Mesajı Okuyun
Old 11-10-2006, 01:21   #4
ibreti

 
Varsayılan

İstanbul Barosu genel sekreteri Av.Hüseyin Özbek'in türkdirlik sitesinde çıkan KONSOLOSLUK MAHKEMESİNDEN SÖMÜRGE YARGISINA başlıklı yazısı bu durumu açıklar sanırım;
----

KONSOLOSLUK MAHKEMESİNDEN SÖMÜRGE YARGISINA

Tanzimat öncesi Osmanlı İmparatorluğunda üç çeşit mahkeme vardı: Müslümanların kendi aralarındaki anlaşmazlıklara bakan, geleneksel kurumlar olan Şer’i mahkemeler, gayri müslim tebaanın kendi aralarındaki davalarda yetkili Cemaat mahkemeleri (Kilise mahkemeleri), üçüncü olarak ta; yabancıların aralarındaki uyuşmazlıklara bakacak olan Konsolosluk mahkemeleri.

Konsolosluk Mahkemeleri, giderek Osmanlının ekonomik ve siyasal prangasına dönüşen kapitülasyonların ürünü idi. Bilindiği gibi kapitülasyonlar emperyalist batı devletlerinin kendilerine ve uyruklarına Osmanlı ülkesinde sağladıkları ekonomik, ticari, siyasi ayrıcalıklardır. Osmanlının çöküşüne koşut olarak aleyhimize hükümleri ağırlaştırılan kapitülasyonlarla ülkede yabancı girişimciler Türklerden daha fazla ticari ayrıcalıklar edindiler. Sonuç yerli burjuvazinin gelişememesi, sermaye birikiminin sağlanamaması oldu. Devletin intiharı anlamına gelen kapitülasyon süreci sonunda Osmanlı ekonomisi tamamen çöktü, ülke yarı sömürge haline geldi.

Batının dayatmaları sonucu Osmanlı mülkünde, Osmanlının denetimi dışında oluşturulan bu mahkemelerin yargı alanı süreç içinde genişledi. Yabancılarla Türk ( Müslüman ) tüccarların davalarına da bu mahkemeler bakmaya başladı.Her nedense konsolosluk mahkemelerinin baktığı davalar çoğu kez Türk tüccarların aleyhine sonuçlanıyordu:

“Osmanlı tebaası olan tüccarların çoğu ticaret kanun ve usullerine vakıf olmadıklarından pek çok zarara uğramışlardır.Hele İslam tüccarlarıyla ecnebiler arasında geçen ticaret davaları ekseriya avukatları ve tercümanları vasıtasıyla ecnebiler kazanarak ve Müslüman tüccarların müdafaaya vukuflu vekilleri bulunmadığından İslam ticaretine halel gelmiştir. Bundan başka Müslüman olmayan teb’amızdan bir çoğu dahi yabancı devletlerin himayesine girip o vesile ile işlerini becermişlerdir…” (1)

1839 Tanzimat fermanı sonrası hukuk alanında çeşitli düzenlemeler yapıldı. Osmanlının iyi niyetle, safça, batının önerdiklerini yapması durumunda egemenliğinin ve toprak bütünlüğünün onlar tarafından garanti edileceğine ilişkin inancı boşa çıktı. 1856 Islahat Fermanı, 1876 I. Meşrutiyet ve Kanuni Esasi, 1908 II. Meşrutiyet denemeleri Batı emperyalizminin Osmanlıyı parçalama, coğrafyasını paylaşma düşüncesini zerrece etkilemedi. Osmanlının en uzun yüzyılı olarak nitelenen 19.asır boyunca, Osmanlının, çözülüş, çöküş, sömürgeleşmesi artarak devam etti.

Osmanlının sonu, iç dinamiklere, öz kaynaklara, ulusal çıkarlara dayalı bir ekonomik model ve hukuksal düzenleme yerine, emperyalist devletlerin reçetelerine dayanan yol haritasının hazin örneği olarak tarihteki yerini aldı. Emperyalistlerin ekonomik kıskacın yanında, hukuk prangalarını da kullanarak mazlum ulusların sömürülmesini sürekli kılmak istedikleri çok açıktır. Birinci Dünya Savaşı sonunda, çok önceden verdikleri idam hükmünün infazına hazırlanan emperyalistlerin oyunları, ulusumuzun Mustafa Kemal önderliğinde verdiği savaşla boşa çıkarıldı. Sömürgecilerin ulusumuza biçtiği kefen parçalandı.

