Mesajı Okuyun
Old 13-01-2010, 14:49   #5
avukat ışık

 
Varsayılan

Yargıtayın sanığın borcunu ödeyecek durumda olup olmadığının araştırılması ve ispatı için alacaklıya olanak tanınması ve sözleşmeden dolayı kimsenin özgürlüğünden mahrum edilmemesi gerektiğine dair kararları var. Ben İzmirde sanık vekili olarak katıldığım dosyada bu kararları Mahkemeye ibraz etmeme rağmen hakim müvekkile ceza verdi. Değişik sonuçlar da çıkabiliyor demek.. İyi çalışmalar



T.C. YARGITAY
16.Hukuk Dairesi

Esas: 2004/7754
Karar: 2004/11131
Karar Tarihi: 13.10.2004

TAAHHÜDÜ İHLAL SUÇU - BORCUNDAN DOLAYI KİMSENİN CEZALANDIRILAMAMASI - EKONOMİK NEDENLERLE BORCUNU ÖDEYEMEYEN BORÇLUYA OLANAK VERİLMESİ GEREĞİ

ÖZET : Dava, taahhüdü ihlal nedenine dayalıdır. İİK'nun 340. maddesinde öngörülen "makbul sebep" kavramı ile Anayasa'nın 38/8. maddesinde öngörülen "yerine getirememe" kavramlarının açıklanması gerekli görülmektedir. Uygulamada hastalık, yangın, su baskını ve deprem gibi olağanüstü olaylar makbul sebep olarak kabul edilmektedir. Anayasa'da belirtilen "yerine getirememe" kavramı "makbul sebebi de" kapsayacak biçimde daha geniş anlam ifade etmektedir. Borçlunun ekonomik gücü olmaması nedeniyle ve çaresizlikten borcunu ödeyememe "yerine getirmeme" olarak kabul edilerek sanığa hürriyeti bağlayıcı ceza verilmemelidir. Borcu "yerine getirmeme" ile "yerine getirememek" kavramları kast ve ödeme gücü bakımlarından farklı olduğu gibi bunlara uygulanacak yaptırımlar da farklıdır. Zira, Anayasa borcu yerine getirmeyeni değil, getiremeyeni korumaktadır. Bu nedenle ödeme gücü olduğu halde borcu yerine getirmeyen ve taahhüdünü ihlal edenlerin cezalandırılması zorunludur.

(2004 S. K. m. 340) (2709 S. K. m. 38/8)

Dava: Taahhüdü ihlal suçundan sanık N'nin İİK'nun 340. maddesi gereğince 1 ay hafif hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiş, hüküm yasal süresi içerisinde sanık vekili tarafından temyiz edildiğinden Yargıtay C.Başsavcılığı'nın bozma istemli tebliğnamesiyle dosya daireye gönderilmiş olmakla, inceleme raporu ve dosyadaki belgeler okunarak gereği görüşüldü:

Karar: Suça konu taahhüdü içeren 27.05.2003 tarihli icra tutanağında gösterilmemekle birlikte, aynı tarihli hesap tablosunda taahhüd edilen miktarın tüm fer'ileri ile birlikte ayrıntılı olarak hesaplanıp gösterildiği anlaşılmakla tebliğnamedeki düşünceye iştirak edilmemiştir. Ancak;

Şikayetçi ( alacaklı )vekili, borçlu hakkındaki İcra takibinin kesinleştiğini, borçlunun ödeme taahhüdünde bulunduğunu ve bu hususun alacaklı vekili tarafından kabul edildiğini, borçlunun taahhüdünü ihlal ettiğini ileri sürerek İİK'nun 340. maddesi gereğince cezalandırılmasını istemiştir.

Mahkemece sanığın üzerine atılı taahhüdü ihlal suçunu işlediğinden bahisle mahkumiyete dair hüküm kurulmuş ise de; yapılan araştırma, inceleme ve uygulama hükme yeterli değildir.

İİK'nun 340. maddesinde "...alacaklının muvafakatı ile İcra dairesinde kararlaştırılan borcu ödeme şartını, makbul bir sebep olmaksızın ihlal eden borçlunun alacaklının şikayeti üzerine cezalandırılacağı" öngörülmüştür.

