| 
			
			
 
				 
 | 
				 Hukukçu değil, etkilenen vatandaş görüşleri 
 Sn.Katılımcılar,
 Yaklaşık 2 ay sonra bu konuda bir ileti yollamak ne kadar doğru oluyor, bilmiyorum.
 Ancak; fikri hakların telif hakkı (Copyright) dışında kalanlarının tekelleşme ve
 küreselleşme sırasında büyük kapitallerin çıkarlarını koruma açısından büyük önem
 taşıdığını düşündüğüm için, tartışmayı canlandırarak bu konuya dikkat çekmek isterim.
 
 Fikri haklar konusunda WIPO, USPTO, EPO daki belgeler, uluslararası antlaşma ve sözleşmeler
 yanında USPTO, EPO ve çeşitli ABD mahkeme kararlarını inceledim. Özel ilgi alanım yazılım
 telif haklarıyla markalar yanında; yazılım, donanıma gömülü yazılım ve iş süreçlerini
 konu alan patentler oldu.
 
 Derlediğim bilgileri özet olarak sunmakta yarar görüyorum. Böylece konuya uzak arkadaşların
 genel hukuk ilkeleri ve felsefe açısından da olsa konuya katılımlarını sağlamak mümkün olacak.
 Asıl amacım, fazla enine boyuna düşünülmeden, alelacele imzalanan uluslararası sözleşmeler
 ve AB uyumu gereği yapılan işlemler sırasında gözden kaçan noktalarda siz hukukçular
 arasında bir kamuoyu oluşturmak.
 
 FİKRİ HAK TÜRLERİ VE FELSEFELERİNE İLİŞKİN ÖZET
 ===============================================
 Fikri haklar aslında çok basit bir gerekçeye dayanıyor: yaratıcı unsur taşıyan herşey
 üzerinde yaratıcısının tasarrufu dışında ticari işlemler yapılmasının önüne geçmek.
 
 Bunu gerçekleştirebilmek için önce tanımlar yapılmış. Tabii ki farklı zamanlarda, farklı
 biçimlerde. Sonradan ülkeler arasında homojenizasyon yoluna gidilmiş.
 
 Telif Hakkı (ABD = Copyright)
 ===========
 İlk tanım, telif hakkıyla (copyright) ilgili. Önce metinler için tanımlanan bu hak, sonra
 besteler, çizimler, derlenmiş bilgiler için genişletilmiş. Ama özünde bir çoğaltma ve yayma
 hakkı. Yani bir metni ortaya çıkaran kişi veya kişilerin izni olmaksızın o metinden
 yararlanılamıyor. Bir makale yazdıysanız, o makaleden belli miktarın üzerinde alıntı yapılamıyor.
 
 Bunun üç istisnası var:
 1. Kataloglama: telif hakkını kayıt altına alan tescil kuruluşlarındaki kullanımlar. Bunların
 sınırı yok.
 
 2. Kamu yararına sunulan kopyalar:
 
 a) kütüphanelerdeki kullanımlar. Bunlara da sınır yok, ancak hakkın sahibi bunların miktarı
 hakkında bilgilendirilmeyi isteme hakkına sahip.
 
 b) eğitimdeki kullanımlar. Aynen kütüphane kullanımı gibi. Ayrıca, öğretmenler ve öğretim
 üyeleri derslerinde istedikleri gibi kullanmakta özgürler; ancak kaynağını belirterek.
 
 3. Hakkaniyetli kullanım: ticari bir metada dahi olsa, nereden ve nasıl alındığını
 belirtmek kaydıyla alıntı yapılması. Bunlarda sınır değişken olabiliyor; ancak genel kabul,
 bir paragraftan kısa olması, mümkünse kelimesi kelimesine aynı olmaması, veya öyleyse de
 tırnak işareti vb yollarla aynen alındığının belirginleştirilmesi. Alıntı daha uzun olacaksa
 veya sahibi alıntı için izni kesinlikle şart koşmuşsa, sahibinden izin alınması gerekiyor.
 
 Telif hakkı, halka açık biçimde yayınlanmayla kendiliğinden devreye giren bir hak. Tescili
 gerekmiyor, dolayısıyla tescil kuruluşu genellikle yok. Ancak, ABD vb ülkeler cüzi bir ücret
 (20 USD gibi) karşılığı bunları tescil eden kuruluşlara sahip ve tescil ettirmiş olmak
 mahkeme sürecinde avantaj sağlıyor, sen yaptın ben yaptım tartışmalarına yer kalmıyor.
 Özellikle fuarlar, bilimsel toplantılar gibi yerlerde yapılmış sunumlara ilişkin telif hakkı
 sorunları çıkıyor, çünkü bunlar halka açık yayınlama, fakat her zaman belgelenmesi, yani
 zaman, yer ve içeriğin kesin olarak saptanması mümkün olamıyor. Bunun önüne geçmek için
 uluslararası toplantıların akreditasyonu yoluna bile gidilmiş. Tutanakları tutulmayan
 akredite olamıyor. Yine de, böyle bir toplantıda sunulan şey, telif dışında bir fikri hakka
 konu edilecekse, altı ayı geçirmeden girişimde bulunulması gerekiyor.
 
 Marka Hakkı (ABD = Trademark = TM, Servicemark)
 ===========
 Bütünüyle ticari anlamda olan bu hak, tüccarın veya belli bir mal ya da hizmetinin söhretini
 korumaya yönelik düşünülmüş. Bir sözcük dizini, slogan olabileceği gibi; bir şekil de olabilir.
 Renk unsurlarıyla ayırdedicilik kazandırılabilir, veya kazandırılmamış olabilir.
 
 Başlangıç dönemlerinde yeterince ayrıntılı tanımlanmadığı için oldukça büyük sıkıntılara yol
 açan bu hak, artık yerleşik uluslararası tanımlara sahip, ve sözcük olarak ne bir ürünü, ne
 bir nesneyi, ne de işlemi ifade etmesine izin veriliyor. Örneğin, 'elma' diye bir marka tescil
 ettiremezsiniz. 'Seri' veya 'Hızlı' da marka olamaz; çünkü sıfat veya isim; ve bilinen, dilde
 yeri olan sözcükler. Fakat seri yolla üretilen elma sularınızı 'SelMaSu' diye bir markayla
 pazara sunmak isteyebilirsiniz. Bu durumda, markanızı oluşturup tescil ettirmeniz gerekir, ki
 başkası aynı veya çağrışım yapan bir adla elma suyu üretip satamasın.
 
