Mesajı Okuyun
Old 08-07-2009, 13:59   #2
Av.Ufuk Bozoğlu

 
Varsayılan Yhgk

T.C. YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu

Esas: 2002/4-115
Karar: 2002/151
Karar Tarihi: 06.03.2002

ÖZET : Basının haber verme hakkı, gerçeklik, güncellik, kamu yararı, toplumsal ilgi, konu ile ifade arasında düşünsel bağlılık temel kuralları ile sınırlıdır. Yayınlanmasında kamu yararı bulunan gerçek ve güncel haberin ya da eleştirinin özle biçim arasında denge kurularak verilmesi durumunda hukuka aykırılık ortadan kalkmış ve basın sorumluluktan kurtulmuş olur.

(818 S. K. m. 49) (5680 S. K. m.1) (2709 S. K. m. 25, 26, 28) (743 S. K. m. 24, 25)

Dava: Taraflar arasındaki "manevi tazminat" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Manisa Asliye 1. Hukuk Mahkemesince davanın kısmen kabulüne dair verilen 11.3.1999 gün ve 1999/195 E., 1999/864 K. sayılı kararın incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 25.9.2000 gün ve 2000/7641-7784 sayılı ilamı ile; ... dava, basın yoluyla kişilik haklarının saldırıya uğramasından doğan manevi tazminat istemine ilişkindir. Mahkemece, dava kısmen kabul edilmiştir.

Dava konusu yazı, 12 Mart 1998 günlü A. Gazetesinin 16. sayfasında kaleme alınmış olup "Yargıdan İşkence Vizesi" başlığını taşımaktadır. İçeriğinde ise, Manisalı gençlere işkence yaptıkları iddiasıyla yargılanan polislerin beraat ettikleri, karar gerekçenin delil yetersizliğine dayandırıldığı mahkemenin salonu boşalttıktan sonra kararını açıkladığı belirtilmiş ve duruşmayı izleyenlerin de karar hakkındaki görüşlerine yer verilmiştir. Yazının son cümlesinde de "Manisa'da dün işkencenin adı beraatti" şeklinde olayla ilgili olarak yazar kendi vardığı sonucu belirtmiştir. Dava konusu edilen 16 Mart 1998 günlü diğer yazıda ise; "Ne değişti hakim bey" başlığını taşımakta olup, aynı olayın özeti yapıldıktan sonra başka bir olayda kasten bina yakmaktan yargılanan üç sanığın beraat gerekçesi ile işkenceden yargılanan polislerin beraat gerekçelerinin karşılaştırması yapılmıştır.

Yine davaya konu edilen yazıda yer alan mahkemenin beraat kararı Yargıtay incelemesi sırasında bozulmuştur. Yerel mahkemenin direnmesi üzerine Yargıtay Ceza Genel Kurulu'nun direnme kararını bozduğu anlaşılmıştır.

Basının haber verme hakkı, gerçeklik, güncellik, kamu yararı, toplumsal ilgi, konu ile ifade arasında düşünsel bağlılık temel kuralları ile sınırlıdır. Yayınlanmasında kamu yararı bulunan gerçek ve güncel haberin ya da eleştirinin özle biçim arasında denge kurularak verilmesi durumunda hukuka aykırılık ortadan kalkmış ve basın sorumluluktan kurtulmuş olur. Basının güncel olan bu tür haberleri abartmaya gitmeden vermesi görevinin gereğidir. Basın, yalnızca olay açıklamasıyla yetinmeyip değişik açılardan durum değerlendirmesi yapabilir.

Dava konusu yazıların bir bölümünde haber, bir bölümünde eleştiri yapılmıştır. Bir suç olan işkence olayının ve bu olayla ilgili gelişmelerin haber yapılmasında kamu yararı vardır. Yazar, özle biçim arasındaki dengeyi bozmadan olayla ilgili düşüncelerini dile getirmiştir. Basın özgürlüğü ile kişilik haklarına saldırı bulunup bulunmadığı değerlendirmesi yapılırken yazının bir bütün olarak ele alınması gerekir. Bu ilkeler ışığında dava konusu yazıların sınır aşılmadan yayınlandığı sonucuna varılmıştır.

