Mesajı Okuyun
Old 20-01-2009, 13:47   #1
Avukat Mustafa Kemal Batur

 
Varsayılan Hukuk ve Yokoluş

HUKUK ve YOKOLUŞ



İyi bir ailenin 2 çocuğundan birincisi olarak dünyaya ilk gözyaşlarımı akıtmıştım. İleride büyük bir adam olacak diyedir ki büyük bir önderin ismini koymuşlar bana. Kimbilir belki de birgün büyük bir hukukçu olacaktım.

İlk ve ortaokulunu çok iyi bir şekilde tamamlamıştım. Liseye adımımı atıp, ne kadar büyük bir okul dedim kendi kendime ve lise eğitim öğretimimin mi yoksa hayatın mı olduğunu anlayamadığım ilk tokadımı daha okulun ilk günü ve İstiklal Marşımızın hemen ertesinde “kravatımın yamuk” olması nedeniyle müdür muavinimizden yemiştim. Tokat değildi içimi acıtan, içimi acıtan o tokatın okulun ilk günü tüm hayallerimi yıkmış olmasıydı. Ne acıdır ki son derece pratik bir matematik zekâsına sahip olan ben yine okulun ilk günü büyük bir acıyla sarsılmıştım. Matematik dersimize ailevi problemlerimiz olan bir hoca geliyordu. Kendisinin matematikten ve dolayısıyla sayısaldan soğumamda ne kadar büyük bir etkisi olduğunu gizlemem imkânsız. Oysa ben küçük yaşlardan beri “bilim adamı olacağım” derdim. Maalesef ki bu hayallerim matematik hocam sayesinde son buldu ve kendimi eşit ağırlık bölümünde buldum. Lise hayatım iyiden iyiye derslerden kopmuş, zorda olsa mezun olmuştum. Şimdi ne olacak düşüncesi etrafımı sardığında milli eğitimden almak isteyip de alamadığımız eğitim ve öğretimi, ÖSS denen hayatımızı 3 saate belirleme kabiliyetine sahip olan sınava hazırlanmak için dershane adını verdikleri yerlerde buldum. 3 sene girdim ÖSS sınavına ve başaramamıştım. Oysa her şey böyle olmamalıydı artık kurtulmalıydım buralardan deyip kendimi öğrencilerinin neredeyse hepsinin mecburiyetten geldiği Kıbrıs üniversitelerini araştırırken buldum. “Ne okumalıydım peki, ne olmalıydım ben?” düşünceleri tüm yaşadıklarımın sonucu olarak “hukukçu olmalıyım ben” dedim kendi kendime ve hukukçu olacaktım. DAÜ Hukuk Fakültesine tek tercih ile yerleştirilmiştim.

Kaydımı tamamlayıp gelmiştim Kıbrıs’a. Kıbrıs mutluydu, Kıbrıs gülümsüyordu! Ne kadarda güzeldi her şey, artık üniversiteliydim kendi fikirlerimi dile getirebilecek, başkalarının hayatıma yön vermesini engelleyebilecektim! Artık bir hukukçu olmanın en büyük adımını attığımı düşünerek kendimi hazırlık sınıfında bulmuştum. Oysa ben hukukçu olacaktım, içimde ki hukuk arzularını koca bir yıl süren hazırlık sınıfında hukukla ilgili en ufak bir şey öğrenmeden kaybetmek üzereydim. Her şeye rağmen içimdeki heyecanı yitirmemeye çalışarak fakültede ilk sınıfıma başlayacaktım. O da ne? Hayattan bir darbe daha almıştım. Hukuk Fakültesi öğrencisi olmama rağmen derslerimi kendi fakültemde değil, hocanın ne söylediğini bile anlamadığımız, karanlık ve gürültülü CL amfilerinde alıyorduk. Üniversitede 2. yılımı tamamlamış ancak kendi fakültemde 1 ders bile görmemiştim henüz. Gittikçe soğuyordum hukuktan, yoksa hata mıydı hukuk benim için?

Derslerini en sevdiğimiz hocamız gelmişti, medeni hukuku bize zevkle öğretiyor, yüzü gülüyordu. Öğrenciliğinizi yaşayın diyordu bize, somurtan hocalardan kendiside sıkılmış olmalı ki gülümsüyor ve bizi hukuka bağlamaya çalışıyordu. Derslerinde gülümseyebildiğimiz tek hocaydı kendisi. İlk sınıfı 2 senede tamamladıktan sonra fakültemin yolunu tutmuştum. Birçok öğrencinin korkulu rüyası olsa da zamansız ve sebepsiz bağırmaları haricinde çok sevdiğim o hoca derse gelmişti. İtalyan III. Ekolünden başlayıp Lambroso ile devam ediyordu. “Bize ne bunlardan” diyorduk kendi kendimize her şey monotonlaşıyordu, sanki kendimizi kaybediyorduk. İçimizdeki hukuk ateşi tamamen sönmüş, yeter artık bitsinde şu üniversite kurtulalım duruma gelmiştik.