 Dikkat ettiyseniz, özellikle elma suyu dedim; çünkü tesciller mal ve hizmet sınıfı temelinde
 yapılıyor. Yani, aynı adlı bir koltuk satılmasına engel olamayabilirsiniz. Bunu sağlayabilmek
 için markanızın tescili sırasında koltuk sınıfını da dahil etmeniz gerekir. Tabii ki, her mal
 veya hizmet sınıfı için ayrı ücret ödemek zorunda kalırsınız.
 
 Burada yine de ince bir nokta var: her ne kadar koltuk için SelMaSu markasını tescil ettirmemiş
 de olsanız, birisi bu adla koltuk satışına giriştiğinde, onu şöhretinizi sarstığı gerekçesi ile
 dava edebilir, hatta kazanabilirsiniz. Buradaki incelik; sizin o markanızın çok tanınmış ve
 kalitesiyle nam salmış olması; buna karşın benzer markayla koltuk üretenin kötü şöhrete yol
 açan, kötü bir ürün satmakta olmasıdır.
 
 Bazı firmalar markalarını tescil ettirmemekle büyük kayıplara uğramışlardır. Örneğin, 'ÇekYat'
 bir marka olmadan çok önce meşhur olmuş ve birçok firma tarafından kullanılmıştır. Sözcüğün
 belli bir ürünü ifade eder hale dönüşmesinden sonra tescili ise mümkün olsa bile, iş işten
 geçmiştir. Benzer biçimde 'Kleenex' ABD nde, 'Selpak' da ülkemizde kağıt mendiller için ortak
 bir ifade haline gelmiştir. İnsanlar 'kağıt mendil yok mu?' değil 'Selpak yok mu?' diye
 sormaktadırlar. Ancak, Selpak tescilli bir markadır ve bundan hoşnuttur, çünkü kullanım ticari
 amaç taşımamaktadır. Buna karşın, bir süpermarketin kağıt mendil reyonuna 'Selpaklar' adını
 vermesi ve orada bütün kağıt mendilleri sergilemesi, markanın kötüye kullanımı anlamı taşır.
 
 Marka hakkı, tescille kazanılan bir haktır, fakat hakkın kesinleşmesi için tescilden sonraki
 üçüncü yılın sonuna dek tescil edildiği hizmet veya mal sınıfından bir üründe kullanılması
 ve bunun tescil kuruluşuna bildirilerek kanıtlanması gerekir. Aksi taktirde markanız kamu
 malı haline gelir ve satışa çıkarılabilir.
 
 TPE de marka tescil başvuruları en az 7 ay sürmektedir.
 
 Coğrafi İşaretler - (ABD = Topographic Signs)
 -----------------
 Markaların özel bir türüdür ve sivil toplum kuruluşu, devlet kuruluşu, örgütler, kalite belgesi
 veren veya onaylayan kuruluşlarca kullanılır. Örneğin İTO = İstanbul Ticaret Odası anlamına gelir
 ve bir şekille tescil edilmiştir, sadece üyeler tarafından kullanılabilir. Elbette, bu tür
 işaretleri kimin, nasıl kullanacağına dair kuralları tescil ettiren kuruluş belirlemektedir. Bu
 kurallara aykırı kullanımlar dava konusu olabilir. İSO, TSE gibi markalar da bunlardandır.
 
 Tasarım Hakkı - (ABD = Design Patent)
 =============
 Uluslararası alanda tanımı hala karışık olan bir konudur. Aslında, bir ürünün raftaki
 görünüm ve bıraktığı izlenimdeki özgünlüğü koruma altına almaktadır; yani tüketicinin
 ürünü nasıl gördüğü önem taşır. ABD deki uygulamada artistik unsurlardan önce, yenilik
 unsuru aranmaktayken, AB deki uygulamalarda artistik unsurlar yeterlidir. Örneğin;
 kamyonda daha stabil taşınmayı sağlayan damacana biçimleri ABD de ancak yeni bir üstüste
 yerleştirme düzeni sağlıyor veya fiziksel olarak daha güvenli bir istifi mümkün kılıyorsa
 design patent alabilmekte iken, AB de sadece farklı biçimde olması yeterli olabilmektedir.
 Renk unsuru çoğu zaman geri planda kalmakla birlikte, AB deki uygulamalarda çarpıcı ve
 farklı izlenime yol açan renk bölmelemeleriyle bile tasarım koruması alınabilir. ABD de
 ise bu tür salt yüzeysel farklılıkların koruma için yeterli olamayacağı açıkça belirtilmiştir.
 Zaten bu nedenle hakka verilen isimler de farklıdır.
 
 Ülkemizdeki uygulama AB çizgisinde sürmektedir. Fakat bu yolla elde edilen hakkın ABD
 de tescili, dolayısıyla korunması da olanaksızdır.
 
 TPE de tasarımın tescili marka tescilinden biraz uzun sürebilmektedir. Zaten tasarımın
 daha önceden dünyanın başka bir yerindeki bir üründe kullanılmamış olması şartı nedeniyle
 bir tarama yapılması gerekmektedir.
 
 Tasarımların da, markalar gibi, bir üründe kullanılması gerekmektedir. Fakat zaten yapısı
 itibariyle çoğu zaman ürünün kendisi ile tescile başvurulduğundan, bu sorun olmamaktadır.
 Tasarımlardaki kullanım zorunluğu aynı zamanda o tasarımın üretilebilirliğinin kanıtı
 sayılır. Markalarda ise sadece başkalarının yararlanma hakkını kısıtlamayı önlemek
 amaçlıdır; üretim elbette söz konusu olamaz.
 
 WWW Alan Adı Hakkı - (ABD = NIC)
 ==================
 Oldukça uzun bir süre sadece IP adreslerinin kontrolu ile yetinmiş olan internet / www
 konsorsiyumu, bilgisayar kullanımının neredeyse herkese yayılmış olmasından dolayı belli
 bir süredir alan adları için de kurallar geliştirmiştir. Bunun nedeni, vasat kullanıcıların
 IP adreslerine çevrilebilen alan adları ile sisteme giriyor olmalarıdır.
 
 Doğal olarak, IP adresleri daha doğrudan erişim sağlamaktadır; alan adı sadece temsili
 bir ifade olarak anlam taşır. Kimse aynı IP adresini aynı anda kullanmaz, ama tek bir IP
 adresi zaman paylaşımlı kullanılabileceği gibi, birden fazla alan adı aynı IP adresine
 de yönlendirilebilir. Temsili olması nedeniyle, markaları çağrıştırır türden bir koruma
 gerekli hale gelmiştir; aksi taktirde, alan adları serbest bırakılsa idi, markalara ait
 sözcük dizinlerini kötü niyetli kişilerin kullanımına engel olunamazdı.
 
