Mesajı Okuyun
Old 29-01-2013, 11:39   #8
Av.Ufuk Bozoğlu

 
Varsayılan

Alacağın bir kısmı dava edilmişse, temyiz sınırı alacağın tamamına göre belirlenir. HUMK 427. madde.

Temyiz edilmesinde yarar görüyorsanız, süresi içinde temyiz edebilirsiniz diye düşünüyorum. Temyiz isteminin reddi gelirse, onu da temyiz ediniz.

Alıntı:
Yazan 9.Hukuk Dairesi
Esas: 2010/13499
Karar: 2010/11849

Mahkemece 04.02.2010 tarihinde verilen karar davacı vekilince temyiz edilmiş, ancak ek kararla hükmedilen miktar kesinlik sınırı altında kaldığından davacının temyiz dilekçesinin reddine karar verilmiştir.

Miktar ve değeri temyiz kesinlik sınırını aşmayan taşınır mal ve alacak davalarına ilişkin nihai kararlar HUMK.’un 427/A maddesi uyarınca temyiz edilemez. Kesinlik sınırı kamu düzeni ile ilgilidir. Temyiz kesinlik sınırı belirlenirken yalnız dava konusu edilen taşınır malın veya alacağın değeri dikkate alınır. Faiz, icra (inkar) tazminatı, vekalet ücreti ve yargılama giderleri hesaba katılmaz

Alacağın bir kısmının dava edilmiş olması halinde, kısaca kısmi davada kesinlik sınırı dava edilen miktara göre değil, alacağın tamamına göre belirlenir.

Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulu’nun 06.06.1975 gün ve 1975/6-8 sayılı içtihadında, 5521 sayılı yasada açık düzenleme olmamakla birlikte, bu yasanın 15. maddesindeki düzenleme gereği HUMK.’un 426/A maddesindeki kesinlik sınırının iş mahkemelerinde verilen kararlarda da uygulanması gerektiği, grup halinde açılan davaların salt iş mahkemelerine özgü bir dava türü olmadığı, bu nedenle seri olarak açılan davalarda her dosya için kesinlik sınırına bakılması gerektiği açıkça belirtilmiştir.

Karar: Somut uyuşmazlıkta davacı fazlaya ilişkin haklarını saklı tutarak alacağın bir kısmını dava ettiğinden kesinlik sınırı dava edilen miktara göre değil, alacağın tamamına göre belirlenir. Davacının dava konusu alacağının tamamı mahkemece belirlenmiş değildir. Buna göre kararın kesinliğinden söz edilemeyeceğinden ek kararın kaldırılmasına karar verildi. Dava dosyası için Tetkik Hakimi M. Göçer tarafından düzenlenen rapor dinlendikten sonra dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü:

Davacı işçi davalı belediye hakkında açtığı bu davada, işyerinde çalıştığı dönemde 3417 sayılı yasa uyarınca tasarruf kesintisi ile işveren katkı payı ödemesinin yapılmadığını ileri sürerek, tasarruf teşvik ve nema alacağı isteklerinde bulunmuştur.

Davalı işveren; husumet itirazında bulunmuştur.

Mahkemece; sorumluluğun Hazinede olduğu gerekçesi ile davanın husumet yokluğundan reddine karar verilmiştir.

Tasarruf teşvik ve nema alacaklarından sorumluluk konusunda taraflar arasında uyuşmazlık bulunmaktadır.

Tasarruf teşvik kesintisi ve katkı payı ödemeleri, 18.3.1988 tarihinde yürürlüğe giren 3417 sayılı yasa ile öngörülmüş, anılan yasanın 6. maddesine göre anılan ödemelerin ilgili adına açılacak banka hesabına yatırılmaması durumunda, Sosyal Sigortalar Kurumunun tahsil görevinin olduğu açıklanmıştır.

3417 sayılı yasa 24.4.2003 tarih ve 4853 sayılı yasa ile yürürlükten kaldırılmış ve sözü edilen yasanın 7. maddesinde, <3417 sayılı Kanunun mülga 2 nci maddesi kapsamındaki hak sahipleri tarafından bu Kanun kapsamına giren alacaklarla ilgili olarak yargı mercilerine açılmış ve devam eden davalar ile icra takipleri hakkında bu Kanun hükümleri uygulanır> şeklinde kurala yer verilmiştir. 4853 sayılı yasanın 8. maddesinde ise, tasarruf teşvik kesintileri ile katkı paylarını süresinde işverence yatırılmaması halinde, Sosyal Sigortalar Kurumu tarafından primlerin tahsiline ilişkin hükümler çerçevesinde tahsil edileceği açıklamıştır.

