Mesajı Okuyun
Old 12-06-2008, 13:46   #4
Av.Cengiz Aladağ

 
Varsayılan

Aşağıdaki, yakın tarihli içtihatlar yardımcı olabilir.


T.C.
YARGITAY
1. HUKUK DAİRESİ

E. 2007/45
K. 2007/689
T. 29.1.2007

Taraflar arasında görülen davada;
Davacılar, ortak miras bırakanları T'nin 928, 238 ve 186 parsel sayılı taşınmazları davalı ile birlikte yaşaması nedeniyle mirastan mal kaçırmak amacıyla muvazaalı olarak davalıya temlik ettiğini ileri sürerek 928 ve 186 parsel sayılı taşınmazların tapusunun iptalini; 238 parselin davalı tarafından tahsil edilen kamulaştırma bedelinden paylarına düşen 3500.- YTL'nin fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak üzere yasal faizi ile tahsilini istemişlerdir.

Davalı, davanın reddini savunmuştur.

Mahkemece, çekişme konusu 186 parsel yönünden kesin hüküm nedeniyle, 928 parsel yönünden husumetten, 238 parsel yönünden ise muvazaa iddiası ispat edilemediğinden davanın reddine karar verilmiştir.

Karar, davacılar tarafından süresinde temyiz edilmiş olmakla; Tetkik Hakimi Ü.A.'nın raporu okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelendi, gereği görüşülüp düşünüldü:

KARAR : Dava, muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı tapu iptal tescil ve bedel isteğine ilişkindir.

Dosya içeriğinden, toplanan delillerden; dava konusu 928 parsel sayılı taşınmazın muris T. ile bir ilgisinin bulunmadığı, 186 parselin ise 1996/56 Esas - 1999/188 Karar sayılı kadastro mahkemesi kararı ile taraflar adına tescil edildiği, davalıya miras bırakan tarafından temlik edilmediği anlaşılmakla, anılan taşınmazlar yönünden 01.04.1974 tarih 1/2 Sayılı Yargıtay İnançları Birleştirme Kararı'nın uygulama yeri bulanmadığı gözetilerek davanın reddedilmiş olması doğrudur.

Davacıların bu yöne değinen temyiz itirazları yerinde değildir, reddine. Davacıların dava konusu 238 parsele yönelik itirazlarına gelince; bilindiği üzere uygulamada ve öğretide "muris muvazaası" olarak tanımlanan muvazaa, niteliği itibariyle nisbi ( mevsuf-vasıflı ) muvazaa türüdür. Söz konusu muvazaada miras bırakan gerçekten sözleşme yapmak ve tapulu taşınmazını devretmek istemektedir. Ancak mirasçısını miras hakkından yoksun bırakmak için esas amacını gizleyerek, gerçekte bağışlamak istediği tapulu taşınmazını, tapuda yaptığı resmi sözleşmede iradesini satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesi doğrultusunda açıklamak suretiyle devretmektedir.

Bu durumda yerleşmiş Yargıtay içtihatlarında ve 01.04.1974 tarih 1/2 sayılı İnançları Birleştirme Kararı'nda açıklandığı üzere görünürdeki sözleşme tarafların gerçek iradelerine uymadığından, gizli bağış sözleşmesi de Medeni Kanun'un 706, Borçlar Kanunu'nun 213 ve Tapu Kanunu'nun 26. 'maddelerinde öngörülen şekil koşullarından yoksun bulunduğundan, saklı pay sahibi olsun veya olmasın miras hakkı çiğnenen tüm mirasçılar dava açarak resmi sözleşmenin muvazaa nedeni ile geçersizliğinin tespitini ve buna dayanılarak oluşturulan tapu kaydının iptalini isteyebilirler.

Hemen belirtmek gerekir ki, bu tür uyuşmazlıkların sağlıklı, adil ve doğru bir çözüme ulaştırılabilmesi, davalıya yapılan temlikin gerçek yönünün diğer bir söyleyişle, miras bırakanın asıl irade ve amacının duraksamaya yer bırakmayacak biçimde ortaya çıkarılmasına bağlıdır. Bir iç sorun olan ve gizlenen gerçek irade ve amacın tespiti ve aydınlığa kavuşturulması genellikle zor olduğundan bu yöndeki delillerin eksiksiz toplanılması yanında birlikte ve doğru şekilde değerlendirilmesi de büyük önem taşınmaktadır. Bunun için de ülke ve yörenin gelenek ve görenekleri, toplumsal eğilimleri, olayların akışı, miras bırakanın sözleşmeyi yapmakta haklı ve makul bir nedeninin bulunup bulunmadığı, davalı yanın alış gücünün olup olmadığı, satış bedeli ile sözleşme tarihindeki gerçek değer arasındaki fark, taraflar ile miras bırakan arasındaki beşeri ilişki gibi olgulardan yararlanılmasında zorunluluk vardır.

Somut olaya gelince; mahkemece 30.03.2005 tarihli oturumda taraflara tüm delillerini bildirmeleri için ara kararı tarihinden itibaren 10 günlük kesin süre tanınmış ve delillerin ( tanık listesinin ) öngörülen sürede bildirilmediğinden 238 parsel yönünden, davanın kanıtlanamadığı gerekçesiyle reddine karar verilmişse de, ara kararında taraflara yüklenen görevler yanında, belirtilen süre içerisinde kararda öngörülen hususların yerine getirilmemesi halinde yaptırımının da ( müeyyidesinin ) açıkça bildirilmesi ve ara kararında gösterilmesi zorunludur. Öyleyse mahkemece kurulan ara kararının usul hükümlerine uygun düştüğü söylenemez. Kaldı ki, davacılar, dava dilekçelerinde tanık deliline dayanıldığını açıkça bildirmişlerdir.

