Mesajı Okuyun
Old 08-06-2008, 21:12   #6
hukukcu1985

 
Varsayılan

T.C. YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu

Esas: 2006/1-513
Karar: 2006/516
Karar Tarihi: 12.07.2006

ÖZET: Dava, sahtecilik hukuksal nedenine dayalı tapu iptal ve tescil istemine ilişkindir. Uyuşmazlık; davalıların sahtecilik ile gerçekleştirilen işlemi bilebilecek konumda olup olmadıkları, bu bağlamda Türk Medeni Kanunu'nun 1023. maddesinden istifade etmelerine olanak bulunup bulunmadığı noktasında toplanmaktadır. Somut olayda, dava konusu taşınmazın payının asıl maliki A. 1986 tarihinde ölmüş ve bu suretle mirası davacılara intikal etmiştir. Dava dışı İ.' in sahte veraset ilamı ile tapuda muris Abdullah adına kayıtlı bulunan bu payı, dava dışı annesi Azime üzerine yaptırdığı intikal işlemi ilk el olup; mirasçılık ilişkisinin sahtecilikle kurulduğu ceza mahkemesi kararıyla belirlenmiştir. Bu itibarla sahte belgeye dayalı olarak gerçekleştirilen ilk intikalin yolsuz tescil niteliğinde bulunduğu kuşkusuzdur. Ondan edinen ve ikinci el durumunda bulunan dava dışı Yalçın'ın ise, İbrahim'le el ve işbirliği yaparak sahte işlemi gerçekleştirdiği ceza mahkemesi kararıyla belirlenmiş olup, mahkumiyetine karar verildiği anlaşıldığından, davalıların, Türk Medeni Kanunu'nun 1023. maddesinde öngörülen sicile güvenin koruyucu etkisinden yararlanmaları söz konusu olamaz.


(4721 S. K. m. 2, 1023, 1024)

Dava: Taraflar arasındaki <tapu iptal ve tescil> davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Gölbaşı Asliye Hukuk Mahkemesi'nce davanın reddine dair verilen 13.07.2005 gün ve 20011627 - 2005/556 K. sayılı kararın incelenmesi davacılar vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 1. Hukuk Dairesi'nin 28.11.2005 gün ve 10985-12581 sayılı ilamı ile,

(... Dava, sahtecilik hukuksal nedenine dayalı tapu iptal ve tescil istemine ilişkindir.

Mahkemece, davanın reddine karar verilmiştir.

Dosya içeriği ve toplanan delillerden; çekişme konusu 1210 (1275 yeni) parsel sayılı taşınmazdaki davacıların murisi Abdullah' a ait payın 27.03.1997 tarihinde veraset ilamı kullanılmak suretiyle dava dışı İbrahim'in annesi Azime'ye intikal ettirildiği ve aynı gün dava dışı Yalçın'a satış suretiyle temlik edildiği, ondan da davalı Cemil'e ve Zeki'ye 02.04.1997 tarihinde satış yoluyla intikal ettirildiği anlaşılmaktadır.

Davacılar, murisleri Abdullah üzerindeki kaydın sahte veraset belgesi ile intikal ettirildiğini iddia ederek iptal ve tescil istemişlerdir.

Dava dışı İbrahim ve Yalçın hakkında açılan ceza davası sonucu Ankara 6. Ağır Ceza Mahkemesi'nin 24.02.2003 tarih 2003/97 nolu ilamı ile iddia konusu veraset ilamının sahte olarak düzenlenmesi sebebiyle mahkum oldukları böylece ilk intikalin sahte belgeye dayalı olarak gerçekleştirildiğinin belirlendiği sabittir.

Mahkemece, taşınmazın kendisine intikali sağlanan Azime tarafından Yalçın'a yapılan temlik işleminde Yalçın'ın 2. el olduğu ve iyi niyetli bulunduğu, dolayısıyla ondan edinenlerin de iyi niyetinin korunacağı kabul edilmek suretiyle davanın reddine karar verilmiştir.

