|
Dayanak ile neyi kastediyorsunuz bilmiyorum.Tabi ne tür uygulama örneklerini de .Ama herkese oldukça ilginç geleceğine inandığım bir AİHM kararını aşağıda aktarıyorum.
Ne yazık ki bu karar bizim için pek olumlu değil.
Bu arada kısa bir süre sonra İngiltere ve Almanyadaki düzenleme ve uygulamalara ilişkin ayrıntılı olarak rapor hazırlamaya çalışıyoruz .Onu da aktarabiliriz.İlgilenip merak eden olursa tabi.
Kaba hatları ile dünyanın bir çok ülkesinde olan uygulamayı özel merakım nedeniyle az da olsa biliyorum.Ancak yabancı dilim olmadığı için yasal dayanaklarını sorarsanız aktaramam.Sadece yabancı hukukçular ile türkiyede yapılan hemen bütün toplantılara katıldığım için ve ceza usulle ilgili yoğun çalışmalarım nedeniyle az çok fikrim var.
karar belçikalı bir avukatın AİHM de hem ücret ve hem de masraflar için açtığı ve de ayrıcılık,angarya yasağı ve mülkiyet hakkının ihlaline dair.
Artico - italya kararıda bizler için ders çıkarılacak ve düşündürücü olabilecek bir karardır.YArın da onu aktarabilirim.
I. Dava konusu olaylar
9. Başvurucu Van der Mussele 1952 doğumlu bir Belçika vatandaşı olup, avukatlık yaptığı Antwerp’te oturmaktadır. Başvurucu 27 Eylül 1976’da stajyer avukat (pupil avocat) olarak kaydını yaptırdıktan sonra, başka bir avukatlık bürosunda çalışmadan kendi bürosunu açmıştır; ancak başvurucunun gözetmen avukatı (pupil-master) kendisine bir kaç dava vermiş ve bu davalarda yaptığı iş için karşılığını ödemiştir.Van der Mussele’nin stajyerliği 1 Ekim 1979’da sona ermiştir; bu tarihten itibaren Baroya kayıtlıdır.
10. 31 Temmuz 1979’da, Antwerp Barosu’nun Hukuki Danışma ve Müdafilik Bürosu, Yargı Kanununun 455. maddesi gereğince, Van der Mussele’yi bir Gambiya vatandaşı olan Njie Ebrima’yı savunmak üzere atamıştır. Hırsızlık, uyuşturucu bulundurmak ve satmak suçlarından iki gün önce gözaltına alınan bu kişi, Ceza Usul Kanununun 184. maddesine göre kendisine avukat atanması için başvurmuştur.
11. Ebrima, soruşturma yargıcının verdiği tutuklama kararının devam edip etmemesi konusunda bir karar verilmesi amacıyla, 3 ve 28 Ağustos tarihlerinde, soruşturmayı denetleyen Antwerp Asliye Mahkemesi (Court of First Instance) önüne çıkarılmıştır. Bu mahkeme tutukluluğun devamına karar vermiştir. Mahkeme önceki suçlamalara bir de, alenen sahte isim kullanma suçunu eklemiştir. Ebrima bu iki karara da itiraz etmiş, fakat Antwerp Üst Mahkemesi Ceza Dairesi 14 Ağustos ve 11 Eylül tarihlerinde tutuklama kararlarını onaylamıştır.Asliye Mahkemesi 3 Ekim 1979’da, Ebrima’ya hırsızlık ve alenen sahte isim kullanma ve yasadışı ikamet etme suçlarından altı ay sekiz gün hapis cezası vermiştir; Ebrima diğer suçlamalardan beraat etmiştir. Ebrima’nın başvurusu üzerine Üst Mahkeme 12 Kasımda, Ebrima’nın hapis cezasını tutuklu kaldığı süreye indirmiştir.Başvurucu, bütün bu muhakeme boyunca Ebrima için çalışmış ve bu iş için on yedi on sekiz saat harcamıştır. Bu sırada sınırdışı edilmek üzere göçmen polisinin elinde bulunan Ebrima, başvurucunun Adalet Bakanlığına gönderdiği dilekçeler üzerine, 17 Aralık 1979’da salıverilmiştir.
12. Ertesi gün, Hukuki Danışma ve Müdafilik Bürosu, iki buçuk aydan fazla bir süre önce stajyerliği sona eren Van der Mussele’ye davadaki görevinden alındığını, Ebrima’nın mali gücü olmadığından, ücret ve masrafları ödeyemeyeceğini bildirmiştir. Ücretler ve masraflar, dava dosyasının hazırlanması için 250, yazışmalar için 1,800, cezaevine ve mahkemelere gidiş geliş için 1,300, belge fotokopisi almak için 50 olmak üzere, toplam 3,400 Belçika Frangı tutmaktadır.
13. Başvurucu stajyerliği boyunca yaklaşık 250 davaya baktığını, bunların 50’sinde atanmış avukat olarak görev yaptığını ve yaklaşık 750 saat çalıştığını belirtmiştir. Başvurucu ayrıca, vergilendirme öncesinde aylık net gelirinin birinci ve ikinci yıl 15,800 Belçika Frangı iken, üçüncü yılda 20,800 Belçika Frangına çıktığını söylemiştir.
II. Konuyla ilgili iç hukuk ve uygulama
A. Genel olarak Belçika’da avukatlık mesleği
14. Belçika’da avukatlık, çeşitli yönleri mevzuat tarafından düzenlenmiş olmasına rağmen, serbest bir meslektir; Yargı Kanununun 444. maddesine göre "avukatlar mesleklerini adalet ve gerçeğin menfaatine serbestçe icra ederler".
15. Ülkedeki yirmi yedi adli bölgede Baro bulunmaktadır; Baro, yürütme organından bağımsız olup, kamu tüzel kişiliğine sahiptir; avukatların giriş kaydı ve stajyerliğe kabul konusunda Yönetim Kurulu "itirazı kabil olmayan" kararlar verir (Yargı Kanunu md. 430 ve 432).Normal olarak üç yıl süren stajyerlik, avukat olarak kayıt olabilmenin ön koşuludur (md. 434, 435(2) ve 436). İl Baroları, Barolar Birliğine tabi olarak stajyerlerin görevlerini belirler (md. 435 ve 494). Gözetmen büroya katılmak, mesleki davranış kuralları ve savunma sanatı (md. 456(3)) ve derslerini aldıktan sonra duruşmalara girmek ve Hukuki Danışma ve Müdafilik Bürosunun atadığı davalarda müdafi olarak hareket etmek (md. 455), stajyerlerin temel görevleri arasındadır. Baro Yönetim Kurulu, bu görevlerin yerine getirilmesini sağlar ve "baroya kaydetmeme hakkını saklı tutarak", gerekli gördüğü takdirde stajyerliği uzatabilir. En fazla beş yıl içinde bu görevleri yerine getirmeyen bir stajyerin, stajyerler "listesinden kaydı silinebilir" (md. 456(2) ve (4)).Stajyerler, avukatlık levhasında kaydı bulunan diğer bütün meslektaşlarıyla kural olarak aynı yetkileri kullanır. Ancak stajyerler, Temyiz Mahkemesi ile Yüksek İdare Mahkemesi önünde savunma yapamazlar (md. 439), Baro Başkanı ve Yönetim Kurulu üyelerinin seçiminde oy kullanamazlar; yargıç veya savcı olarak tayin edilemezler.
