Mesajı Okuyun
Old 10-03-2013, 21:52   #2
Av. Aylin Kaya

 
Varsayılan

Sayın meslektaşım 2 nolu karar tam size uymaktadır:

1-YARGITAY
CEZA GENEL KURULU
Esas Numarası: 2011/4-258
Karar Numarası: 2012/8
Karar Tarihi: 31.01.2012

BERAAT VEYA CEZA VERİLMESİNE YER OLMADIĞI KARARI VERİLMESİ HALİNDE GİDER
YARGILAMA GİDERLERİNDE SANIĞIN YÜKÜMLÜLÜĞÜ
CEZA YARGILAMASINDA YARGILAMA GİDERLERİ
İMAR KİRLİLİĞİNE NEDEN OLMA SUÇU

5237 s. TCK/184
5271 s. CMK/324, 325, 327

Sanıklar M.A., G.A. ve B.B.hakkında imar kirliliğine neden olma suçundan açılan kamu davasının yapılan yargılaması sonucunda, 5237 sayılı TCY'nın 184/5. maddesi uyarınca kamu davasının düşmesine ve yargılama giderlerinin hazine üzerinde bırakılmasına ilişkin, Çeşme Asliye Ceza Mahkemesince verilen 09.05.2007 gün ve 110-332 sayılı hükmün katılan vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 4. Ceza Dairesince 06.07.2011 gün ve 10369-12174 sayı ile;
“Kendisini vekille temsil ettiren katılan lehine sanıklardan alınmak üzere karar tarihinde yürürlükte bulunan Avukatlık Asgari Ücret tarifesine göre vekalet ücretine hükmedilmemesi” isabetsizliğinden oy çokluğu ile bozulmasına karar verilmiş, Daire üyeleri H.T. Gökcan ve H. Çolak, katılan lehine vekalet ücretine hükmetmeyen yerel mahkeme kararının isabetli olduğu ve onanması gerektiği görüşüyle karşı oy kullanmışlardır.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ise 16.08.2011 gün ve 230068 sayı ile;
“CMK'nun duruşmanın sona ermesi ve hüküm başlıklı 223. maddesinin 4. fıkrasında, ‘İşlenen fiilin suç olma özelliğini devam ettirmesine rağmen; etkin pişmanlık dolayısıyla faile ceza verilmemesi hallerinde, ceza verilmesine yer olmadığı kararı verileceği’ 8. fıkrada ise Türk Ceza Kanununda öngörülen düşme sebeplerinin varlığı… halinde, davanın düşmesine karar verileceği düzenlenmesine yer verilmiştir. Bu bağlamda TCK’nun 184/5. maddesinde yer alan düzenlemenin bir etkin pişmanlık niteliği taşıdığı ileri sürülebilir ise de, kanun koyucunun anılan durumda verilecek kararı ‘ ceza verilmesine yer olmadığı kararı’ yerine ‘düşme kararı’ olarak tercih etmekle ruhsata aykırılığın giderilmesini, tipik bir etkin pişmanlık durumu olarak nitelendirmediği, daha ziyade bir soruşturma ve kovuşturma şartı olarak düzenlediği anlaşılmaktadır.
CMK’nun 324. maddesinde ise yargılama giderlerinin kapsamı belirlenmiştir. Harçlar ve tarifesine göre ödenmesi gereken avukatlık ücretleri ile soruşturma ve kovuşturma evrelerinde yargılamanın yürütülmesi amacıyla Devlet Hazinesinden yapılan her türlü harcamalar ve taraflarca yapılan ödemeler yargılama gideridir. Bu hükme göre, vekalet ücretinin de yargılama gideri kapsamında bulunduğu hususunda kuşku bulunmamaktadır. Ancak bu durum onun şahsi hak niteliğini de ortadan kaldırmamaktadır.
Durumun bu şekilde tespit edilmesi karşısında, mahkemece sanık hakkında açılan kamu davası sonunda düşme kararı verilmesi halinde, yargılama giderinin ne şekilde tahsil edileceğine ilişkin olarak CMK’nun 324 ve devamı maddeleri ile TCK’nun 74. maddesinin irdelenmesine ihtiyaç bulunmaktadır.
Ceza Muhakemesi Kanunun anılan hükümlerine bakıldığında düşme kararı verilmesi halinde yargılama giderinin sanıktan tahsil edilip edilmeyeceği yönünde açık bir hüküm bulunmadığı, ancak, sanığın yükümlülüğü başlıklı 325. maddesinde, cezaya veya güvenlik tedbirine hükmedilmesi halinde, bütün yargılama giderlerinin sanığa yükletileceği, 327. maddesinde ise hakkında beraat ya da ceza verilmesine yer olmadığına karar verilen kişinin sadece kendi kusurundan ileri gelen giderleri ödemeye mahkum edileceği şeklinde düzenleme yapıldığı görülmektedir.
Türk Ceza Kanunun ‘dava veya cezanın düşmesinin etkisi’ başlıklı 74. maddesinin ikinci ve üçüncü fıkralarında ise şöyle bir düzenleme yer almaktadır:
( 2 ) Kamu davasının düşmesi, malların geri alınması ve uğranılan zararın tazmin edilmesi için açılan şahsi hak davasını etkilemez.
( 3 ) Cezanın düşmesi şahsi haklar, tazminat ve yargılama giderlerine ilişkin hükümleri etkilemez. Ancak genel af halinde yargılama giderleri de istenemez.
Hükümde yer alan düzenlemeden de açıkça anlaşıldığı gibi, kamu davasının düşmesi halinde, bu durumdan sadece malların geri alınması hali ile davaya konu olay nedeniyle uğranılan bir zarar varsa bunun tazmini için açılan hukuk davası etkilenmeyecek, yani davaya devam edilebilecek, ancak mahkumiyet kararı verildikten sonraki bir tarihte cezanın düşmesine karar verilmiş ise bu takdirde düşme kararı verilmiş olması şahsi hakkın istenmesine ve yargılama giderinin tahsiline engel bir durum oluşturmayacaktır. Başka bir deyişle yargılama gideri ve şahsi hak ancak cezanın düşmesine karar verilmesi halinde istenebilecektir. O halde, anılan hükümlerin mevhumu muhalifinden kanun koyucunun kamu davasının düşmesine karar verilmesi halinde sadece açılan hukuk davası ve malların geri istenmesi ile sınırlı düzenleme yaptığını, şahsi hak ve yargılama giderinin sanıktan tahsiline karar verileceği yönünde somut bir düzenleme yapmayarak bu yöndeki iradesini ortaya koyduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Düzenlemenin Türk Ceza Kanunu hükümleri arasında yer alması da bu hükmün aynı zamanda bir usul hükmü olması niteliğini de ortadan kaldırmamaktadır. Başka bir deyişle kanunda bu konuda bir boşluk olduğu ve kıyas yoluyla bu boşluğun doldurulmasının gerektiğinden söz edilemeyecektir.
