Mesajı Okuyun
Old 10-10-2010, 18:34   #9
Av. Bülent Sabri Akpunar

 
Varsayılan

Sayın Dikici'nin bahsetmiş olduğu kararı okumadım ama Yargıtay'ın aşağıya alıntılayacağım Genel Kurul kararında "kredi borçlusu arasında bağıtlanan süresiz kredi sözleşmesinden doğan ve borçlu cari hesabı şeklinde işleyen kredi ilişkisinde, bir tarihte hesabın borç bakiyesi vermemesi, başka bir anlatımla borcun sıfırlanması sözleşmeyi sona erdirmez. Bu nedenle borç sıfırlandıktan sonra borçluya tekrar kredi kullandırılması yeni bir borç ilişkisi niteliğinde olmadığından davalının BK.'nun 494. maddesinde öngörülen haklardan feragatinin bu aşamada da geçerliliğini koruyacağı ve sözleşmeden doğan kefalet sorumluluğunun devam edeceği...." ( YHGK, 2002/19-426 E. 513 K. 12.06.2002) şeklinde içtihatı da bulunmaktadır.Yargıtay'ın bu konuda görüş değiştirmiş olması da muhtemeldir.

Sayın Dikici'nin ekleyeceği karar haricinde, aşağıda iki adet kararın da işinize yarayabileceğini umuyorum.İlkinde, (somut olay açısından) BK 493 ve 494'deki haklardan önceden feragatin uygulanmayacağı, yeni tarihli kredi sözleşmesinde kefilin imzası olmadığından sözleşmenin kefilli bağlamayacağı ve kefaletin ilk borç kapandıktan sonra sona ereceğine karar verilmiş. İkinci karar ise mesajımın ilk başında bahsi geçen karar ; ama burada kefil tarafından borçlunun ödeme gücüne olan güven yitirildiğinden bahisle bankaya ihtarname tebliği ve tebliğ tarihinden sonra borçluya kullandırılacak kredilerden dolayı sorumluluk kabul etmeyeceğini bildirilmesine rağmen bankanın hareketsiz kalmasıının MK 2 gereğince iyiniyete aykırılık teşkil ettiği ve kefilin işbu kredilerden sorumluluğun olmayacağından bahsedilmiş.Sizin olayınızda eğer bu şekilde bir ihtarname var ise işinize yarayabilir.


Alıntı:

TC.
YARGITAY
19. Hukuk Dairesi

E:2005/2261
K:2005/13044
T:26.12.2005

818 s. Yasa m. 493,494
2004 s. Yasa m. 72

Taraflar arasındaki menfi tesbit davasının yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın kabulüne yönelik olarak verilen hükmün davalı vekilince duruşmalı olarak temyiz edilmesi üzerine ilgililere çağrı kağıdı gönderilmişti. Belli günde davacı vek. Av. Rüştü Kırmacıoğlu ile davalı vek. Av. Haldun O.Berkin'in gelmiş olmalarıyla duruşmaya başlanarak hazır bulunan avukatların sözlü açıklamaları dinlenildikten ve temyiz dilekçesinin süresinde olduğu anlaşıldıktan sonra dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü:
KARAR : Davalı bankanın Antalya Şubesi ile dava dışı kredi borçlusu MBT Turizm Pazarlama San ve Tic. A.Ş. arasında imzalanan 19.11.1999, 15.12.1999, 21.4.2000, 26.6.2000 ve 8.11.1999 tarihli toplam 420.000.000.000.-TL.'lik ve 70.000. DEM'lik genel kredi sözleşmelerinin davacı Gimsa Gediz İplik Mensucat A.Ş. tarafından müteselsil kefil sıfatı ile imzalandığı, yine davalı bankanın Antalya Şubesi ile kredi borçlusu arasında 5.1.2001 tarihli 1.750.000 Euro'luk Genel Kredi Sözleşmesi imzalandığı davacının bu sözleşmede kefalet imzasının bulunmadığı konularında ihtilaf bulunmamaktadır.
Davacı vekili, müvekkilinin kefili bulunduğu kredi sözleşmelerinden doğan borcun 5.1.2001 tarihli 1.750.000 Euro'luk nakdi kredi ile kapatıldığını, bankanın bu kredi ile ilgili olarak borçludan ayrıca ipotek aldığını ve ayrıca Mete Bülgün, Evrensel Erdoğan ve Gediz Gimsa Holding A.Ş.'nin kefaletlerini de aldığını, müvekkilinin kefaletinin ortadan kalktığını ve hiçbir sorumluluğu kalmadığını, bankaya gönderilen ihtarnamelerden sonuç alınamadığını belirterek bankaya verilen kefaletin hukuki sebebinin kalmadığının, kefaletin sona erdiği mali ve hukuki hiçbir sorumlulukları bulunmadığının tesbitini talep ve dava etmiştir.
Davalı vekili, davacının imzaladığı Genel Kredi Sözleşmelerindeki kefaletin süresiz kefalet olduğunu davacının yeni krediler için kefaletinin bulunmadığını bildirir bir ihtar göndermediğini 5.1.2001 tarihli sözleşme ile kullandırılan krediden sonra 18.5.2001 tarihinde gönderdiği ihtarnamede BK.nun 493-494. maddeleri gereği kefaletten beri kalınmasını talep ettiğini oysa kredi sözleşmelerinin 15.2/b maddesinde davacının kendisine kefaletten kurtulma imkanı veren haklarından feragat ettiğini belirterek hukuki mesnedi bulunmayan davanın reddini istemiştir.
Mahkemece iddia, savunma, toplanan deliller ve bilirkişi raporuna göre davacının müteselsil kefil olarak imzaladığı, sözleşmelerinin 15/2/b Maddesi ile BK.nun 493 ve 494. maddeleri ile tanınmış haklardan feragat etmesinin somut olayda uygulanma imkanı bulunmadığını 5.1.2001 tarihli 1.750.000 Euro'luk sözleşmenin diğer sözleşmelerden bağımsız olduğunu ve davacının bu sözleşmede imzası bulunmadığı, anılan sözleşme ile ve bankanın kredi kapama yazısına istinaden eski sözleşmelerin sona erdiği bu nedenle davanın kabulüne dava konusu edilen 19.11.1999, 15.12.1999, 21.4.2000, 26.6.2000 ve 8.11.1999 tarihli kredi sözleşmelerinde davacının kefaletinin sona erdiğinin tesbitine karar verilmiş hüküm davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
SONUÇ : Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle gerektirici sebeplere ve özellikle davacının davadan önce davalıya gönderdiği ihtarnamelere olumsuz cevap verildiğinden davacının dava açmakta hukuki yararı bulunmasına göre yerel mahkeme kararının oyçokluğuyla ONANMASINA, vekili Yargıtay duruşmasında hazır bulunan davacı yararına takdir edilen 450.00.-YTL. duruşma vekalet ücretinin davalıdan alınarak davacıya verilmesine, aşağıda yazılı onama harcının temyiz edenden alınmasına, 26.12.2005 gününde oybirliğiyle karar verildi.

Alıntı:


T.C.
YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu

E:2002/19-426
K:2002/513
T:12.06.2002


TaraFlar araşımdaki "itirazın iptali" davasından dolayı yapılan yargılana sonunda; Ankara Asliye 6. Ticaret Mahkemesince davanın reddine dair verilen 9.7.1997 gün ve 1997/61-314 sayılı kararın incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 19. Hukuk Dairesinin 11.12.2000 gün ve 2000/8434-8577 sayılı ilamı ile (...Davacının, müteselsil kefil olarak imza koyduğu kredi sözleşmelerinin 12/4 maddesinde belirlendiği şekilde, BK.'nun 493. ve 494. maddelerinde kefile tanınan haklardan feragat ettiği anlaşılmaktadır.
BK.'nun 493. ve 494. maddeleri emredici nitelikte bulunmadığından, kefilin anılan yasa hükümleri ile kendisine tanınan haklardan başlangıçta vazgeçmesi olanaklıdır. Süresiz kefalette kefilin BK.'nun 494. maddesindeki haklardan başlangıçta feragati, onu borçlu ile birlikte sözleşme devam ettiği sürece yükümlülük altına sokar.
Öte yandan, davalı banka ve dava dışı kredi borçlusu arasında bağıtlanan süresiz kredi sözleşmesinden doğan ve borçlu cari hesabı şeklinde işleyen kredi ilişkisinde, bir tarihte hesabın borç bakiyesi vermemesi, başka bir anlatımla borcun sıfırlanması sözleşmeyi sona erdirmez. Bu nedenle borç sıfırlandıktan sonra borçluya tekrar kredi kullandırılması yeni bir borç ilişkisi niteliğinde olmadığından davalının BK.'nun 494. maddesinde öngörülen haklardan feragatinin bu aşamada da geçerliliğini koruyacağı ve sözleşmeden doğan kefalet sorumluluğunun devam edeceği kuşkusuzdur.
Bu bağlamda, Yüksek Yargıtay'ca oluşturulan konuya ilişkin kararlarda, davacı banka ile kredi borçlusu arasındaki kredi ilişkisinin henüz tamamen sona ermediği hallerde, sözleşmede belirtilen limitle sınırlı kalmak kaydıyla borca kefalet etmiş ve BK.'nun 493. ve 494. maddelerinde yer alan haklardan feragat etmiş bulunan kefilin, bir tarihte hesabın sıfırlanması nedeniyle sorumluluktan kurtulamayacağı öngörülmüş bulunmaktadır.
İsviçre Federal Mahkemesi de bir kararında, konuyu ayrıntılı olarak inceleyerek, İBK.'nun 503. (BK.'nun 494.) maddesinin kamu düzenini ilgilendirmediği diğer bir deyişle buyurucu nitelikte kabul edilemeyeceği gerekçesiyle anılan yasa maddesindeki haklardan feragat eden kefilin, asıl borçlu kadar uzunca bir süre yükümlülük altında bulunduğu sonucuna varmıştır. (Türk Hukukunda Bankacılık Uygulamasında Kefalet Prof. Dr. Reisoğlu sh. 242)
Bununla beraber BK.'nun 494. maddesindeki haklarından feragatin kefili, alacaklının keyfine tabi kılacağı da söylenemez. Bu feragatin neticesi olarak kefilin, asıl borçlu kadar uzun bir zaman yükümlülük altına girme iradesini ortaya koymuş bulunduğunun kabulü gerekir. İki kimsenin birlikte borçlu olarak müteselsilen mükellefiyet yüklenmesini ve aralarında anlaşarak birinin hakiki borçlu diğerinin ise aslında garanti veren durumunda olmasını kanun koyucu kabul etmektedir. BK.'nun 494. maddesindeki haklarından alacaklıya karşı feragat eden müteselsil kefilin durumu da budur. Böylece, öğretide belirtildiği, hatta sorunu "lege feranda" olarak inceleyen yazarların da vurguladığı gibi BK.'nun 494. maddesinin emredici bir hüküm olmayıp, sözleşme ile bertaraf edilebilir nitelikte olduğunun kabulü gerekir.
Her ne kadar İsviçre kefalet hukukunda yapılan değişiklikle kefilin BK.'nun 494. maddesindeki haklardan feragatinin hükümsüzlüğü kabul edilmişse de, Borçlar Kanunumuzda aynı doğrultuda bir değişiklik yapılmadığı sürece bu yöndeki feragatin geçerliliğinin kabulü gerektiği kuşkusuzdur.
Hal böyle olunca, mahkemece yukarıda açıklanan hususlar gözetilmeden, davalı kefilin BK.'nun 494. maddesinde tanınan haklardan feragatinin mevcut borca yönelik olup, borç sıfırlandıktan sonra kullandırılan kredi borcu yönünden anılan haklardan feragatinin söz konusu olamayacağı gerekçesiyle yazılı şekilde hüküm kurulmasında isabet görülmemiştir...) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
