Mesajı Okuyun
Old 09-01-2007, 11:38   #10
A.Turan

 
Varsayılan

Hekim, tıbbı uygularken kişinin yaşamasını düzenlemek, sağlığını, sağlayabilmek amacıyla çeşitli faaliyetlerde bulunmaktadır. Bu faaliyetler hastalığın teşhisi, gerekli ilaçların verilmesi, cerrahi müdahalelerin yapılması, hastalığın devamlı olarak gözetilmesi, yeni usullere başvurulması gibi çeşitli konuları kapsamaktadır. Hekim bu faaliyetler bulunurken bazı mesleki şartları yerine getirmek hastanın durumuna değer vermek ve geniş bir deyimle tıp biliminin kurallarını gözetip uygulamak zorundadır.
Hekim ile hasta arasında sözleşme ilişkisi bulunması ve tıbbi müdahaleye hastanın rıza göstermesi ya da ıstırar hali asla durumu etkilemeyecektir. Çünkü, rızanın ya da ıstırar halin varlığı halinde hekimin davranışının bütün sonuçlarının meşru sayılması, hukuka uygun addedilmesi düşünülemez Diğer bir deyimle şayet tıp ilmi hekimin yaptığı müdahalelere cevaz veriyorsa, bunu yapan hekim, tıp mesleğince tecviz edilen bir faaliyette bulunmuş demektir ki, hakkın icrası nedeniyle, eylemi hukuka aykırı sayılamaz. Keza hekim, hastanın daha az önemdeki bir hukuki menfaatini tehlikeye ya da zarara sokarken, daha büyük değerdeki bir hukuki yararı ancak bu şekilde kurtarabiliyorsa hukuka aykırı davranışta bulunmamış olacaktır. Sözgelimi; anneyi kurtarmak amacıyla çocuğun düşürülmesi, sıhhatin korunması ve düzeltilmesine yönelmiş tedavi ve müdahaleler böylece hukuka uygun hale gelmektedir. Toplum yararının kişi yararına ağır bastığı durumlarda da kural aynıdır. (Dr. Köksal Bayraktar-Hekimin tedavi nedeniyle cezai sorumluluğu adlı eserinde “kişinin hiçbir hakkı sınırsız değildir. Sağlık ve yaşama haklarının da bir sınır bulunmaktadır, kişi ancak tedavi olmak, bir hastalığı önlemek için rızasını verebilir. Kişiler kendi vücutları üzerinde ayrık durumlar hariç ancak kendileri tasarrufta bulunabilir ve tehlikelere karşı yine kendisi karar verebilir. Tıbbi müdahalelerde de bu genel kuruldan ayrılmamak gerekir, Tıbbi müdahaleler ve hekimin girişeceği diğer eylemler kişinin sağlığını vücut bütünlüğünü ilgilendirdiği muhtemel tehlikeleri meydana getirici nitelikte olduğu için, bunların gerçekleştirilmesine karar vermek yetkisi hekime değil, müdahalelere maruz kalacak kişiye (hastaya) aittir. Yalnız bu rızanın hukuken geçerli olabilmesi için kişinin, sağlık durumunu, yapılacak müdahaleyi ve etkileri ile sonuçlarını bilmesi, bu konuda yeteri kadar aydınlanması ve iradesine bildirirken baskı altında kalmaması, serbest olması gerekir. Bu itibarladır ki ancak aydınlanmış ve serbest bir irade sonucu verilmiş rıza hukuken değeri olan bir rızadır. Demektedir. Hatta C. Musotto; daha ileri gitmekte ve "kişi, sosyal fonksiyonlarını önemli ölçüde aksatacak müdahalelere razı olmak yetkisine sahip değildir" demek suretiyle 3. bir şart öngörmektedir. (Bayraktar - age-80, dip not 64; 104). Rızanın geçerli sayılabilmesi için ayrıca, tıp mesleğinin bu çeşit müdahalelere cevaz vermesi yani bu konuda bir müdahaleye hekimin hakkı olması gereklidir. Hekim sağlıkla ilgili fiillerde, rızayı sağladıktan sonra tıp biliminin sınırları içinde hareket etmek yükümlülüğü altındadır ve hastanın rızasının kapsamına bağlı bulunmamaktadır.
Doktrinde Tıbbi müdahalelerin hukuka uygunluğu için bazı şartların gerçekleşmesi öngörülmüştür. Bunlar sırasıyla; Hekimin tıp mesleğini icraya kanunen yetkili olması, Hastanın rızası bulunması, eylemin tıp biliminin objektif ve subjektif sınırları içinde kalmasıdır.
Somut olayda, küçüğün rızasını velisi kullanmaktadır. Sıradan tıbbi vak’alarda bu geçerli bir rıza olmakla birlikte kişinin yaşamı ve geleceği ile sıkı sıkıya bağlı bir hakkı velisinin kullanması kabul edilebilir mi sorunu ile karşılaşmaktayız ? Benim şahsi fikrim burada kişiye sıkı sıkıya bağlı vazgeçilmez ve devredilmez yaşama hakkının devamı niteliğindeki bir haktan feragat niteliğindeki rızanın geçerli olmadığı yönündedir. Bu cümleden olarak, eylem, bedensel bütünlüğü bozucu nitelikte cezai ve hukuki sorumluluğu gerektiren bir eylemdir.