Bu durumda, öngörülen kesin süre içerisinde delillerin bildirilmediğinden söz etme olanağı yoktur.

Hal böyle olunca, yukarıda açıklanan ilkeler gözetilmek suretiyle, tanık dahil tüm delillerin toplanması, çekişme konusu 238 parsel sayılı taşınmazın miras bırakan tarafından davalıya temlikinin mirastan mal kaçırmak amaçlı ve muvazaalı olup olmadığının açıklığa kavuşturulması, muvazaalı temlik edildiğinin saptanması halinde anılan taşınmazın kamulaştırıldığı, talebin de bedele yönelik olduğu gözetilmek suretiyle sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken, yazılı olduğu üzere hüküm kurulmuş olması doğru değildir.

SONUÇ : Davacıların temyiz itirazları yerindedir. Kabulü ile hükmün açıklanan nedenlerden ötürü HUMK'nun 428. maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 29.01.2007 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


T.C.
YARGITAY
10. HUKUK DAİRESİ

E. 2006/16664
K. 2007/5491
T. 9.4.2007

Davacı, gecikme zammına uygulanan faizin kaldırılmasına ve ödeme emrinin iptaline karar verilmesini istemiştir.

Mahkeme, ilamında belirtildiği şekilde davanın açılmamış sayılmasına karar verilmiştir.

Hükmün, davacı Avukatı tarafından temyiz edilmesi üzerine, temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldıktan ve Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen raporla dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar tespit edildi:

KARAR : Dava, prim borcuna işletilen gecikme zammına, ayrıca, kanuni faiz yürütülmesi işleminin kanuna aykırı olduğundan bahisle ödeme emrinin kanuni faiz yönünden iptali istemine ilişkindir. Mahkemece, davanın reddine karar verilmiş; akabinde, temyiz incelemesi sonucunda, Dairemizce "gecikme zammına faiz yürütülemeyeceğinden davanın kabulüne karar vermek gerektiği" belirtilmek suretiyle karar bozulmuştur.

Bozma ilamı ve duruşma gününü içeren tebligat, davacı vekili adresinde Nihat imzasına tebliğ olunmuştur. Duruşma gününde davacı davayı takip etmemiş, ardından davalı 17.10.2005 tarihli dilekçe ile davasını yenilemiştir. Yenileme sonrası verilen 30.11.2005 tarihli duruşmadan, davacı vekili, bozma ilamı ve duruşma gününü içeren tebligatın kendisi ile aynı handa bulunan başka bir avukat bürosuna yapıldığını beyan etmiş, bunun üzerine mahkemece, tebligatın kime tebliğ edildiği PTT'den sorulmuş; PTT'den yazı cevabında tebligatın davacı vekilinin adresine sekreteri ve Nihat imzasına tebliğ edildiği bildirilmiş, bunun üzerine 21.06.2006 tarihli duruşmada, davacı vekiline iddiasını ispat için delil ve belgelerini sunmak üzere 1 haftalık kesin süre verilmiş, davacı vekili 1 haftalık süre içinde kendi avukatlık bürosunda çalışan kişileri gösterip, Sosyal Sigortalar Kurumu dönem bordrosunu sunmuş ( aralarında Nihat adı geçmiyor ) ve tanık dinleteceğini bildirmiş; 26.07.2006 tarihli duruşmada ise, tanık dinletmek isteğini yinelemiş, ancak, mahkemece izin verilmeyerek, bozma öncesi 2 kez, bozma sonrası ise 1 kez olmak üzere top- lam 3 kez dosyanın işlemden kaldırıldığından bahisle HUMK'un 409/son maddesi gereğince davanın açılmamış sayılmasına karar verilmiştir.

Davaların uzaması veya uzatılmasını engellemek amacıyla Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunun 163. maddesiyle getirilen kesin mehil kuralı, Kanunun amacına uygun kullanılmalı, başka bir anlatımla davanın reddi için araç görülmemelidir. Kesin mehile ilişkin ara kararı her türlü yanlış anlamayı önleyecek şekilde açık ve eksiksiz olmalı ve yapılacak işlerin neler olduğu tek tek gösterilmeli ve ara karar gereğinin yerine getirilmesi için davacı tarafından yatırılması gereken masraf tutarının ayrıntılı olarak saptanması gerekir.

Somutlaşan olayda; 21.06.2006 günlü ara kararı ile kararlaştırılan kesin mehil, HUMK'un 163. maddesi ve Yargıtay Kararlarına aykırıdır. Bu bağlamda kesin süre geçtiğinden bahisle davacıya iddiasını ispatlamak imkanı verilmeksizin, 05.10.2005 tarihli duruşmada verilen, "dosyanın işlemden kaldırılması kararı" doğru kabul edilerek davanın açılmamış sayılmasına karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.

O halde, davacı vekilinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır.

SONUÇ : Temyiz edilen hükmün yukarda açıklanan nedenlerle BOZULMASINA, temyiz harcının istek halinde davacıya iadesine, 09.04.2007 gününde oybirliğiyle karar verildi.