Somut olayla ilgili olarak yasal bir boşluk olduğu kabul edilirse, CMK’nun 327. maddesi ile HUMK’nun 94/2. maddesinin kıyas yolu ile uygulanabilirliğinin ve sonuçlarının da ayrıca tartışılması gerekmektedir.
Ceza Muhakemesi Hukukunda kıyas kural olarak serbesttir, ancak sınırlayıcı düzenleme yapan hükümler ile istisnai düzenleme yapan hükümler kıyas yolu ile genişletilemez. Kanımızca, yargılama giderinin ne olduğunu, kime, hangi hallerde ve ne şekilde yükletileceğine ilişkin CMK’nun 324 ve devamı maddeleri istisnai hükümler olup kıyas yolu ile genişletilmesi mümkün değildir. CMK’nun 327. maddesi, başlığında hükmü, beraat ve ceza verilmesine yer olmadığına dair verilen kararlar yönünden istisnai olarak saymış ve sınırlamıştır. 5237 sayılı TCK’nun 184/5. maddesinin hükmün uygulanması koşulu halinde verilmesini öngördüğü karar düşme kararı olduğuna göre, düşme kararı verilmesi halinde CMK’nun 327. maddesinin kıyas yolu ile uygulama olanağı da bulunmamaktadır.
Kaldı ki, hükmün gerekçesine bakıldığında, sanığın kusurluluk durumunun da kamu davası açıldıktan sonraki bir dönemde gerçekleşmesi haline özgü olmasının amaçlandığı anlaşılmaktadır. Gerekçede ‘hakkında kamu davası açılmış olan kişi, savsama ve kusuruyla bilirkişi ve tanıkların dinleneceği veya yüzleştirme yapılacak duruşmaya katılmaması ve bu işlemlerin yenilenmesinin gerekmesi, kendisini suçlama gibi nedenlerden kaynaklanan giderlerden sorumludur’ denilmektedir. O halde suça konu ruhsatsız binayı dava açılmazdan önce ruhsata uygun hale getirmemenin bu madde kapsamında sanığa bir kusur olarak izafe edilmesi de kanunun ruhuna aykırı olacaktır. Aksi durumun düşünülmesi ve yapılan düzenlemenin HUMK’nun 94. maddesine paralel bir düzenleme getirildiğinin savunulması da mümkün görülmemektedir.
Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununa göre, yargılama giderleri kural olarak davada haksız çıkan ( aleyhine hüküm verilen ) tarafa yükletilir. HUMK’nun 94. maddesinde ise davanın feragat veya kabul ile sonuçlanması hallerinde durum özel olarak düzenlenmiştir. Maddenin birinci fıkrasında davadan feragat eden veya davayı kabul eden tarafın mahkum olmuş gibi yargılama giderini ödemekle yükümlü olduğu hususunda genel bir düzenleme yapıldıktan sonra, ikinci fıkrasında hakkaniyet kuralları gözetilerek bu genel kuralın istisnası getirilmiş ve hal ve durumu ile aleyhine dava açılmasına sebebiyet vermemiş ve ilk oturumda davayı kabul etmiş olan davalının yargılama giderine mahkum edilemeyeceği kabul edilmiştir. Anılan düzenlemede davasından feragat eden davacının aslında dava açmakta haksız olduğu karinesinden hareket edilmiş, davayı kabul eden davalının ise aslında haksız çıktığı anlaşılsa bile dava açılmasaydı da edimini yerine getireceği karinesinden hareketle eğer dava açılmasına kendi hal ve hareketleri ile sebebiyet vermemiş ve hiç bir işlem yapılmadan davayı ilk oturumda kabul etmiş ise yargılama giderinden sorumlu olmaması gerektiği düşünülmüştür. Dolayısıyla bu düzenlemeden aksi bir çıkarım yapılarak kendi kusuru ile dava açılmasına sebebiyet veren sanık hakkında yasada öngörülen koşul gerçekleştiğinde verilen düşme kararı nedeniyle yargılama gideri ve vekalet ücretinden sorumluluğunun bulunduğunu kabul etmek de mümkün görünmemektedir.
Yargıtay 4. Ceza Dairesi tarafından verilen bozma kararı ile ilgili irdelenmesi gereken başka bir husus da, vekalet ücretinin şahsi hak niteliği baki kalmak üzere yargılama gideri olmasına karşın, yerel mahkemece verilen kararda yargılama giderinin hazine üzerinde bırakılmasına kısımla ilgili olarak bir bozma yapılmamasıdır. Zira eğer sanığın somut olayda CMK’nun 327. maddesine göre yargılama giderinden sorumluluğu kabul ediliyorsa, yargılama giderinin Devlet Hazinesi tarafından yapılanlar ile davaya katılan tarafın vekil tutması nedeniyle yaptığı gider olarak ayrılmadan tüm giderlerin sanıktan tahsil edilmesine karar verilmesi gerekir. Aksi bir durum CMK’nun 324. maddesine aykırı olacaktır.
Ayrıca hüküm, sadece vekalet ücretine hükmedilmemesi isabetsizliğinden bozulduğuna ve bu husus yeniden yargılama yapılmasını gerekli kılmadığına göre, CUMK’nun 322. maddesi uyarınca Yargıtay 4. Ceza Dairesi tarafından düzeltilerek onanmasına karar verilebilecekken bozma kararı verilmiştir.