Anayasa'nın 38. maddesine 4709 Sayılı Kanunla "Hiç kimse, yalnızca sözleşmeden doğan bir yükümlülüğü yerine getirememesinden dolayı özgürlüğünden alıkonulamaz" hükmü eklenmiştir.

İİK'nun 340. maddesinin 2. cümlesi de icra dairesinde alacaklı ile borçlu arasında kararlaştırılan ödeme şartından söz etmektedir. Borçlu ile alacaklının iradelerinin birleşmesi sözleşme niteliğindedir. ( B.K. 1 )İcra müdür veya yardımcısının sözleşmeye müdahale etmesi, sözleşmeyi değiştirmesi olanaksızdır. İcra dairesi icranın tarafları olan alacaklı ve borçlunun beyanlarını tutanağa geçiren ve tutanağı düzenleyen merci konumundadır.

Bu husus İİK'nun 8. maddesinde açıkça vurgulanmıştır. Açıklanan nedenlerle icra dairesi sözleşmenin tarafı olarak kabul edilemez. Alacaklı ile borçlu arasındaki ödeme şartına uyulmaması sözleşmeden doğan bir yükümlülüğün ihlali niteliğindedir.

Anayasa'nın 38/8. maddesinin somut olayda uygulanması gerekip gerekmediğinin değerlendirilmesi gerekmektedir.

Anayasa normlar hiyerarşisinin tepe noktasındadır. Üstün norm olması nedeniyle uygulanmak zorunlu olduğu gibi, sanık lehine hüküm getirdiğinden T.C.K'nun 2/2 maddesi uyarınca da ilgili olaylara doğrudan uygulanması zorunlu olduğu sonucuna varılmaktadır.

İİK'nun 340. maddesinde öngörülen "makbul sebep" kavramı ile Anayasa'nın 38/8. maddesinde öngörülen "yerine getirememe" kavramlarının açıklanması gerekli görülmektedir.

Uygulamada hastalık, yangın, su baskını ve deprem gibi olağanüstü olaylar makbul sebep olarak kabul edilmektedir. Anayasa'da belirtilen "yerine getirememe" kavramı "makbul sebebi de" kapsayacak biçimde daha geniş anlam ifade etmektedir. Borçlunun ekonomik gücü olmaması nedeniyle ve çaresizlikten borcunu ödeyememe "yerine getirmeme" olarak kabul edilerek sanığa hürriyeti bağlayıcı ceza verilmemelidir.

Borcu "yerine getirmeme" ile "yerine getirememek" kavramları kast ve ödeme gücü bakımlarından farklı olduğu gibi bunlara uygulanacak yaptırımlar da farklıdır. Zira, Anayasa borcu yerine getirmeyeni değil, getiremeyeni korumaktadır. Bu nedenle ödeme gücü olduğu halde borcu yerine getirmeyen ve taahhüdünü ihlal edenlerin cezalandırılması zorunludur.

Alacaklıya sanığın mal varlığını kanıtlamak üzere olanak tanınmalı, bildireceği tüm deliller toplanarak ve birlikte değerlendirilerek sonucuna göre karar verilmelidir.

Sonuç: Temyiz itirazlarının bu nedenlerle kabulü ile hükmün BOZULMASINA 13.10.2004 gününde oybirliği ile karar verildi.





Sinerji Mevzuat ve İçtihat Programları



T.C. YARGITAY
Ceza Genel Kurulu

Esas: 2002/7-54
Karar: 2002/178
Karar Tarihi: 05.03.2002

TAAHHÜDÜ İHLAL SUÇU - MAKUL SEBEP OLMAKSIZIN BORÇLUNUN ÖDEME ŞARTINI İHLAL ETMESİ

ÖZET: Borçlunun, yeterli miktarda malının haczedilmiş olması, satış talebinden önce borcunu muntazam taksitlerle ödemeyi taahhüt etmesi ve birinci taksiti derhal yatırması, her taksitin borcun dörtte bir miktarından aşağı olmaması, taksitlerin aydan aya olup sürenin üç ayı aşmaması halinde icra işlemi durur ve İİK'nun 106 ncı maddesinde belirtilen satış isteme süreleri işlemez. Bu maddeye göre kararlaştırılan ödeme taahhüdünde alacaklının onayına gerek bulunmayıp, borçlunun bu hakkı Yasadan kaynaklandığından, uygulamada "yasal taksit hakkı" olarak da adlandırılmaktadır. Belirtilen bu ödeme şartı, sözleşmeden değil Yasadan kaynaklandığından, borçlunun ödeme şartını ihlali halinde özgürlüğü bağlayıcı ceza ile cezalandırılması, Anayasa'nın 38 inci maddesine 4709 sayılı Yasa ile eklenen 9 uncu fıkradaki kurala aykırılık oluşturmaz.