 Alan adlarında, com, net, gov gibi ara uzantılarla uk, tr, au gibi soneklerin kullanımına
 da kısıtlamalar getirilmiştir. Fakat belki bundan daha önemlisi, kısıtlamaların tescilli
 marka ve işaretlere bağlanmış olmalarıdır. Yani, com.tr uzantısını kullanırken sitenizin
 adının marka tescilli olması şartı aranır.
 
 Alan adı aslında bir fikri hak sayılmaz. Sadece fikri hakka sahip olanların o haklarının
 internet alanında gasp edilmesinin önüne geçen önlemler koymuştur, o kadar.
 
 Aslında bir alan adının kural dışı kullanımının önüne geçmek hemen hemen olanaksızdır.
 Alan adı - IP adresi çevrimini sağlayan bir servis sağlayıcı bilgisayardaki güvenlik duvarını
 aşabildiğiniz anda, o bilgisayar üzerinden bütün alan adlarına yapılan çağrıların kendi
 sitenize yönlenmesini sağlamak bir saniyeden kısa sürer. Fakat farkedilmesi ve geri çevrilmesi
 de aynı derecede kolaydır. Ondan sonra iş bunu gerçekleştiren korsanın IP adresini saptamaya
 kalır. Zor olanı odur, çünkü işini bilen biri ağ adresi çevrimi yöntemleriyle yaptığı
 işlemleri bir başka bilgisayardan yapılmış gibi göstermeyi becerebilir. Yeter ki niyeti kötü
 olsun.
 
 Bu konudaki en katı kuralları en tavizsiz biçimde uygulanlardan birisi de ODTÜ deki
 alan adları birimidir.
 
 Patent - (ABD = Utility Patent)
 ======
 Fikri hakların en zor elde edilen ve en ayrıntılı incelenen türü bunlardır. 'Buluş belgesi' de
 denen patentler tescille elde edilmektedir. Faydalı model ise her ülkede olmayan (Almanya ve
 ülkemizde var örneğin, ABD de yok), buluş basamağı eksik yeniliklere verilen belgedir.
 
 Bu noktada, önce patent verilirken nelere bakıldığını ele almakta yarar var:
 
 1. Biçimsel yeterlilik: tescil kuruluşunun başvurularda bulunmasını istediği biçimsel koşullar.
 Bunları yerine getirmeyen başvurular sonraki değerlendirmelere alınmaz.
 
 2. Tekniğin bilinen durumunu aşma: dünyada bilinen yöntemlerle elde edilen bir sonucun daha hızlı,
 verimli, kolay, ucuz veya daha az zararlı yollarla elde edilmesi gerekir; veya o güne değin ortada
 olmayan bir ürünle sonuçlanması.
 
 3. Yenilik: buluş, aşikar olmamalıdır; yani o güne değin bilinen malzeme veya yöntemlerin basitçe
 biraraya getirilmeleri ile ortaya çıkarılamamalıdır. Mutlaka kendine özgü bir 'buluş aşaması'
 içermelidir ve bu aşamanın başka disiplinlerden çalıntı olmaması gerekir.
 
 4. Gerçekleştirilebilirlik: buluşun, ilgili alandaki ortalama bir uzman tarafından okunduğunda
 sonuca ulaşabileceği kadar açık seçik anlatılmış olması gerekir. Yani, buluş her neyse, okuyanlar
 bunu yapabilir hale gelebilmelidir.
 
 Bu amaçlara ulaşmak için patent enstitüleri dört aşamalı bir süreç izlerler:
 
 1. Biçimsel değerlendirme - sadece sekreteryal bir değerlendirme sayılır
 2. İçerik değerlendirmesi - konusunda uzmanlarca anlaşılabilirliğine bakılır, dosyanın bütünlüğü
 değerlendirilir, istemlerle açıklamalar arasındaki uyuma bakılır.
 3. Uluslararası tarama    - tarama kayıtlar üzerinden yapılır, aynı konudaki patentler incelenir,
 yayınlar, bildiriler ve pazardaki ürünlerle karşılaştırılarak var olup olmadığı saptanır.
 4. Buluş aşaması saptama  - taramada belirlenmiş olan çerçevede yer alanlar ışığında buluş aşaması
 ayıklanır. Bu noktada; dosyada patent verilmesi talebine konu olan istemlerin uygunluğu ve yenilik
 değerine önem verilir.
 
 Ülkemizde bütün başvurular için (1) ve (2) yapılabilmekte, ancak (3) ve (4) ancak belli alanlarda
 yürütülebilmektedir. Uluslararası antlaşmalarda hangi konular için hangi ülke patent ofislerinin
 yetkili oldukları belirtilmiştir. Her konuda yetkili ABD, Rusya, Japonya sayılabilir.
 
 Patent başvuruları TPE de ortalama 3 yılda sona ermektedir. Her ne kadar koruma başvuru tarihine
 geri götürülmekte ise de, uzun ve meşakkatli bir süreçtir ve pahalıdır. Pahalı olmasında tarama
 ve buluş saptamaların yurtdışında yapılmaları büyük rol oynamaktadır. Birçok konuda, özellikle
 günümüzün ileri teknoloji konularında (ki bütün dünyada bu alanlar yüklenmiş durumdadır) TPE bir
 yazışma ofisi durumundadır.
 
 Faydalı model belgesi alınırken (3) ve (4) e gerek yoktur. İtiraz askısında kalacağı için de
 pek sorun çıkmamaktadır. Bu belge en hızlı, en kolay ve en ucuz elde edilen buluş belgesidir.
 
 Benzer biçimde, ülkemizde bir de 'incelemesiz patent' süreci tanımlanmıştır. Bu türde de (3) ve
 (4) e gerek yoktur. İtiraz askısına çıkartılır, itiraz olmazsa belgelendirilir. Fakat ne faydalı
 model ne de incelemesiz patent belgelerinin uluslararası geçerliliği yoktur. Her an bir yabancı
 şirket gelip sizi dava edebilir ve üretiminize engel koydurabilir. Ancak, bu durumda bile elinizdeki
 ürünleri satın almak zorunda kalacaktır. Böyle bir olay ortaya çıkana dek yapmış olduğunuz ticari
 faaliyetlerden doğan geliriniz ise sizde kalacaktır. Kötü niyetin kanıtlanması durumları hariç.
 
 ABD de 'provisional application' ile de bir patent başvurusu yapılabilmektedir. Bunun amacı,
 dosyanın içeriğini hazırlamak için bir yıla kadar ek süre tanımaktır. Sadece buluş hakkını
 ne için talep ettiğinizi bildirirsiniz. Onu nasıl gerçekleştirdiğinizi sonradan tamamlamak
 zorundasınızdır. Böyle bir uygulama başka yerde var mı, bilmiyorum.
 