4853 sayılı Kanuna 26.12.2006 tarihinde 5568 sayılı eklenen ek madde 1 hükmü doğrultusunda, tasarruf teşvik hesaplarına dair tüm varlık ve yükümlülükler 31.12.2007 tarihi itibarıyla Hazineye devredilmiş durumdadır. Anılan hükümde, <Mülga 9/3/1988 tarihli ve 3417 sayılı Kanunla kurulan ve bu kapsamda hak sahiplerine yapılacak ödemelere ilişkin usul ve esasları belirlemek üzere 24/4/2003 tarihli ve 4853 sayılı Kanunla tasfiye edilen Çalışanların Tasarruflarını Teşvik Hesabına ait tüm varlık ve yükümlülükler, 31/12/2007 tarihine kadar Hazineye devrolunur. Devre ilişkin hususları belirlemeye Hazine Müsteşarlığının bağlı olduğu Bakan yetkilidir. Devir tarihinden sonra hak sahiplerine yapılacak her türlü ödeme, Türkiye Cumhuriyeti Ziraat Bankası Anonim Şirketi kayıtları esas alınarak Banka tarafından gerçekleştirilir. Bu ödemelere ilişkin bilgi ve belgelerin Hazine Müsteşarlığına iletilmesini takiben söz konusu ödeme karşılığı tutarlar Müsteşarlık bütçesine bu amaçla konulacak ödenekten karşılanmak suretiyle hak sahibine ödenmek üzere Bankaya aktarılır. Konusu suç teşkil eden fiillerden kaynaklanan ödemeler hariç hak sahiplerine fazla ödeme yapıldığının tespiti halinde, bu tutarların tahsilinden vazgeçilerek terkin edilir ve Türkiye Cumhuriyeti Ziraat Bankası Anonim Şirketi yönünden gerçekleşmiş ödemelere ilişkin tüm hak ve yükümlülükler kendiliğinden sona erer> şeklinde kurala yer verilmiştir.13.07.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5393 sayılı Belediye Kanunu Geçici 5. maddesinde yer alan <Belediyeler ve bağlı kuruluşları ile sermayesinin yüzde ellisinden fazlası belediyelere ait şirketlerin, 31.12.2004 tarihi itibariyle kamu kurum ve kuruluşlarından olan kamu ve özel hukuka tâbi alacakları, bunların diğer kamu kurum ve kuruluşlarına olan borçlarına karşılık olmak üzere 31.12.2005 tarihine kadar takas ve mahsup edilir. Bakanlar Kurulu bu süreyi altı aya kadar uzatmaya yetkilidir. Bu madde kapsamındaki alacak ve borç ifadesi bu alacak ve borçlara ilişkin fer'ileri ve cezaları da kapsar. Yukarıda açıklanan kapsamda yer alan kuruluşların takas ve mahsup işlemine konu olan veya olmayan borçları, genel bütçe vergi gelirlerinden her ay ayrılacak paylarının yüzde kırkını geçmemek üzere kesinti yapılarak tahsil edilmektedir. Bu noktada sözü edilen kurum ve kuruluşlar bakımından Sosyal Güvenlik Kurumuna olan tasarruf teşvik kesintisi ve katkı paylarını da içeren borçların yeniden yapılandırılmasının gerçekleşip gerçekleşmediği ve bu konuda Hazine Müsteşarlığı ile uzlaşma yoluna gidilip gidilmediği hususu sorumluluğun belirlenmesi bakımından önemlidir.

Uzlaşma kapsamında tahsil edilecek tasarruf teşvik kesintisi ile katkı payını tahsil eden tasarruf teşvik kesintisi, işveren katkı payı ve bunların neması işçiye ait bir hak olsa da; yasa gereği, işverenden tahsil yükümü Sosyal Sigortalar Kurumuna ait olmakla, Kurum tarafından tasarruf teşvik kesintisinin uzlaşma kapsamında tahsiline başlanmış olması halinde işverenin yükümlülüğünün devam ettiğinden söz edilemez. Aksi halde, davalı belediyenin aynı borç sebebiyle mükerrer şekilde sorumluluğuna gidilmiş olur.