Anılan değerlendirmelerin ışığında Yüksek Yargıtay 4. Ceza Dairesinin 06.07.2011 tarih ve 10369-12174 sayılı ilâmında yerel mahkemece 5237 sayılı TCK’nun 184/5. maddesi uyarınca verilen düşme kararı nedeniyle katılan lehine vekalet ücretine hükmedilmesi gerektiği noktasına ilişen bozma kararında isabet bulunmamaktadır” görüşüyle itiraz yasa yoluna başvurarak, Özel Daire bozma kararının kaldırılmasına ve yerel mahkeme hükmünün onanmasına karar verilmesi isteminde bulunmuştur.
Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır:
KARAR : Özel Daire çoğunluğu ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; sanıklar hakkında imar kirliliğine neden olma suçundan açılan kamu davasının 5237 sayılı TCY’nın 184/5. maddesi uyarınca düşmesine karar verilen olayda, katılan lehine vekalet ücreti de dahil olmak üzere yargılama giderlerinden sanıkların sorumlu tutulmasının olanaklı olup olmadığının belirlenmesine ilişkindir.
İncelenen dosya içeriğine göre;
İmar kirliliğine neden olma suçundan açılan kamu davasında, sanıkların ruhsata aykırı olarak yaptıkları eklentiyi yargılama sırasında yıkmaları nedeniyle haklarındaki kamu davasının 5237 sayılı TCY'nın 184/5. maddesi uyarınca düşmesine karar verildiği anlaşılmaktadır.
Yargılama giderleri 5271 sayılı CYY'nın 324 ila 330. maddeleri arasında düzenlenmiş olup, anılan Yasanın 324. maddesinin birinci fıkrasında yer alan; “Harçlar ve tarifesine göre ödenmesi gereken avukatlık ücretleri ile soruşturma ve kovuşturma evrelerinde yargılamanın yürütülmesi amacıyla Devlet Hazinesinden yapılan her türlü harcamalar ve taraflarca yapılan ödemeler yargılama giderleridir” şeklindeki düzenleme ile yargılama giderlerinin kapsamı, “sanığın yükümlülüğü” başlıklı 325. maddesinin birinci fıkrasında yer alan; “Cezaya veya güvenlik tedbirine mahkûm edilmesi hâlinde, bütün yargılama giderleri sanığa yüklenir” şeklindeki düzenleme ile de kural olarak ancak sanık hakkında cezaya veya güvenlik tedbirine hükmolunması halinde sanığın yargılama giderlerinden sorumlu olacağı belirlenmiştir.
Anılan Yasanın “beraat veya ceza verilmesine yer olmadığı kararı verilmesi halinde gider” başlıklı 327. maddesinin birinci fıkrası ise; “Hakkında beraat veya ceza verilmesine yer olmadığına karar verilen kişi, sadece kendi kusurundan ileri gelen giderleri ödemeye mahkûm edilir” şeklinde düzenlenmiş olup, fıkranın açık düzenlemesinden de anlaşılacağı üzere, beraat veya ceza verilmesine yer olmadığına karar verilmesi halinde sanık ancak kendi kusurundan ileri gelen giderlerden sorumlu olacaktır.
Madde gerekçesinde “kendi kusurundan” ifadesinden ne anlaşılması gerektiği; “hakkında kamu davası açılmış olan kişi savsama ve kusuruyla bilirkişi veya tanıkların dinleneceği veya yüzleştirme yapılacak duruşmaya katılmamamsı ve bu işlemlerin yenilenmesinin gerekmesi, kendisini suçlama gibi nedenlerden kaynaklanan giderlerden sorumludur” şeklinde açıklanmıştır.
5271 sayılı CYY'nın 223/8. maddesi uyarınca verilen düşme hükümlerinde sanığın yargılama giderlerinden sorumlu olup olmayacağı ya da hangi hallerde sorumlu tutulacağına yönelik herhangi bir düzenlemeye anılan yasanın yargılama giderlerine ilişkin bölümünde yer verilmemiştir.
CYY’nın 327. maddesinde yalnızca beraat veya ceza verilmesine yer olmadığına kararları verilmesi halinde yargılama giderlerinin kimden ve ne şekilde tahsil edileceği düzenlenmiş olduğundan, 223/8. maddesi uyarınca verilecek olan düşme kararlarında yargılama giderlerinin kimden ne şekilde tahsil edileceği 327. madde hükümlerine göre değil, 325. madde hükümlerine göre belirlenmelidir.
Bu bilgiler ışığında somut olay değerlendirildiğinde;
İmar kirliliğine neden olma suçundan açılan kamu davasında, sanıkların ruhsata aykırı olarak yaptıkları eklentiyi yargılama sırasında yıkmaları nedeniyle 5237 sayılı TCY'nın 184/5. maddesi uyarınca kamu davasının düşmesine karar verilmiştir.
5271 sayılı CYY'nın 325/1. maddesi gereğince, ancak ceza veya güvenlik tedbirine mahkumiyet halinde yargılama giderlerinin sanıklara yükletilmesi olanaklı olup, sanıklar hakkında açılan kamu davasının düşmesine karar verilmiş olduğundan, katılan lehine hükmolunacak vekalet ücreti de dahil olmak üzere yargılama giderlerinden sanıkların sorumlu tutulması olanağı bulunmamaktadır.
Ceza Yargılaması Hukukunda kıyasın olanaklı olduğu, bu itibarla kıyas yoluyla anılan Yasanın 327. maddesi uyarınca sanıkların katılan lehine hükmolunacak vekalet ücreti de dahil olmak üzere yargılama giderlerinden sorumlu tutulması gerektiği ileri sürülebilir ise de; kıyas ancak genel nitelikteki hükümler bakımından söz konusu olup, 327. maddenin ise istisnai bir hüküm olması nedeniyle, kıyas yoluyla da olsa, maddenin kapsamının genişletilmesi olanaklı değildir.
Öğretide bu konuyla ilgili şu görüşler mevcuttur.