Kendimizi ifade edemediğimizden bahsediyordu hocalar, nede olsa tüm suç bizdeydi. Her zaman hatalı olan bizdik hayatta. O nedenle olmalı ki İngilizce dersinde hocamız fakülteyi anlatın demiş, yazın içinizdekileri diyerek beyaz kâğıtları önümüze bıraktığında uzun zamandır düşündüğüm bir konuyu yazma fikri gelmişti aklıma. Hoca beğenmedi yazımı, neden beğensin ki? Beğenmesi için onlara karşı çıkmamalı, onları eleştirmemeliydik. Oysa hukuka bağlanmaktı isteğim, kendi durumumda olan birçok kişinin de düşüncelerini dile getirmiştim. Fakültemizde Atatürk resim ve sözlerinden tutun, hukukla ilgili hiçbir şey yoktu. Binanın dış tarafındaki “Ahmet Necdet Sezer Hukuk Fakültesi” yazısını görmeden içeriye giren birisi asla bilemezdi nereye geldiğini, oranın ne fakültesi olduğunu. Bizi hukuka bağlayan hiçbir şey yoktu, hukukla aramız tamamen açılmak üzereydi. En ön sıralarda oturup dersten başka hiçbir şeyle ilgilisi olmayan öğrenciler gibi mi olmalıydık hepimiz? Onlar mı yönetecekti bu ülkeyi, onlar mı asosyalliğinden kurtulup adaleti savunacaklardı?

Bizlere hukukçu olacaksınız, adaleti savunacaksınız diyen hocalarımıza, 1.2YTL olan dolar kurunu 1.65YTL den sabitleyip sözleşmemize aykırı olarak öğrencilerine %30 zam yapan yönetimi söylediğimizde, bizlere ne kadar iyi hukuk ve adalet öğrettiklerini vermedikleri cevaptan anlayabiliyorduk. Doğrusu henüz hukukçu olamamıştık ama hukukun ne olduğunu anlamıştık.

“Öğrenci hep haksız, hep terbiyesizdir!” Bu görüş bana değil kişisel takıntısı olan hocalarımıza ait. Kimisi dersten çıkmayı, kimisi derse sonradan gelmeyi yasaklar. Kimisi gelsen de olur, gelmesen de der. Kimisi, kimisi… Onların kişisel takıntılarını yine biz öğrenciler çeker ve olurda derse sonradan gelmek yasak diyen hocanın unuturda dersine girerseniz vay sizin halinize! Çocuk gibi azarlar Türkiye size emanet, sizi seviyorum diyen hocanız 20-25 yaşında olan siz öğrencisini. Hani diyorum ders programı verilirken kişisel takıntıları olan hocaların hakkında da birer tanıtım broşürü dağıtılsa, hangi takıntı hangi hocanındı diye binlerce takıntı içerisinde kaybolmazdık diye de düşünmedi değilim.

Üniversitemiz ve fakültemiz bu kadar da kötü değil tabi ki, örneğin tam kendinizi hazırlamış, erken saatte kalkmış ve derse gittiniz diyelim. O güzel haberi size ders saati 30 dakika geçtikten sonra verirler, “ders iptal”. Yıkılmışınızdır, yine mi sorusunu kendinize sorarsınız ve bu iptal edilen derslerin sınavlar yaklaştığında peş peşine ek ders olarak geleceğini bilmenin verdiği siniriyle evinize geri döner ve “artık gitmeyeceğim derslere” dersiniz kendi kendinize ve yatar uyursunuz bir güzel. Oysa biz ilim irfan yuvası denilen üniversitede okuyorduk, bu kadar zordu iptal olan dersleri en azından internet sitesinden yayınlamaları.

Kıbrıs’ın verdiği farklılık ve yaşanan problemler biz öğrencileri hayattan soğuturken nasıl olurda derslere daha fazla odaklanabilirdik ki? Evde kalıyorsanız aman dikkat edin ev sahibinize, 4 yıl kaldığınız ev sahibi 3 sene boyunca sizin su sayacınıza kaçak boru takıp parasını sizin ödediğiniz su ile ağaçlarını sulayıp, arabasını yıkayabilir. Hakkını arasaydın diye düşünebilirsiniz, ne polis ne başkası hiçbir destek beklemeyin burada biz öğrencilere.

Tüm bunların yorucu yükü omuzlarımıza çökmüş şekilde ders çalışmaya çalışır ve sınavlara gireriz biz. Aynı dersi defalarca almamız gayet normaldir hocalarımız için nede olsa tüm suç bizde ve hep hatalı olan bizleriz. Oysa sınav kâğıdında nerde hata yaptığımızı görüp tekrar aynı hatayı yapmamak için yanına gittiğimiz hocamızdan “git dava aç” sözünü de duymuş insanlarız hepimiz. Nede olsa hocalarımız tanrının özel kullarıdırlar, hata olmaz onlarda, tek hata öğrencilerdedir.

Doğu Akdeniz Hukuk sayesinde hukuku ve adaleti bu şekilde öğrendik biz. Evet, artık Türkiye bize emanet, kendine güvenen, geleceği gören, adaleti yaşayan, hukuku seven bizler emin olunuz ki ülkemizi en iyi şekilde koruyacak ve yaşatacağız. Yaşasın hukuk, yaşasın adalet!



Kaynak: http://www.hukukibakis.com/detay.php?id=1392