Hal böyle olunca, 5393 Sayılı Kanunun 5. maddesi kapsamında uzlaşma kapsamına alınan tasarrufu teşvik kesintisi, katkı payı ve nema alacaklarından sorumluluğun Sosyal Güvenlik Kurumu ve Hazineye ait olduğu kabul edilmelidir (Yargıtay HGK 23.12.2009 gün 2009/9-480 E, 2009/596 K.). Bu durumda, uzlaşma kapsamına alınan borç miktarı kadar sorumluluk işveren yönünden kalkacağından husumetin Hazineye yöneltilmesi gerekir.

Davalı işveren tarafından T.C. Ziraat Bankasına yatırılan tasarrufu teşvik kesintisinin bulunması halinde ise, hesapta bulunan tasarrufu teşvik kesintisi ve nemasından tarafların sorumlu olmayacağı göz önünde bulundurulmalıdır.

Yerel mahkemece, yukarıda belirtilen ilkeler çerçevesinde inceleme ve değerlendirmede bulunmak suretiyle özellikle davalı belediyenin 5393 Sayılı Kanunun 5. maddesi anlamında uzlaşma yoluna gidip gitmediği araştırılmalı dava konusu tasarrufu teşvik kesintisi, katkı payı ve nema alacaklarından Hazine Müsteşarlığının ve Sosyal Güvenlik Kurumunun sorumlu olup olamayacağı belirlenmeli, buna göre sonuca gidilmelidir. Belirtilen gerekçelere göre anılan yasa uyarınca uzlaşma yoluna gidilmemiş ise davalı işverenin sorumluluğu kabul edilmelidir. (Dairece benimsenen HGK. nun 23.12.2009 tarih ve 2009/480-596 sayılı kararı bu yöndedir.) Eksik incelemeyle karar verilmesi hatalı olup kararın bu yönden bozulması gerekmiştir.

Sonuç: Temyiz olunan kararın yukarıda yazılı sebepten BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde ilgiliye iadesine, 21.04.2010 gününde oybirliği ile karar verildi.
Alıntı:
Yazan Hukuk Genel Kurulu
Esas: 2005/9-117
Karar: 2005/151
Taraflar arasındaki "alacak" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Adana 1. İş Mahkemesince davanın kısmen kabulüne dair verilen 18.03.2003 gün ve 2001/621-2003/318 sayılı kararın incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmesi üzerine,

Yargıtay 9. Hukuk Dairesinin 24.05.2004 gün ve 2004/12134-12504 sayılı ilamı ile;

("... 1- Dosyadaki yazılara toplanan delillerle kararın dayandığı kanuni gerektirici sebeplere göre, davacının aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yerinde değildir.

2- Mahkemece karara dayanak yapılan bilirkişi raporunda ücret bordrolarının ihtirazı kayıtsız imzalanmış olduğu gerekçesiyle davacının hafta tatili ücreti hakkında hesaplama yapılmamıştır. İmzalı bordroların hafta tatili yönünden işçiyi bağlaması ancak o bordroda hafta tatili ücretine ilişkin tahakkuka yer verilmiş olması halinde mümkündür. Dosyada mevcut ücret bordolarında anılan şekilde bir tahakkuka yer verilmiş değildir. Bu nedenle tanık anlatımları bir değerlendirmeye tabi tutularak davacının hafta tatili çalışma süresi belirlenmeli ve sonucuna göre alacak hakkında hüküm kurulmalıdır.

3- Davacının fazla mesai ücret talebi mahkemece kabul edildiği ne göre hizmet akdinin, feshine dayanak 28.4.2001 tarihinde fiili olarak işi bırakmasına gerekçe gösterdiği olgular gerçekleşmiş bulunduğundan 30.4.2001 tarihli fesih iradesinin 1475 Sayılı İş Kanununun 16/II-d maddesi uyarınca haklı olarak kabul edilerek kıdem tazminatı isteminin hüküm altına alınması gerekirken yazılı şekilde reddi hatalıdır...") gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle,yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

TEMYİZ EDEN: Davacı vekili

HUKUK GENEL KURULU KARARI

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

Dava, işçilik alacaklarının ödetilmesi istemine ilişkindir.