“Ceza Muhakemesi hukukunda, kural olarak kıyas yapılabilir. Ancak, ceza muhakemesi hukukunda da yasallık ilkesinin bir sonucu olarak kıyasa başvurulmasının sınırları vardır. Şu hallerde kıyas ( benzetme ) yolu ile boşluk doldurulamaz: 1- sınırlayıcı hükümlerin söz konusu olması, 2- istisnai hükümlerin söz konusu olması” ( Centel/Zafer, Ceza Muhakemesi Hukuku, 7. Bası, sf. 49 ), “ceza muhakemesi hukukunda üç noktada kıyas engellenmiştir; bu üç noktada artık kanunilik ilkesi, ceza muhakemesinde çok etkin bir rol oynamaya başlamıştır ve kıyas yasaktır. Bunlar sınırlayıcı ve istisnai normlar ile koruma tedbirlerine ilişkin düzenlemelerdir” ( Ünver, Yener- Hakeri, Hakan,Ceza Muhakemesi Hukuku, 5. Bası, sf.26 )
Kaldı ki, 5271 sayılı Yasanın 327. maddesinin düşme kararı verilmesi halinde de uygulanma olanağı bulunduğu kabul edilse dahi, katılan lehine hükmolunacak vekalet ücretinin sanıkların kusurundan kaynaklanan bir gider olarak kabulü olanaklı olmadığı gibi, dosya kapsamına göre sanıkların kusurundan kaynaklanan bir gider de bulunmadığından, yerel mahkeme tarafından kendisini vekil ile temsil ettiren katılan için vekalet ücretine hükmolunmaması ve yargılama giderlerinin hazine üzerinde bırakılmasına karar verilmesi usul ve yasaya uygundur.
Bu itibarla, haklı nedene dayanan itirazın kabulü ile Özel Daire bozma kararının kaldırılarak, isabetli bulunan yerel mahkeme hükmünün onanmasına karar verilmelidir.
Çoğunluk görüşüne katılmayan üç Genel Kurul Üyesi; itirazın reddi gerektiği yönünde karşı oy kullanmıştır.
SONUÇ : Açıklanan nedenlerle;
1- Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının KABULÜNE,
2- Yargıtay 4. Ceza Dairesinin 06.07.2011 gün ve 10369-12174 sayılı bozma kararının KALDIRILMASINA,
3- Usul ve Yasaya uygun olan Çeşme Asliye Ceza Mahkemesinin 09.05.2007 gün ve 110-332 sayılı hükmünün ONANMASINA,
4- Dosyanın mahalline gönderilmek üzere Yargıtay C.Başsavcılığına TEVDİİNE, 31.01.2012 günü yapılan müzakerede oyçokluğuyla karar verildi.




2-YARGITAY
CEZA GENEL KURULU
Esas Numarası: 2011/4-301
Karar Numarası: 2012/1800
Karar Tarihi: 09.10.2012

DURUŞMANIN SONA ERMESİ VE HÜKÜM
HAKARET SUÇU

5237 s. TCK/125
5271 s. CMK/223

Hakaret suçundan sanık U. A.'ın 5271 sayılı CYY'nın 223/2-e maddesi uyarınca beraatine ilişkin, Yargıtay 4. Ceza Dairesince verilen 23.06.2011 gün ve 10-13 sayılı hükmün sanık ve müdafii tarafından beraat kararının gerekçesine ve vekalet ücretine yönelik olarak temyiz edilmesi üzerine Yargıtay C.Başsavcılığının bozma istekli 19.08.2011 gün ve 68552 sayılı tebliğnamesi ile Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır:
KARAR : Ceza Genel Kurulunun 27.06.1994 gün ve 174-196 sayılı kararı ile Özel Dairelerin duraksamasız uygulamalarına göre beraat kararlarının sanık tarafından gerekçeye yönelik olarak temyiz edebileceği kabul edildiğinden, hükmün temyizen incelenmesi olanaklı görülmüştür.
Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; sanık hakkındaki beraat kararının CYY’nın 223/2-e maddesi uyarınca verilmesinin isabetli olup olmadığı ile beraat eden ve kendisini müdafi ile temsil ettiren sanık lehine vekalet ücretine hükmedilmesi gerekip gerekmediğinin belirlenmesine ilişkindir.
İncelenen dosya içeriğinden;
Mağdur A. U.'un Adalet Müfettişine; "16.06.2009 günü arkadaşım olan Av. A. Ç. tarafından verilen yetki belgesine istinaden İzmir 10. İcra Ceza Mahkemesindeki 2008/1089 esas sayılı davanın duruşmasına katılmak amacıyla 09.30’da duruşma salonuna geldim, duruşma başlamadan önce dosyayı incelediğimde icra takip dosyasının mahkeme dosyasının içinde olmadığını, Adana Nöbetçi İcra Ceza Mahkemesine yazılan talimatın şikâyet edilen borçlunun vatandaşlık numarası bulunmaması nedeniyle bila ikmal iade edildiğini gördüm. Saat 09.30'dan 12.15’e kadar duruşma sırasının gelmesi için bekledim. Sırası gelince davanın duruşmasına başlandı. Hakim bey dosyayı önüne alarak ‘dosyada bulunan yetki belgesindeki imza Avukat A. Ç.’e mi ait’ diye sordu. Cevaben ‘evet’ deyince bu kez ‘şikâyet olunanın kimlik numarası sizde var mı’ diye yeni bir soru sorması üzerine ben de ‘hakim bey dosya bize ait değil arkadaşımın ricası üzerine duruşmaya katılıyorum, yazılan talimat bila ikmal iade olunmuş, süre verilsin eksiklikleri tamamlayalım’ dedim. Hakim bey ‘bu dosyanın içinde icra dosyası yok gidin alın getirin’ diyerek dosyayı kürsünün kenarına itti. Bunun üzerine tekrar ‘hakim bey yazılan talimat borçlunun kimlik numarası olmadığından bila ikmal iade olmuş, tarafımıza süre verilsin eksikliği tamamlayalım’ dedim. Fakat hakim bey ‘öğleden sonra geleceksiniz’ diye karşılık vermesi üzerine, tekrar kendisine ‘hakim bey saat 09.30' dan beri bekliyoruz şu anda saat 12.15 deyince’, cevaben, 'burada oturacağınıza gidin işinizi yapın, icra dosyasını getirseydiniz’ dedi. Bu kez sanığa küçük