 Sıralanan üç tür belgelemenin elde edilme, koruma süre ve koşulları farklıdır.
 
 Patentler de belli süre içinde kullanılmak zorundadır, kullanılmazlarsa satışa çıkarılabilirler.
 Hatta çoğu zaman daha başvuru aşamasında yayına çıktıktan sonra satışa sunulacağı belirtilen
 patentlere rastlanmaktadır. Bunun nedeni, patentlerin henüz kesinleşmeden önce yayınlanmak
 zorunda kalınılmasıdır. Yayınlanma zorunluğu, milli güvenlikle ilgili olanlar dışındaki tüm
 başvuruları kapsar. Bunda amaç, itiraz vb nedenlerle kesinleşmeyecek bile olsa, her patent
 başvurusunun içerdiği bilginin kamu malı olarak değerlendirilmesini sağlamaktır. İstenirse,
 satışa erken sunmak amacıyla daha tarama aşamasından bile erken yayınlanmasına izin vermek ABD de
 mümkün olmaktadır. Böylece buluş sahipleri buluşlarını erkenden ticari olarak değerlendirmeye
 alabilmektedirler. Erken yayınlamanın bir başka yararı da, aynı alanda başvuruya hazırlananların
 aynı şey için başvurup boşu boşuna uzun bekleme süresine maruz kalmalarının önüne geçmek, ve
 eğer buluşlarının içeriğinde başka yenilikler varsa, sadece onlar için başvurmalarını temin
 etmektir. USPTO bu uygulamalarıyla örnek bir yaklaşım sergilemekte, bir yandan başvuranların
 ticari değerlendirme fırsatlarını arttırırken, öte yandan başvuruların tam buluş olmasa bile
 daha kısa sürede hayata geçirilebilmelerinin yolunu açmaktadır. Hatta, buluşunuzu hayata
 geçirme olanaklarını arttırmanın ötesinde, 'Pending' durumunda bir patent başvurunuzun olması,
 bir iş veya girişim ortağı ararken bile sizin için büyük bir referans olmaktadır.
 
 ABD ve TC YASALARI ÜZERİNDEN MALİ, TİCARİ, VİCDANİ ve FELSEFİ DEĞERLENDİRMELER
 ==================================================  ============================
 Coğrafi işaret dışında yukarıda tanımlanan bütün fikri haklar için bireyler başvuruda bulunabilirler,
 çünkü fikri haklar yaratıcılık içeren faaliyetlerin tescil yoluyla koruma altına alınmasını
 hedeflemektedir. Peki, yaratıcılık içeren ürünler nasıl ortaya çıkmaktadır? Elbette bunların
 çoğu tek bir bireyin öngörüsü sonucudur. Oldukça düşük bir yüzdesi, birkaç bireyin biraraya
 gelerek ortaya çıkardığı ürünlerdir. Buna karşın zaman içerisinde kurumsal başvuruların artmış
 olduğu ve artık bugün neredeyse çok düşük bir yüzdesinin bireysel olduğunu görmekteyiz.
 
 Bu neden böyle olmuştur? Bunu anlamak için hala bireysel başvuruların çokluğunu sürdürdüğü
 tek konu olan telif haklarına bakmak gerekir. Bir kitap yazıp, kendi paranızla bastırmanız için
 harcayacağınız para, bir uluslararası patent veya marka başvurusuna harcamanız gereken paranın
 yanında devede kulak kalmaktadır. Üstelik, tescil zorunluğu da olmadığına göre, telif hakkınızı
 elde etmek için yaratıcı olarak bir masrafınız olmayacaktır. Ama kazın ayağı böyle değildir.
 
 Hakkınız sizindir, ama kim koruyacaktır? Diyelim bir bestenizi sizden habersiz, izinsiz olarak
 bir yerde çaldılar. Buna engel olabilecek misiniz? Haberiniz olacak mı? Herşey olup bittikten
 sonra, aylar boyu hakkınızı mahkemelerde mi aramak zorunda kalacaksınız? Bütün bu masraflara
 dayanabildiğinizi varsayalım, karşılığında ne kadar bir ücret tahakkuk edecek? Bu gibi çeşitli
 nedenlerle, telif hakkını bir tüzel kişiye devrederek, onun takibine bırakmak daha akılcı
 olabilmektedir. Ama bu, daima hakkınızı alacağınızın garantisi olamaz elbette.
 
 Aynı durum, marka, patent ve tasarım hakları için de söz konusudur. Çok akılcı, ticari değeri
 yüksek bir buluşunuz olabilir. Ancak, bunu bir üründe kullanmak zorunda olduğunuz için, en
 kısa sürede sermaye temin ederek işe koyulmanız gerekir. Üç yıl çok kısa bir süredir. Buluşlar
 her geçen gün daha ufak ayrıntılarla ilgili hale gelmekte, belli bir ürünün daha iyi, hızlı,
 ucuz vs olmasından öte bir yarar sağlayamamaktadır. Diyelim ki çok daha verimli bir hard-disk
 mekanizmasını mümkün kılan bir buluşunuz oldu. Onyıllardır hard-disk üretmekte olan onlarca
 şirket varken, sizin de buluşu ürün haline getirerek onlarla rekabet edebilecek adet ve
 ucuzlukta üretebilir yatırımı yapmak için 500.000 USD ye ihtiyacınız olacaksa; patenti sizin
 almış olmanızın ne önemi vardır? Tek çareniz patenti en kısa sürede onlara satmak olacaktır.
 
 Ülkemiz gibi risk sermayesi kavramının var olmadığı bir ülkede, bu farz olur. Öte yandan;
 ABD' de olsaydınız bu iş için birkaç milyon dolar krediyi birkaç hafta içinde verirlerdi.
 Birkaç ay içinde de, ayda birkaç binlik bir üretime geçebilirdiniz. Yeter ki, patentiniz
 olsun ve yatırım uzmanlarını ikna edebilecek akılcı bir iş planı hazırlayabilin.
 