A- DAVACI İSTEMİNİN ÖZETİ: Davacı M. A. vekili, 08.06.2004 günlü dava dilekçesinde özetle, davacının davalıya ait işyerinde 02.11.1998 tarihinde elektrik tesisatçısı olarak asgari ücretle çalışmaya başladığını, davalının kendisine hakaret ve küfür etmesi, son 4 ayda maaşını düzenli olarak ödememesi sebebiyle davacının işyerini terk etmek zorunda kaldığını; söz konusu dönemde davacının her gün 12 saatin üzerinde çalıştığını, bu nedenle fazla çalışma alacağı bulunduğunu, hafta sonu tatillerinde, resmi ve dini bayramlarda, yıllık izinlerde de çalıştırıldığını ileri sürerek; fazlaya ilişkin hak saklı kalmak kaydıyla, hak kazanıldığı halde ödenmeyen, kıdem tazminatı, fazla çalışma ücreti, hafta sonu çalışma ücreti, yıllık izin alacağı, resmi bayramlar çalışması alacağı ve dini bayramlar çalışması alacağı ve ücret alacağı olmak üzere toplam 774.000.000. TL.nin faiziyle birlikte ödetilmesine karar verilmesini istemiştir.

B- DAVALI CEVABININ ÖZETİ: Davalı M. T. Ç. vekili, 13.07.2001 günlü cevap dilekçesinde özetle, davacının kendisine verilen görevi yerine getirmek üzere 27.04.2001 tarihinde işyerinden ayrıldığını, daha sonra işyerleri görevlilerinden birini telefonla arayarak işten ayrıldığına dair beyanda bulunduğunu; iş başı yapmaması üzerine 01.05.2000 tarihli ihtarnameyle, işe gelmeme mazeretini belgelendirmesinin istenildiğini, aksi takdirde iş akdinin feshedileceği ihtar edildiğini; davacının buna icabet etmemesi nedeniyle iş akdinin kendi haksız eylemi ile son bulduğunu, çalışma süresine ilişkin tüm haklarının kendisine ödendiğini, ihbar tazminatı ödemekten kurtulmak için eldeki davayı açtığını savunarak davanın reddini istemiştir.

C- YEREL MAHKEME KARARININ ÖZETİ: Yerel Mahkeme; kendisine verilen görevi yapmak üzere 27.04.2001 tarihinde işyerinden ayrılan ve daha sonra işyerini telefonla arayarak işten ayrıldığını bildiren davacının, ihtarnameye rağmen işe gelmeme mazeretini belgelemesi üzerine, iş akdinin davalı işveren tarafından 1475 sayılı kanunun 17/II-f maddesi gereğince haklı olarak feshedildiği, feshin haklı olması nedeniyle davacının kıdem ve ihbar tazminatı isteyemeyeceği, ücretlerinin dört aydır geç ödendiğine dair davacı iddiasının da kanıtlanamadığı gerekçesiyle davanın kısmen kabulüne, davacının kanıtlanan 92.132.640 TL. ücret alacağı, 33.217.688 TL. resmi bayram çalışması, taleple bağlı kalınarak 12.000.000 TL. izin ücreti ve 130.000.000 TL. fazla mesai alacağı olmak üzere toplam 267.350.328 TL.nin dava tarihinden itibaren yasal faizi ile birlikte ödetilmesine, kıdem tazminatı ve ihbar tazminatı ile fazlaya ilişkin ücret ve bayram çalışması alacağı istemlerinin reddine karar vermiştir.

D- TEMYİZ EVRESİ BOZMA VE DİRENME: Davacı vekilince temyiz edilen karar Özel Dairece yukarıdaki gerekçeyle bozulmuş; Yerel Mahkeme gerekçesini tekrar ederek önceki kararında direnmiş, direnme kararını davacı vekili temyiz etmiştir.

E- MADDİ OLAY: Davacı, davalıya ait işyerinde 02.11.1998 tarihinde işe başlamış, davalıya gönderdiği 30.04.2001 günlü ihtarnamede, işyerinde tedirgin edilmesi nedeniyle kendi isteğiyle 28.04.2001 tarihinde iş akdini feshettiğini bildirip, tüm yasal alacaklarının ödenmesini istemiş; davalının 01.05.2001 tarihli ihtarnamesine rağmen devamsızlığının haklı bir sebebe dayandığını belgelendirmemiş, davalı, buna dayanarak 08.05.2001 tarihli ihtarnameyle, 1475 sayılı İş kanununun 13. maddesi gereğince işin ihbarsız olarak terk edilmesinden dolayı, davacıdan ihbar tazminatı istemiştir.

F- GEREKÇE:

a- Ön Sorun Yönünden:

Hukuk Genel Kurulundaki görüşme sırasında öncelikle, direnme kararının miktar itibariyle temyizinin mümkün olup olmadığı, ön sorun olarak incelenmiştir.