16. Stajyerliğin sonunda avukatlık yemininde, başka şeyler birlikte, kendisini bilgi bakımından yeterli bulmadığı ve haklı olduğuna inanmadığı hiç bir davada tavsiyede bulunmayacağına veya böyle bir davayı almayacağına söz verir (md. 429). Yargı Kanununun 728 ve Ceza Usul Kanununun 295. maddesi gibi kanunlarla istisna edilen durumlar hariç, stajyerler ve avukatlar münhasıran, mahkemelerin huzuruna çıkma hakkına sahiptirler (Yargı Kanunu, md 440). Baroya aidat (md. 443) ve sosyal güvenlik primi öderler.
17. Baro, disiplin suçlarında ve kabahatlerde, mahkeme önünde dava açılmasını engellemeden, yaptırımlar uygular ve cezalar verebilir (md. 456(1)). Baro yönetimi, Başkanın re’sen veya şikayet üzerine veya savcının yazılı uyarısı üzerine başvuruda bulunması halinde disiplin davalarını görür (mbd. 457). Baro yönetimi, koşullara göre uyarma, kınama, azami bir yıl süreyle meslekten mahrumiyet ve Baro levhasından veya stajyerlikten silme cezaları verebilir (md. 460).Avukatı suçlu veya suçsuz bulan karara karşı, hem avukatın kendisi ve hem de savcı, yetkili disiplin itiraz kurullarına başvurabilirler (md. 468 ve 472). Disiplin Üst Kurulu, Üst Mahkeme başkanının veya yetki verdiği bir Daire Başkanının başkanlığında, avukat olan dört yardımcı ve Baro Yönetim Kurulu üyesi veya eski üyesi bir sekreterden oluşur; başsavcı veya yetki verdiği bir savcı, iddia makamı görevini yerine getirir (md. 473 ve 475).İlgili avukat veya başsavcı, Disiplin Üst Kurulunun kararına karşı Temyiz Mahkemesine başvurabilir (md. 477).
B. Atanmış avukatlar
1. Olayların geçtiği dönemde
18. Diğer bir çok Sözleşmeci Devlette olduğu gibi Belçika’da da, Baroların yoksul kimselere gerekirse ücretsiz olarak hukuki temsil hizmeti vermesi uzun geçmişi bulunan bir gelenektir. Olayların geçtiği dönemde Baro Yönetim Kurulu, uygun gördüğü şekilde bir "Hukuki Danışma ve Müdafilik Bürosu" kurmak suretiyle "yeterli mali imkanı bulunmayan kimselere yardım" sağlamakla görevliydi (Yargı Kanunu, md. 455(1)). "Açıkça temelsiz bulunan olaylarda bu hizmet verilmezdi (aynı madde ikinci fıkra); fakat cezai meselelerde Hukuki Danışma ve Müdafilik Bürosu, duruşmadan en az üç gün önce talepte bulunan yoksul sanığa, müsait olan bir avukat atamak zorundaydı (Ceza Usul Kanunun md. 184 ek).Atanmış avukatlar, Devletin Büroya tanıdığı yasal yetki dolayısıyla Büro tarafından görevlendirilmiş olurlardı. Antwerp ve Liege’de bir rotasyon sistemi uygulanırken, Brüksel’de mesele daha esnek bir zeminde ele alınırdı. Büro hemen her zaman bu iş için stajyler avukatları seçerdi; onlar da gerektiği takdirde, bu davada olduğu gibi stajyerlik sona erse bile davaya devam ederlerdi (bk. yukarıda parag. 12). Ancak zor davaların, yüzde birden daha az bir oranda da olsa, daha deneyimli avukatlara verildiği de olmuştur.
19. Yargı Kanununun 455. maddesine gereğince stajyer avukatlar, "kendilerine verilen davalarda yaptıkları işlemlerle ilgili olarak [Hukuki Danışma ve Müdafilik] Bürosuna rapor vermekle yükümlüydüler; bu tür davalar stajyer avukatların özellikle üçüncü yıllarında, çalışma zamanlarının ortalama yaklaşık dörtte birini almıştır. Stajyer avukat yeterli sayıdaki davada atanmış avukat olarak görev yapmadıkça, Baro kendisini Baro levhasına avukat olarak kaydetmekten kaçınabilirdi. Stajyer yönetmeliğinde bu konuda asgari veya azami bir sayı gösterilmediğinden, Antwerp Barosu geniş bir takdir yetkisi kullanmıştır.Stajyer avukatlar atama işlemine, "vicdan hükmü" denilen Yargı Kanununun 429. madde hükmünü (bk. yukarıda parag. 16) veya atanmanın uygun olmadığına dair objektif sebepler ileri sürerek karşı çıkabilirlerdi. Büronun kendisine vermek istediği bir davayı haklı olmayan bir sebeple reddetmesi halinde, görevlerini tam olarak yerine getirmediği gerekçesiyle Baro Yönetim Kurulu, stajyer bir avukatın stajyerliğini azami beş yıla kadar uzatabilir, stajyerlik kaydını silebilir veya Baro levhasına kaydolma talebini reddedebilirdi (md. 456(2) ve (4)).
20. Atanmış avukatlar ne ücret ve ne de masraflarının geri ödenmesi hakkına sahiplerdi. Bununla birlikte Hukuki Danışma ve Müdafilik Bürosu, "koşullara göre, ... yardım gören tarafın avans veya ücret olarak ödemesi gereken miktarı tespit" ederdi (Yargı Kanunu, md 455/son). Uygulamada, bu ödeme tespitleri istisnai olup, Antwerp’de yaklaşık dört davadan birinde ödeme tespit edilirdi; dahası stajyer avukatlar, tespit edilenlerin yaklaşık sadece dörtte birini alabilirlerdi.
2. 9 Nisan 1980 tarihli Yasa
21. Önceki paragrafta anlatılan durum bir konuda, başvurucunun stajyerliğinin sona ermesinden sonra değişmiştir. 9 Nisan 1980 tarihli Yasa "adli yardım sorununa kısmi bir çözüm getirmeyi amaçlamış ve adli yardım vermek üzere atanmış stajyer avukatların ücretlerini düzenleyen" 455. maddeye, aşağıdaki hükmü ekleyerek değiştirmiştir:“Devlet, Hukuki Danışma ve Müdafilik Bürosu tarafından atanmış stajyer avukatlara, atandıkları hizmetler için ücret öder.