 Öte yandan, ülkemizde kaldığımızı ve eş dost yoluyla parayı temin ettiğimizi düşünelim.
 Patentiniz yayınlandıktan sonraki üçüncü yılda da üretime geçtiğimizi varsayalım. Onyıllardır
 bu işi yapan, artık devleşmiş şirketlerin sizin buluşunuzu üretimde kullanmak için ihtiyaç
 duyacakları süre birkaç haftadan ibarettir. Onlar sizden çok daha önce üretime geçmiş,
 yüzlerce binlerce satmış olabilirler. Onlara ancak ülkenize satış yaparlarsa engel olma
 hakkınız vardır. Eğer kendi ülkelerinde veya üçüncü ülkelerdeki faaliyetlerine engel olmak
 isterseniz, bütün o ülkelerde patentinizi tescil ettirmeniz gerekir. Her ülke için aşağı
 yukarı 4-5.000 USD lik bir masrafı gözden çıkarmak zorundasınız. Bunun çok azı patent
 tescili için gereklidir. Çoğu; vekiller, çeviriler, iletişim, zaman zaman patent enstitüsü
 uzmanlarıyla görüşmeler gibi masraflara gidecektir. Neredeyse ana sermayeniz kadar ilave
 bir parayı da bu işlere ayıracaksınız; çektiğiniz karın ağrısı da yanınıza kar kalacak.
 Üstüne üstlük, süreç yıllar sürecektir.
 
 Bir başka sorununuz daha var maalesef. O da, ürününüzün içinde yer alması muhtemel başka
 buluşların varlığı. Sözü geçen hard-disk üreticileri onyıllar süren faaliyetleri sırasında
 mutlaka birçok patent almışlardır. Sizin buluşunuz onların bir kısmına duyulacak ihtiyacı
 ortadan kaldırabilir, fakat bazılarından yararlanmamanız mümkün olamayacaktır. Daha sade
 deyişle, onların patentlerinden yararlanmak için izin almanız gerekecektir. Bu, daha en
 baştan sizin ürününüzü onlarınkine oranla daha pahalı bir noktaya getirecektir. Belki
 birkaç yıl sonra bu yük azalacaktır, fakat en azından başlangıçta bu ilave masrafı da
 hesaba katmanız gerekecektir. Yani, daha az kar etmeyi göze almak durumundasınız. Böylesi
 bir duruma düşmemenin en makul yolu, patentleri barter ile dengelemektir, ama elinizde
 yeterli önemde veya sayıda patent yoksa, kaybeden yine siz olursunuz.
 
 'Ne anladık bu işten?' diye düşünebilirsiniz. Haklısınız. Patent, çok basit yolla ve tek
 başına ürüne dönüştürülebilir bir buluş için alınmamış, ve üretime geçmek için küçük bir
 yatırım yeterli olmayacaksa, bireyler için anlamlı olmamakta, tüzel kişilere yaramaktadır.
 
 Ancak bu çıkmazı çıkar hale dönüştürmek için cinvari bir yöntem de vardır. Kendinize şu
 soruyu sormakla işe başlayın: dünya üzerinde tek bir başvuru (ve masraf elbette) ile
 koruma sağlayabileceğiniz, hem alım gücü, hem de üretim ve tüketim hacmi en yüksek,
 yatırımın en kolay gerçekleştiği, risk sermayesi en bol, ve fikri hak korumasının en
 yerleşik olduğu pazar hangisidir?
 
 Yanıtınızı duyar gibiyim: ABD!
 
 Peki; ikinci sorumuz ne olmalıdır? Ben ABD den patent almak üzere başvurabilir miyim?
 Bunun yanıtı çok daha çarpıcıdır: EVET! Hem de internet üzerinden ...!
 
 Madem engel yok, o zaman bir soru daha gerekli hale geliyor: ABD' den alacağım patenti
 diğer ülkelerde korumak için ilave masraf gerekmeyecek mi? Bu sorunun yanıtı: maalesef
 evet. Yani, benzer masraflar gerekli. Fakat, bununla başa çıkmak çok daha kolay. Üretime
 geçip para döngüsünü sağladığınızın haftasına ihracatı geliştirme kredileri alabilir,
 rüçhan hakkı yoluyla uluslararası başvurulara başlayabilirsiniz. Patentiniz cazipse,
 çok daha öncesinde birileri sizinle ortak olmak isteyip, bu masrafları üstlenebilir.
 İşin güzel tarafı, ABD' den alınmış bir patente itiraz edebilen tek bir patent ofisi
 yoktur. Yani, başvurularınız % 99 olasılıkla olumlu sonuçlanacak, masraflarınız da
 boşa gitmeyecektir.
 
 İşte bu noktada kendimize temel soruyu yöneltme zamanı gelmiştir. Acaba patent
 tescil düzenekleri sermayenin tekelci küreselleşme yönteminin güvencesi, yani yeni bir
 sömürü aracı mıdır?
 
 Benim yanıtım: EVET! Hem de çok belirgin bir biçimde.
 
 Uluslararası sermayenin yerleşim merkezi olan ABD, onun kendini koruma yöntemlerini
 hayata geçirmekte çok akılcı yollar izlemektedir. Görünüşte bireyin yaratıcılığını
 ödüllendirmek, tekniğin gelişmesini teşvik etmek, yaratıcılığın ticari hayatta daha
 güvenceli bir yer edinmesini sağlamak gibi ulvi amaçlara hizmet ettiği ileri sürülen
 patentleme süreci aslında bu yöntemlerin başında gelmektedir. İzlenen yolun özetini
 şöyle yapabiliriz: sermaye, yaratıcıları kullanarak, veya daha da doğrusu onları
 başkalarını sömürme aracı haline getirerek, varlığını arttırmak için gerekenleri
 yapmaktadır. Yaratıcılar da kazanmaktadır elbette; ama sermayeninkinin yanında
 devede kulak kalacak kadar. Bu yönden bakıldığında, sermaye yaratıcılara göz
 kırpmakta ve tatminkar bir sus payı vermektedir.
 
 Bir açıdan bakarsanız, dünyanın herhangi bir yerindeki herhangi bir kişiye ABD den
 patent alma özgürlüğü verilmiştir. Ama bunun amacı, o patentin kullanımına ABD den
 başlanmasını temindir. Çünkü, başvuran eğer bireyse, sermayeye ihtiyaç duyacaktır
 ve buluşu en kısa sürede yatırıma çevirmek en kolay ABD de gerçekleşmektedir. Eğer
 satmak isterse, en kısa sürede alıcı bulma olasılığı olan yer de ABD dir. Böylece
 yaratıcılığın kaynağı neresi olursa olsun, ona ticari anlam kazandırma yeri tercihan
 ABD olabilecektir.
 
 ABD nin uyguladığı çok önemli bir başka kural daha vardır. Buluş için başvuruyu
 yapanla buluşu yapan arasında kesin bir ayırım yapmaktadır. Hiçbir tüzel kişiliğin
 buluşu yapan olmasına izin verilmemektedir. Başvuruyu tüzel kişi de yapsa, mutlaka
 buluşu kimin ya da kimlerin yaptığını belirtmek, onaylarını almak, sözleşmelerini
 sunmak zorundadır. Tüzel kişi olmadığı halde birden fazla gerçek kişinin buluşu
 yapan olarak adlarının geçmesine izin vardır, ancak onların da aralarında bir
 sözleşme olması ve katkı paylarının açıkça belirtilmesi istenmektedir. Buluşu
 yapan kişi veya kişilerin herbirinin başvuruda imzaları bulunmak zorundadır.
 
