Mesajı Okuyun
Old 02-05-2008, 16:39   #1916
Av. Hatun Olguner

 
Varsayılan

SAYIN ADMİN ; SAMSATLI LUKİANOS İLE DÜŞÜNCELERİNİZ GERÇEKTEN ÇOK BENZİYOR :

ERDEMLERE,HUKUKA,ADALETE YÜREKTEN İNANAN VE KENDİNİ ADAYAN İNSANLAR HEP AZINLIKTA KALMIŞLAR … VE SİZİN GİBİ,BİZİM GİBİ,BAZI İNSANLAR,BİNLERCE YILDIR HEP BU DEĞERLERİ ARAMIŞLAR :

LUKİANOS”TAN DİYALOGLAR

LYKİNOS – HERMOTİMOS DİYALOGU

HERMOTİMOS- Mutluluğa ermiş olabilir miyim hiç,Lykinos? Onun yolunu bile ben,daha yeni yeni sezmeye başladım. Ne der Hesiodos ? : Erdem uzaklarda,çok uzaklardadır,ona götüren yol uzundur,diktir,çetindir,kan ter içinde kalmadan çıkılmaz o yokuş.

LYKİNOS- Senin yürüyüp terlediğin yetmedi mi yani,Hermotimos?

Hermotimos- Yetmedi elbette. Tepeye çıkmış olsaydım,tamamiyle mutlu olmama bir engel mi kalırdı ? Daha ben yolun başındayım.

LYKİNOS- Daha ne kadar yolun var.onu bir söyle de ne kadar zaman gerektiğini anlayalım.

HERMOTİMOS- Ben de bilmiyorum,ama öyle umuyorum ki,yirmi yıl daha gitsem yeter.

LYKİNOS- Peki o çabalama,didinme yolunun sonunda erilecek nimetler bunlar değilse,acaba hangi nimetlermiş? Ne diyor senin hoca ?

HERMOTİMOS- Bilgelik,yüreklilik,güzellik,adalet,herşeyin tabiatını kavradığımızda tam bir kanım… Zenginliğe,üne,zevklere,hasılı vücuda bağlı şeylere gelince,yukarı ulaşmak isteyen adam,onları aşağıda bırakır.

LYKİNOS- Herakles hakkı için hani şu Oita”daki Herakles hakkı için,o bilgelerin yiğitliğini de,mutluluğunu da çok güzel anlattın. Hermotimos ! Ama sana bir şey sorayım : Onların,arasıra canları isteyip te o tepeden indikleri, aşağıda, arkalarında bıraktıkları şeylere gene dokundukları olmaz mı ? Yoksa yukarıya vardıktan sonra,hep orada kalıp erdemin yanında yaşamaları,zenginliği ,ünü, sanı, zevkleri bir daha ağızlarına almamaları mı gerektir?

HERMOTİMOS- Sen ne sanıyorsun Lykinos? Tam erdeme varmış olan kimse artık ne öfkenin kuludur , ne de korku ile tutkuların.Keder nedir,bilmez artık;

LYKİNOS- Evet ama,senin hoca…

HERMOTİMOS- Peki,ne yapıyormuş , benim hoca ?

LYKİNOS- Dion isimli öğrencisi,aldığı derslerin parasını vaktinde vermemiş olacak ki,senin hoca onu mahkemeye sürüklemişti. Arkasından örtüsünü çıkarıp onun boynuna dolamış,boğacak gibi sıkıyordu;bir yandan da,sövüp sayıyor,öfkeli öfkeli çırpınıyordu.Orada bulunan birkaç arkadaş elinden kurtarmasalardı,ihtiyar bırakmayacak,o Dion”u; öyle öfkeliydi ki,belki de öldürürdü.

HERMOTİMOS- Senin de düşüncelerini öğrenmek isterim o halde,Lykinos,belki bilinmesi iyi olacak bir şey söylersin.

LYKİNOS- Diyeceklerime dikkat et,ama ben cahilim,yabancısıyım bu işlerin,bir yanlışım olursa alay etme benimle.Sen benden bin kat bilginsin,ama ne yapayım ? Erdem deyince,gözümün önüne şöyle bir ülke geliyor : Orada yurttaşların hepsi de mutlu,bunu oradan gelen hocam da söylemiş,evet,hepsi mutlu,hepsi de bilgeliğe ermiş,yiğit,doğru,her işlerinde ölçülü insanlar,tanrılardan hemen hemen farksız.Kandırıp aldatmak gibi,zorbalık gibi,tamah yüzünden haksızlık etmek gibi,bizler arasında çok görülen suçlardan biri bile o ülkede işlenemiyormuş,öyle bir şeyi kimse gözüne alamıyormuş; orada herkes barış içinde,dirlik düzen içinde yaşarmış… Öyle olacak elbette : Öteki memleketlerde didişmeye,kavgaya,yurttaşların birbirine saldırmasına sebep olan şeylerin biri yokmuş ki orada ! O ülkenin insanları kurtulmuşlar,o gibi şeylerden.O ülkede ne altın var,ne eğlence,ne de ün salıp alkışlanmak hırsı var …


Evet,sen söyle öyle bir feylosof gördün mü hiç ?

HERMOTİMOS – Hayır,öylesini görmedim hiç.

LYKİNOS - Bile bile yalan söylemediğin için seni tebrik ederim…

Bir şey daha var ki,öyle sanıyorum,sen ona dikka etmemişsin : Erdem eylemdedir,yani adaletin,bilgeliğin,cesaretin buyruklarını yerine getirmektedir.Sizler ise,sizler deyince felsefenin başında gidenler demek istiyorum,sizler bu gibi erdemleri bir yana bırakıp birtakım boş sözlerle,tasımlarla ömrünüzü geçiriyorsunuz.Siz eylemleri bir yana bırakıp sözlerle uğraşıyor,çekişmelerinizde de birbirinizin kafasına yaprak atıyorsunuz. Hepinizin sabahtan akşama kadar yaptığınız bu değil mi ?