Bu ücretin ödenmesini, tarifesini ve ödeme tarzını düzenleyen şartları içeren bir yönetmelik, Barolar Birliği’nin görüşü alındıktan sonra, Bakanlar Kurulu tarafından hazırlanıp Kraliyet tarafından kabul edilir.”Belirli koşullarda Devlet, kendisine yardım edilen kişiden ücreti geri almak amacıyla dava açabilir.Yasa geriye yürürlü değildir. Ayrıca şu anda bile işlemez durumdadır; çünkü 455. maddeye göre çıkarılan Yönetmeliğin yürütülmesi bütçe sebebiyle şu ana kadar engellemiştir.
C. Atama, görevlendirme ve adli yardım
22. Bir avukat ataması (official appointment), sık sık adli yardım deyimi içinde yer alan diğer iki imkanla karıştırılmamalıdır:- "görevlendirme" (official assignment), avukatın müdahale etmesinin zorunlu olduğu durumlar için yasayla düzenlenmiş olup, ilgili kişinin mali imkanı olup olmamasından bağımsızdır (Yargı Kanunu, md. 446 (2) ve 480, Ceza Usul Kanunu md. 290, v.b.);- dar anlamda "adli yardım" (legal aid), "olağanüstü kanun yolu dahil bütün yargılama giderlerini, harçları, kayıt ücretini, kalem masraflarını, fotokopi ücretlerini ve davayla ilgili diğer masrafları karşılamak için yeterli geliri olmayan kişilerin bunlardan tamamen veya kısmen muaf tutulmasını" ve bu durumdaki kimselerin "kamu görevlisinin hizmetinden ücretsiz olarak yararlanmasını içerir" (Yargı Kanunu md. 664 ve 699).
D. Adli yardım ve kamu görevlileri veya atanmış kamu görevlileri
23. Noterlerin, icra memurlarının veya Temyiz Mahkemesinde temsile yetkili avukatların hizmetlerine ihtiyaç duyan yoksul kimseler, ücretsiz olarak hizmet vermekle yükümlü olan kişilerin Adli Yardım Bürosu tarafından atanması için başvurabilirler (Yargı Kanunu md. 664, 665, 685 ve 686).Devlet, bu kişilerin ceplerinden yaptıkları harcamaları geri öder (md. 692) fakat ücret ödemez; sadece icra memurunun olağan ücretinin üçte birini öder (md. 693).
KOMİSYON’DAKİ YARGILAMA
24. Van der Mussele Komisyon’a yaptığı 7 Mart 1980 tarihli başvuruda, Antwerp Hukuki Danışma ve Müdafilik Bürosu tarafından Njie Ebrima’ya avukat olarak atanmasını gündeme getirmiştir; başvurucu atanmış olmasından değil, fakat atamayı reddetmesi halinde yaptırımla karşılaşacak olması ve hiçbir ücret veya masraf alamaması nedeniyle şikayetçi olmuştur. Başvurucu bu koşulların, Sözleşme’nin 4(2). fıkrasına aykırı olarak "zorla veya zorunlu çalışma"ya ve Birinci Protokolün 1. maddesiyle bağdaşmayan bir muameleye yol açtığını ileri sürmüştür. Başvurucu ayrıca, Sözleşme’nin 4. maddesiyle bağlantılı olarak 14. maddesine aykırı biçimde, avukatlarla diğer bazı meslekler arasında ayrımcılık bulunduğunu iddia etmiştir.
25. Komisyon, başvuruyu 17 Mart 1981’de kabuledilebilir bulmuştur. Komisyon 3 Mart 1982 tarihli raporunda, dörde karşı on oyla, Sözleşme’nin 4(2). fıkrasının, beşe karşı dokuz oyla, Birinci Protokolün 1. maddesinin, yediye karşı yedi oyla ve Başkanın ağırlık oyuyla, yukarıdaki iki maddeyle bağlantılı olarak 14. maddenin ihlal edilmediği sonucuna varmıştır.[Dava, süresi içinde Mahkeme’nin önüne getirilmiştir.]
KARAR GEREKÇESİ
I. Bu davanın kapsamı
27. Van der Mussele esas itibarıyla, her hangi bir ücret veya masraf almadan Ebrima’yı savunmakla yükümlü tutulmuş olmasından şikayet etmiştir. Başvurucuya göre bu, Belçika’daki avukatlar ve özellikle de stajyer avukatlara yüklenen yükümlülüklerin sorgulanmasını sağlamak için seçtiği tipik bir örnek davadır. Başvurucu buna benzer elli olayda avukat olarak atandığını, ancak diğer atamalarla ilgili şikayette bulunmadığını belirtmiştir."Bireysel" başvurudan kaynaklanan bir davada Mahkeme, dikkatini, mümkün olduğu kadar önündeki somut olayda ortaya çıkan sorunlarla sınırlı tutmalıdır. Ancak Mahkeme önündeki belgelerden, şikayet konusu atama, o tarihte yürürlükteki Belçika mevzuatının ve buna göre yürütülen uygulamanın genel çerçevesine yerleştirilmedikçe, Sözleşme bakımından incelenemeyecektir; Komisyon temsilcisi haklı olarak bu noktaya dikkate çekmiştir.
II. Belçika Devletinin sorumluluğu
28. Hükümet, Komisyon önünde ve Mahkeme’ye verdiği dilekçede, avukatları Hukuki Danışma ve Müdafilik Bürosu tarafından verilen işi kabul etmeye zorlayan temel veya tali bir mevzuat bulunmadığını ileri sürmüştür. Hükümete göre, avukatların yoksul kimseler için hareket etme görevleri sadece, Baroların serbestçe kabul ettikleri meslek kurallarından kaynaklanmaktadır. Hükümete göre, Belçika Devleti atamaların nasıl yapılacağına veya yürütüleceğine dair bir hüküm koymamıştır; bu nedenle, mesleki kuralların yerine getirilmesinin sebep olabileceği Sözleşme’deki güvencelerin ihlalinden ötürü kendisi sorumlu tutulamaz.