Sömürgenlerin ekonomik dayatmalarının, tuzaklarının tarihin tozlu sayfalarında kaldığını, yeni dünya düzeninde bunların yerinin olmadığını düşünmek yanılgıdır. Emperyalizm dayattığı yeni dünya düzeninde uzun deneyimlerinin birikimiyle sömürüsünü yasallaştırmakta, hukuksallaştırmakta, tahkim etmektedir. Dünün konsolosluk yargısının yerine günümüzde, nalıncı keseri gibi hep kendilerine yontan yeni enternasyonal hukuk kurumları yaratmakta, bunları ulusal yargının üstüne çıkararak muhkemleştirmektedir.

Küreselleşme masalıyla mazlum uluslara dayatılan hukuk sistemi ülkeyi kalkındırma, çağdaşlaştırma bir yana, emperyalist sömürüye karşı direnmenin ulusal hukuk zeminini yok etmektedir. Ulusal pazarın ekonomik, finansal denetiminin yabancıların eline geçmesinin benzeri, iç hukuk düzenini çökertip,ulus üstü hukuk denetimine açarak gerçekleştirilmektedir.

Günümüzde bize çok ırak olmayan Irak’ ta hukuka, insan haklarına, evrensel değerlere saygılarına yakından tanık olduğumuz (!) işgalcilerden, Sevr’in baş mimarı İngiltere’nin mütareke dönemi İzmir’indeki hukuksal uygulamalarından kısa bir kesit sunalım: Mondros Ateşkesi imzalanmıştır ama, Yunan Ordusunun İzmir’e çıkmasına daha 3 ay vardır. İşgale direnmeyi düşünen Kolordu Komutanı-Vali Nurettin Paşa görevden alınır.Yerine koyu İtilafçı Ahmet İzzet Paşa atanır.Bu atama sonrasında İşbirlikçi Hürriyet ve İtilaf Partisi İzmir şubesi, daha da pervasızlaşır. Ulusal direnişe hazırlananları işgalcilere ve saraya ispiyon eder. Hatta bazıları işgalden sonra Yunan yönetimiyle açıkça işbirliğine gider:

”Mütareke döneminde, ceza ve infaz sistemine yapılan müdahaleler de, devletin meşruiyetini ciddi bir şekilde yaralamıştı. Adliye Nezaretinin, cinayetten tutuklu bulunanlardan “sadece Ermeni ve Rum’ların” serbest bırakılmasına ilişkin, cezada eşitlik ilkesine aykırı kararını, I.Dünya Savaşından önce İngiltere’nin İzmir konsolosu olup, mütarekeden sonra albay rütbesiyle vilayet’e gelen Smith’in işleme koymasına razı olmak büyük bir hataydı. 20 Martta yanında Rum avukat Athinogenini olduğu halde, İzmir Merkez Hapishanesine gelen Smith 1250 Hıristiyan’ı serbest bıraktırmıştı”.(2) Aynı durumda bulunan Türk/Müslüman tutuklular da tahliye isteminde bulunurlar.”Padişahım çok yaşa” diye bağırarak bazı Rum-Ermeni mahkumları rehin alırlar. Bunun üzerine cezaevinin etrafı çevrilir, yapılan müdahale sonucu bir Türk mahkum ölür, bir diğeri yaralanır. Daha sonra Smith aynı avukatla Urla hapishanesindeki mahkumları da bıraktırır. Çeşme cezaevinde hayvan hırsızlığı ve eşkıyalıktan mahkum iki Rum’u da, savaş sırasında İngiliz Ordusunda hizmet ettikleri gerekçesiyle bıraktırmak ister.

Çeşmede bazı Rum ileri gelenleriyle birlikte, baskın verir gibi küstahça girdiği Hükümet konağında kaymakam Tahir Beyi , yolda otomobilinin çamurlandığından bahisle azarlar. Bozuk Türkçesiyle “İşitiyoruz ki teşkilat yapıp, silahlanıyormuşsunuz! Türkiye’yi müttefikleriyle birlikte yendik, top ve tüfeğinizi aldık. Neyinize güveniyorsunuz? Yaptıklarınız hükümetinizin programına da aykırıdır.Sizi medeniyete davet ederim.Vahşete devam ederseniz mahvolacaksınız.” diyerek tehdit eder.

Irak’ ı özgürleştirme ( ! ) gayretlerini büyük bir özenle aksatmaksızın sürdüren günümüz Smithleri , dünkü Smith’lerin izinden gidiyorlar. Dünün Smith’lerinin bu topraklarda Türk ulusundan, Atatürk’ten aldıkları dersi ardıllarına yeterince anlatmadıkları anlaşılıyor.

Hüseyin Özbek
Avukat, 6 Haziran 2006

1) Prof. Dr. Enver Ziya Karal, Osmanlı Tarihi TTK
2) Doç.Dr.Engin Berber, Bir İzmir Kabusu Mütareke ve İşgal Dönemi Üzerine Yazılar
3) Doç. Dr. Durmuş Yılmaz, Cumhuriyetimizin Fikri Temelleri