Mesajı Okuyun
Old 30-01-2003, 14:17   #16
Nusret

 
Varsayılan Tartışmaya Katkı...

Zorunlu din dersleri konusunda herkes ideolojisine ve siyasi görüşüne göre bir şeyler yazmış ve bu da gayet doğal. Çünkü konu özü itibariyle ideolojik bir içeriğe sahiptir ve bireyler gibi devlet de idelojisine ve konjonktürel olarak sahip olduğu siyasi tutumuna göre bu konudaki tavrını belirleyecektir.

Bu konudaki siyasetler zamanla nispi bir değişikliğe uğrasa bile ideolojik öz değişmeyecektir. Bu değişmezlik de dinin, dinsel öğretilerin egemen zümreler tarafından toplumların kontrol altına alınmasında bir araç olarak kullanılmasından kaynaklanmaktadır. Fakat egemen zümrelerin bir yandan bu araçla toplumu kontrol etmeyi amaçlamalarının yanısıra bu konudaki tavizlerin aşırıya kaçması durumunda aracın aracı elinde tutanın da önüne geçmesi riski her zaman için var olduğundan dolayı bu konularda politika değişiklikleri de ihtiyaç duyulduğunda kaçınılmaz olmuştur.

70'li yıllarda lise öğrenimi görenler bilirler, liselerde bile dindersleri seçmeli idi. Velisinden "Çocuğumun din dersine girmesini istemiyorum" şeklinde bir yazı getiren lise öğrencileri din derslerinden muaf tutulurlardı. Ama şimdi bakıyoruz, ilkokul 4. sınıftan itibaren zorunlu. Bu örnek bile yukarıda ne demek istediğimi çok net olarak açıklamaktadır.

Bu siyasi tahlil ve tarihsel girişten sonra konuya bir de başka birkaç açıdan bakmakta fayda var:
Her şeyden önce din dediğimiz şey soyuttur. Allah, melekler, şeytan, cennet, cehennem ve bunun gibi daha yüzlerce kavram somut bir şeye işaret etmezler, soyut birer kavramdırlar. Sırf bu yapıları itibariyle de kavrayışı henüz somut nesne ve olayları algılamaya müsait olup soyut kavramları algılama kapasitesine ulaşamamış çocuk beyinlerinin bu tür soyut kavramlarla doldurulmasını nasıl olur da "öğrenme" faaliyeti olarak tanımlayabiliriz? Bu bir öğretme faaliyeti değil, kesinlikle bir beyin -hadi yıkama demeyelim de daha nazik olsun- yönlendirme faaliyetidir.

Fakat burada şu noktanın da altını çizmek istiyorum. Din, insanlığın toplumsal gelişmesinin belirli bir aşamasında, hatta oldukça da geride kalmış bir aşamasında ortaya çıkmış bir olgudur. Tarihi de tek tanrılı dinlerden ibaret değildir. Bu açıdan bakıldığında din, tamamen insana ait bir olgudur ve insanlığın her bir bireyi tarafından da öğrenilmesi, kavranılması gerekir. Fakat bu öğretim, kesinlikle bir dinin kurallarının (akide) öğretilmesi şeklinde değil, din denilen olgunun ne olduğu, tarihi, değişik dinlerin hangi şartlarda ortaya çıktıkları ve neyi amaçladıkları vb .gibi tarihsel ve felsefi içerikte bir öğretim olmalıdır. Ve bu öğretim, ilköğretim çağında değil lise çağında verilmesi gereken bir öğretimdir, yukarıda açıkladığım nedenden dolayı. Birincisi bu.

Söyleyeceklerimin ikincisi de, hani bu konu her gündeme geldiğinde islamcılar tarafından klişe haline getirilmiş şu mahut "Memleketin %98'i müslüman!" itirazı var ya, işte onunla ilgili.

Arkadaşlar, bu itirazı duyunca hem gülüyorum, hem de kızıyorum. Gülüyorum, çünkü hem çok komik ve hem de buna söyleyenlerin bile inanmadığını düşünüyorum. Kızıyorum, çünkü artık affedersiniz ama "kabak tadı" verdi bu tür itirazlar. Yahu bu lafı eden arkadaşlar, siz artık öğrenemediniz mi memleketimizin %98'inin müslüman olduğu lafının bizim gerçekliğimizi yansıtmadığını? Bunu %98'imizin müslüman olmadığı anlamında söylemiyorum. Herkes de bilir ki, hiç bir din homojen değil heterojen bir yapıya sahiptir (Hem de uzun bir zamandan beri... Hatta her bir din, çıktıklarından kısa sayılabilecek bir müddet sonra liderleri arasındaki görüş farklılıkları sonucu bölünmüş ve bu da mezhep ve tarikatları doğurmuştur. Böyle olması da doğaldır, çünkü her bir dinin şemsiyesi altında kültürleri, tarihleri ve yaşam ortamları farklı onlarca halk vardır ve bu farklı halklara aynı kuralları uygulamak mümkün değildir). Her bir dinin içinde değişik kurallara sahip mezhepler vardır. Hatta bu mezhepler arasındaki farklılıklar bazen iki ayrı dinin arasındaki farklılıklardan bile daha fazla olabilmektedir. Ve bu iki ayrı mezhebin fertleri demeyeyim de şefleri diyeyim, birbirlerine başka bir dinin şeflerine duydukları kin ve nefretten daha çok kin ve nefret duyabilmişlerdir. (1950'li yıllarda İstanbul'a yerleşen ailemin çooook uzun bir müddet Alevi olduklarını sakladıklarını hatırlarım.) Bu konuda söylediklerimin gerçek olduğunu islamcılar da bilirler. Hatta "Fatih, İstanbul'u kuşatmış iken, Bizans patriği 'şehrimizde Katolik külahı göreceğime müslüman sarığı görmeyi tercih ederim' deyip Katoliklerin yardımını istememiştir." lafını (o zamanki patriğin bu lafı söyleyip söylemediğini bilmiyoruz, ama bu önemli değil; önemli olan bu lafın islamcılarımız tarafından lanse edilmiş olmasıdır) bir klişe olarak sürekli tekrarlayanlar da onlardır.