29. Hükümet avukatının Mahkeme’deki duruşma sırasında tekrarlamadığı bu savunma, başvurucu veya Komisyon tarafından kabul edilmemiştir; Mahkeme de ikna olmamıştır.Cezai meselelerde ücretsiz adli yardım verme yükümlülüğü, Sözleşme’nin 6(3)(c) bendinden doğmaktadır; kişisel meselelerde ise 6(1). fıkrasının gerektirdiği adil yargılamayı sağlayan araçlardan birini oluşturmaktadır (bk. 09.10.1979 tarihli Airey kararı, parag. 26). Bu yükümlülüğü yerine getirmek, her Sözleşmeci Devlete düşen bir görevdir. Belçika Devleti, Barolara kanunla bu yükümlülüğü yüklemiş ve böylece uzun bir geçmişi olan geleneksel ilişkiyi daimi kılmıştır; bu noktaya Hükümet de itiraz etmemiştir. Yargı Kanununun 455(1). fıkrası gereğince Barolar, Hukuki Danışma ve Müdafilik Büroları kurarak yoksullara yardım için düzenleme getirmek zorundadırlar (bk. yukarıda parag. 18). Başvurucunun da işaret ettiği gibi Barolar, "ilke konusunda bir takdire" sahip değillerdir; kanun, "yoksul kimseleri savunulmaları" için Baroları üyelerini "zorlamaya zorlamaktadır". Sistemin kendisini işletmesi şeklinde bir çözüm, Belçika Devletinin Sözleşme’yle üstlendiği yükümlülüğü hafifletmez.Dahası Hükümet duruşmada, stajyer avukatların "Hukuki Danışma ve Müdafilik Bürosu tarafından atandıkları davalarda müdafi olarak hareket etme yükümlülüklerinin" Yargı Kanununun 455. maddesinden kaynaklandığını söylemiştir; Hükümet dilekçesinin 21. paragrafında, Belçika hukukunun stajyer avukatlara ödeme yapılmasına dair bir hüküm getirilmemiş olmasının, en azından zımnen stajyer avukatların ele aldıkları davalarda yaptıkları masraflara kendilerinin katlanacakları anlamına geldiğini kabul etmiştir.Bunun yanında, yargısal erkin kullanılmasına katılan kurumlardan olan Belçika Baroları, topluma karşı önemli görevlerini yerine getirmek için gerekli temel bağımsızlık prensibini zedelemeden, hukukun gereklerine de tabidirler. Kendileriyle ilgili yasa, Baroların amaçlarını ifade etmekte ve organlarını kurmakta; yirmi yedi Baroyu ve Barolar Birliğini kamu hukuku tüzel kişiliğine haiz kılmaktadır (bk. yukarıda parag. 15).
30. Bu nedenle bu davada Belçika Devletinin sorumluluğu söz konusudur; şimdi artık Devletin, Van der Mussele’nin dayandığı Sözleşme ve Birinci Protokol hükümlerine uyup uymadığı belirlenmelidir.
III. Sözleşme’nin 4. maddesinin tek başına ihlal edildiği iddiası
31. Başvurucu, Sözleşme’nin 4. maddesine aykırı olarak zorla veya zorunlu çalışma yapmak zorunda kaldığını ileri sürmüştür. Sözleşme’nin 4. maddesine göre:1. …2. Hiç kimse zorla çalıştırılamaz ve zorunlu çalışmaya tâbi tutulamaz.3. Aşağıdaki haller bu madde bakımından “zorla çalıştırma veya zorunlu çalıştırma” sayılamaz.(a) Bu sözleşmenin beşinci maddesi hükümlerine göre bir kimsenin tutulu bulunduğu sırada veya şartla tahliye olduğu süre içinde kendisinden yapması istenen olağan bir iş(b) Askeri nitelikte bir hizmet veya inanç nedeniyle askeri hizmetlere katılma hakkının tanındığı ülkelerde zorunlu askeri hizmet yerine yüklenen başka bir hizmet(c) Toplum yaşamını veya huzurunu tehdit eden olağanüstü bir durum veya felaket halinde yüklenen bir hizmet (d) Normal yurttaşlık yükümllülklerinin bir parçası olan bir iş veya hizmet”Komisyon’un dört üyesi, durumun böyle olduğunu düşünmüşler, ancak diğer on üye tam tersi sonuca varmışlardır. Hükümet, asıl savunma olarak, tartışma konusu çalışmanın "zorla veya zorunlu" olmadığını, alternatif olarak da, bu çalışmanın başvurucunun "normal yurttaşlık yükümlülüğü" olduğunu ileri sürmüştür.
32. Sözleşme’nin 4. maddesi, "zorla çalıştırma veya zorunlu çalışma"yı tanımlamamıştır; bu konuda Avrupa Sözleşmesi’nin hazırlık çalışmalarıyla ilgili olarak Avrupa Konseyi’nin çeşitli belgelerinde de bir açıklama yoktur.Komisyon’un ve Hükümetin işaret ettiği gibi Avrupa Sözleşmesi’ni yapanlar, Kişisel ve Siyasal Haklar Uluslararası Sözleşmesi’nin taslağındaki 8. maddeyi yazanları izleyerek, büyük ölçüde, Uluslararası Çalışma Teşkilatının daha erken tarihli bir sözleşmesi olan Zorla ve Zorunlu Çalışma hakkında 29 NumaralıSözleşme’ye dayanmışlardır.28 Haziran 1930’da kabul edilip 1 Mayıs 1932’de yürürlüğe giren ve 1946’da son hükümleri değiştirilen bu 29 Numaralı Sözleşme’ye göre Devletler, "zorla ve zorunlu çalışmanın her biçimini mümkün olan en kısa sürede kaldırmayı" taahhüt etmişlerdir (md. 1(1)). Bu tür çalışmanın "tamamen ortadan kaldırılması" amacıyla, Devletlere bir "geçiş dönemi" tanınmıştır; ancak bu geçiş dönemi "sadece kamusal gayeyle tanınmış olup", 4. maddede yer alan "şartlara ve güvencelere tabi istisnai bir tedbirdir" (md. 1(2)). Başlangıçta bu Sözleşme’nin temel amacı, o sırada hala çok sayıda bulunan kolonide emeğin sömürülmesini önlemekti. 17 Ocak 1959’da yürürlüğe giren 25 Haziran 1957 tarihli ve 105 sayılı Sözleşme, belirli bazı durumlarda "zorla ve zorunlu çalışmanın derhal ve tamamen kaldırılmasını" öngörerek, 29 sayılı Sözleşme’yi tamamlamıştır.Avrupa Sözleşmesi ise, 4(3). fıkrası saklı kalmak kaydıyla, zorla ve zorunlu çalışmaya genel ve mutlak bir yasak getirmiştir.Bununla birlikte Mahkeme, Belçika dahil hemen hemen bütün Avrupa Konseyi üyesi Devletleri bağlayan yukarıdaki ILO Sözleşmelerini ve özellikle de 29. numaralı Sözleşme’yi dikkate alacaktır. Aslında Avrupa Sözleşmesi’nin 4(3). fıkrasıyla 29 numaralı Sözleşmenin 2(2). fıkrası arasında, hiç de tesadüf olmayan çarpıcı bir benzerlik vardır. 29 numaralı Sözleşme’nin 2(1). fıkrasına göre, bu Sözleşme’nin "amacı bakımından zorla veya zorunlu çalışma" terimi, "bir kimseden ceza tehdidi altında yapması istenen ve bu kimsenin kendi iradesiyle yerine getirmediği her türlü çalışma veya hizmet" anlamına gelir. Bu tanım, Avrupa Sözleşmesi’nin 4. maddesinin yorumlanmasında bir başlangıç noktası oluşturabilir. Ne var ki, Avrupa Sözleşmesi’nin, özel nitelikleri veya "demokratik Devletlerde halen hüküm süren anlayışların ışığında" okunması gereken yaşayan bir belge olduğu gerçeği (bk. diğerleri arasında 06.11.1980 tarihli Guzzardi kararı, parag. 95) gözden kaçırılmamalıdır.