çocuğum hasta öğleden sonra doktora gitmek üzere randevu aldım, öğleden sonra duruşmaya katılmam mümkün olmaz dedim. Sanığın da gelmezsen dosya düşer şeklinde cevap vermesi üzerine hakim bey dosyayı alın, ya talik edin, ya da duruşmayı yapın, şartları varsa reddedin veya bizi mazeretli sayın dedim. Hakim bey de cevaben, ders verir gibi bir tavır takınarak, olmaz, öğleden sonra geleceksin, gelip işinizi yapacaksınız, işinizi öğrenin şeklinde açıklamada bulundu. Ben de ben şu anda hazırım, öğleden sonra gelmem mümkün değil, davayı düşürecekseniz düşürün, sorumluluk sizin diyerek duruşma salonunu terk ettim. Duruşma salonundan koridora çıktığımda hakim beyin, koridordan duyulacak kadar yüksek sesle ‘defol git’ diye bağırdığını duyunca geri dönerek, hakim bey nasıl böyle bir şey söyleyebilirsiniz diyerek, duruşma salonunda bekleyen avukat arkadaşları işaret edip, bu arkadaşları şahit göstererek tutanak tutup sizi şikâyet edeceğim dedim. Sanık da karşılık olarak ‘git ne yaparsan yap’ dedi" şeklinde anlatımda bulunduğu, yargılama aşamasında anlatımlarını tekrarlayarak sanık hakkındaki şikayetinden vazgeçtiği,
Tanık F.O.'in aşamalarda özetle; “benden önceki duruşmalar yapılırken ben, duruşma salonundaki dinleyici koltuklarında evraklarımı inceliyordum, yanılmıyorsam saat 12.20 sıralarında mağdur Av. A.U.’un sırası geldi, kendisi duruşma salonunda davacı vekiline tahsis edilen bölüme geçti ve duruşma başladı, hakim bey 'icra dosyası gelmemiş' şeklinde bir söz söyledi, bunun üzerine mağdur da, ‘biz yetki belgesine dayanarak bu davaya giriyoruz, duruşma öncesi dosyayı incelediğimde eksiklikler gördüm, süre verilirse bunları ikmal ederiz' şeklinde bir cevap verdi. Bu sırada hakim bey ‘oturacağınıza icra dosyasını getirseydiniz, ben bu dosyayı öğleden sonraya bırakıyorum’ dedi. Mağdur da ‘benim çocuğum hasta, öğleden sonra doktora götüreceğim, dosyada zaten eksiklikler var, öğleden sonra da duruşma yapılsa süre verilecek o bakımdan duruşmayı öğleden sonraya bırakmayalım’ şeklinde beyanda bulundu. Buna rağmen sanık ‘hayır ben öğleden sonra bu duruşmayı yapacağım dosyayı getirin’ dedi. Mağdur da ‘ben durumumu arz ediyorum, öğleden sonraya kalamam çocuğumu hastaneye götüreceğim’ dedi. Bu sırada sanık kürsüden kalktı, cübbesini omuzlarından sıyırdı, hâl ve tavırlarından duruşmanın bittiği izlenimini edindim. Mağdur, sanığın bu tavrını görünce duruşma salonunu terk etti. Bu sırada sanık koltuğuna tekrar oturdu, ‘defol git’ şeklinde bir cümle sarf etti. Bu sözü işiten mağdur da tekrar duruşma salonuna döndü ve sanığa hitaben ‘bana bu tarzda davranma hakkınız yok, bu sözleri zapta geçin ben şikâyette bulunacağım’ şeklinde cevap verdi ve oradan ayrıldı. Ben duruşma salonundan 12.40 civarında ayrıldım” dediği, yargılama sırasında anlatımları ile tanıklar D.Ç., S. Ç. ve S. S.''in anlatımları arasında oluşan çelişki sorulduğunda anlatımında ısrar ettiği,
Tanık B.Ç.'nin aşamalarda özetle; “Olay günü vekil sıfatıyla takip ettiğim dosyalar olduğundan 10. İcra Ceza Mahkemesindeki duruşma salonunda dinleyici kısmında oturuyor, sıramın gelmesini bekliyordum. Hakim bey duruşmaları sırasıyla yapıyordu. Saat 12.00’yi geçmişti. Mağdur Av. A. U. sırası gelince duruşma salonunda davacı bölüme geçti. Fakat o sırada sanığın fiilen duruşmaya başlayıp başlamadığını hatırlamıyorum. Yani diğer bir deyişle duruşma zaptının yazılmaya başlayıp başlamadığını bilmiyorum. Fakat şöyle bir konuşma oldu, hakim beyin sorusu üzerine mağdur söz alarak ‘talimat bilâ ikmal dönmüş, yeniden talimat yazılması gerekiyor, eksikliğin giderilmesi gerektiğinden icra dosyasını getirmedim’ dedi. Bu sırada sanık ‘sanığın kimlik numarasını biliyor musun’ şeklinde mağdura bir soru yöneltti. Mağdurun ne cevap verdiğini tam hatırlamıyorum. Bu ana kadar konuşmalar normal ses tonuyla devam ediyordu. Dosya sanığın önünde mağdur avukat da duruşma salonunda davacılara tahsis edilen yerdeydi. Bu sırada sanık icra dosyasının gelmesi gerektiği şeklinde bir beyanda bulununca mağdur avukat ‘hakim bey şu an öğle arası olduğu için icra dosyasını getirme imkanım olmaz, çocuğum hasta olduğundan öğleden sonra doktora götürmem gerekiyor, duruşma yapılsın’ şeklinde bir beyanda bulundu. Fakat sanık ısrarlı ve kesin bir şekilde ‘icra dosyasını getireceksiniz’ şeklinde açıklamada bulununca mağdur yine mazeretini tekrarlayarak dosyada eksiklikler var zaten erteleme kararı verilecek, öğleden sonra benim duruşmada bulunmam mümkün değil, duruşmayı bitirin şeklinde cevap verince hakim bey ‘icra dosyasını getirin, işinizi yapmıyorsunuz’ diyerek dava dosyasını kaldırıp kenara koydu. O sırada mağdur duruşma salonundan çıktı. Sanık cübbesini çıkarmak üzereydi ve birden mağdurun çıktığı duruşma salonu giriş kapısına doğru ‘defol git’ diye bağırdı. Bunun üzerine mağdur yeniden duruşma salonuna gelerek ‘hakim bey benimle bu şekilde konuşmaya hakkınız yok, hakkınızda tutanak tutup şikâyette bulunacağım’ dedi ve salondan çıktı. Mağdur çıkınca ortalık sakinleşti. Duruşma devam etti. Kalan birkaç dosyanın duruşması da yapıldı” şeklinde anlatımda bulunduğu, yargılama aşamasında anlatımları ile tanıklar D.Ç., S.Ç. ve S. S.''in anlatımları arasında oluşan çelişki sorulduğunda anlatımında ısrar ettiği,
