Mesajı Okuyun
Old 07-04-2015, 16:19   #4
Av.Özlem Ay Bilgin

 
Varsayılan

Sayın Av.Işık,
öncelikle zaman ayırdığınız için teşekkür ederim. Ölüm halinde, ölüm tarihinin zamanaşımı başlangıcına esas alınacağını ve 5 yıllık zamanaşımı süresinin henüz geçmediğini yazmışsınız. Ama İYUK'daki 1 yıllık süre öğrenmeden itibaren, 5 yıllık süre ise olay tarihinden itibaren hesaplanıyor. Ölüm olayı ve öğrenildiği tarih tartışmasız. Burada öğrenmeyi sadece olayın oluşu ile sınırlarsak, zamanaşımı geçmiş şeklinde yorumlanır. Ancak, olayın asıl sorumlusu ve kusur durumunu da kapsayacak şekilde yorumlarsak, bu durumda zamanaşımı geçmemiş gibi yorum yapılabilir.
Benim esas istediğim, bu yorumuma dayanak oluşturabilecek emsal karar veya Yargıtay içtihadı bulabilmek. Yaptığım araştırmalarda, bire bir uyan bir karar bulamadım.
Konuyu benim gibi geniş yorumlayan ve eline bunu destekleyecek karar bulunan meslektaşlarımız var mı acaba?
Bunun dışında,Çelik Ahmet Çelik'in kitabından edindiğim bilgilere göre,
"Hekimler, Tıbbi Deontoloji Nizamnamesinin hükümlerine uygun hareket etmek zorundadırlar. Doktorların ve öteki sağlık personelinin meslek kusurları, İdare Hukuku yönünden hizmet kusuru değil, görevi gereği gibi yapmamaktan kaynaklanan kişisel kusur olarak nitelenebilir. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun bir kararında, kamu hastanesi hekiminin veya öteki sağlık personelinin [b]“görevden ayrılabilir kişisel kusurları[/B]” şöyle açıklanmıştır:

“Kamu görevlisi doktor ile hasta arasında iki tür ilişki sözkonusudur: Bunlardan ilki kamusal ilişkidir. İkinci ilişki ise sözleşme ilişkisi olup, bir hastaya tedavi amacıyla el atma ve tıbbi yardım bir özel hukuk ilişkisi olan vekâlet sözleşmesinin varlığını gerektirir. Tıbbi yardımın yapıldığı yer ile doktorun görev ve sıfatı (kamu görevlisi oluşu), sonucu değiştirmeyeceği gibi, doktor nerede ve ne sıfatla olursa olsun tıbbi el atma ve yardım yapma yetkisini, kamu kurallarından değil, hasta ile yaptığı özel hukuk sözleşmesinden alır. En önemlisi tedavi sırasında uygulanan kural ve yöntemleri, idare hukuku değil, tıp bilimi belirlemiştir ve tüm doktorlar tıbbi yardım yaparken öncelikle bu kurallarla bağlıdırlar. Kaldı ki günümüzde kamu kurumlarında sosyal güvencesi olmayan hastalar ücret karşılığında tedavi edilmekte ve hastanın burada da doktoru seçme hakkı bulunmaktadır. O halde doktor ile hasta arasındaki sözleşme ilişkisi kurulduktan sonra Anayasa’nın 129/5.maddesinin uygulanmaması ve doktora karşı doğrudan dava açılabilme olanağının varlığının kabulü gerekir. Çünkü zarar, memur ya da kamu görevlisi olan doktorun idari yetkilerini kullanırken değil, tıp bilimi kurallarına göre yapılan tıp mesleğinin uygulanması sırasında meydana gelmektedir. Burada doktor özel hukuk sözleşmesine aykırı davranan kişi durumundadır.
Görülmektedir ki, hangi açıdan bakılırsa bakılsın, ister kamusal, ister sözleşmesel kabul edilsin, her iki durumda da doktorun “görevinden ayrılabilir nitelikte salt kişisel kusuru” söz konusudur.”
Şu halde, hekimlerle öteki sağlık personelinin “görevden ayrılabilir kişisel kusurları” nedeniyle doğrudan kendilerine karşı “adli yargı”da dava açılabilecektir.
Tazminat davalarında bilirkişilik yapan bir meslektaşım ise, bu konuda yakın zamanda bir değişiklik yapıldığını belirtti. Ancak ben buna dair kesin ve net bir bilgi bulamadım.Bu konuda güncel bilgisi olan meslektaşlarımın bilgilerini paylaşmalarını beklemekteyim.

Saygılar....