33. Mahkeme önüne çıkanlar, Van der Mussele’nin Ebrima’ya verdiği hizmetin Sözleşme’nin 4(2). fıkrası anlamında bir "çalışma" olduğu konusunda hemfikirdirler. İngilizce bir kelime olan "çalışma (labour)"ın, daha çok dar anlamda el işi (manual work) olarak kullanıldığı doğrudur; fakat aynı zamanda Fransızca "çalışma (travail) anlamını da taşımaktadır; bu bağlamda bu son anlamıyla kabul edilmelidir. Mahkeme bunu, 29 numaralı Sözleşme’nin 2(1). fıkrasındaki tanımla ("her türlü çalışma veya hizmet), Avrupa Sözleşmesi’nin 4(3)(d) bendindeki tanımla ("her hangi bir çalışma veya hizmet") ve faaliyetleri hiçbir şekilde el işi ile sınırlı olmayan Uluslararası Çalışma Teşkilatı adıyla bile tutarlı görmektedir.
34. Geriye bunun "zorla veya zorunlu" bir çalışma olup olmadığını belirmek kalmaktadır. Bu sıfatlardan ilki, fiziksel veya ruhsal daraltma fikrini akla getirmektedir ki, olayda tabi ki böyle bir şey yoktur. İkinci sıfat ise, sadece yasal zorunluluğun veya yükümlülüğün her hangi bir biçimine göndermede bulunmaz. Örneğin, serbestçe müzakere edilmiş bir anlaşma gereğince yapılması gereken bir iş, sırf taraflardan biri diğerine bu işi yapmayı taahhüt ettiği ve sözünü tutmadığı zaman yaptırımla karşılaşacağı gerekçesiyle, Sözleşme’nin 4. maddesinin kapsamına girdiği söylenemez. Bu konuda Komisyon’daki azınlık, çoğunluğun görüşüne katılmıştır. Burada bulunması gereken, "bir kimseden ceza tehdidi altında yapması istenen" ve ilgili kişinin kendi iradesine rağmen yerine getirdiği, yani "kendi iradesiyle yapmadığı" bir çalışmadır.
35. 29 Numaralı Sözleşme’nin 3(1). fıkrasındaki tanım, Mahkeme’yi ilk önce bu olayda "bir ceza tehdidi" bulunup bulunmadığını araştırmaya götürmektedir.Van der Mussele, meşru bir mazeret olmadan Ebrima’yı savunmayı reddetmiş olsaydı, bu red nedeniyle cezai nitelikte bir yaptırımla karşılaşmayacaktı. Öte yandan başvurucu adının, Baronun stajyerler listesinden silinmesi veya avukatlık levhasına yazılma başvurusunun reddedilmesi riskiyle karşılaşacaktı (bk. yukarıda parag. 19); tanımdaki "her hangi bir" sıfatının kullanılması ve bu noktada ILO tarafından kabul edilen standartlar da dikkate alındığında, bu ihtimallerin "cezai bir tehdit" oluşturması pek mümkün değildir.
36. İkinci olarak, başvurucunun söz konusu çalışmayı "kendi iradesiyle" yapıp yapmadığı belirlenmelidir.Komisyon çoğunluğuna göre, başvurucu şikayetçi olduğu duruma önceden rıza göstermiş olup, daha sonra buna karşı çıkması sakattır. Komisyon çoğunluğunun görüşü şöyle devam etmektedir: Gelecekte avukat olacak bir kimse mesleki kariyerine başlamadan önce, "olanakların bir tür değerlendirmesini" yapacaktır: mesleğin "getirileri (advantages)" karşısında "götürülerinin (drawbacks)" lehinde ve aleyhinde olan unsurları tartacaktır. İşte burada götürüler, gelecekte avukat olacak kimse tarafından "açıklıkla önceden görülebilir"; çünkü müvekkilleri ücretsiz savunma konusundaki yükümlülüğünden habersiz olmadığı gibi, yükümlülüğün nicelik olarak (yılda on dört dava) ve süreyle (stajyerlik döneminde) "sınırlı" olduğundan da habersiz değildir. Buna karşılık, elde edeceği getirden de haberdardır: görevlerini yerine getirirken serbestçe davranacak, mahkemelerdeki yaşantıya alışma imkanı bulacak ve "kendisine ücretli müvekkil çevresi oluşturacaktır." O halde, zorunlu çalışmanın ayırd edici bir özelliği bulunmamaktadır; bu da Sözleşme’nin 4(2). fıkrasının ihlal edilmediğini kanıtlamak için yeterlidir.Hükümet tarafından da desteklenen bu görüş, durumu bir yönüyle doğru bir biçimde yansıtmaktadır; ancak Mahkeme, buna belirleyici bir ağırlık vermemektedir. Van der Mussele hiç kuşkusuz, Belçika’da serbest meslek olan avukatlık mesleğine uzun bir geçmişe sahip meslek kurallarına göre bazı hallerde ücretsiz hizmet vereceğini ve masraflarını geri alamayacağını değerlendirerek girmeyi tercih etmiştir. Ancak bu gerekliliği, isteyerek veya istemeyerek, avukat olabilmek için kabul etmiş olup, o tarihte mesleği yapabilmenin normal şartları bu rızayı belirlemiştir. Kaldı ki, rıza gösterdiği şeyin, genel karakterde yasal bir rejim olduğu da gözden kaçırılmamalıdır.O halde başvurucunun önceden rıza göstermesi, adli yardımla ilgili olarak üstlendiği yükümlülüklerin Sözleşme’nin 4(2). fıkrası bakımından zorunlu çalışma oluşturmadığı sonucuna varmayı zorunlu kılmaz. Diğer faktörlere de bakmak gerekir.
