölümünde ifade olunduğu üzere, inançlı işleme dayalı olup dinlenilirliği kabul edilen iddiaların ispatı, şekle bağlı olmayan yazılı delildir. İnanç sözleşmesi olarak adlandırılan bu belgenin sözleşmeye taraf olanların imzasını içermesi gereklidir. Bunun dışındaki bir kabul, hem İçtihadı Birleştirme kararının kapsamının genişletilmesi, hem de taşınmazların tapu dışı satışlarına olanak sağlamak anlamını taşıyacağından kendine özgü bu sözleşmelerle bağdaştırılamaz. anlamını taşıyacağından kendine özgü bu sözleşmelerle bağdaştırılamaz.

5.2.1947 tarihli 20/6 sayılı İçtihadı Birleştirme kararı uyarınca, inançlı işleme dayalı iddianın, şekle bağlı olmayan yazılı delille kanıtlanması gerekeceği kuşkusuzdur.

Şayet, ispat külfeti kendisinde olan tarafın yazılı bir belgesi yok ise ancak taraflar arasında gerçekleştirilen mektup, banka dekontu, yazışmalar gibi birtakım belgeler var ise bunların delil başlangıcı sayılacağı ve iddianın her türlü delille kanıtlanmasının olanaklı hale geleceği sabittir. Şayet, delil başlangıcı sayılacak böylesi bir olgu da bulunmuyor ise iddia sahibinin son başvuracağı delilin karşı tarafa yemin teklif etme hakkı olduğu da şüphesizdir.

Somut olaya gelince, davacı tarafından dosyaya ibraz edilen 6.2.2012 tarihli belge üzerinde bir değerlendirme yapılmış değildir.

Hâl böyle olunca, yukarıda değinilen ilkeler doğrultusunda araştırma ve inceleme yapılması, davalılardan M. İ. tarafından düzenlendiği ileri sürülen belgeyle ilgili olarak M. İ.'ın isticvap edilmesi, belgedeki imzanın kendisine ait olup olmadığının sorulması, toplanmış ve bu doğrultuda toplanacak deliller çerçevesinde bir karar verilmesi gerekirken eksik inceleme ile yetinilerek yazılı olduğu üzere karar verilmiş olması doğru değildir.

Davalı R. Y. vekilinin belirtilen nedenlerle temyiz itirazları yerindedir. Kabulü ile açıklanan nedenlerden ötürü (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK'un 428. maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 11.06.2014 tarihinde oybirliğiyle, karar verildi.