 Yasalarımız bu açıdan da oldukça geridir. Her ne hikmetse, bir çalışanın buluşu
 için patent başvurusuna izin verilmemektedir. Böyle bir başvuruda bulunmak
 isterse, işvereninden icazet alması istenmektedir. İşveren, çalışanın başvurusu
 için bu izni makul bir süre içinde yanıtlamak durumundadır, fakat bu sürenin
 ne olduğu belirtilmemiştir ve çalışanın isteminin savsaklandığının nasıl
 kanıtlanabileceği konusu muğlaktır. Bu yaklaşım, işçiyi işveren karşısında
 aciz duruma düşürme tehlikesi yaratmaktır. İşçi ancak mahkemeye verme yoluyla
 hakkını aramak durumunda bırakılmaktadır. Buna gücü ve cesareti varsa elbette.
 Halbuki, yasa koyucunun işçinin bilgisi, görgüsü ve mali gücünün işvereninden
 daha az olacağını gözönüne alarak, tersini yapması gerekirdi. İşçi istediği
 gibi başvursun, eğer işvereni buluş üzerinde hak iddia edecekse, mahkemeye o
 başvursun. Doğrusu ve hakkaniyetli olanı budur.
 
 Bu konunun bir diğer tartışmalı yönü de, hiçbir çalışanın bağımsız olarak buluş
 yapamayacağı görüşüne değer vermesidir. İnsanlar işleriyle hiç ilişkisi olmayan
 buluşlar da yapabilirler. Bunu değerlendirmek ve korumak için neden işverenin
 icazetine gerek duysunlar? Kaldı ki; varsayalım buluş işçinin işiyle doğrudan
 ilgili; uzun yıllardır varlığını sürdüren o işyerinden birçok işçi geçmiş,
 muhtemelen işveren de o işte daha uzun süredir çalışmakta iken, daha önce
 ne işverenin, ne diğer işçilerin, ne de benzer iş yapan başka işletmelerdeki
 işçilerin aklına gelmeyen birşeyi Ahmet bulmuş. İşverenin bu buluş üzerinde
 neden hakkı olsun? İşveren işçinin olağan hizmetleri için gerekli ödemeyi
 yapmaktan öte birşey yapmadı ki. İşçi işverenin kölesi mi yani, bu ne demek?
 Bence yasa bu yönüyle bir utanç abidesidir. Üstelik, işçinin iş aktinin sona
 ermesi / erdirilmesinden sonraki belli bir süre için de bu koşullar geçerli.
 Gerçekten inanılmaz. İşveren buluş yapıp başvuran işçiyi işten atsın, bir
 yıl boyunca onu açlığa mahkum etsin, işçi onun sunduğu koşullara mahkum olsun
 istenmiş. Ola ki işçi bunlara dayanır ve sürenin sonunda kendi adına başvurursa
 da, mahkeme yoluyla buluşun üzerine konmak işten bile değil, çünkü buluşun
 yapıldığı zamanı kanıtlama yükümlülüğü işçiye ait olacak.
 
 Ne yönde değiştirilmeli diye sorarsanız; eğer buluş işçinin çalıştığı alanda
 ise, buluşu kullanma hakkının devri veya ortaklığa konu edilmesi halinde
 işverene öncelik tanınması yeterli olur derim. Buluş başka alanda ise, o öncelik
 de anlamsız; işçi olsa olsa kendi istek ve iradesiyle hatır ilişkisi kurar.
 
 Bu yaklaşımın belki bir istisnası; büyük işletmelerin ARGE bölümlerinde, işe giriş
 sözleşmelerinde çalışmalarının ARGE çerçevesinde ve o kadroda olacağı açıkça
 yazılmış çalışanlar olabilir. Bunun nedeni de açıktır. O çalışanlar, zaten buluş
 niteliğinde işler yapmak üzere ücret almaktadırlar. Yani, işveren onları tamamen
 bu amaçla istihdam etmiştir. Bu tür çalışanların buluşlarından pay isteyip
 isteyemeyecekleri, isterlerse ne kadar verileceğinin de mutlaka sözleşmelerinde
 açıkça gösterilmiş olması şartı aranmalıdır. Bu yaklaşım, şirketleri vergi
 kaçırma amaçlı sözde ARGE bölümleri kurmak yerine gerçeklerine yöneltecektir.
 
 Bir başka grubu da farklı ele almak gerekir, o da üniversitelerdeki öğretim
 üye ve görevlilerinin buluşları. Aslında, kanun onları bu konuda serbest
 bırakma yoluna gitmiştir. Halbuki onların buluşlarının kamuya ait kabulu gerekir.
 Nedeni, ARGE bölümlerinde çalışanlarla aynıdır. Üniversite onlara araştırma
 yapsınlar diye para ödemekte, alet edevat ve ortam temin etmektedir. Neden
 buluşları onlara ait olsun ki?
 
 Bence burada yasa koyucu iki baskı grubunun etkisinde kalmıştır: öğretim üyeleri
 ve işverenler. En kısa sürede bu yanlışların düzeltilmesinde yarar vardır; çünkü
 yasa yapılması gerekenin tam tersine yol açacak niteliktedir.
 
 YAZILIM VE SÜREÇ PATENTLERİ
 ===========================
 ABD nin belli bir süredir (sanırım yaklaşık 8-9 yıldır) çok akılcı bir yaklaşımla
 yazılım ve süreçlere de patent vermekte olduğunu görüyoruz. Daha yakın bir zamandır
 Japonya da aynı yola gitmiş. AB ise buna şiddetle itiraz ediyor. Şimdilik direnirler,
 ama bir süre sonra onlar da gerçeği kabul etmek zorunda kalacaklar. Çünkü yazılım ve
 süreçler günümüzün en çok para kazandıran gerçekleri.
 
 Tabii bu yaklaşım, ABD yi bu yeni alanlarda da dünyanın merkezi olmayı sürdürmesini
 olanaklı kılacak. Zaten epey zamandır açık ara merkez durumunda, fakat patentlemeye
 açtıktan sonra bu yerini daha da sağlamlaştıracak. Bunun iki nedeni var:
 
 1. Yazılım ve süreçler herkesin evinde bile geliştirebileceği şeyler. Ancak getirdikleri
 yararları birkaç saat içinde bütün dünyaya dağıtmak ve herkesin kullanımına sunmak
 mümkün.
 
