Mesajı Okuyun
Old 22-04-2010, 15:44   #1
Av.Duygu Işık Behrem

 
Varsayılan Kararlar Dünyasının Hayattan Kopan Bağları

Dün okuduğum bir Yargıtay kararının duygusal ve manevi yönü sanıyorum beni etkiledi. Aslında daha çok etkilendiğim şey, kararın verildiği tarihten sonra geçen 36 yılın ardından bugünümüze baktığımda yargı dünyasının ve hatta her birimizin hayattan ve maneviyatımızdan biraz daha koptuğumuzu görmekti. Belki bu söylediğim artık basmakalıp hale gelmiş Hollywood yapımı filmlerin konularından biri gibi durabilir. Fakat klişeleştiler diye gerçekleri de yadsıyamayız.

Kararlar sistematikleşti, kararlar tek tipleşti, artık eskiden olduğu kadar görüş ayrılıkları dahi olmuyor! Hatta artık "görüş"ler bile yok! Kararlar hayatın gerçeklerinden uzak, ruhsuz ve pek çoğu birbirinin tekrarı mahiyetinde.

Okuduğum karar muris muvazaası ile ilgili bir karardı. Bugün muris muvazaası ile ilgili okuduğum pek çok karar birbirinden farksız. Yani ruh olarak! Kararlar artık 1+1=2'lerden ibaret. Oysa benim düşünceme göre hayatın tam da içine nüfuz etmiş bir temas noktası olarak hukuk da bir ruha sahip olmalı ve 1 artı 1 her zaman 2 olmamalı.


1974 yılında kurulan bahsettiğim kararda, "ölmek üzere olan" yerine "ebediyete geçiş sınırına çok yaklaşmış bulunan" ifadesi kullanılmış ve olması gereken anlatılırken; "kalbin tasdik ettiği yön, dille ikrar edilmelidir." şeklinde zarafet içeren bir cümle yazıya dökülmüştü. Bugün çoğu kararda bu tarz ifadeler görebileceğimi sanmıyorum. Ha bu gerekli mi? Belki pek çokları için bu tip süslü kelimeler kullanılması anlamsız gelebilir ancak bence bir kararın bu boyutu, o kararı veren hakimin vicdani yönünü gösterdiği gibi o karara özenildiğinin de göstergesidir. Örneğin ben bahsettiğim 74 tarihli kararı okuduğumda, bu kararı kuran Hakimin zarif bir ruhu olduğunu ve bu karara değer verdiğini görebiliyordum.

Hayatın gerçekleri söz konusu iken, hakim iddiaların-savunmaların ve delillerin ışığında kanaatini kullanırken, en nihayetinde bir insanla ilgili bir diğer insan karar verirken, sahip olunması gereken bir ruh vardır. Bu öyle Mahkeme salonunda vatandaşı azarlayıp kararı almaya gelirsin demekle, alelacele ve umursanmamış incelemelerle, vasıfsız dilekçelerle olmaz. Bu ancak, kalpte yitirilmemiş sevgi, hayat heyecanı ve özen duygusu ile olur.

Şimdi kimileri, bu kadar iş yükünün içinde bir de bununla mı uğraşacağız diyebilir. Fakat benim inancıma göre, bir insan bir işi yapmayı kabul etmiş ise o işi hakkını vererek ve özenerek yapmalıdır. Bence bunun aksinin hiçbir mazereti de olamaz. Yapamayan, taşıyamayan yapmaz ve yerine gelecek olana yer açar.

Bir deli olarak kuyuya taşı attım. Okuyanlara teşekkürler.

Saygılarımla,