Tanık S.Ç.'in Adalet Müfettişine vermiş olduğu beyanında; “Ben olay günü duruşma zabıt kâtibiydim. İcra Ceza Mahkemesinde dosyaların hiç biri UYAP’a aktarılmamıştır. O bakımdan şikâyetçinin dosyasında duruşmanın tam olarak saat kaçta başladığını söyleyemeyeceğim. Ancak o gün sabah 09.00 da duruşmalara başladık. Sırasıyla mevcutlu olan tüm dosyaları aldık. Saat 12.00 olunca hakim bey birkaç dosyayı da yapıp yemeğe çıkalım dedi. Yanılmıyorsam 12.20 sularında mağdur avukatın dosyasını aldık. Mağdur avukat davacı bölümüne geçti. Hakim bey duruşmaya başladı. Ben zabıt katibi olarak duruşma zabtının ilgili bölümlerini ( davacı vekili geldi, açık duruşmaya başlandı... gibi ) kısımlarını yazdım. Bu sırada hakim bey icra dosyasının eksik olduğunu görünce mağdura ‘dosyayı getirtin, duruşmayı öğleden sonra yapayım’ dedi. Sanığın bu talebi üzerine mağdur, benim öğleden sonra hastam var, gelemeyeceğim duruşmayı şimdi bitirin şeklinde bir cevap verdi. Sanık da icra dosyasının gelmesi lazım, getirseydiniz karara çıkarabilirdim, dedi. Mağdur ısrar etti, öğleden sonra gelemeyeceğini, duruşmanın talik edilmesini istedi. Sanık, mağdur avukatın bu talebini kabul etmedi ve icra dosyasının getirtilmesi gerektiğini, bundan sonra dosya hakkında karar vereceğini belirtince mağdur hastası olduğu için öğleden sonra gelemeyeceğini söyledi. Sanık öğleden sonra gelmediğiniz takdirde dosyayı düşürürüm deyince mağdur elini kürsüye doğru sallayarak ‘düşürürsen düşür’ deyip duruşma salonundan çıktı. O sırada sanık normal ses tonuyla, bağırmadan, kendi kendine ‘biz de defolup gideceğiz’ gibi bir söz söyledi. O sırada mağdur tekrar duruşma salonuna girdi. Bana defol git diyemezsin şeklinde karşılık verdi. Sanık da bunun üzerine 'ben defol git dememiştim ama sen nasıl anlarsan anla' şeklinde cevap verdi. Mağdur da bunun üzerine 'sizi şikâyet edeceğim, buradakileri de şahit göstereceğim diyerek' duruşma salonunu terk etti” dediği yargılama sırasında ifadesinden kısmen dönerek olay tarihinde duruşmaya gelen kişinin mağdur olmadığını ve duruşma zaptını kesinlikle yazmaya başlamadığını söylediği,
Tanık S. S.'in Adalet Müfettişine vermiş olduğu ifadesinde; “Olay günü mübaşir olarak görev yapıyordum. Mağdur avukatın takip ettiği dosyanın sırası gelince duruşmaya başlandı. Duruşmaya başlandığında salondaydım. Bilgisayarda celse açıldı, görevli zabıt katibi yazmaya başladı. Hakim bey ‘icra dosyası eksik, bunun gelmesi gerekiyor, öğle arasında icra dosyasını getirtebilirsek iyi olur, dosya bir yıldır sürüncemede kalmış, borçlunun kimlik numarası gerekiyor, ayrıca yeniden talimat yazılması için masraf vermeniz gerekiyor’ dedi. Bunun üzerine mağdur ‘ben icra dosyasını getiremem, öğleden sonra çocuğum hasta olduğu için doktora gideceğim, ayrıca ben geçici olarak duruşmaya giriyorum, pul parası da veremem, bu nedenle duruşma günü verirseniz iyi olur’ dedi. Sanık da bu dosya zaten bir yıldır sürüncemede kalmış, daha ne kadar ertelenebilir, takip dosyasını getirtelim, ondan sonra karar veririm dedi. Bunun üzerine mağdur elini kürsüye doğru sallayarak ‘ben öğleden sonra gelemem düşürürseniz düşürün’ diyerek duruşma salonundan çıktı. Ben de arkasından çıktım. Bu sebeple duruşma salonunda sanığın ne dediğini bilmiyorum. Sonra birden, biz koridordayken mağdur tekrar duruşma salonuna döndü. Ben duruşma salonunun kapısının dışındayken, mağdur da duruşma salonunun 1-2 metre iç tarafında olduğu halde 'arkadaşları şahit göstereceğim' diyordu. Mağdur sözlerini söyledikten sonra oradan ayrıldı. Bu sırada duruşma salonunda Av. F. Bey ve Av. B. Hanım vardı” şeklinde anlatımda bulunduğu, yargılama aşamasında bu anlatımından kısmen dönerek olay günü sanık ile tartışan kişinin mağdur olmadığını ve tartışmanın başka bir dosyanın duruşması yapılırken gerçekleştiğini ifade ettiği,
