Mesajı Okuyun
Old 23-06-2008, 14:00   #8
Av. Hatun Olguner

 
Varsayılan

Konuyla İlgili Faydalı Bir Karar Daha :

T.C.
YARGITAY
1. HUKUK DAİRESİ
E. 1977/11612
K. 1977/12728
T. 23.12.1977
• KAMU MALI KUMLUĞUN BELEDİYE TARAFINDAN İKTİSABI
• HAZİNENİN HATASI İLE KAMU MALININ ÖZEL MÜLKİYETE KONU OLMASI
• TAPUYA TESCİLİN HÜKÜMLERİ ( İyiniyetli Üçüncü Kişi )
743/m.931
ÖZET : Kaydının iptali istenen çekişmeli taşınmazın kamu malı sayılması gereken kumluk olduğu kabul edilse bile, tapuya tescil edilmemesi, özel mülkiyet rejimine bağlanmaması gereken bu yer tapu sicilinde üç yıl Hazine üstünde kalmış Hazine bu süre içinde susmuş, yanlış tesbiti düzeltecek girişimde bulunmamış, kaydı sildirmemiş olmakla taşınmazın özel mülkiyet konusu olmasına ve sayılmasına neden olmuştur.Hazine’nin, yasa uyarınca belediyeye devredilmiş bu taşınmazdan ayrılan bazı parçaları değişik zamanlarda belediyeden satış yolu ile maledinmesi de iptalini istediği tapuya kendisinin değer ve geçerlik tanımasıdır. Bu nedenle tapu sicilinde Hazine’nin önderliği altında yürütülen ve sürdürülen işlemlerle taşınmaz özel mal niteliği hüviyetini kazanmış olup bu işlemlere bakarak ve dayanarak mal edinen kişi kötü niyetli sayılamaz.

DAVA VE KARAR : Taraflar arasındaki davada;

Davacı, Hazine adına kayıtlı 18 ada, 181 parsel sayılı kumluk yerin 7367 sayılı Kanun’a göre Belediyeye intikal ettirildiğini ve belediyece de davalıya satıldığını, Bakanlar Kurulunun 29.2.1968 gün ve 6/9636 sayılı kararı ile bu gibi yerlerin Hazine uhdesinde bırakılması öngörüldüğünden kaydın iptalini, tesbit dışı bırakılmasını istemiştir.

Dava dosyasında yer alan, uyuşmazlığın çözümünde yararlı ve gerekli olan bilgi ve belgelerin özetleri yukarıya çıkarılmıştır. Şimdi bu bilgi ve belgelerin ışığı altında davayı iki açıdan, önce kamu hukuku ve sonra özel hukuk yönünden incelemek zorunluğu vardır.

1 - Uyuşmazlık konusu olayda, davacı "Devlet"tir. Devlet bir ülke üzerinde yaşayan insanların en yüksek düzeyde kurdukları sosyo-politik hukuksal bir varlıktır. Devlet "nüfus" ve "ülke" siyle ve bunların taşıdıkları maddi ve manevi potansiyel ile belirli bir coğrafi alanda yaşayan insanların oluşturdukları çok yönlü en üstün güçtür. Günümüzde devletle insanlar arasındaki ilişkilere, üstte, zirvede bulunan kişi veya kuruluşların "buyruk" ve "fermanları" değil, yasalara dayalı bir "Hukuk düzeni" hakimdir. Devlet; yetkili organıyla yasa yaparken ve öteki organlarıyla yasayı uygularken yasaların sınırları dışına çıkmamak zorunluğundadır. Kısaca çağımızda Devlet, temelden çatıya, tabandan tavana malzemesi "yasa" olan bir kuruluştur. Günümüzde Devlet yapısının harcı hukuktur.