Gerçekten de, 27.12.1939 tarih 11/60 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı uyarınca sahte veraset belgesi kullanılmak suretiyle taşınmazdaki pay kaydının Azime'ye intikal işlemi ilk el olup, adı geçen kişinin temlikin hukuksal dayanağı olan belgeden edinmesi sebebiyle iyi niyetli kabul edilemeyeceği açıktır. Ondan edinen Yalçın'ın ise anılan İçtihadı Birleştirme Kararı uyarınca 2. el durumunda bulunduğu da tartışmasızdır. 2. el durumunda bulunan kişinin iyi niyetli olması halinde ediminin korunacağında şüphe yoktur. Ancak yukarıda değinilen ağır ceza mahkemesinin mahkumiyet kararında dava dışı İbrahim ile Yalçın'ın birlikte hareket etmek suretiyle sahte işlemi gerçekleştirdikleri belirlenmiştir. O halde Yalçın'ın iyi niyetli olduğu söylenemez. Öte yandan Yalçın'dan edinen Cemil ve Zeki'nin de kardeş oldukları, ayrıca her ikisinin de taşınmazda önceden' paydaş oldukları kayden sabit olduğuna göre, sahtecilik ile gerçekleştirilen işlemi bilebilecek konumda oldukları da açıktır. Öyle ise, anılan kişilerin Türk Medeni Kanunu'nun 1023. maddesinden istifade etmelerine de olanak yoktur...),

Gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

Hukuk Genel Kurulu'nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

Karar: Dava, sahtecilik hukuksal nedenine dayalı tapu iptal ve tescil istemine ilişkindir.

Davacılar vekili; ... ilçesi ... Köyü 1210 parsel sayılı taşınmazın 6538887/265006080 payının müvekkillerinin murisi Abdullah adına tapuda kayıtlı iken, dava dışı akrabaları olan İbrahim tarafından alınan sahte veraset ilamı ile önce annesi Azime'ye intikalinin yaptırıldığını, ardından aynı gün dava dışı Yalçın'a sattığını, bu kişinin de bir hafta sonra davalılara satış suretiyle temlik ettiğini, tüm bu işlemlerden müvekkillerinin intikal işlemleri için tapuya gittiklerinde haberdar olduklarını; Gölbaşı ilçesinin küçük bir yerleşim birimi olması nedeniyle muris Abdullah'ın mirasçılarının müvekkilleri olduğunu herkesin bilebileceğini; üstelik, dava konusu taşınmazda davalıların temlik tarihinden evvel pay sahibi olup tüm hisse alımlarının davalılar tarafından yapıldığını, ilk temlik işleminde satış bedeli 70.000.000.-TL olmasına karşın, bir hafta sonra davalıların çekişmeli payı 300.000.000.- TL bedelle satın almış olmalarının eşyanın tabiatına aykırı bulunduğunu, dolayısıyla tüm işlemlerin iyi niyetle yapılmadığını ileri sürerek, dava konusu 1210 parselde davalılar adına kayıtlı bulunan 6538887/265006080 payın iptali ile müvekkilleri adına payları oranında tapuya tesciline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Davalılar vekili; müvekkillerinin, çekişmeli payı tapu kaydına güvenerek ve iyi niyetli olarak satın aldıklarını, önceki temliklerde hukuki ihlaller var ise bundan müvekkillerinin sorumlu olmadığını savunarak, haksız ve hukuki dayanaktan yoksun olan davanın reddine karar verilmesini cevaben bildirmiştir.

Mahkemenin, <davalıların temlik işlemi sırasında gerekli tüm özen ve dikkati gösterdikleri, tapu kayıt maliki Yalçın'ın mülkiyet durumuna güvenerek çekişmeli payı iyi niyetli olarak iktisap ettiklerinin anlaşıldığı> gerekçesiyle <davanın reddine> dair verdiği karar, özel dairece yukarıda yazılı gerekçeyle bozulmuş; yerel mahkemece <öncelikle davacıların, çekişmeli payın davalılara temlik edildiği tarihten dört yıl sonra dava açmalarının Medeni Kanun'un 2. maddesinde öngörülen objektif iyi niyet kuralları ile bağdaşmadığı; birlikte iş yapan davalıların, dava konusu payı yatırım amacıyla ve piyasa koşullarına uygun satın aldıkları, bu itibarla başlangıçta yapılan geçersiz işlemi bilmelerine olanak bulunmadığı> gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.

