Mesajı Okuyun
Old 28-10-2012, 12:11   #1
Teknik_Uzman

 
Varsayılan SpekÜlatİf DÜŞÜnme Sendromu

Belli bir bilginin değerlendirilmesiyle başlar düşünme; fikirler üretilmeye başlar; yargılar düşmeye görsün peşi sıra, düşünmenin birçok çıktılar sunduğunu da gözleriz. Ancak mevcut bilgilerin bir kısmını değerlendirme dışı bıraktığımızda, diğer düşüncelerin başka dünyalarda süregiden, alternatif evrenlere mahsus gibicesine, çelişik olduklarına bile hükmederiz.

‘Yorulmaya karşı direnç düşüklüğü sendromu' olabilir bu anlatımın son noktası belki de.. Yani yorulma, yapılan düşünme eylemiyle gerçekleştirilen ve belli bir zaman sonunda da enerjinin / bilginin tükenmesiyle ilgili olan bir süreç ise, düşünmenin nerede bırakıldığı, yarım yamalak bir düşünmeye yol açıp açmadığı önemli olur, esas incelenecek odak da burasıdır. Bu durumda, daha ilerisinin zor (güç boşluğu), yahut bir bilgi boşluğu olduğunu varsayıp, düşünmeyi yarıda kesmektir işin özü.

Bununla bağlantılı olarak verilen “düşünmeye karşı direnç düşüklüğü sendromu'”; ‘erken yorulma'nın bir sonucu olarak gerçekleşen, aslında düşünmenin beslendiği aynı ‘bilgi boşluğu'ndan kaynaklan bir ‘hipo (düşük düzeyli) düşünme'dir. Yani düşünme, düşünmemeye karar vermişliğin değil, düşünmeyi sürdürecek bilgi iskeletinin yokluğundandır.

Fizikteki bulguların verilerine göre düşünmenin sürdürüldüğü varsayılacağı gibi (Newton, Einstein), bulguların tersine yorumlanmasının da söz konusu olduğu görülür (Darwin, Leibnitz). Çünkü fizik, görülmeyen öteyi araştırır; güncel sorunlarla uğraşmayı da uygulamalı (pozitif, kanıtlayıcı) bilimlere, sosyolojiye bırakır.

Bilgi; düşünmeye yol açan ve hipotez kurmayı sağlayan her şeydir. Bilgi; “bilinmeyenin negatif ölçüsü” olarak tanımlanıyorsa, bilinmeyenin üzerine söylenmiş her şeyi bilgi olarak değerlendirmeliyiz.

Kavramlara yükseltgendiğinde, zaten ‘spekülatif düşünce' kurgusal olarak mümkün görülür. Düşünme gibi soyut bir ortamda, bilginin fizikî temellerinden söz etmeye gerek var mıdır? Çünkü evreni, ‘görünen' + ‘görünmeyen' iki farklı biçim / olgu olarak ele almamız gerektiği, hâlihazır bulgulardan da destek görmektedir zaten. Düşünme de böylece, fiziğin bulguladığı eşiklerle sınırlandırılamaz; düşünme kesintiye zaten uğratılamaz. Çünkü düşünme, asla sınır tanımaz; bilgi boşluğu' sendromu varsa, ‘saçma çıktılar' ile sonuçlanan bir sürece dönüşür.
Bilinen toplum kuralları, aksi gösterilmedikçe entropi (bozunum; bilgi boşluğunun artması yoluyla) değişirler, bir yenisi gelinceye dek sapkınlıklarının bilincinde olmazlar.

Doğrulanabilirlik; hipotez veya kuramsal aşamayı geçenler için söz konusudur; kanıtlandığında yaşam için somut değerlere dönüştürülür. Oysa kanıtların soyut / bazen de öznel kaldığı durumlar için doğrulanabilirlik; düşünce aşamasında gerekli değildir. Çünkü düşünme zaten, doğrulanabilirliği araştırmakta olduğundan, bilgi boşluğu' gerekçesini ileri sürerek düşünmeyi kesemezsiniz.

Öte yandan hiçbir düşünür, pâdişâh yahut vezirlerin yaptığına benzer olarak, diğerini düşünme ürünü olmayan sıfatlarla eşleştirmez. Çünkü aslolan, düşünürlerin değil, düşüncelerin çarpışması, çelişkilerin de çatışmalarla safdışı bırakılmasıdır.

Düşünmek, masada olur, satranç gibidir; akıl makinesinde bilginin öğütülmesi gerekir. Asla sinsice gerçekleşmez; belli bir amaç uğruna yapan simsarlarınsa, güdümlü çabaları fark edilir, misyonerlik yahut karşıtı dejenerasyon olarak değerlendirilir. Bu nedenle, hijyen düşünürlerin çekinmesi gereken herhangi bir etken söz konusu olamaz.

Çok şükür ki, inanç komisyoncusu değiliz.. Belki de hiç birimiz öyle değilizdir; çünkü biz, bilgilerin tümüyle değerlendirilip değerlendirilmediğine dayalı tarafların değerlendirmelerini izliyoruz habire. İkili sistemin çatışan savaşçıları gibi; biri propaganda başlatırsa, ardından diğeri çıkıyor meydâne, yağlı güreş gibi.. Atıyor boyunduruğu, künde için çabalıyor, ama nâfile! Çünkü bu dünyada, ötekini görmek mümkün olmayacak; görmeden saldıracaklar, görmeden savunacaksın! İşte en zor olanı da bu; görünmeyen üzerinde görüyormuş gibi bir savaş!

Kanıtlamayı uman bir bilimadamı, tüm bilgileri içselleştirip bütünlemeye çabalayan öteki âlim; tüm uğraşlar bir tek nokta içindir: "kimiz, nereden geldik, nereye gidilecek?" Ancak bazı menzili farklı düşünürlere göre; diğer türler gibi davranmalıyız; ilk ve son noktayı düşünmeksizin, ten ile idare etmeliyiz.. Bazılarına göre de, kişisel kaynaklı yazıtlara göre, geliş ve gidiş amacı zaten bellidir.. İnanç komisyoncusu ise, inanç üzerine akıl oyunları oynar, birilerine din pazarlar, belki de gerçek olmayanı, gerçek gösterip çıkar umandır; belki de doğru olanı, yalan diye pazarlayan.

Bilginin kapsamına ve düşünmenin hangi düzeydeki bilgilere göre gerçekleştirileceğine ilişkin görüşler elbette çoğuldur. Bunların tartışılması, belki de yakın bir gelecekte tek noktaya odaklanmayacaktır. Ancak insanoğlu, bireysel yaşamı boyunca bunu irdeleme ve sentezlemeden vazgeçmeyecek; sürecin sonunda da bir yargı edinmeden, bedenini terk etmeyecektir.