(2709 S. K. m. 38) (2004 S. K. m. 340, 111, 106, 8) (YCGK. 29.01.2002 T. 2001/17-295 E. 2002/14)

Taahhüdü ihlal suçundan sanık Gökhan Y'in İİY'nın 340. maddesi uyarınca 1 ay hafif hapis cezasıyla cezalandırılmasına ilişkin Kozan İcra Ceza Mahkemesinden verilen 27.9.2000 gün ve 883-883 sayılı hüküm C.Savcısı tarafından temyiz edilmekle dosyayı inceleyen Yargıtay 7. Hukuk Dairesince 21.6.2001 gün ve 4488/4380 sayı ile ; "İcra kefili olan sanığa borç ödeme taahhüdünden sonra icra emri tebliğ edildiğinden tebliğnamedeki bozma düşüncesine iştirak edilmediği" belirlemesine yer verilerek oyçokluğuyla onanmıştır.

Yargıtay C.Başsavcılığı 18.07.2001 gün ve 175221 sayı ile; icra kefili olan sanığın, kendisine icra emri tebliğ edilmeden kefaletle birlikte yaptığı taahhüdün hukuken geçersiz olduğu gözetilmeden sanığın beraatı yerine yazılı biçimde mahkumiyetine karar verilmesinin isabetsiz olduğu görüşüyle itiraz yasa yoluna başvurarak Özel Daire onama kararının kaldırılarak Yerel Mahkeme hükmünün bozulmasına karar verilmesini istemiştir.

Ceza Genel Kurulu ise; 02.10.2001 gün ve 210/173 sayı ile; "Sanığın gıyabında verilen mahkumiyet kararının usulünce tebliğ edilip edilmediğinin saptanması için varsa, tebligat evrakının bir nüshasının Mahkeme divanhanesinde ilan edildiğine ilişkin tutanağın eklenmesi, yoksa sanığa usulüne uygun tebligat yapılarak, hükmü temyiz etmesi halinde temyiz dilekçesi de eklenerek, geri gönderilmek üzere dosyanın incelenmeksizin mahalline iadesine" karar vermiş, Yerel Mahkemece Tebligat Kanununun 35. maddesine uygun biçimde yeniden tebligat yapılmıştır.

Dosya Birinci Başkanlığa gönderilmekle Ceza Genel Kurulunca okundu, gereği konuşuldu düşünüldü.

CEZA GENEL KURULU KARARI

Özel Daire ile Yargıtay C.Başsavcılığı arasındaki uyuşmazlık sanığa yüklenen taahhüdü ihlal suçunun oluşup oluşmadığı noktasında toplanmaktadır.

Ancak, 17 Ekim 2001 tarih ve 24556 mükerrer sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan 4709 sayılı Kanunun 15. maddesi ile Anayasa'nın 38 nci maddesine eklenen, "Hiç kimse, yalnızca sözleşmeden doğan bir yükümlülüğü yerine getirememesinden dolayı özgürlüğünden alıkonulamaz" şeklindeki kuralın İcra İflas Yasası'nın 340 ıncı maddesinde düzenlenen ve yaptırımı özgürlüğü bağlayıcı ceza olan suç bakımından nazara alınıp alınamayacağı, diğer bir anlatımla ödeme taahhüdünün ihlal edilmesinin, yalnızca sözleşmeden doğan bir yükümlülüğün yerine getirilememesi olarak değerlendirilip değerlendirilemeyeceği ve 4709 sayılı Yasa ile getirilen düzenlemenin doğrudan uygulanabilir bir kural niteliğinde bulunup bulunmadığının öncelikle değerlendirilmesi gerekmektedir.

