Mesajı Okuyun
Old 28-02-2012, 17:52   #2
İlhan_ERDEN

 
Varsayılan

Alıntı:
Yazan advocateso
Merhabalar;
Müvekkil kendisinin de hissedarı olduğu taşınmazda, bir başka hissedardan hissesinin tamamını 1998 yılında satın almış, bu satış tapu dairesinde resmi şekle uygun olarak yapılmış.
Aynı hissedar 2004 yılında müvekkile sattığı hisseyi bir başka şahsa da satıyor, yine bu satış da resmi şekil şartlarına uygun olarak yapılmış. Burada tapu memurunun hatası veya kötü niyeti ile hissesini satan kişinin kötü niyeti mevcut.
Müvekkil bu ikinci satışın iptalini istemekte, bu durumda yalnızca ilgili tapu müdürlüğüne tapu kaydının düzeltilmesi davası mı açmak gerekir, yoksa hem tapu müdürlüğü hem de ikinci kez satılan hisseyi satın alan kişiye birlikte mi tapu iptali davası açmak daha uygundur?
Ayrıca bu durumda aynı yeri ikinci kez alan 3. kişinin iyiniyetli olması halinde, mülkiyet hakkı korunacak mıdır?
Şimdiden teşekkür eder iyi çalışmalar dilerim...


Yol gösterici olabilir diye düşünüyorum:

Yargıtay 1. H.D. 1993/1407 E. 1993/1598 K. 12.02.1993 Tarih

Karar: Dosya içeriğinden ve toplanan delillerden 182 ada, 23 parsel sayılı kişilere ait kadastral ana taşınmazın, 1947 ve 1949 senelerinde ifraz ve tevhit işlemlerine tabi tutulduğu, bu işlemler sırasında vakfa ait 230 m2 miktarlı 24 sayılı parselin de ifraz ve tevhit işlemlerinin kapsamına alınarak bir bölümünün 93, diğer bir bölümünün 94 sayılı ifraz parsellerinde bırakıldığı anlaşılmaktadır. Bunun yanısıra, ifraz parsellerinin tapu kütüğüne kaydedilmelerinden sonra satış yoluyla el değiştirdikleri ve davaya konu binanın da yeni malik tarafından ifraz parselinin sınırına göre yaptırıldığı saptanmıştır. Ne var ki elde bulunan müdahalenin önlenmesi ve yıkıma ilişkin davanın açılmasından önce görülen tapu iptal davası sonucu verilip kesinleşen 15.9.1990 tarih, 627/540 sayılı hükümle, ifraz ve tevhit işlemlerinin, davacı idare ve idareye ait 24 kadastral parsel sayılı taşınmaz için bağlayıcı olmadığı, anılan parselin kütükteki kaydının hiç bir işlem görmediği ve hukuki varlığını koruduğu saptanmış; ifrazen oluşturulan tapu kaydı, idarenin tapusunu belirlediği mülkiyet alanına hasren iptal edilmiştir.
Hemen belirtmek gerekirki, kesinleşen iptal kararı, hak tesis eden (yenilik doğuran "inşai") bir karar niteliğinde olmayıp, önceden mevcut olan bir hakkı (24 parselin varlığını koruyan tapusu bulunduğunu) tespit ve açıklayan ("izhari" niteliği olan) bir karardır. Bilindiği gibi, tapu kütüğünde her taşınmaz mal için bir sahife açılır. Şayet, aynı taşınmaz mal hakkında iki tesçil durumu ortaya çıkmış ise, tapu sicili kendisiyle çelişkili hale gelir. Bunun sonucu olarak birbirinden ayrı olan ve birbirine tezat teşkil eden tesciler yönünden sicile güven ilkesi uygulanamaz. Doğru kayıt karşısında diğeri, yolsuz bir kayıttır. Yolsuz kayda dayanarak bilmedende olsa, aynı hak iktisap edenlerin bu iktisapları korunamaz ve tashih davası açılmak suretiyle yolsuz kaydın terkini sağlanır. Başka bir anlatımla, tapu sicili alenidir (MK. 298). Hiç kimse, tapu sicilinde kayıtlı olan bir hususu bilmediğini iddia edemez. Aynı yer için tapu sicilinde birden fazla kayıt tesis edilmiş ise, edinen kişi (müktesip) bütün kayıtları biliyor farzedilir. O nedenle, çifte kayıt halinde, geçerli olmayan tapu kaydına dayanarak iktisapta bulunan üçüncü kişi iyiniyet iddiasında bulunamaz ve Medeni Kanunun 931. maddesinin koyduğu kuraldan yararlanamaz. Değinilen ilke, Türk-İsviçre öğretisinde ağırlıklı (baskın) bir görüş olarak ifadesini bulmuş; kararlılık kazanmış yargısal kararlarda da temel bir ilke niteliğiyle yerini almıştır. (YHGK.nun 8.2.1961 tarih, 44/6; 14.11.1962 tarih, 157/83; 24.3.1973 tarih, 648/248 sayılı kararları ile Yargıtay 1. Hukuk Dairesi'nin 22.5.1954 tarih, 6488/4548; 30.11.1962 tarih, 7771/7782; 4.3.1975 tarih, 2262/2692; 3.7.1975 tarih, 6927/6921 sayılı kararlarında açıkça belirtilen ilke, hiç sapma göstermeksizin halende uygulana gelmektedir). Öğretide, kütükteki iki sahifenin birbirini çürütmesi durumunda, tapusuz taşınmaz mallarda olduğu gibi fiili zilyetliğin, hak karinesi sayılması ve böylece yolsuz açılan ikinci sahifeye adı yazılan kimsenin zilyetliğine iyi inançla güvenerek hak kazanılabilmesi görüşü ileri sürülmüş isede; yukarıda belirtildiği üzere, yargısal kararlarda bu görüş benimsenememiş; kararlar, baskın görüş doğrultusunda kararlılık kazanmıştır. Kuşkusuz, doğru esasa dayanan bir kayıttan habersiz olarak, yolsuz kayda göre ayni hak iktisap edip, tashih davası sonucu hakkını kaybeden kişilerin Devlete karşı Medeni Kanunun 917. maddesi uyarınca tazminat davası açıp açamıyacakları hususu akla gelebilir. Nitekim, buna imkan veren düşünceler "Devlete karşı 917. maddeye dayanılarak dava açılabilir" denerek vurgulanmıştır (F. JENNY, Der öffentliche Glaube des Grundbuches nach dem Schweizerisehen ZGB, Dissertation, Bern 1926, Sh. 142; OSTERTAG, Kommentarzum Schweizerischen ZGB. Besitz und Grundbueh Bern, 1917, Art. 973, N. 26; Prof. Dr. S. ÜSTÜNDAĞ, Tapu Kütüğünün Tashihi Davası, 1959, Sahife 70 vd.).
Yukarıda değinilen ilkeler ve olgular karşısında yerel mahkemenin hükmüne uyulan Yargıtay bozma ilamına göre işlem yapması ve yazılı şekilde karar vermesi doğrudur.
Bu nedenle, davalı vekilinin HUMK.nun 440. maddesinde öngörülen hallerden hiçbirisine uygun düşmeyen karar düzeltme isteğinin (REDDİNE)...