Temyiz Eden: Davacı vekili
Hukuk Genel Kurulu Kararı
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kâğıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava, itirazın iptali istemine ilişkindir.
Davacı vekili, davacı banka ile dava dışı T. Ltd. Şti. arasındaki iki ayrı genel ticari kredi sözleşmesinin, davalı şirket tarafından müteselsil kefil sıfatıyla imzalandığını, kredi borçlusunun ve davalı kefilin bu sözleşmelerden kaynaklanan borcu ödememeleri üzerine, önce muacceliyet ihtarı gönderilip, semeresiz kalması üzerine de haklarında icra takibi yapıldığını, davalının borca haksız olarak itiraz ettiğini ileri sürerek, itirazın iptaline karar verilmesini istemiştir.
Davalı vekili, davalı tarafından davacıya gönderilen 19.6.1992 günlü ihtarnamede, kefaletin kaldırıldığının ve o tarihten sonra davacı bankaca yapılacak kredi ödemelerinden sorumluluk kabul edilmeyeceğinin bildirildiğini, bu ihtardan sonra kredi borçlusunun borcu tamamen ödeyip kapattığını, ihtara rağmen davacı sonradan borçluya yeni bir kredi kullandırmış ise, bundan davalı kefilin sorumlu olmayacağını savunarak davanın reddini istemiştir.
Yerel mahkemenin, davalı kefil tarafından davacıya gönderilen 19.6.1992 günlü ihtarnamenin 23.6.1992 günü tebliğ edildiği, o tarih itibariyle kredi borçlusunun davacı bankaya herhangi bir borcu bulunmadığı, dolayısıyla davalı kefilin de borcunun kalmadığı, o tarihten sonra kredi borçlusuna yapılan kredi ödemesinin davalı kefili borç altına sokmayacağı gerekçesine dayalı, davanın reddine yönelik karan, yuksek özel dairece yukarıdaki gerekçeyle bozulmuş; mahkeme, gerekçesini tekrar ederek ve ayrıca, kefilin sözleşmeyle BK.'nun 493. ve 494. maddesinde yazılı haklardan vazgeçtiğine iliskin beyanının hukuken gecerli de olmadıgını belırterek, onceki kararında direnmiştir.
Davacı bankanın, dava dışı kredi borçlusu T. Ltd.Şti. ile aralarında düzenlenen 1.8.1990 ve 20.8.1991 tarihli iki ayrı kredi sözleşmesiyle, anılan şirkete kredi verdiği, her iki sözleşmenin davalı şirket tarafından müteselsil kefil sıfatıyla imzalandığı; sözleşmelerin 12. maddelerinde, kefilin, BK.'nun 493. ve 494. maddelerinde kendisine tanınan haklardan feragat ettiğine ilişkin hükümler bulunduğu, 29. maddelerinde ise, kredi sözleşmelerinin süresiz olarak aktedildiği hususunun açıklandığı, davalı kefilin, davacıya gönderdiği 19.6.1992 tarihli ihtarnameyle, hem sözleşmelerden kaynaklanan borcun tutarının kendisine yedi gün içinde bildirilmesini isteyip, hem de ihtarnamenin tebliği tarihinden itibaren kredi borçlusuna kullandırılacak kredilerle ilgili olarak kefaletini kaldırdığı hususunu bildirdiği, davacı bankaya 23.6.1992 tarihinde tebliğ edilen bu ihtarnameden sonra, kredi borçlusunun 21.7.1992 tarihinde nakdi krediden kaynaklanan tüm borcu ödeyerek hesabı sıfırladığı, ancak, davacı bankanın daha sonra 23.7.1992 tarihinde borçluya yeni bir kredi daha kullandırdığı, görülmekte olan davaya konu icra takibinin, sonradan kullandırılan bu kredi borcunun ödenmediği iddiasıyla başlatıldığı, takipte ayrıca, aynı sözleşmeler uyarınca verilen teminat mektupları bedellerinin de tahsilinin istenildiği, itiraz üzerine görülmekte olan davanın açıldığı anlaşılmaktadır.
Açıklanan maddi olgular yönünden taraflar arasında bir uyuşmazlık da bulunmamaktadır.
Görüldüğü üzere, davacı banka ile dava dışı kredi borçlusu arasında, süresiz ve borçlu cari hesabı şeklinde işleyen bir kredi ilişkisi kurulmuştur. Davalı şirket, bu ilişkinin kurulduğu sözleşmelerde müteselsil kefil durumundadır.
Bu noktada, yerel mahkeme ile özel daire arasındaki uyuşmazlığın üzerinde toplandığı hususların açıklanmasında yarar vardır: Yukarıda belirtilen olgular ve hukuksal durum itibariyle, uyuşmazlık;