Ayrıntıları Ceza Genel Kurulunun 22.01.2002 gün ve 294/1 sayılı kararında açıklandığı üzere; "Borçlunun ödeme şartını ihlali halinde ceza" başlığını taşıyan İcra ve İflas Yasası'nın 340 ıncı maddesinde; 111 inci madde gereğince veya alacaklının muvafakati ile icra dairesinde kararlaştırılan borcu ödeme şartının, borçlu tarafından makbul bir sebep olmaksızın ihlali, seçimlik hareketli suçlar olarak düzenlenmiş, yaptırımı ise özgürlüğü bağlayıcı ceza olarak öngörülmüştür.

İİY'nın 111 inci maddesine göre; borçlunun, yeterli miktarda malının haczedilmiş olması, satış talebinden önce borcunu muntazam taksitlerle ödemeyi taahhüt etmesi ve birinci taksiti derhal yatırması, her taksitin borcun dörtte bir miktarından aşağı olmaması, taksitlerin aydan aya olup sürenin üç ayı aşmaması halinde icra işlemi durur ve aynı Yasanın 106 ncı maddesinde belirtilen satış isteme süreleri işlemez. Bu maddeye göre kararlaştırılan ödeme taahhüdünde alacaklının onayına gerek bulunmayıp, borçlunun bu hakkı Yasadan kaynaklandığından, uygulamada "yasal taksit hakkı" olarak da adlandırılmaktadır. Belirtilen bu ödeme şartı, sözleşmeden değil Yasadan kaynaklandığından, borçlunun ödeme şartını ihlali halinde özgürlüğü bağlayıcı ceza ile cezalandırılması, Anayasa'nın 38 inci maddesine 4709 sayılı Yasa ile eklenen 9 uncu fıkradaki kurala aykırılık oluşturmaz.

İİY'nın 340 ıncı maddesindeki ikinci ödeme şartı ise; icra takibinin kesinleşmesinden sonra alacaklının muvafakatiyle icra dairesinde kararlaştırılan borcun taksitle ödenmesidir.

Bu koşuldaki ödeme ihlalinin suç oluşturabilmesi için, borçlu hakkında geçerli ve kesinleşen bir icra takibinin bulunması, borçlunun taahhüdünün alacaklı, vekili veya yasal temsilcisi tarafından kabul edilmesi, ödenecek toplam miktarın rakamsal olarak belirlenmesi, tarafların belirlenen bu miktar üzerinde icap ve kabulde bulunmaları, taahhüt esnasında, alacaklı veya vekili veya yasal temsilcisi hazır değil ise, alacaklının kabul keyfiyetinin ödeme tarihinden önce borçluya bir muhtıra ile bildirilmesi gerekmektedir. Sayılan koşullardan birinin bulunmaması halinde ödeme şartını makbul bir sebep olmaksızın ihlal eden borçlunun bu madde ile cezalandırılması olanağı bulunmamaktadır.

A.Tahir Öğütçü ve A.Çiftçioğlu Uygulamalı İcra ve İflas Kanunu isimli eserlerinin 1298. sayfasında "Borçlunun taahhütte bulunması ve bu taahhüdün alacaklı tarafından kabul edilmesi bir akittir. Akit, iki tarafın karşılıklı ve birbirlerine uygun surette rızalarını beyan ettikleri takdirde tamam olur. (B.K. md. 1) Kabul için bir süre tayin ederek başka bir kimseye bir akdin yapılmasını teklif eden kimse, bu sürenin bitimine kadar icabından dönemez. Bu süre bitmeden evvel kabul haberi kendisine yetişmezse icabı ile bağlı kalmaz. (B.K. md. 3) Bu itibarla, borçlunun taksit talebinin, ilk taksit tarihinden evvel kabul keyfiyetinin borçluya bildirilmiş olması zorunludur. Aksi halde, borçlu icabı ile bağlı kalmadığından akit tamamlanmamış olur" biçimindeki açıklamalarla bu ödeme şartının bir sözleşme olduğunu ifade etmişler, İİY'nın 111 inci maddesinin 3 üncü fıkrasında da bu ödeme koşulunun "sözleşme" olduğu ve bu sözleşmenin devamı süresince 106 ncı maddedeki sürelerin işlemeyeceği açıkça belirtilmiştir.