Şu durum karşısında, dava konusu yayınlarda basın özgürlüğüne üstünlük tanınarak, davanın tümden reddi gerekirken, yazılı biçimde kısmen kabul edilmiş olması doğru görülmediğinden kararın bozulması gerekmiştir... gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

Temyiz Eden: Davalı vekili

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek, direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

Karar: Dava, basın yoluyla kişilik haklarına saldırı iddiasına dayalı, tazminat istemine ilişkindir.

Davacı vekili, kamuoyunda "Manisalı Gençlere İşkence Davası" olarak bilinen ve sanık sıfatıyla gözaltına alınan kişilere suçlarını söyletmek amacıyla yasa dışı işlemde bulundukları ileri sürülen görevliler hakkında açılmış olan ceza davasının, davacının başkanı olduğu Ağır Ceza Mahkemesinde görüldüğünü; A. Gazetesi'nde bu davayla ilgili olarak yayımlanan haberde, eleştiri sınırlarının aşıldığını, davacının kişiliğini hedef alan, onu kötüleyen, kamuoyunda yanlış intiba oluşmasına sebebiyet veren bir üslup kullanıldığını; mahkemece verilen kararın doğruluğunun tartışma yerinin gazete olmadığını, bu hususun ancak ilgili yargı makamlarınca değerlendirilebileceğini ileri sürerek, manevi tazminat isteminde bulunmuştur.

Davalılar, haberin verilmesinde Basın Yasası'nın öngördüğü sınırlar dışına çıkılmadığını, özle biçim arasındaki dengenin korunduğunu savunarak, davanın reddini istemişlerdir.

Yerel Mahkemece verilen davanın kısmen kabulüne dair karar Yüksek Özel Daire'ce yukarıdaki gerekçeyle bozulmuştur.

Uyuşmazlığın basın özgürlüğü kavramına ilişkin bulunması nedeniyle, öncelikle, konuya ilişkin şu açıklama ve saptamaların yapılmasında yarar bulunmaktadır:

Anayasa'nın 28. ve 5680 Sayılı Basın Yasası'nın 1. Maddesi, basın özgürlüğünü düzenlemiş ve bunun sınırlarını göstermiştir. Basın özgürlüğü, kişinin dünyada ve özellikle içinde yaşadığı toplumda meydana gelen ve toplumu ilgilendiren olay ve olgular hakkında bilgi sahibi olmasını sağlamayı amaçlar. Bunun gereği olarak; basın haber toplamak, fikir ve kanaatleri izleyerek bunları çözümlemek, yorumlamak, eleştirmek ve sonuçta kamuoyunu ilgilendiren konularda doğru ve gerçeğe uygun haber vermek hakkına sahip ve bununla görevlidir. Eş söyleyişle, denetim, uyarma, eleştiri ve gerçekleri açıklama, basının doğal ödevleridir. ( Prof. Dr. Sulhi Dönmezer, Basın Hukuku, 1968, sh: 72 ve devamı; Prof. Dr. Kayıhan İçel, Kitle Haberleşme Hukuku, 1977, sh: 50; Prof. Dr. Ergun Özsunay, Gerçek Kişiler 198O, sh: 119 ve devamı; Yargıtay 4. Hukuk Dairesi'nin 12.4.1979 tarih ve 9042-4935 sayılı kararı )

Yine, basın özgürlüğü ile bağlantılı kavramlar olarak; Anayasa'da düşünce ve kanaat ( madde 25 ); düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğü ( madde 26 ) ayrıntılı şekilde düzenlenmiştir.

Demokratik yaşamın gelişmesinde, ulusal birliğin sağlanmasında, kamuoyunun sağlıklı bir biçimde oluşmasında, sosyal ve siyasal ilerlemede basının çok önemli bir fonksiyonunun bulunduğu açık ve kuşkudan uzaktır.

Kısaca, basın özgürlüğü, demokrasinin "olmazsa, olmaz" koşuludur.

