|
İlham
İlham
İlham gerektiren işlerle ilgili olan insanların, ‘ilham perisi’ ne gidiyorum, şeklinde bir beyanatı hiç olmamıştır. ‘ilham perisi’, çoğunlukla ‘ilham perimi bekliyorum’ kalıbıyla kullanıldığından, beklenilesi bir varlık olduğu düşünülür.
Yazar Rüşdü Paşa, Türklere ilişkin görüşlerini yazdığı deneme kitabında, Türk insanının, makine başı ve cenaze töreni hariç, hep bekleme eğiliminde olduğunu söyler. ‘İlham perisi’ni de bu kategoriye sokmakta sakınca yoktur.
Özellikle, beste yapanlar ve edebi eser yaratıcılarını ilham perisiz düşünemeyiz. Eğer, bu kişileri bir röportajda yakalamışsak, soru kaçınılmazdır: Bu eseri bestelerken, nerden/neyden ilham aldınız? Sorunun muhatabının, ‘ilham değil, alınteri’ şeklinde bir cevap vermesi, beklentiye uygun olmadığından, çiçek, böcek, kelebek türünden bir yanıt vermesi umulur. Bu cevap, hem röportaj yapanı tatmin eder, hem de okuru, kendisinin de, ilham perisi geldiği takdirde, bir ürün ortaya koyabileceği yönünde bir algı oluşturur. Soru ve cevabını okuyan kişi, ‘bir gün ben de… neden olmasın’ şeklinde ifade edebileceğimiz, sevmili bir ruh haline ulaşır.
İlham perisinin beklenen bir varlık olması, yolundaki inancın kimseye zararı yoktur. Bu yüzden, ben de ‘işiniz yoksa bekleyin’ deyip geçmekte bir sakınca görmem.
Ne var ki, sıkıntımız başka bir konudadır. Yeryüzünü kaplayan tüm şarkı, şiir ve romanların, ilham perisi elinden çıktığını kabullenmemiz çok zordur. Çünkü, her şarkı, her şiir aynı güzellikte değil. Okuduğumuzda bizi şiirden, dinlediğimizde bizi şarkıdan soğutacak çok örnek bulabiliriz.
Demek oluyor ki, ya ilham perilerinin tümünün aynı kalitede olmadığını kabul edeceğiz, ya da ilhem perisi olmadan da eser verilebileceğini hesaba katacağız.
İlham perileri arasında fark olduğunu kabul ettiğimiz zaman da, sorunlarımız bitmiyor. İyisi nasıl gelecek, bunda da parayı bastıran mı kaliteli periyle tanışma şerefine nail olacak, gibi sorularımız bitmek bilmeyecek. Yoksa, ilham perileri diyarı da, sınıflı bir toplum mu? Olur mu olur. Karancıya can veren Yaradan, perileri de üç-beş kasta bölmüş olabilir.
Gelin, biz, ilham perilerinin tıpkıçekim olduğunu varsayalım ve diğer seçenek üzerinde düşünelim. Yani, ilham perisi olmadan, eser ortaya koyma seçeneği…
Newton’un başına düşen elma, biraz daha bekleyip, ağacın altında akıllı telefonunu kurcalayan bir günümüz fanisinin kafasına düşseydi ne olurdu? Muhtemelen, şişik kafalı bir selfie fotoğrafıyla, olaydan haberdar olurduk. Ancak, yerçekimini de düşünen olmazdı. Bu varsayımsal durum bize, ilham perisi kıvamında bir etkilenme söz konusu olacak ise, öncelikle buna hazır olmamız gerektiğini gösterir. Hazır değilseniz, kafanıza çanak anten de düşse, büyük şehir çalışıyor, der geçip gidersiniz.
Arşimet’in suyun kaldırma gücünü bulduğu ânı hatırlayalım. Yıkanırken, suyun üzerinde yüzen tası görür ve ‘evreka evreka’ buldum buldum, diyerek sokağa fırlar. Muhtemelen, kendisi için ‘evrakını kaybettiydi, buldu demek ki’ diyenler de olmuştur, ancak o, bulacağını bulmuştu bile. Günümüz duş yapan insanının, tasla bir ilgisi kalmadığı için, yüzyıllar önce bu buluşun yapılmış olmasına, yatıp kalkıp dua etsek yeridir. Hamamda yıkanmayı tercih edenler de, su üstünde yüzen bir tası her halde pek hayra yormazlar, ne kadar küçük bir ‘gemicik’ der geçerlerdi.
Tatava yapma, tıkla geç çağında, sözü fazla uzatmamak şarttır. Bu yüzden; Edison’un “Sıkı bir çalışmanın yerini hiç bir şey alamaz. Deha %1 ilham ve %99 terdir” sözüyle, Einstein’in “Dehanın 10'da 1'i yetenek 10'da 9'u da çalışmaktır” sözünü hatırlatalım ve huzurlarınızdan ayrılalım…
24/09/2014
|