Dosyadaki bilgi ve belgelere göre; 1210 parsel sayılı taşınmazda davacılar murisi Hacı adına kayıtlı bulunan dava konusu payın, dava dışı İbrahim tarafından alınan sahte veraset ilamıyla 27.03.1997 tarihinde annesi Azime'ye intikal ettirildiği ve aynı gün dava dışı Yalçın'a satış suretiyle temlik edildiği, ondan da davalılar Cemil ve Zeki'ye 02.04.1997 tarihinde satış yoluyla intikal ettirildiği anlaşılmaktadır. Dava dışı İbrahim ve Yalçın hakkında açılan ceza davası sonucu, iddia konusu veraset ilamının sahte olarak düzenlenmesi sebebiyle mahkum oldukları ve davalıların, dava konusu payın alımından önce taşınmazda pay sahibi bulundukları da sabittir.

Özel daire ile yerel mahkeme arasındaki uyuşmazlık; davalıların sahtecilik ile gerçekleştirilen işlemi bilebilecek konumda olup olmadıkları, bu bağlamda Türk Medeni Kanunu'nun 1023. maddesinden istifade etmelerine olanak bulunup bulunmadığı noktasında toplanmaktadır.

Uyuşmazlığın ilişkin bulunduğu yön itibariyle, öncelikle <yolsuz tescil> kavramı üzerinde durulmasında yarar vardır.

Bilindiği üzere hukukumuzda, diğer çağdaş hukuk sistemlerinde olduğu gibi kişilerin huzur ve güven içerisinde alışverişte bulunmaları, satın aldıkları şeylerin ileride kendilerinden alınabileceği endişelerini taşımamaları, dolayısıyla toplum düzenini sağlamak düşüncesiyle, alan kişinin iyi niyetinin korunması ilkesi kabul edilmiştir.

Bu amaçla Türk Medeni Kanunu'nun 2. maddesinin genel hükmü yanında, menkul mallarda 988 ve 989, tapulu taşınmazların el değiştirmesinde ise 1023. maddesinin özel hükümleri getirilmiştir.

Öte yandan bir devleti oluşturan unsurlardan biri insan unsuru ise, bunun kadar önemli olan öteki unsur ise topraktır. İşte bu nedenle Devlet, nüfus sicilleri gibi tapu sicillerinin de tutulmasını üstlenmiş, bunların aleniliği (herkese açık olmasını) sağlamış, iyi ve doğru tutulmamasından doğan sorumluluğu kabul etmiş, değinilen tüm bu sebeplerin doğal sonucu olarak da tapuya itimat edip, taşınmaz mal edinen kişinin iyi niyetini korumak zorunluluğunu duymuştur.

Belirtilen ilke Türk Medeni Kanunu'nun 1023. maddesinde aynen <tapu kütüğündeki tescile iyi niyetle dayanarak mülkiyet veya bir başka ayni hak kazanan üçüncü kişini bu kazanımı korunur> şeklinde yer almış; aynı ilke tamamlayıcı madde niteliğinde bulunan 1024. maddede başka bir ifade ile tekrarlanarak, iyi niyetli olmayan üçüncü şahısların kazanımını hükümsüz saymıştır.

Anılan yasal düzenlemeye göre, tapu sicilinde ismi geçen kişinin gerçek hak sahibi olduğuna inanan veya kendinden beklenen tüm özeni göstermesine rağmen gerçek malik olmadığını, tapu sicilinde yolsuzluk bulunduğunu bilmesi imkansız olan kişinin iktisabı geçerlidir.

Ne var ki; tapulu taşınmazların intikallerinde, huzur ve güveni koruma, toplum düzenini sağlama uğruna, tapu kaydında ismi geçmeyen ama asıl malik olanın hakkı feda edildiğinden iktisapta bulunan kişinin iyi niyetli olup olmadığının tam olarak tespiti büyük önem taşımaktadır.