 2. Patentleme işleminde zorunlu olan teknolojik birikim ve bilgi veritabanına zaten
 başkaları sahip değil, dolayısıyla en azından tarama basamağında olmasa bile, buluş
 aşaması saptama basamağında dünyadaki tüm başvurular USPTO ya bir uğrayacak, böylece
 hepsinden haberdar olacaklar; ön alabilecekler. Şu anda AB nin bu alanlarda patent
 vermeyi reddediyor olması sadece daha geriye düşmelerine yol açacak.
 
 Ne yazık ki, bizim yasamız da AB paralelinde yürüyor ve çok önemli bir avantajımızı
 ortadan kaldırıyor. Bizim sermaye birikimimiz zayıf, risk sermayemiz hiç yok. Yani,
 bir buluşu hayata geçirme konusunda büyük dezavantajlarımız var. Öte yandan, eğitimli
 hem de kalitelisinden işsizimiz de bol. O halde; hayata geçirilmesinde çok az yatırıma
 gerek bulunan yazılım ve süreçler konusunda patent vermeyi neden reddediyoruz? Bunlara
 olanak tanısak ve hatta teşvik etsek ne kaybederiz? Hiç olmazsa bu nitelikte buluş
 yapabilenlerin ABD ile ortaklıklar kurmaları, buluşlarını orada pazarlamaları mümkün
 hale gelirdi. Şu anki uygulamayla olacakları tahmin etmek güç değil. Benim gibi, bu
 alanda buluşu olduğuna inananlar doğrudan ABD ye başvuracaklar.
 
 İşin ilginç ve nahoş tarafı, TPE nün kendi kendisini çok kötü ve yanlış bir biçimde
 EPO ya mahkum kılmış olması. Çok değil, 2 yıl önce, tarama ve buluş aşaması arama
 basamakları için uluslararası başvurunuzun USPTO ya gönderilmesini isteyebiliyordunuz.
 Artık bu da mümkün değil. Yani, hilkat garibesi bir biçimde, isterseniz doğrudan
 USPTO ya başvurabiliyor, fakat TPE üzerinden başvuramıyorsunuz. 'Ne yapalım, sen de
 öyle yap' denebilir; fakat bu durum sizi kendi devletinizin desteği ve güvencesinden
 yoksun bırakıyor. Patent ofislerinin dürüstlüğünden ve iyi niyetinden kuşku duymak
 için somut bir neden yok; ancak, kendi ülkemde kayıt altına alınmamış bir başvuruyu
 ilk kapı olarak ABD ye yolladığımda ayrımcılığa maruz kalmayacağımı nerden bileceğim?
 Kaldı ki, patenti aldığımı varsayalım, ABD de koruyabilirken, kendi ülkemde koruma
 alamayacak mıyım? Ola ki işim büyüdü ve yanımda çalışanlardan biri patente konu
 yöntemi kullanan bir başka yazılım üreterek kendine şirket kurdu; ne olacak?
 
 ŞİKAYETE BAĞLI SUÇ MESELESİ
 ===========================
 Hukuki deyimlerle pek aram yok. Fakat, bir süre önce telif hakları yasasıyla ilgili
 olarak bu suçların şikayete bağlı olmaları veya olmamaları konusu gündemdeydi. Yani,
 telif hakkı sahibinin şikayeti yoksa, hakkın ona ait olduğu ortada olan birşeyin
 çoğaltıldığı durumla karşılaşıldığında, çoğaltanın bu nedenle işleme tabi tutulmak
 üzere kolluk kuvvetlerince peşine düşülüp düşülmemesi meselesi.
 
 Aslında fikri haklara bu yönüyle hiç bakmadım, incelemedim. Fakat sanmıyorum ki
 dünyanın aklı başında hiçbir ülkesinde bu suçların takibini kolluk kuvvetleri
 yapsın. Çünkü bu suçlar ticari ve her zaman iki tarafı mutlaka var. Yani, suçu
 işleyen tarafın karşısında mutlaka bir mağdur var. Mağdur, toplumun tamamı
 olmadığı sürece devlet mekanizması bunu üstlenmez, üstlenmemeli.
 
 Çok açık değil mi? Burada size koruma şemsiyesi sunulmuş bir hak var. Siz bu
 hakkınızı korumakla yükümlüsünüz elbette. Korumazsanız, devlet onu sizin için
 korumak üzere özel kaynak ayıramaz; ancak siz kolluk güçlerinin nereyle
 ilgilenmesi ve ne bilmesi gerektiğini mahkeme kanalıyla bildirirseniz, o başka.
 Bunun adı da şikayet oluyor anladığım kadarıyla. Birisi size olan borcunu
 ödemediğinde kolluk kuvvetleri nasıl mahkeme kararı olmadan borçlunun peşine
 düşmüyorsa, burada düşmesini istemek biraz abes oluyor.
 
 Bizim ülkemiz, ve Hindistan, Pakistan, Çin, Tayland, Brezilya gibi; ne gelişmiş,
 ne de geri kalmış olan ülkeler için bence bu bir fenomen; çünkü sokak tezgahları
 sadece bu ülkelerde var. Bizim telif hakkı sahiplerimiz de bundan muzdarip.
 Tezgah sahipleri dükkan sahibi olsa kolay olacak. Veya, insanlar tezgahlardan
 değil hemen daima dükkanlardan alsa da aynı şey. Fakat TC nde böyle olmuyor.
 Hemen daima tezgahlar kuruluyor ve insanlarımız onlardan alışveriş ediyor.
 Buradaki sorun, bence telif hakları değil, genel olarak ticaret kuralları
 ve bilinci.
 
 O tezgahın kurulamaması, veya AB ülkelerindeki gibi, kurulduğunda kimin, ne
 zaman kurduğu, ne zaman kapatıp kaldırdığı bilgisinin kaydedilmesi gerekiyor.
 Öncelikle de, izin üzerine açılması ve kapanması elbette.
 
 Peki, siz (veya kolluk kuvvetindeki arkadaşlar) hiç 'şurada zort diye bir
 tezgah açıldı, yasa dışı sanırım, gelip kapatır mısınız?' diye bir şikayet
 aldınız, veya hayal ettiniz mi? Onu bırakalım; böyle bir şikayet gelse,
 zabıta ne yapar, polis ne yapar? Gerisini getirmezsem, benim için daha
 güvenli olur diye düşünüyorum. Maalesef bunda kimsenin suçu yok. Bizim
 ülkemizdeki en önemli sorun da bu zaten. Hepimiz suçsuz, hepimiz suçluyuz.
 Kimin sesi daha yüksek çıkarsa, o anda daha güçlü ve etkinse, onun dediği
 oluyor. Ama doğal olarak da şirazesi kaçıyor.
 