Şimdi bu gerçekler karşısında söyler misiniz bana, "Memleketimizin %98'i müslümandır" lafının ne kıymeti harbiyesi vardır?

Hayır efendim! Memleketimizin %65-70 kadarı sünni mezheplere (Hanifi, Şafii, Maliki ve Hambeli -Türkiye'dekiler daha çok Hanifi ve azınlıkta olarak da Şafii mezhebindendirler) bağlıdır, inananları 30 gün Ramazan orucu tutarlar, namaz kılarlar, hacca giderler -ve bazıları, dönüşlerinde de dükkanlarının vitrinindeki adlarının başına da hacı kelimesini eklemeyi ihmal etmezler-, zekat verirler (küçük bir kısmı) vs. vs.

%35-40 kadarı da Şia kökenli Caferi mezhebinin bir versiyonu diyebileceğimiz, ama tamamen Anadolu'ya özgü olduğunu ve Türkler ile Kürtlerin İslamiyet öncesi dini inançlarının etkilerini de önemli ölçüde taşıdığını düşündüğüm Alevilik'e bağlıdırlar. Bunlar da -inananları tabii- Muharrem ayında (eski Hİcri takvime göre) 12 gün oruç tutarlar, camiye değil cemevine giderler, namazı sadece cenazelerde kılarlar ve bir de halka namazı dedikleri bir namazları vardır, hacca (Mekke'ye) değil Anadolu erenlerinin türbelerine dergahlarına giderler, tanrı inancı felsefi olarak Sünni mezheplerin öğretisinden çok daha farklıdır vs. vs. Tabii bunların dışında çoğunluğun kabul ettiği oranla, ama tam oranını bilmediğim bir de %2-3'lük gayrımüslim nüfus var.

Şimdi memleketimizin bu gerçekliği karşısında %98'imiz müslüman belirlemesine göre konuşmaya dilimiz hala varacak mı, merak ediyorum! Bu bilgiler çerçevesinde hala bu klişeye sarılmak tamamen demagoji olacaktır, bunu da ilan ederim.

Gelelim, bu dini tablomuzun din derslerine nasıl yansıdığına. Bu konuda söyleyebileceğim tek söz şudur: Bu dini tablomuz hiç ama hiç din dersi öğretimimize yansımamıştır, yansımamaktadır ve büyük bir ihtimalle yakın gelecekte yansımayacaktır da! Ben bunu Alevi inançlarına da din derslerinde yer verilmesi için söylemiyorum. Asla böyle bir düşüncem yoktur, hiçbir dinin kurallarının -ama kurallarının- öğretilmemesi gerektiğini düşünen birisi olarak. Kurallarını bırakın bildiğim kadarıyla adından bile bahsedildiğini sanmıyorum. Tabii, devletin egemen dini sünni islam olunca sonuç da böyle oluyor.

Şimdi anladınız mı, sevgili, sayın din dersi öğretilmesine sahip çıkan arkadaşlarım, din dersinin öğretilmesine niye karşı olduğumu? Ve şunları soruyorum:

Bir Türk'e veya başka herhangi bir milliyete sahip birine, anadilinde değil de bir başka dilde öğretim vermek ile evinde ve çevresinde Aleviliği yaşayan (her din, her mezhep aynı zamanda farklı bir kültür demektir) bir öğrenciye okulda örneğin Hanefiliğin kurallarını öğretmek ve uygulatmak (evet okullarımızın birçoğunda bu dersin uygulaması da yaptırılıyor) arasındaki fark o kadar çok mu?

10 yaşındaki bir çocuğun zihnine bilimsel bilginin nüvelerini yerleştirmek mi, yoksa soyut ve gerçekliği insanlık geliştikçe daha bir sorgulanan mistik kavramları sokmak mı daha iyidir?

Üçüncü ve son sorum da şu: Niye "Kişiler akıl olgunluğuna eriştiklerinde din karşısındaki tavırlarını belirlesinler ve dini eğitim alacaklarsa da o zaman alsınlar." düşüncesine karşı çıkıyorsunuz?