Ön sorun yönünden belirtilmelidir ki; dava, fazlaya ilişkin hak saklı tutularak, çeşitli kalemlerden oluşan toplam 774.000.000 TL. işçilik alacağının ödetilmesi istemiyle açılmış, davacının hak kazandığı toplam alacak tutarı bilirkişice 959.320.792 TL. olarak hesaplanmış, Yerel Mahkeme toplam alacağın bu miktarda olduğunu benimsemiş, bazı kalemler yönünden taleple bağlı kalarak davanın kısmen kabulüne, 267.350.328 TL.nin tahsiline, bir kısım kalemler yönünden fazlaya ilişkin istemin reddine, bazı kalemler bakımından ise fazla hakkın saklı tutulmasına karar vermiştir. Bozma ve direnme kararlarının kapsamına göre, Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık, sadece reddedilen kıdem tazminatı ve hafta tatili çalışma ücretine ilişkin olup, davacının, bu kalemlerle ilgili istemi, fazlaya ilişkin hak saklı kalmak kaydıyla, toplam 125.000.000 TL.den ibarettir.

Bilindiği üzere, 21.07.2004 gün ve 25529 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanarak, öngördüğü istisnalar dışındaki hükümleri yayım tarihinde yürürlüğe giren, 14.07.2004 tarih ve 5219 sayılı "Çeşitli Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun"; yürürlük tarihinden sonra Yerel Mahkemelerce verilen hükümler yönünden 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 427/2. maddesindeki temyiz (kesinlik) sınırını bir milyar TL. olarak değiştirmiştir.

Eldeki davada direnme kararı 10.09.2004 tarihinde verildiğinden, temyizinin mümkün olup olmadığı belirlenirken, anılan Kanun hükmü ve oradaki parasal sınır esas alınmalıdır.

Açıklandığı üzere, davacının, Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlığın ilişkin bulunduğu iki kalem yönünden toplam istemi 125.000.000 TL.den ibaret ise de; Yerel Mahkemece hükme esas alınan bilirkişi raporunda davacının her iki isteğinin de yerinde bulunmadığı gerekçesiyle bir hesaplama yapılmamış, eş söyleyişle, hak kazanmış olması halinde davacının isteyebileceği kıdem tazminatı ve hafta tatili çalışma ücretlerinin hangi miktarlarda olacağı yargılama sırasında belirlenmemiştir.

Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 427/3. maddesine göre, alacağın bir kısmının dava edildiği durumlarda kesinlik sınırı, alacağın tamamına göre belirlenir. Dolayısıyla, böylesi (kısmi) bir davada verilen hükmün kesin olup olmadığı (temyizinin mümkün bulunup bulunmadığı) konusunda değerlendirme yapılabilmesi için, alacağın tamamının ne miktarda olduğunun, ya doğrudan davacıdan sadır olmuş açık ve bağlayıcı bir beyana dayalı olarak bilinmesi ya da mahkemece bu yönde bir belirleme yapılmış olması gerekir. Somut olayda olduğu gibi, davacının alacak miktarının tamamı konusunda bu nitelikte bir beyanının bulunmadığı, mahkemenin de bu yönde bir belirlemesinin mevcut olmadığı hallerde, toplam alacak miktarı tam olarak bilinmeyeceğinden, anılan Kanun hükmü çerçevesinde, o kararın temyizinin olanaklı olup olmadığı yönünde sağlıklı bir değerlendirme yapılabilmesine olanak yoktur. Dolayısıyla, bu türden bir belirsizliğin bulunduğu durumlarda hükmün temyizinin mümkün olduğu kabul edilmelidir. Çünkü, Usul Hukukumuz kural olarak yerel mahkemelerin nihai hükümlerini temyize tabi tutmuş; bunun dışında bıraktığı nihai hükümleri çeşitli ölçüt!ere bağlı olarak, ayrık şekilde ve açıkça göstermiştir. Ayrık hallere açıkça girmeyen bir hükmün temyizinin olanaklı bulunduğu, ilke olarak kabul edilmelidir.Bu nedenle, somut olayda direnme kararının temyizinin olanaklı olduğu kabul edilmiş, ön sorun bu şekilde oybirliği ile aşıldıktan sonra işin esasının incelenmesine geçilmiştir.

b- Esas Yönünden:

Tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dosyadaki tutanak ve kanıtlara, bozma kararında açıklanan gerektirici nedenlere göre, Hukuk Genel Kurulu'nca da benimsenen Özel Daire Bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.

Sonuç: Yukarıda açıklanan gerekçeyle davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı H.U.M.K.nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının geri verilmesine, 09.03.2005 gününde oybirliği ile karar verildi.

Kolay gelsin,