Savunma tanığı D.Ç.'in özetle; “... Ben duruşma salonunun kapısının önündeydim. Mübaşir icra dosyasını alıp getirdi. Duruşma salonuna girip, icra dosyasını hakim beye verdi. O sırada dinleyici kısmında oturan avukat kalktı. Benim duruşmamı da yapın dedi. Hakim bey icra dosyasını getirin, bu dosya 1 senedir sürüncemede bekliyor diye cevap verdi. Bunun üzerine avukat öğleden sonra çocuğumu hastaneye götüreceğim, öğleden sonra gelemem duruşmamı şimdi yapın dedi. Avukat yetki belgesini hakim beye sundu. Hakim bey şu anda başka duruşma yapıyoruz dedi. Avukat ısrar edince yetki belgesini almak durumunda kaldı. Yetki belgesindeki imzanın yetki veren avukata ait olup olmadığını sordu. Avukat imzanın yetki veren avukata ait olduğunu söyledi. Hakim bey o zaman icra dosyasını getirin duruşmayı hemen yapayım dedi. Avukat ise saatin geçtiğini dosyayı getirmeyeceğini, çocuğunun hasta olduğunu onu hastaneye götüreceğini, öğleden sonra gelemeyeceğini söyleyip, düşürürsen düşür diyerek duruşma salonundan çıktı. Ben kapıda beklediğim için beni bir iki adım geçip koridora çıkmıştı. Bu sırada sanık da ‘gidersen git biz de birazdan defolup gideceğiz’ dedi. Bunun üzerine avukat geri dönerek lafın neresini duydu bilmiyorum 'bana defol git diyemezsiniz, hakaret ediyorsunuz' dedi. Sanık da 'ben sana defol git demedim, senin kendi bileceğin iş, istediğini yapabilirsin’ dedi” şeklinde anlatımda bulunduğu,
Tanık A. Ç.'ün anlatımında özetle; olay günü işi olması nedeniyle İzmir 10. İcra Ceza Mahkemesinde devam eden yargılamanın duruşmasına katılması için mağdura yetki belgesi verdiğini, duruşma sonrası kendisini arayıp sorduğunda, dosyanın karara çıkmadığını, hakim beyle arasında tartışma geçtiğini söylediğini, yetki belgesindeki imzanın kendisine ait olduğunu ifade ettiği,
Sanık U. A.'ın İzmir 10. İcra Ceza Mahkemesi hakimi olup, 31.12.1991 tarihinde birinci sınıfa ayrıldığı,
Mağdur A. U. ile tanıklar F.O., B.Ç. ve D.Ç.'in İzmir Barosuna kayıtlı serbest avukat oldukları, tanık S. Ç.'in İzmir 10. İcra Ceza Mahkemesinde zabıt katibi, tanık S. S.'in anılan mahkemede mübaşir olarak görev yaptığı,
Sanığın aşamalarda özetle; "Olay tarihinde yargılama yaparken mağdur avukat işinin olduğunu söyledi. Öğleden sonra gelemeyeceğini bildirdi. Ben de icra takip dosyasının gelmesi gerektiğini, dosyanın sürüncemede kaldığını ve duruşmayı bölmemesini söyledim. Çocuğum hasta hastaneye götüreceğim dedi. Ben de duruşma bitsin sizin dosya ile ilgileneceğim dedim. Yetki belgesini üzerime ve kürsüye doğru attı. 'düşürürsen düşür' dedi. Ben de 'biz de birazdan defolup gideceğiz' dedim. Mağdur üzerine alındı, 'siz bana defol git diyemezsiniz' dedi. Ben de mağdura 'ben size defol git demedim, ancak sen nasıl anlarsan anla’ dedim" şeklinde savunma yaptığı,
Anlaşılmaktadır.
5271 sayılı CYY'nın "Duruşmanın sona ermesi ve hüküm" başlıklı 223. maddesinin 2. fıkrası;
" ( 2 ) Beraat kararı;
a ) Yüklenen fiilin kanunda suç olarak tanımlanmamış olması,
b ) Yüklenen suçun sanık tarafından işlenmediğinin sabit olması,
c ) Yüklenen suç açısından failin kast veya taksirinin bulunmaması,
d ) Yüklenen suçun sanık tarafından işlenmesine rağmen, olayda bir hukuka uygunluk nedeninin bulunması,
e ) Yüklenen suçun sanık tarafından işlendiğinin sabit olmaması,
Hallerinde verilir" şeklinde düzenlenmiş olup, fıkradaki bu hallerden biri gerçekleştiğinde mahkemece fıkranın hangi bendine de dayanıldığı belirtilmek suretiyle sanıklar hakkında beraat kararı verilmesi gerekmektedir.
Uyuşmazlığın sağlıklı bir şekilde çözüme kavuşturabilmesi için CYY'nın 223. maddesinin 2. fıkrasında yer alan "yüklenen suçun sanık tarafından işlenmediğinin sabit olması" ve "yüklenen suçun sanık tarafından işlendiğinin sabit olmaması" kavramları üzerinde durulması gerekmektedir.
Yüklenen suçun sanık tarafından işlenmediğinin sabit olması; mahkeme tarafından yapılan yargılama sonucunda yargılama konusu suçun sanık tarafından işlenmediğinin kesin olarak belirlenmesidir. Diğer bir ifade ile yüklenen suçun başkası tarafından işlendiği, sanık tarafından işlenmesinin olanaksız olduğu, kesin delillerle sanık tarafından işlenmediğinin belirlendiği hallerde suçun sanık tarafından işlenmediğinin sabit olmasından bahsedilebilir. Bu durumda yargılama konusu eylemle sanığın ilişkisini kesen açık bir belirleme yapılmış olmalıdır.
Yüklenen suçun sanık tarafından işlendiğinin sabit olmaması ise; yargılama sonucunda sanık ile eylem arasında ilişki kurulmakla birlikte sanığın suçu işlediğinin kesin, açık ve inandırıcı delillerle belirlenememesidir. Bu durumda mahkeme suç ile sanığın ilişkisini tespit etmekte, ancak sanığın yargılama konusu suçu işlediği konusunda şüphede kalmaktadır. 5271 sayılı CYY'nın 223/2-e maddesinde düzenlenen bu beraat nedeni ceza yargılamasının en önemli ilkelerinden biri olan “in dubio pro reo” yani “kuşkudan sanık yararlanır” ilkesinin doğal bir sonucudur. Bu ilke uyarınca, sanığın bir suçtan cezalandırılmasının temel koşulu, suçun kuşkuya yer vermeyen bir kesinlikle ispat edilmesidir. Gerçekleşme şekli kuşkulu ve tam olarak aydınlatılamamış olaylar ve iddialar sanığın aleyhine yorumlanarak mahkûmiyet hükmü kurulamaz. Ceza mahkûmiyeti, yargılama sürecinde toplanan kanıtların bir kısmına dayanılarak ve diğer bir kısmı göz ardı edilerek ulaşılan ihtimali kanıya değil, kesin ve açık bir ispata dayanmalıdır. Bu ispat, hiçbir kuşku ve başka türlü bir oluşa olanak vermeyecek açıklıkta olmalıdır.
Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde;
İzmir 10. İcra Ceza Mahkemesi hakimi olan sanığın, olay günü mahkeme dosyalarının duruşmalarını icra ederken, mağdurun 2008/1089 esas sayılı dosyanın duruşmasına yetki belgesi ile şikayetçi vekili olarak katılmak istediği, anılan dosya içerisinde icra dosyasının bulunmaması nedeniyle sanığın duruşmayı icra dosyası getirildikten sonra yapmak istediği, mağdurun öğleden sonra işi olduğunu bildirerek duruşmanın derhal yapılması yönünde ısrar etmesi üzerine başlayan tartışma sonucunda mağdurun yetki belgesini bırakarak duruşma salonundan ayrıldığı, bu sırada mağdur ile tanıklar F.O. ve B.Ç.'nin anlatımlarına göre sanığın mağdura hitaben "defol git" dediği, savunma ve savunma tanıklarına göre ise "biz de birazdan defolup gideceğiz" dediği, aşamalarda her iki tarafın anlatımlarında ısrar ettiği ve çelişkilerin giderilemediği anlaşılmakla, Özel Dairece sanığın hakaret suçunu işlediğinin sabit olmaması nedeniyle 5271 sayılı CYY'nın 223/2-e maddesi uyarınca beraatine karar verilmesinde bir isabetsizlik bulunmamaktadır.
Uyuşmazlığın bu şekilde çözüme kavuşturulmasından sonra beraat eden sanığın kendisini vekille temsil ettirmesi durumunda sanık lehine vekalet ücretine hükmedilmesi gerekip gerekmediği hususunun ele alınması gerekmektedir:
5271 sayılı CYY'nın "Yargılama giderleri" başlıklı 224. maddesi; " ( 1 ) Harçlar ve tarifesine göre ödenmesi gereken avukatlık ücretleri ile soruşturma ve kovuşturma evrelerinde yargılamanın yürütülmesi amacıyla Devlet Hazinesinden yapılan her türlü harcamalar ve taraflarca yapılan ödemeler yargılama giderleridir.
( 2 ) Hüküm ve kararda yargılama giderlerinin kimlere yükletileceği gösterilir..." şeklinde düzenlenmiş, avukatlık ücretlerinin yargılama giderleri kapsamında olduğu açıkça belirtilmiştir.
Öte yandan, 1136 sayılı Avukatlık Yasasının 168. maddesi uyarınca Türkiye Barolar Birliğince Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi yayımlanmaktadır. 23.12.2006 tarihinde Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 2007 yılı Avukatlık Asgari Ücret Tarifesinin 13/5. maddesinde; "Beraat eden ve kendisini vekil ile temsil ettiren sanık yararına hazine aleyhine maktu avukatlık ücretine hükmedilir" şeklinde düzenlemeye yer verilmiş, bu tarihten sonra yayımlanan asgari ücret tarifelerinde de aynı hükme yer verilmeye devam edilmiştir.
Konuyla ilgili 26.05.1935 gün ve 111-7 sayılı İçtihadi Birleştirme Kararında ise;
“Ceza davalarındaki yargılama giderlerinin hükmün tamamlayıcı bir parçası olduğu ve Yargılama giderlerinin tek başına temyiz edilebileceği" sonuçlarına ulaşılmıştır.
Yasal düzenlemeler ve içtihadı birleştirme kararı ışığında, hükmün tamamlayıcı parçası olan yargılama giderlerinin hüküm ve kararlarda gösterilmesi, giderlerin kim tarafından karşılanacağının belirtilmesi gerekmektedir. Bu kapsamda mahkemece yargılama giderleri içerisinde bulunan avukatlık ücretleri de kararda gösterilecek ve ücretlerin hangi tarafça karşılanacağı belirtilecektir. Aksi uygulama 5271 sayılı CYY'nın 324. maddesine aykırılık oluşturmaktadır.
Bununla birlikte hükümde vekalet ücretine hükmedilmemesi hukuka aykırı ise de; mahkemece belirlenecek vekalet ücretinin tarife ile belirlenmiş olması ve yeniden yargılamayı gerektirmemesi nedeniyle bu hususun tek başına bozma nedeni yapılmayıp, hükmün düzelterek onanmasına karar verilmesi yerinde bir uygulama olacaktır.
Bu itibarla, Yargıtay 4. Ceza Dairesi kararının kendisini müdafi ile temsil ettiren ve beraat eden sanık lehine maktu vekalet ücretine hükmedilmemesi isabetsizliğinden bozulmasına, ancak yeniden yargılamayı gerektirmeyen bu konuda, 1412 sayılı CYUY’nın, 5320 sayılı Yasanın 8. maddesi uyarınca halen yürürlükte bulunan 322. maddesi gereğince karar verilmesi olanaklı olduğundan, hüküm fıkrasına "03.12.2010 tarihinde yürürlüğe giren ve karar tarihinde yürürlükte bulunan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesine göre Yargıtay'da ilk derecede görülen davalar için belirlenen 2.200 Lira maktu vekalet ücretinin hazineden alınarak sanığa verilmesine" şeklinde paragraf eklenmek suretiyle hükmün düzeltilerek onanmasına karar verilmelidir.
SONUÇ : Açıklanan nedenlerle;
1- Yargıtay 4. Ceza Dairesinin 23.06.2011 gün ve 10-13 sayılı kararının beraat eden ve kendisini müdafii ile temsil ettiren sanık lehine maktu vekalet ücretine hükmedilmemesi isabetsizliğinden BOZULMASINA,
Ancak, yeniden yargılama yapılmasını gerektirmeyen bu konuda, 1412 sayılı CYUY’nın, 5320 sayılı Yasanın 8. maddesi uyarınca halen yürürlükte bulunan 322. maddesi gereğince karar verilmesi olanaklı olduğundan, hüküm fıkrasına "03.12.2010 tarihinde yürürlüğe giren ve karar tarihinde yürürlükte bulunan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesine göre Yargıtay'da ilk derecede görülen davalar için belirlenen 2.200 Lira maktu vekalet ücretinin sanığa verilmesine" şeklinde paragraf eklenmek suretiyle diğer yönleri usul ve yasaya uygun olan hükmün DÜZELTİLEREK ONANMASINA,
2- Dosyanın Yargıtay 4. Ceza Dairesine gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 09.10.2012 günü yapılan müzakerede oybirliğiyle karar verildi.