Gerçekten bir yanda tapu sicilinin doğruluğuna inanarak iktisapta bulunduğunu ileri süren kimse; diğer yanda ise kendisi için maddi, hatta bazı hallerde manevi büyük değer taşıyan ayni hakkını yitirme tehlikesi ile karşı karşıya kalan önceki malik bulunmaktadır. Bu nedenle yüzeysel ve şekilci bir araştırma ve yaklaşımın büyük mağduriyetlere yol açacağı, kişilerin Devlete ve adalete olan güven ve saygısını sarsacağı ve yasa koyucunun amacının ilk bakışta, şeklen iyi niyetli gözükeni değil, gerçekten iyi niyetli olan kişiyi korumak olduğu hususlarının daima göz önünde tutulması, bu yönde tüm delillerin derinliğine irdelenmesi ve değerlendirilmesi gerekmektedir.

Nitekim bu görüşten hareketle <kötü niyet iddiasının def'i değil itiraz olduğu, iddia ve müdafaanın genişletilmesi yasağına tabii olmaksızın her zaman ileri sürülebileceği ve mahkemece kendiliğinden (re'sen) nazara alınacağı> ilkeleri 08.11.1991 tarih 1990/4 Esas, 1991/13 sayılı İnançları Birleştirme Kararı'nda kabul edilmiş, bilimsel görüşler de aynı doğrultuda gelişmiştir.

Somut olayda, dava konusu 1210 parsel sayılı taşınmazın 6538887/265006080 payının asıl maliki Abdullah 1986 tarihinde ölmüş ve bu suretle mirası davacılara intikal etmiştir. Dava dışı İbrahim' in sahte veraset ilamı ile tapuda muris Abdullah adına kayıtlı bulunan bu payı, dava dışı annesi Azime üzerine yaptırdığı intikal işlemi ilk el olup; mirasçılık ilişkisinin sahtecilikle kurulduğu ceza mahkemesi kararıyla belirlenmiştir. Bu itibarla sahte belgeye dayalı olarak gerçekleştirilen ilk intikalin yolsuz tescil niteliğinde bulunduğu kuşkusuzdur. Ondan edinen ve ikinci el durumunda bulunan dava dışı Yalçın'ın ise, İbrahim'le el ve işbirliği yaparak sahte işlemi gerçekleştirdiği ceza mahkemesi kararıyla belirlenmiş olup, mahkumiyetine karar verildiği anlaşıldığından, Türk Medeni Kanunu'nun 1023. maddesi hükmünden yararlanması olanaklı değildir.

Dava konusu payın son maliki davalıların durumuna gelince:

Az önce de açıklandığı üzere, satıcıların üzerindeki kayıt yolsuz olarak oluşturulmuştur. Kardeş olan davalıların, küçük bir yerleşim birimi olan taşınmazın bulunduğu köyde birlikte çalıştıkları ve tapu kayıtlarına göre, taşınmazda önceden pay maliki olup, mütemadiyen pay alımı yaptıkları tartışmasızdır. Bu haliyle, davalıların kendilerinden beklenen özeni göstermeden, bilirkişi raporunda değeri 30.226.000.000.- TL olduğu belirlenen böyle bir taşınmazı 300.000.000.- TL bedel mukabilinde satın ve devralmış olmaları karşısında, iyi niyetli olduklarının kabulüne imkan görülmemiştir.

Direnme kararında sözü edilen, temlik işlemlerinden uzunca bir süre sonra dava hakkının kullanılmış olması, davacıların intikal işlemleri sırasında sahte işlemlerden haberdar olmamalarından kaynaklandığından; Türk Medeni Kanunu'nun 2. maddesinde öngörülen objektif iyi niyet kurallarından yararlanacakları her türlü duraksamadan uzaktır.

Şu açıklamalardan anlaşıldığı üzere davalıların, Türk Medeni Kanunu'nun 1023. maddesinde öngörülen sicile güvenin koruyucu etkisinden yararlanmaları söz konusu olamaz.

Sonuç: Hal böyle olunca; yerel mahkemece, davanın kabulü gereğine işaret eden ve Hukuk Genel Kurulu'nca da benimsenen özel daire bozma kararına uyulmak gerekirken, davanın reddine dair önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.

Davacılar vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının yukarıda ve özel daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı HUMK'nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının iadesine, 12.07.2006 gününde oybirliği ile karar verildi. (¤¤)