37. Komisyon, 1963 yılına dek geri giden içtihatlarına (bk. başvuru no. 1468/62, Iversen -- Norveç, kabuledilebilirlik kararı) ve daha sonra teyid ettiği kararlarına dayanarak, Avrupa Sözleşmesi’nin 4(2). fıkrasına göre bir olayda zorla ve zorunlu çalışma olabilmesi için iki şartın birlikte yerine gelmiş olmasının gerektiğini ifade etmiştir: bir çalışma sadece kişinin iradesine rağmen yerine getirilmiş olmakla kalmamalı, fakat bunu yerine getirme yükümlülüğü "haksız" veya "bunaltıcı" olmalı ya da yapılması "kaçınılmaz meşakkatli" yani "gereksizce sıkıntı verici" veya "bir ölçüde usandırıcı" olmalıdır. Komisyon bu konuyu "tamamlayıcı bir düşünce" olarak inceledikten sonra, ikinci şartın, birincisi gibi yerine getirilmediği sonucuna çoğunlukla varmıştır.Mahkeme, 29. Numaralı ILO Sözleşmesi’nin 2(1). fıkrasında bu ikinci kriterin ifade edilmediğini gözlemlemektedir. Bu ikinci kriter, o Sözleşme’nin zorla veya zorunlu çalışmayla ilgili olmayan ve fakat 1(2). fıkradaki geçiş dönemi sırasında zorla veya zorunlu çalışma istenirken aranan şartlarla ilgili 4. ve sonraki maddelerden çıkan bir kriterdir.Öyle olsa bile, Mahkeme farklı bir bakış açısını tercih etmektedir. "Bir ceza tehdidi" ile karşılaştırılabilir bir riskin bulunduğu (bk. yukarıda parag. 35) ve başvurucunun "önceden rızası"yla ilgili argümana belirli bir ağırlık verilmesi gerektiği (bk. yukarıda parag. 36) görüşünde olan Mahkeme, Van der Mussele’den istenen hizmetin zorunlu çalışma yasağına girip girmediğini belirlemek için, Sözleşme’nin 4(2). fıkrasının başlıca gayesi ışığında, olayın bütün koşullarını dikkate alacaktır. Belirli bir mesleği edinmek için gerekli görülen hizmetin, o hizmeti isteyerek önceden kabul edilmiş sayılamayacak kadar aşırı bir külfet yüklemesi veya mesleğin ileride sağlayacağı getirilerle orantısız olması halinde durum böyledir.
38. Sözleşme’nin 4. maddesinin yapısı, bu konuda açıklayıcı niteliktedir. Sözleşme’nin 4(3). fıkrası, 2. fıkrada güvence altına alınmış hakkı "kısıtlama"yı değil, fakat 2. fıkrayla bir bütün oluşturduğu ve " ‘zorla veya zorunlu çalışma’ sayılmaz" dediği için, bu hakkın içeriğinin sınırlarını çizmeyi amaçlamıştır. Bu nedenle, 3. fıkra, 2. fıkranın yorumlanmasına yardımcı olmaktadır.Bu maddenin 3. fıkrasının dört bendi, farklılıklarına rağmen, genel yarar, toplumsal dayanışma ve işin normal veya olağan durumu şeklindeki düzenleyici fikirlere dayanmıştır. Bu fıkranın "normal yurttaşlık yükümlülüklerinin bir parçası olan çalışma veya hizmeti" zorla veya zorunlu çalışma kapsamından hariç tutan (d) bendi, bu dava bakımından özel bir önem taşımaktadır.
39. Yukarıdaki düşünceler açısından bakıldığında, şikayet edilen şartların, her biri değerlendirme standardı sağlayan bir kaç özellik tarafından nitelendirildiği görülür.Verilmesi istenen hizmetler, avukatlığın normal faaliyetlerinin dışında hizmetler değildir; bu hizmetler Baro mensuplarının olağan çalışmasından ne nitelik olarak ne de olaya bakılması sırasında serbestliğin kısıtlanması bakımından farklılık taşımaktadır.İkinci olarak, diğer ülkelerde olduğu gibi Belçika’da da münhasıran avukatların mahkeme huzuruna kabul edilme ve temsil etme yetkisine sahip olmaları (bk. yukarıda parag. 16) mesleğin getirileri olup, bu da söz konusu hizmetleri tazmin eden bir faktördür; başvurucunun dikkat çektiği istisnalar (bk. aynı yer), kuralı bozmamaktadır.Ayrıca söz konusu hizmetler, ödeme yapan kendi müvekkilinin veya gözetmen avukatının müvekkilinin talimatları üzerine hareket ettiği davalarda olduğu gibi, başvurucunun eğitimine katkıda bulunmuştur. Bunlar onun deneyiminin ve ününün artmasına fırsat vermiştir. Bu noktada belirli bir derecedeki kişisel menfaat, başta gelen genel menfaat ile el ele yürümektedir.Dahası, Van der Mussele’nin itiraz ettiği yükümlülük, Ebrima’nın Sözleşme’nin 6(3)(c) bendinden yararlanmasını sağlayan bir araç olmuştur. Bu çerçevede söz konusu yükümlülük, sosyal dayanışma kavramına dayanmış olup, makul olmayan bir yükümlülük olarak görülemez. Aynı sebeple bu yükümlülük, Sözleşme’nin 4(3)(d). bendinde sözü edilen "normal yurttaşlık yükümlülükleri" ile aynı kategoride bir yükümlülüktür. Mahkeme’nin bu vesileyle, pro-Deo olayların hemen hepsinin rutin bir şekilde stajyer avukatlara verilmesinin yoksul kimselere etkili bir adli yardım sağlama gereğiyle tamamen bağdaşmadığı yönündeki Komisyon azınlık görüşünün doğruluğu hakkında söz söylemesi gerekli değildir (bk. 13.05.1980 tarihli Artico kararı, parag. 33).Son olarak başvurucuya yüklenen külfet orantısız değildir. Başvurucunun kendisinin verdiği bilgiye göre Ebrima için çalışması on yedi veya on sekiz saat sürmüştür (bk. yukarıda parag. 11). Bu süre stajyerlik döneminde atandığı diğer olaylardaki süreye eklense bile, ki böylece üç yıllık stajyerlik döneminde yaklaşık elli davada toplam yedi yüz elli saat yapmaktadır, ücretli işlere (yaklaşık 200 dava) yeterince vakit kaldığı görülür.