Doğaldır ki, basının bu ayrıcalıklı konumu ve hukuk düzeninin kendisine tanıdığı özgürlük, tüm özgürlükler gibi, yine hukuk düzenince çizilen sınırlara tabidir. Basın, yaptığı yayımlarda, gerek Anayasa'nın Temel Hak ve Özgürlükler Bölümünde yer alan ve gerekse M.K.nun 24 ve 25. Maddelerinde ve ayrıca özel yasalarda güvence altına alınmış olan kişilik haklarına saygı göstermek, bunlara saldırı niteliği taşıyabilecek tutum ve davranışlardan kaçınmak zorundadır.

Bu cümleden olarak, basın, belirli bir kişinin fikrini tartışmak zorunda kaldığı durumlarda bile, objektif bir bilgi vermekle ve eleştirmekle yetinmeli; olayları tahrif etmek veya kuşkuları hafiflikle yaymak gibi hukukun izin vermeyeceği yollara başvurmamalıdır. Özellikle de, hakaret niteliğinde ya da yersiz, onur kırıcı söz ve deyimlerin kullanılmasından kaçınmalıdır.

Basının kamu görevi yapmasında gözönünde tutulan amaçla, kişilik haklarına verilen zarar arasında açık bir oransızlık varsa, yayımın hukuka aykırı olduğu kabul edilmelidir. Objektiflikten ayrılmak, haber sınırını aşmak, genişletici ve yanlış yorumlar da bulunmak, gerçek dışı haber vermek, yersiz şekilde onur kırıcı sözler kullanmak, dürüstlük kurallarına aykırı davranmak, kişisel nedenlerle salt sansasyon yaratmak için yayım yapmak hukuka aykırıdır. ( S. Kaneti, Haksız Fiillerde Hukuka Aykırılık unsuru ( 1964 ) sh: 202 ve devamı; Prof. Dr. M. A. Kılıçoğlu, Şeref, Haysiyet ve Özel Yaşama Basın Yoluyla Saldırılardan Hukuksal Sorumluluk, 1993, sh: 125 ve devamı )

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 9.10.1985 gün ve 1985/4-96-790 sayılı kararında da, bu ilkeler vurgulanmıştır.

Yayımladığı olayların doğruluğunu araştırmak, gazetecinin görevidir. Bununla birlikte, gazetecinin, bir olayı doğru sayabilmesi için arayacağı desteklerin, objektif yönden güven verici ve inandırıcı olmasının ölçüsü belirlenirken, özel durum gözönünde tutulmalıdır. Ancak, yayımlanacak haber üçüncü kişilere özel olarak ağır bir zarar verebilecekse, doğruluğun denetlenmesi görevi, daha katı ölçütlere bağlanmalıdır. Doğru olayların yayımlanmasında dahi, gazetecinin objektif sınırlar içinde ve dürüstlük kurallarına bağlı kalması zorunludur.

Kamu görevi yapan bir kişinin görevini yerine getirme tarzıyla ilgili olarak, onur kırıcı gerçek bir haber yayımlanırsa, bir yandan kişinin onuru, diğer yandan basın özgürlüğü çatışır ve burada, basın özgürlüğü kişinin onuruna oranla daha üstün bir değer taşır. Ne var ki, gerçeğe aykırı bir haberin yayımlanması, daima hukuka aykırı sayılır. ( Prof. Dr. Haluk Tandoğan, Şahsiyetin Akit Dışı İhlallere Karşı Korunmasının İşleyiş Tarzı ve Basın Yoluyla İhlallere Karşı Özel Hayatın Korunması, A.Ü.H.F.D. 1968, Cilt: 20, Sayı:1-4, sh: 21 )

Bu açıklamalardan sonra, denilebilir ki;

Basın özgürlüğünün kişilik haklarına üstün tutulabilmesi için:

Haberin gerçeğe uygun olması, gerçeğe uygun yayımın haber niteliği taşıması, gerçeğe uygun haberlerin verilmesinde nesnel ( objektif ) ölçütlere uyulması, haberin veriliş biçimi yönünden, özle biçim arasında ölçülülük bulunması gerekir. Bir yayımın hukuka uygun olduğunun kabul edilebilmesi, ancak, açıklanan bütün bu koşulların birlikte varlığı halinde mümkündür. Yapılan bir yayım, bu temel ilkelerden herhangi birine ters düşüyorsa, hukuka aykırılık unsuru gerçekleşmiş olacaktır.

