Mesajı Okuyun
Old 10-09-2006, 21:36   #16
Gemici

 
Varsayılan

Problem:
Var olan tüm sistemler, varlıklarını devam ettirebilmek için, kendilerini korumak zorundadırlar. Bu, toplumlar ve devletler için de söz konusudur; Her toplum kendisini korumak zorundadır. Düzenini bozanları veya bozmak istiyenleri toplum cezalandırır. Bu cezalandırma demokratik toplumlarda halk ve toplum adına karar veren mahkemeler vasıtasıyla olur.

Mahkemelerin verdikleri cezaların en yaygın olanı hapis cezasıdır. Hapis cezasına çarptırılan kimse cezasını özel olarak yapılmış hapishanelerde çeker. Ceza süresince toplumdan kopmuş durumdadır.

Cezaevi, Hapishane, Zindan diye adlandırılan bu yerlerin tarihi gelişimine baktığımızda, hapis cezasına çarptırılmış kimselerin bu yerlerde işkenceye uğratıldığını, dövüldüğünü, sövüldüğünü, aç bırakıldığını bazen boğulduğunu, kısacası insanlık onuruna yakışmıyan muamelelere uğratıldığını görürüz. Ceza üstüne ceza sayılan bu türden muameleler, çoğunlukla yasalarda yer almaz. Cezaevine düşen kişi bazen devlet politikası olarak, bazende cezaevi yetkililerinin kendi inisiyatifi sonucu anasından doğduğuna pişman edilir. Öyle ki bazı zindanların kapısına ‘Buraya Tanrı Girmez’ diye bir yazı yazılır. Kimin bu türden bir yazıyı zindan kapısına yazmış olduğu önemli değil aslında, önemli olan herhangi bir kimsenin bu türden bir yazıyı yazma veya yazdırma gereksinimini duymuş olmasıdır.

Çözüm:
İşkencenin ve insanlık onuru ile bağdaşmıyan küçültücü muamelelerin önlenmesi konusunda imzalanmış ve Türkiye’nin de katılmış olduğu iki anlaşma var:
Birinci anlaşma:
İŞKENCENİN VE GAYRİ İNSANİ YA DA KÜÇÜLTÜCÜ CEZA
VEYA MUAMELELERİN ÖNLENMESİNE DAİR AVRUPA
SÖZLEŞMESİ, imzalanışı 26 Kasım 1987. Türkiye bu anlaşmayı 25 Şubat 1988 tarihinde onaylamıştır.
Alıntı:
DİBAÇE
Aşağıda imzaları bulunan Avrupa Konseyi üyesi Devletler, İnsan
Haklarının ve Temel Özgürlüklerin Korunmasına Dair Sözleşme
hükümlerini dikkate alarak;
Aynı Sözleşmenin, “hiç kimse işkence veya gayrıinsani veya küçültücü
ceza veya muameleye tabi tutulmayacaktır” şeklindeki 3. maddesini
hatırda tutarak;
3. Madde ihlallerinin mağdurları olduklarını iddia eden kişilerle ilgili
olarak bu Sözleşmede öngörülen mekanizmanın işlemekte olduğunu
kaydederek;
Hürriyetinden yoksun bırakılan kişilerin işkence ve gayriinsani ya da
küçültücü ceza veya muameleye karşı korunmalarının, ziyaretlere
dayanan, önleyici nitelikte, adli olmayan yollarla
kuvvetlendirilebileceğine kani olarak;
Aşağıdaki gibi anlaşmışlardır:


İkinci anlaşma:
İŞKENCE VE DİĞER ZALİMANE, GAYRİ İNSANİ VEYA
KÜÇÜLTÜCÜ MUAMELE VEYA CEZAYA KARŞI SÖZLEŞME’dir
Bu anlaşma 10 Aralık 1984 tarihinde Birleşmiş Milletler Genel Kurulu tarafından kabul edilmiştir. 26 Haziran 1987 tarihinden beri yürürlükte olan anlaşmayı Türkiye 25 Ocak 1998 tarihinde imzalamaış ve 21 Nisan 1988 tarihinde ihtirazi kayıtla onaylamıştır.
Bu anlaşma işkenceyi şöyle tarif etmektedir:
Alıntı:
Madde 1
1. Sözleşme amaçlarına göre, .İşkence. terimi, bir şahsa veya bir
üçüncü şahsa, bu şahsın veya üçüncü şahsın işlediği veya işlediğinden
şüphe edilen bir fiil sebebiyle, cezalandırmak amacıyla bilgi veya itiraf
elde etmek için veya ayrım gözeten herhangi bir sebep dolayısıyla bir
kamu görevlisinin veya bu sıfatla hareket eden bir başka şahsın teşviki
veya rızası veya muvafakatıyla uygulanan fiziki veya manevi ağır acı veya
ızdırap veren bir fiil anlamına gelir. Bu yalnızca yasal müeyyidelerin
uygulanmasından doğan, tabiatında olan veya arızi olarak husule gelen acı
ve ızdırabı içermez.
2. Bu madde, konu hakkında daha geniş uygulama hükümleri ihtiva
eden herhangi uluslararası bir belge veya milli mevzuata helal getirmez.


Irak’taki hapishanelerden dışarıya sızan işkence resimleri, Guantanamo ve CİA’nın gizli hapishaneleri ve daha bir nice örnek, tüm anlaşmalara rağmen işkence ve insanlık onuru ile bağdaşmıyan muamelelerin önünün alınamadığını gösteriyor.

Hukukçulardan beklenen, bu türden muamelelerin önünü almak için tüm hukuki imkanlarını kullanmalarıdır. Kabul etmek gerekir ki hukuki imkanlar devletlere karşı genelde sınırlıdır.

Benim görüşüme göre insanlık onuru ile bağdaşmıyan muamelelere karşı sadece hukuki yoldan karşı çıkmak yeterli değildir. İnsanlık onuruna saygı duyan herkesin, hukukçu veya başka meslek sahibi olması önemli değil, bu türden uygulamalara karşı politik yoldan da karşı çıkması gerekir. Sırf kendisine zararı olan ölüm orucu mu tutar, siyasi bir partiye üye mi olur, eline bir pankart alıp yola mı çıkar kendi bileceği konu. Yasalara ve toplum düzenine ters düşmediği sürece kimin ne yapacağı, kendi problemi. Önemli olan yapılan eylemin demokratik yollarla ve demokratik bir çerçeve içinde ortaya konması. Karşı çıkmayan kimsenin, hayatını ortaya koyarak karşı çıkan kimseye, en azından saygı göstermesi gerekir.

Saygılarımla