 Yazık değil mi? Bu işi çözmek yasama organının görevi değil mi? Peki onlar
 ne yapıyor? Eğer yanlış anımsamıyorsam, bu şikayete bağlılık meselesinde,
 telif hakkı sahipleri lehinde, yani yanlış bir karar verdiler.
 
 Ne kadar yazık. Kendimi bir polis veya zabıta yerine koyuyorum hemen. Bir
 tezgahla karşılamışım. Bandrolsuz olduğunun farkına vardığım bir dizi de
 disk var. Ne yapacağım? Tutanak tutacağım, sorguya çekeceğim; nerden aldın,
 kimden aldın, ne zaman aldın, neden aldın, suç olduğunu bilmiyor muydun,
 gibi sorular soracağım. Affedersiniz; 'bana ne yahu!' deyip, arkanızı
 dönmez misiniz? Adaletin tecellisi açısından ne kadar yararı olacak bunun?
 
 Yoo, bence polis veya zabıtanın görevi, tezgahın izinli olmadığını
 saptayınca tezgahtakilerin dökümünü yapmaktan ibarettir. Eğer telif hakkı
 sahipleri bu konuyu takibe aldılarsa, gidip el konulan materyali inceler
 ve kendi haklarını korumak için gerekenleri yapmak üzere girişimlerde
 bulunurlar. Bundan ötesi bir ortam, hayal mahsulüdür.
 
 Aynı durum, marka, tasarım ve patent konularında da geçerlidir. Belki
 tek fark, bunların tezgahta satılmayla ilgileri olmamasıdır; çünkü
 hepsi belli bir miktarda yatırım ister, ve basit işportacı tarafından
 çiğnenemez. Düşünün ki bir buluşunuz var, ve bir tezgahta o buluştan
 yararlanan bir alet satılırken yakalandı. Sizin kendinizi ortaya atıp
 da 'bu tezgah sahibi benim haklarımı gasp etti' demeniz mümkün müdür?
 Deseniz bile, bunun sonucunda ne elde etmeyi umarsınız? Kim size inanır?
 Elbette hiç kimse. Yapmanız gereken, o tezgahtaki malı üreteni aramak,
 bulmak, bunu kanıtlamak ve hakkınızı ondan talep etmektir. Aynı durum
 telif hakları için de geçerlidir.
 
 Hiç kimsenin kolluk kuvvetlerini kendi amaç ve hedeflerinde araç olarak
 kullanmalarına izin verilmemelidir; aksi taktirde onların asli işleri
 dümura uğrayacaktır; ve bundan vatandaş olarak hepimiz zarar görürüz.
 
 Yapılması gereken, meslek örgütleri ve üyeleri vasıtasıyla organize bir
 biçimde bu işlerin peşine düşülmesini sağlamaktır. Kolluk kuvvetleri ve
 yargının bilgilendirilmesi, yönlendirilmesi onlara düşmektedir. Yasama
 da bu hedefe yönelik, işe yarar, çalışır bir çerçeve oluşturmalıdır.
 
 
 BAZI ÖNERİLER
 =============
 Gerçek bir çözümde, sokak tezgahlarının kayıt altına alınması çok önemli
 yer tutmaktadır. Kim, ne zaman, nerede, ne satacak; kayda alınmalıdır.
 Ama bu işler ne tezgahı açacak olana eziyet, ne de kayıt ve denetim
 yapanlara külfet haline getirilmeden halledilebilmelidir. Bir işportacı
 açacağı tezgahı için 15-20 dakikada belge alabilmeli, belgesini görünür
 biçimde asmalı, içeriğin dışında satış yapmadığı da hem vatandaşlar,
 hem de görevliler tarafından izlenebilmelidir. Kayıtlar vatandaşa açık
 olmalı, şikayetler için gerekli kolluk birimlerine derhal ulaşabilecek,
 tek bir merkezi telefon ayrılmalı, ve bu telefon da asılan belgede
 matbu olarak yer almalıdır.
 
 Ülkemizde haklı olarak oldukça sık görülen gezgin tezgahlara da bir
 çözüm üretilmelidir. Gerekirse, kroki tarzında parkur haritaları
 verilecek belgelerde yer alabilir. Çok da zor değildir. İznin alınacağı
 yer bir belediye olacağına göre, o yörenin krokisi zaten hazırdır.
 Gerekirse bölgelere ayırır ve belgelerde basılı olarak verirsiniz,
 olur biter.
 
 Bunları uygulayabilmek için izinsiz tezgah açmaya hapisli cezalar
 konurken, izinli, belgeli ve belgesini asmış olanların işleyebileceği
 başka suçlara hapissiz cezalar verilmelidir. Örneğin, tezgah içeriğine
 bağlı kalmayana, değişiklik başka suç oluşturmamışsa başka, oluşturmuşsa
 daha ağır cezalar verilmelidir. Tezgahı izin verilen yerde açanlara da
 eğer başka kural ihlali yapmadıysa daha hafif, yaptıysa daha ağır
 cezalar konmalıdır. Buradaki temel felsefe, önüne geçemediğiniz bir şeyi
 kontrol altında tutmanın yolunu bulmak olmalıdır. Ancak bu yolla,
 izin vermediğiniz halde ortaya çıkan olayların peşinden sürüklenmekten
 kurtulabilirsiniz.
 
 Fikri haklarını koruma peşinde olanlar da, tutulan bu kayıtları izleyip,
 istedikleri tezgahları yerinde denetleme olanağına sahip olacak, böylece
 kimsenin derdi kalmayacaktır.
 
 Bu belediyeciliğe giriyor galiba, ama ne yapayım, kendimi tutamadım ...
 
 ÖZET
 ====
 Ulusal ve uluslararası yasalar, uluslararası sermaye, yaratıcılar ve fiili durum hakkında düşüncelerimi biraz toparladım sanırım.
 
 Amacım, uygulama sırasında fikri hakkın sahipleri açısından olan bitenin nasıl görüldüğünü resmetmekti. Bu arada, toplumumuza özgü sorunlara da biraz değindim.
 
 Ama özet olarak şunu söylemek isterim: çıkartılmış yasalar ve yeni taslaklar birçok haksız, yanlış hükümler içermeleri bir yana, uygulamada çıkacak sorunlara yanıt bulma açısından da oldukça eksik.
 
 Bana kalırsa, tamamiyle bilinçsiz hazırlanmışlar.
 
 Saygılarımla,
 |