Basının manevi tazminat sorumluluğunun doğması, Borçlar Kanunu'nun 49. Maddesindeki koşulların gerçekleşmiş olmasına bağlıdır.

Önemle vurgulanmalıdır ki, yayımlanmasında kamu yararı bulunan, gerçek ve güncel bir haberin veya eleştirinin, özle biçim arasında denge kurulmak suretiyle verildiği durumlarda, manevi tazminat sorumluluğunun temel öğesi olan "hukuka aykırılık" gerçekleşmeyeceğinden, basının sorumluluğu da söz konusu olamaz.

Somut olayda davacının sıfatı nedeniyle, ayrıca şu yönlerin de vurgulanması gerekmektedir:

Anayasa'nın 138. Maddesi "Hakimler, görevlerinde bağımsızdırlar; Anayasaya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdani kanaatlerine göre hüküm verirler. Hiçbir organ, makam, merci veya kişi, yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve hakimlere emir ve talimat veremez; genelge gönderemez; tavsiye ve telkinde bulunamaz. Görülmekte olan bir dava hakkında Yasama Meclisinde yargı yetkisinin kullanılması ile ilgili soru sorulamaz, görüşme yapılamaz veya herhangi bir beyanda bulunulamaz." hükmünü taşımaktadır.

Türk Ceza Kanunu'nun 232. maddesi de, görülmekte olan bir davanın taraflarından biri hakkında, koruma ya da kin ve çıkara dayalı olarak, hakimlere emir veren ve hükmeden ya da söz geçiren kişilerin cezalandırılacağını düzenlemiştir.

Adalete ve hukuka saygı ancak, yargıçların tam bir vicdani teminat ve tarafsızlık içerisinde, tüm dış etkilerden uzak olarak görevlerini yerine getirmeleriyle sağlanabilir. Bu nedenle, gerek yargıcın ve gerekse basının bu ilkelere titizlikle uyması zorunludur.

Bu ilke ve açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; manevi tazminat isteminin dayandırıldığı haberde gerekli, yararlı ve ilgili olmayan nitelemeler ve yorumlar yapıldığı, haberin içeriğine uygun düşmeyen, tahrik edici, kamuoyunda husumet ve kuşku yaratıcı, yargıya güveni zedeleyici bir üslubun kullanıldığı açıkça görülmektedir.

O halde, verilen haberde, özle biçim arasındaki denge bozulduğundan, davacı lehine manevi tazminat koşullarının gerçekleştiğinin kabulü zorunludur.

Öte yandan, aynı olayla ilgili olarak, yakın tarihlerde B. Gazetesi'nde yayımlanan ve benzer bir içeriğe sahip bulunan "Hayrola Hakim Bey" başlıklı yazı nedeniyle davacı tarafından açılan dava sonucunda Manisa Asliye 1. Hukuk Mahkemesi'nin verilen haberle davacının kişilik haklarının zedelendiğini benimsemek suretiyle, manevi tazminata hükmettiği ve bu kararın derecattan geçerek kesinleştiği de anlaşılmaktadır. Her iki habere konu olaylar arasında, önemli bir nitelik farkı yoktur. Bu durum dahi, görülmekte olan davadaki manevi tazminat isteminin kabulü gerektiğini göstermektedir.

Hal böyle olunca, mahkemenin açıklanan gerekçeye dayalı direnme kararı yerindedir. Ne var ki; hüküm altına alınacak tazminat miktarı yönünden bir inceleme yapılmadığından, anılan yönden incelenmek üzere, dosya Özel Daire'ye gönderilmelidir.

Sonuç: Yukarıda açıklanan nedenlerle yerel mahkemenin direnmesi yerinde görüldüğünden, davalı vekilinin esasa ilişkin temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın 4. Hukuk Dairesi'ne gönderilmesine, 6.3.2002 gününde oyçokluğu ile karar verildi. (¤¤)
Sinerji Mevzuat ve İçtihat Programları

Kolay gelsin,