- Kefilin, BK.'nun 493. ve 494. maddelerinde kendisine tanınan haklardan sözleşmeyle peşinen feragat etmesinin hukuken geçerli bulunup bulunmadığı,
- Süresiz kefalette, kefilin BK.'nun 494. maddesindeki haklardan başlangıçta sözleşmeyle feragat etmesinin, kendisini borçlu ile birlikte sözleşme devam ettiği sürece yükümlülük altında tutup tutmayacağı,
- Süresiz kredi sözleşmesinden doğan ve borçlu cari hesabı şeklinde işleyen bir kredi ilişkisinde, herhangi bir tarihte kredi borcu sıfırlandıktan sonra borçluya yeniden kredi kullandırılması halinde, kefilin anılan haklardan feragatinin bu yeni kredi yönünden de geçerli olup olmayacağı,
- Kefilin, geçerli bir kefalet sozlesmesi kurulduktan sonra, tek taraflı olarak kefaletten vazgeçmesinin hukuken mümkün bulunup bulunmadığı noktalarında toplanmaktadır.
Hemen belirtilmelidir ki, bozma kararında da ayrıntılı olarak acıklandıgı uzere, BK.'nun 493. ve 494. maddelerı emredici nitelikte olmadığından, kefil, daha kredi sözleşmesi kurulurken, anılan hükümlerle kendisine kefaletten kurtulma olanağını veren haklarından peşinen feragat edebilir; bu feragat hukuken geçerlidir. Yine, eğer kredi sözleşmesi süresiz olarak düzenlenmiş ve borçlu ile banka arasında cari hesap şeklinde yürüyen bir borç ilişkisi varsa, kredi borcunun herhangi bir tarihte sıfırlanmış olması, tek başına, kredi sözleşmesini sona erdiren bir neden olarak kabul edilemeyeceği için, bu tarihten sonra yeni bir kredi kullandırılması, yeni bir borç ilişkisi olarak kabul edilemez. Yeni bir borç ilişkisi kurulmuş olmayacağı için de, kefilin başlangıçtaki feragati, bu yeni kredi açısından da geçerliliğini korur. Eş söyleyişle, kefilin sorumluluğu, yeni kredi açısından da sürer. Nihayet, kefil, geçerli bir kefalet sözleşmesinin kurulmasından sonra, tek taraflı olarak kefaletini geri alamaz. Kefaletten vazgeçme beyanında bulunulduğu tarihte, cari hesap ilişkisinde borç bakiyesinin sıfır olması da bu sonuca etkili değildir.
Yüksek özel dairenin bu yönlere değinen bozma gerekçesi, görüşmeler sırasında Hukuk Genel Kurulunca da aynen benimsenmiş; dolayısıyla, direnme kararında yer alan ve bu kabulün tersini öngören; özellikle, kefilin sözleşme sırasında BK.'nun 493. ve 494. maddelerde kendisine tanınan haklardan peşinen feragat etmesinin hukuken geçerli bulunmadığına ilişkin gerekçeler yerinde görülmemiştir.
Ne var ki, yukarıda ayrıntılı olarak ortaya konulan somut olayda, davalı kefilin, kredi borçlusunun ödeme gücüne olan güven duygusunu kaybettiği, o nedenle, 19.6.1992 günlü ihtarnameyi göndererek, o tarih itibariyle mevcut borç bakiyesinin kendisine bildirilmesini istediği, ayrıca, tebliğ tarihinden sonra borçluya kullandırılacak kredilerden dolayı sorumluluk kabul etmeyeceğini bildirdiği, davacı bankanın, kendisine 23.6.1992 günü tebliğ edilen bu ihtarnamedeki, kefaletten vazgeçmeye ilişkin söz konusu irade beyanına yönelik herhangi bir cevap vermediği, borç bakiyesini de bildirmediği, böylece davalı kefilde ihtarnamesi sayesinde kendisinin kefaletten kurtulduğu yolunda haklı bir kanaat oluşmasına neden olduğu; buna rağmen, borçluya daha sonra yeni bir kredi kullandırdığı görülmektedir.
Somut olayın bu özellikleri gözetildiğinde, davacı bankanın, borçluya açıklanan şekilde yeni bir kredi kullandırmasının iyi niyet kurallarıyla bağdaşmadığının, dolayısıyla, davalı kefilin, sonradan kullandırılan bu nakdi krediden dolayı herhangi bir sorumluluğu bulunmadığının kabulü zorunludur. Karar bu nedenle onanmalıdır.
SONUÇ: Davacı vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile, direnme kararının yukarıda açıklanan nedenlerle ONANMASINA, gerekli temyiz ilam harcı peşin alınmış olduğundan başkaca harç alınmasına mahal olmadığına, ilk görüşmede çoğunluk sağlanamadığından, 12.6.2002 gününde ikinci görüşmede oyçokluğuyla karar verildi.