40. Aslında başvurucu, söz konusu yükümlülüğe ilke olarak karşı çıkmamıştır Başvurucunun şikayeti, yükümlülüğün yerine getirilme tarzının iki yönüyle sınırlıdır: ücret ödenmemesi ve ayrıca yapılan masrafların karşılanmaması (bk. yukarıda parag. 12, 20 ve 24). Başvurucu, en fazla ihtiyaç halindeki vatandaşları ücretsiz temsil etme görevinin, kendileri de yeterli mali kaynaktan yoksun olan stajyer avukatlara verilmesinin ve kanunla kurulmuş bir kamu hizmetinin masraflarına katlanmak zorunda bırakılmalarının hakkaniyete aykırı olduğunu düşünmüş ve Komisyon azınlığı da kendisine katılmıştır. Başvurucu, Belçika’da bir biri ardına göreve gelen Baro Başkanlarının, bunu yıllarca hoş görülemeyecek bir durum olarak kabul ettiklerine dikkat çekmiştir.Hükümet, şikayet konusu uygulamanın artık "demode" olmuş bir "paternalizm"den esinlendiğini kabul etmiştir. Hükümet, bağımsızlığı konusunda kıskanç olan bir mesleğin geleneksel tutumunun, Belçika Devletinin bu alandaki "standartları özellikle Avrupa’daki diğer Devletlerin düzeyine getirmek için" 9 Nisan 1980 tarihli Yasa (bk. yukarıda parag. 21) vesilesiyle "çaba göstermesini" geciktirmesine neden olduğunu ileri sürmüştür. Hükümetin dediğine göre, yakın zamana kadar Baro, üyeleri arasında köklü çekişmelere yol açan resmi ücret tarifesi üzerinden stajyer avukatlara Devlet tarafından ödeme yapılmasına "güvensizlik" göstermiştir.Komisyon da, bir hukuki durumun Sözleşme’nin 4. maddesine uygun olmakla birlikte artık "modern yaşamın gereklerini" karşılayamamasını bir talihsizlik olarak görmüştür. Komisyon, stajyer avukatların ücret alması halinde mesleki eğitimlerinin zarar görmeyeceğine işaret ederek, 9 Nisan 1980 tarihli Yasanın hemen ve etkili bir şekilde uygulamaya geçirilmesi dileğini ifade etmiştir.Mahkeme sorunun bu yönünü ihmal etmiş değildir. Ücretlendirilmiş bir iş de zorla ve zorunlu çalışma olarak nitelendirilebilmekle birlikte, ücret ödenmemesi ve masrafların karşılanmaması, orantılılığı veya ilişkilerin normal seyrini değerlendirirken dikkate alınması gereken bir etmen oluşturur. Bu bağlamda, bir çok Sözleşmeci Devletin konuyla ilgili mevzuatının çeşitli derecelerde de olsa, yoksullar için atanmış avukatlara veya stajyer avukatlara ücretlerinin Devlet hazinesi tarafından karşılanmasına doğru bir eğilim gösterdiğini veya göstermekte olduğunu belirtmekte yarar vardır. 9 Nisan 1980 tarihli Belçika Yasası bu gelişmenin bir örneğidir; Yasa uygulanmaya başlandığında, Baronun bağımsızlığını tehdit etmeden önemli bir ilerleme kaydedecektir.O tarihlerde şikayet konusu ilişkilerin durumu hiç kuşkusuz, ücret ve masrafların ödenmemesi nedeniyle Van der Mussele’ye biraz zarar vermiştir; fakat bu zararlar, getirileri ile birlikte el ele gitmiş olup (bk. yukarıda parag. 39), aşırı olduğu da gösterilememiştir. Başvurucuya orantısız bir iş yüklenmemiş (bk. aynı yer) olup, bu davaların neden olduğu doğrudan masraflar da göreli olarak azdır (bk. yukarıda parag. 12).Mahkeme, Van der Mussele’nin şikayet konusu uygulamadan bilgi sahibi olarak avukatlık mesleğine isteyerek girdiğini hatırlatır. Avukat olmak amacı ile bu amacı gerçekleştirmek için üstlenilen yükümlülükler arasında önemli ve gayri makul dengesizlik, tek başına Van der Mussele’den adli yardımla ilgili istenen hizmetlerin rızası hilafına zorunlu çalışma olduğu sonucuna varmayı gerektirebilecekti. Mahkeme önündeki deliller ise, ücret ve masraf ödenmemesine, ödense bile tatmin edici olmamasına rağmen, böyle bir dengesizliği ortaya koymamaktadır.Halen Belçika’da ve diğer demokratik toplumlarda ulaşılmakta olan standartlar dikkate alındığında, burada Sözleşme’nin 4(2). fıkrası anlamında zorunlu çalışma görülememiştir.
41. Mahkeme vardığı bu sonucu dikkate alarak, söz konusu çalışmanın Sözleşme’nin 4(3)(d) bendine göre haklı olup olmadığına ve özellikle "normal yurttaşlık yükümlülükleri" deyiminin, özel bir kategorideki yurttaşlara, işgal ettikleri mevkiler veya toplum içinde kendilerinden yerine getirmeleri istenen işlevler nedeniyle yüklenen yükümlülükleri kapsayacak kadar geniş olup olmadığına karar vermeyi gerekli görmemektedir.
IV. Sözleşme’nin 4. maddesiyle birlikte ele alınan 14. maddeyi ihlal iddiası
42. Başvurucu ayrıca Sözleşme’nin 4. maddesiyle birlikte ele alınan 14. maddesini ileri sürmüştür. Sözleşme’nin 14. maddesi şöyledir:“Bu sözleşmede beyan edilen hak ve özgürlüklerin kullanılması cins, ırk, renk, dil, din, siyasal veya başka bir inanç, ulusal veya toplumsal köken, ulusal bir azınlığa mensup olma, mülkiyet, doğum veya başka bir statü gibi herhangi bir nedenle ayrımcılık yapılmaksızın güvence altına alınır.”
43. Sözleşme’nin 14. maddesi, Sözleşme’nin ve Protokollerin diğer maddi hükümlerini tamamlamaktadır. Sözleşme’nin 14. maddesinin ihlali, diğer hükümlerin ihlal edilmiş olmasını zorunlu kılmadığından, özerk bir biçimde uygulanabilir bir maddedir. Öte yandan 14. maddenin diğer hükümlerden bağımsız bir varlığı yoktur, çünkü ancak diğer maddi hükümlerde güvence altına alınan "hak ve özgürlüklerin kullanılmasıyla" ilgi olarak etkiye sahiptir (bk. diğerleri arasında, 13.06.1979 tarihli Marckx kararı, parag. 32). Mahkeme bu olayda Sözleşme’nin 4. maddesindeki zorla veya zorunlu çalışma bulunmadığı sonucuna vardığı için, maddi olayların tamamen 4. madde alanı ve dolayısıyla 14. madde dışında kalıp kalmadığı sorunu ortaya çıkmaktadır. Ne var ki bu tür bir gerekçe, temel bir itiraz ile karşılaşacaktır. Zorunlu çalışma kavramının sınırlarının çizilmesine yardımcı olan kriterler arasında işin normal durumu kavramı (bk. yukarıda parag. 38) da yer almaktadır. Kendisi normal olan bir çalışma veya iş, bunu yapacak olan gruplar veya bireyler ayrımcı faktörler altında seçilmişlerse, o zaman anormal hale gelebilir; başvurucu da bu koşullarda tam da bunun meydana geldiğini ileri sürmüştür.Bu nedenle bu olay, Sözleşme’nin 14. maddesinin uygulanabilir olmadığı söylenebilecek bir olay değildir; Hükümet de buna itiraz etmemiştir.