Borçlu ve alacaklı tarafından kararlaştırılan ödeme koşuluna ait tutanağın, ilgililer ve icra müdürü veya yardımcısı veya katibi tarafından imzalanması zorunluluğu bulunmakta ise de bu zorunluluk, İİY'nın 8 inci maddesi uyarınca tutanakların aleniyeti ve ispat kuvvetinden kaynaklanmaktadır. İmza, sözleşmenin değil tutanağın geçerlilik şartı olup, icra memurları bu taahhütte taraf olmadıklarından içeriğine müdahale edememekte, sözleşme sadece icranın tarafları arasında yapılmaktadır.

Maddede "makbul bir sebep olmaksızın" ödeme şartını ihlal eden borçlunun cezalandırılacağı öngörülmekte, postaya gününden önce verilen taksitin icra dosyasına gecikerek girmesi, hastalık, yangın, su baskını ve deprem gibi olağanüstü olaylar nedeniyle taahhüdün yerine getirilememesi gibi haller uygulamada haklı neden olarak kabul edilmekte, Anayasa'nın 38 inci maddesinin 9 uncu fıkrasında belirtilen "yerine getirememe" kavramı ise "makbul sebep"i de kapsayacak şekilde kendi ihmal ve kusuru olmaksızın, sadece sözleşmeden kaynaklanan yükümlülüğünü istese bile yerine getirememeyi ifade etmekte ve hakime daha geniş bir araştırma yapma zorunluluğu yüklemektedir. Bu nedenle "makbul sebep" kavramının "yerine getirememe" kavramı ile aynı anlamı taşıdığının kabulüne olanak bulunmamaktadır.

Bu belirlemeler ışığında somut olay değerlendirildiğinde;

Borçlu-sanığın ödeme taahhüdünde bulunduğu, bu taahhüdün kabul edildiği anlaşılmaktadır.

İİY'nın 340 ıncı maddesi uyarınca "alacaklının muvafakati ile kararlaştırılan ödeme şartının" ise bir sözleşme olduğu yönünde herhangi bir kuşku bulunmamaktadır. Maddedeki "makbul sebep" kavramı, Anayasa'nın 38 inci maddesinin 9 uncu fıkrasındaki "yerine getirememe" kavramından daha dardır. Bu nedenle üst norm olan ve sanık lehine hükümler getiren bu yeni Anayasal düzenleme çerçevesinde, sanığın borcunu hangi nedenle veya nedenlerle yerine getiremediği araştırılarak, hukuki durumunun belirlenmesinde zorunluluk bulunduğundan Yargıtay C.Başsavcılığı itirazının öncelikle ve bu değişik gerekçeyle kabulüne karar verilmelidir.

Çoğunluk görüşüne katılmayan Kurul Üyesi Kudret Yalçın Bal; Ceza Genel Kurulunun 29.01.2002 gün ve 295-14 sayılı kararında belirtmiş olduğu gerekçelerle Anayasada yapılan değişikliğin İİY.sının 340 ncı maddesini kapsamadığı karşı oyunda bulunmuştur.

Sonuç: Açıklanan nedenlerle, Yargıtay C.Başsavcılığı itirazının değişik gerekçeyle KABULÜNE, Yargıtay 7. Hukuk Dairesinin 21.6.2001 gün ve 4488/4380 sayılı onama kararının KALDIRILMASINA, diğer yönleri incelenmeyen Yerel Mahkeme hükmünün, Anayasa'nın 38. maddesine 4709 sayılı Yasa ile eklenen "Hiç kimse, yalnızca sözleşmeden doğan bir yükümlülüğü yerine getirememesinden dolayı özgürlüğünden alıkonulamaz" şeklindeki 9. fıkra hükmü uyarınca sanığın hukuki durumunun yeniden belirlenmesinde zorunluluk bulunması nedeniyle BOZULMASINA, dosyanın yerine gönderilmek üzere Yargıtay C.Başsavcılığına tevdiine, 05.03.2002 gününde yasal oyçokluğuyla karar verildi.



Sinerji Mevzuat ve İçtihat Programları