Bu gün Devlet tasarruflarında ve yurttaş yaptığı işlerde yasalara bağlı kalmak zorunluğunda, hatta Devlet bu konuda kendi insanına "önder" veya "örnek" olmak durumundadır. Bunca yasaya rağmen, hukuksal bir varlık olan "Devlet" ile onun sosyolojik temelini teşkil eden "insan" arasında bir çok işlerde uyum yoktur. Çok kez Devletle yurttaşı olan insan veya tüzel kişiler arasındaki çeşitli ilişkilerin sayısız uyuşmazlıklara yol açtığı inkârı mümkün olmayan bir "vakıa" ve kabulü zorunlu olan bir "gerçek"tir. O kadar ki ceza davalarında, küçük bir istisna dışında, taraflardan biri -davacı- daima "Devlet"tir. Hukuk davalarının çoğunda ise Devlet ya davacı veya davalıdır. Devlet'in bu kadar çok davada "taraf" olması da eşyanın tabiatı icabıdır. Çünkü kendi varlığını korumak, kişilerin can ve mal güvenliğini sağlamak zorunda olduğu için devletin ceza davalarında davacı olarak yer alması ve ülkenin en büyük maddi varlığına sahip olmasından ötürü özel hukuk uyuşmazlıklarında taraf olması çok doğaldır. Devlet bir ülkede yaşayan insan topluluğunun yalnız en güçlü değil, aynı zamanda sözüne ve tasarruflarına en çok güvenilen varlığı olmalıdır. Devlet tasarruflarının yasalara uygunluğu kadar istikrarlı ve tutarlı olması da gereklidir. Devlet yeri geldiğinde, yüceliğinin, şan ve şerefinin gerektirdiği ölçüde samahat ve atıfat göstermekten geri kalmamalıdır. Bazı hallerde Devletin saygınlığı ve itibarı maddi hesaplardan üstün tutulmalı, ölçülü bir hoşgörü ve atıfat sınırlarını aşmamak kaydıyla Devlet verdiğini geri almaktan vazgeçebilmelidir. Zira, bir ülkenin ve toplumun "büyüğü" olmak, "baba" olmak, bazan maddî değerlerin üstüne ve dışına çıkmayı zorunlu kılabilir. Tasarruf yanlış ise, Devlet yapılan yanlışlığı en kısa zamanda düzeltmeli, düzeltme yolunu tutmadığı ve yanlışlığı sürdürdüğü ve yanlışın doğru sayılması kanısını uyandırdığı hallerde bunun faturasını durumdan hiç sorumlu olmayan bir kişiye, yurttaşa ödetmeğe kalkışmamalıdır.

Devletle ilgili ve zorunlu olan bu açıklamadan sonra olayın kolayca ve isabetli şekilde değerlendirilmesi olanağı elde edilmiş bulunmaktadır.

Dava konusu taşınmaz kadastroca "kumluk" olarak nitelenmek suretiyle 1957 yılında Hazine yani Devlet adına tesbit ve tapuya tescil edilmiştir. "Kumluk" olarak nitelendirilen bu arz parçasının "yalı şeridi" içinde kalan bir yer mi, yoksa tarıma elverişli kumluk bir saha mı olduğu hususu kesinlikle saptanmış değildir. Zira bilirkişilerin bu konudaki açıklamaları birbirine aykırıdır. Hazine’nin bu tesbitle ilgili olarak yıllardan beri takındığı tavır karşısında nizalı yerin gerçek niteliğini araştırmak, bilirkişi raporları arasındaki aykırılığı gidermek zorunluğu dahi yoktur. Bir an için nizalı yerin yalı şeridi içinde kaldığı, kamu malı sayılması gereken "kumluk" olduğu farz ve kabul edilsin, bu takdirde, bu nitelikteki bir yerin tapuya tescil edilmemesi, özel mülkiyet rejimine tabi tutulmaması gereklidir. Nizalı yer tapu sicilinde -üç yıl- Hazine’nin üstünde kalmış, Hazine bu süre içinde susmuş, yanlış tesbiti düzeltecek bir girişimde bulunmamış, kaydı terkin ettirmemiş, böylece taşınmazın özel mülkiyet konusu olmasına ve sayılmasına neden olmuştur.

Hazine’nin ilgisizliği bu kadarla kalmıyor. 1960 yılında taşınmaz 7367 Sayılı Kanunla Erdemli Belediye'sine devredilmiştir. Hazine 1963 yılından 1968 yılına kadar süren 5 yıllık dönem içinde bu gayrimenkulden ifraz edilen bazı parçaları değişik zamanlarda satış veya bağış yollarıyla iktisap etmiştir. Hazine muhtelif tarihlerdeki iktisaplarında iptalini istediği tapuya bizzat kendisi değer ve geçerlilik tanımıştır. Taşınmazın Belediye üstünde kaldığı dokuz yıl içinde Hazine suskunluğunu sürdürmüş, kaydın silinmesi yolunda hiç bir teşebbüste bulunmamıştır. Daha sonra nizalı taşınmaz, 775 sayılı Gecekondu Kanunu gereğince belediyeye geçtiği cihetle İmar ve İskân Bakanlığının yazılı müsaadesi alınmak suretiyle satışa -ihaleye- çıkarılmış, davalı kooperatif ihaleye katılarak iktisapta bulunmuştur.