44. Van der Mussele Komisyon’a verdiği 27 Ekim 1980 tarihli dilekçede, stajyer avukatlar ve kayıtlı avukatlar arasında ayrımcılık yapıldığı şikayetinde bulunmadığını belirtmiştir. Başvurucu bu tutumunu Mahkeme önünde de değiştirmemiş ve Mahkeme de bu noktayı re’sen incelemeyi gerekli görmemiştir.
45. Öte yandan başvurucu dilekçesinde, incelenmekte olan meseleler bakımından Belçika’daki avukatların diğer meslek mensuplarına göre daha az lehte muamele gördüklerini dile getirmiştir. Adli yardım olaylarında Devlet yargıçlara, Yazı İşleri Müdürlerine ve çevirmenlere ücret ödenmesini (Ceza Usul Kanununun 184 ek maddesi ve Yargı Kanununun 691. maddesi), ve "adli ve kamu hizmeti için atanmış görevlilerin harcırahlarını, bilirkişilerin ücret ve masraflarını, tanıkların giderlerini ..., icra memurları ile diğer kamu hizmetini atanmış olanların masraflarının ve aylıklarının dörtte birinin ", "adli yardım alan kişi namına" ödenmesini uygun görmektedir (bk. yukarıda parag. 23 ve Yargı Kanunu md. 692). Doktorlar, veterinerler, eczacılar ve dişçiler ise, yoksullara ücretsiz hizmet vermekle yükümlü değillerdir. Başvurucuya göre bütün bunlar, "objektif ve makul haklı sebepten" uzak, keyfi bir eşitsizliğin (bk. 23.07.1968 tarihli "Belçika Eğitim Dili Davası" kararı, parag. 10) örnekleridir. Bu suretle bunlar, Sözleşme’nin 4. maddesiyle birlikte ele alınan 14. maddeyle çelişmektedirler. Komisyon azınlığı bu görüşe büyük ölçüde katılmıştır.
46. Sözleşme’nin 14. maddesi, benzer durumlardaki bireyleri ayrımcılığa karşı korumaktadır (bk. yukarıda geçen Marckx kararı, parag. 32). Oysa Hükümetin ve Komisyon çoğunluğunun haklı olarak işaret ettikleri gibi, Barolar ile yargısal veya yargı benzeri meslekler gibi başvurucunun andığı çeşitli meslekler arasında temelde yasal statü, mesleğe giriş koşulları, işin niteliği, işi yerine getirme tarzı gibi çeşitli noktalarda farklılıklar vardır. Mahkeme’nin önündeki deliller, bu tamamen farklı durumlar arasında her hangi bir benzerlik bulunduğu ortaya koymamaktadır. Her birinde haklar ve yükümlülükler bir bütün olup, bunlardan sadece birinin ele alınması suni bir girişim olacaktır.Buna göre Mahkeme, başvurucunun bu konudaki şikayetleri hakkında Sözleşme’nin 4. maddesiyle birlikte ele alınan 14. maddesinin ihlal edilmediği sonucuna varmaktadır.
V. Birinci Protokolün 1. maddesinin ihlali iddiası
47. Van der Mussele son olarak, Birinci Protokolün 1. maddesine dayanmıştır. Bu madde şöyledir:“Her gerçek ve tüzel kişi, maliki olduğu şeyleri barışçıl bir biçimde kullanma hakkına sahiptir. Kamu yararı gerektirmedikçe ve uluslararası hukukun genel ilkeleri ile hukukun aradığı koşullara uyulmadıkça, hiç kimse mülkiyetinden yoksun bırakılamaz.Ancak yukarıdaki hükümler hiçbir biçimde, mülkiyetin genel yarara uygun olarak kullanılmasını denetim altına almak, vergiler ile diğer harç ve cezaların ödenmesini sağlamak için devletin gerekli gördüğü yasaları yürürlüğe koyma yetkisini ortadan kaldırmaz.
48. Başvurucunun ücret ödenmemesiyle ilgili iddialarını incelemeye gerek yoktur. Yukarıdaki madde metni, "bir kimsenin" mal ve mülkünden barışçıl bir biçimde yararlanma hakkının tanınmasıyla sınırlıdır; bu nedenle bu hüküm, sadece varolan mal veya mülk için uygulanır (bk. ayrıntılardaki farklılıklarla birlikte, yukarıda geçen Marckx kararı, parag. 50). Mevcut davada ise, Antwerp Hukuki Danışma ve Müdafilik Bürosu, Ebrima’nın mali imkandan yoksun olduğu gerekçesiyle, 18 Aralık 1979’da bir ücret takdir edilmemesine karar vermiştir (bk. yukarıda parag. 12). Komisyon’un da oybirliğiyle yaptığı gibi buradan çıkan sonuca göre, başvurucu için bir alacak doğmamıştır.Sonuç olarak, ister kendi başına veya 14. madde ile birlikte ele alınsın, bu başlık altında Birinci Protokolün 1. maddesinin uygulanabilme alanı bulunmamaktadır. Kaldı ki, Van der Mussele 14. maddeyi sadece Sözleşme’nin 4. maddesiyle birlikte ileri sürmüştür.
49. Masrafların iadesi söz konusu olduğunda aynı şey söylenemez; çünkü Van der Mussele bu bağlamda kendi cebinden belirli bir miktar ödemek durumunda kalmıştır (bk. yukarıda parag. 12).Ne var ki, bu da Birinci Protokolün uygulanabilir olduğu sonucuna varmak için yeterli değildir.Bir çok olayda kanunen verilmiş bir görev, bu görevi yerine getirmekle yükümlü kişiye masraf yüklemektedir. Böyle bir görevin verilmesinin Birinci Protokolün 1. maddesindeki mal veya mülke bir müdahale oluşturduğunu söylemek, bu maddeyi konu ve amacı dışına taşan bir şekilde yorumlamak olacaktır.Mahkeme, bu olayda farklı düşünmek için geçerli bir sebep görmemiştir.Van der Mussele, yoksul müvekkilleri için masrafta bulunmuştur. Bu masraflar miktar olarak az olup, Sözleşme’nin 4. maddesine uygun bir çalışma yapma yükümlülüğünden kaynaklanmıştır.Bu nedenle Birinci Protokolün 1. maddesi tek başına veya 14. madde ile birlikte ele alınsa da, bu bağlamda uygulanabilir değildir.
BU GEREKÇELERLE MAHKEME OYBİRLİĞİYLE,
Tek başına veya 14. maddeyle birlikte ele alınan Sözleşme’nin 4. maddesinin ve Birinci Protokolün 1. maddesinin ihlal edilmediğineKARAR VERMİŞTİR.
|