1957 den 1969 yılına kadar süren dönem içinde yetkili makamların birbirini izleyen muhtelif tasarruflarıyla artık bu konuda, Devlet dönüş yapamayacak bir noktaya gelmiştir. Kadastro görevlileri yanlış tesbit yapmışlarsa, Hazine’nin bu yanlışlığı normal sayılabilecek bir süre içinde düzeltmesi gerekirdi. Devlet kendi organlarının yaptıkları yanlış ve kusurlu işlemleri makûl ve haklı sayılabilecek bir süre içinde düzeltmediği, yanlışı adeta kasıtlı denilebilecek şekilde sürdürdüğü, fazla olarak bu durumun doğru sayılması lâzım geldiği kanısını uyandıran bazı tasarruflarda bulunduğu hallerde sonuca katlanması ve zararı sineye çekmesi gerekli ve zorunlu olur.

Olayda davalı kooperatifin Devleti yanılgıya düşüren hilesi değil, en küçük bir hatası mevcut olmadığına, tersine olarak Hazine hükümsüz saydığı tapuyu zamanında iptal ettirmemek ve sicilden terkin ettirmemek ve hatta bu tapudan iktisaplarda bulunmak suretiyle davalıyı yanılgıya düşürdüğüne göre sonuçtan kimin sorumlu tutulması lâzım geldiği çok söz söylenmesini gerektirmeyecek kadar açıktır.

Türkiye'de Devletin mal varlığına vazüülyet olan "Hazine’"dir. Devletin mal varlığı ile ilgili bulunan bu dava "Devlet" adına "Maliye Hazine’si" tarafından açılmıştır. "Nef'i Hazine’" ilkesi günümüzde geçerliliğini kaybetmiştir. Bu gibi hallerde Hazine yararından çok Devletin yüksek varlığını ve yüce kişiliğini korumak, şeref ve itibarını sarsmamak, Devlete karşı beslenilen güven duygularını zedelememek önde gelir. Yargıtay, Devletin memurlara yaptığı hatalı ödemelerin geri alınmasına ilişkin davaların geçerli olmadığını kabul etmek suretiyle yukarıda yazılı ilke ve düşüncelere üstünlük tanımıştır. Kısaca yetkili makam ve kişilerin dikkatli, uyanık ve duyarlı davranmak suretiyle Devletin üstün kişiliğini zaafa uğratan tasarruflardan kaçınmaları gereklidir. İşte bu düşüncelerle davanın reddi gerekirken, kabul edilmesi doğru değildir.

2 - Dava konusu taşınmaz Hazine’den belediyeye geçtikten sonra muhtelif zamanlarda yapılan müteaddit ifrazlarla bir çok parçaya bölünmüş, ifraz edilen parçalardan bazılarını Hazine iktisap etmiş, geri kalan son parçayı da davalı kooperatif satın almıştır. Tesbitin yanlış olduğu kabul edilse bile, yapılan ifrazlarla ve onu takibeden iktisaplarla dava konusu taşınmaz "özel mal" durumuna gelmiştir. Hazine’nin birbirini izleyen tasarruf ve iktisaplarıyla bu konuda aldığı mesafe karşısında taşınmazı "kamu malı" saymak imkân ve ihtimali kalmamıştır. Hazine’nin iktisapta bulunduğu zamanlarda tapu "geçerli" sayılsın, davalı kooperatif iktisap edince Hazinece tapunun "iptale mahkûm olduğu" ileri sürülerek dava açılsın, bu denli çelişkili bir kabule dayanılarak hüküm vermek olanağı yoktur. Kısaca tapu sicilinde Hazine’nin önderliği altında yürütülen ve sürdürülen işlemlerle taşınmaz tamamen bir özel mal niteliği hüviyeti kazanmıştır. Tapu sicilindeki bu işlemlere bakarak ve dayanarak iktisapta bulunan kişide dava konusu yerin niteliği yönünden en küçük bir kuşku uyanması ve onun kötü niyetli sayılması mümkün değildir. Hâl böye olunca davalının M.K.’nun 931. maddesinden yararlanması lâzım geldiği sonucuna varılması zorunlu olmaktadır.

SONUÇ : İşte yukarıda yazılı neden ve düşüncelerle Hazine’nin açtığı iptal davasının reddi gerekirken kabul edilmesi doğru olmadığından hükmün HUMK.’nun 428. maddesi gereğince ( BOZULMASINA ) peşin harcın iadesine, gelen temyiz eden vekili için 1400 lira duruşma vekâlet ücretinin temyiz edilenden tahsiline oybirliğiyle karar verildi.