HERMOTİMOS- Evet budur yaptığımız.


LYKİNOS_ KÖPEKSİ DİYALOGU

Lykinos_ A dostum,saçını sakalını neden böyle uzatırsın ? Neden arkana bir mintan giymezsin ? Neye böyle göğüs bağır açık,yalınayak dolaşırsın ? Nereden seçtin kendine bu serseni hayatını ? Böyle yaşamak insanlara değil,yabani hayvanlara yakışır. Öteki insanlarınkine hiç benzemeyen bu hayattan zarar görmüyor musun sen ? Hiçbir yerde durduğun yok : Toprağı döşek,taşı yastık ediyorsun kendine, arkandaki şu elbisenin de haline bak : Kirden,lekeden bir yeri gözükmüyor. Kumaşı da öyle iyi,yumuşak değildir herhalde. Rengi de parlak bir renk olmasa gerek.

KÖPEKSİ - Sen,benim öteki insanlardan daha sadelik içinde yaşamama bakıp ta,niçin bana çatıyorsun?
Benden daha çok süse,ziynete düşkün olmalarına bakıp ta,onlara çatsana.

Anladın mı ne demek istediğimi, Yoksa daha anlatayım mı ?

LYKİNOS_ Anlat,daha iyi edersin.

KÖPEKSİ_ Tanrı,ziyafet veren cömert adama benzer. Önümüze her memleketten getirip,her çeşidinden yemekler koymuş,her birimize : “Size uyan neyse onu alın “ demiş. Sağlam insanlar için de var,hastalar için de ; kuvvetliler de yiyecek,zayıflar da. Ama davetliler ellerini bütün tabaklara daldırmayacak,herkes kendi önündekine,kendine en çok gereken şeyi alacak… Sizler ise,bir türlü gözü doymayan,herşeye pençesini atan,o obura benziyorsunuz. Bütün nimetlerden,yalnız kendi yurdunuzda değil,başka illerde de yetişen nimetlerden pay alacağız diyorsunuz.Sizi bir dinleyen olsa,bu adamlara kendi toprakları da,topraklar boyunca uzanan deniz de yetmez der. .. Senin olacak,benim olacak,diye boyuna boğuşuyorsunuz,onların uğruna dost dosta,çocuklar babalarına,analarına,kadınlar kocalarına tuzak kuruyor. … Siz tabiatın kanununu da dinlemiyor,insanlar,insanlıktan başka işlere yarasın diyorsunuz.

LYKİNOS_ Biz,yani kim ?

KÖPEKSİ_ Siz,hepiniz. İnsanları,yük hayvanı yerine kullanıyor,yataklarınızı da araba edip omuzlarına yüklüyorsunuz; sonra kendiniz onların başları üzerinden keyifli keyifli bakıyor,eşeğin yularını çeker gibi emirler veriyor,şuraya gitme,buraya dön,diyorsunuz. Sokaklarda öyle dolaşmak fırsatını bulanlara,en mutlu adamlar,diye imrenerek bakıyorsunuz. Hele hayvanların etini yemekle kalmayıp,bir de o hayvanlardan boya çıkarmağa kalkanlara ne diyelim : tabiat onu boya versin diye yaratmamış ki!
Senin dediğine göre güğümü tencere yerine kullanmak ta olur ; ama güğüm içinde yemek pişirilsin diye yapılmaz. İnsanların bütün o zavallılıkları söylenmekle bitmez. Sen de kalkmış,onları paylaşmıyorum diye bana kabahat buluyorsun. Ben önümde bulduğum yemekleri,üstelik en sadelerini yiyor,öyle yabancı illerde yetişmiş çeşitler istemiyorum. Bir de şuna dikkat et : Madem ki benin çok ihtiyacım olmadığına,az ile kanaat ettiğime bakarak bir hayvan gibi yaşadığımı söylüyorsun, o halde,sence tanrılar hayvanlardan da aşağıdır,çünkü hiçbir şeye ihtiyaçları yoktur. Tanrılığa en çok yaklaşan kimseler de,en az ihtiyaçları olanlardır. Herakles,insanların en iyisi olan,pek haklı olarak tanrılar arasına yükseltilen o yüce kahraman,arkasına bir aslan postundan başka bir şey almaz,göğsü bağrı açık yürür,sizin ihtiyaçlarınızdan hiçbirini duymazmış; sen, şimdi ona bedbahtmış mı diyeceksin. Başkalarını felaketlerden kurtaran bir kahramana zavallının biriymiş denir mi hiç ? Yoksul da diyemezsin : Kara da,
sular da emrindeymiş onun. Yiğitliği onu nereye götürürse orada herşeyi buyruğu altına alırmış; insanlar arasında yaşadığı için de onunla boy ölçüşecek,onu yenecek kimse çıkmamış. Onun giyeceği yokmuş,kundurası yokmuş ta,onun için mi o halde gezermiş. Böyle bir şey söyleyemezsin. O,ölçü bilir,dayanıklı bir adammış,kendini gevşekliğe bırakmaktan ar edip,kuvvetli kalmak istemiş. Ya yiğitliği ondan öğrenen Thesus,Poseidonun oğlu dedikleri insan,bütün Attikanın kralı değil miymiş ? Zamanın en ileri kahramanı olmamış mı ? Ama o da yalınayak yürürmüş,saçını sakalını kestirmezmiş,yalnız o mu ? Bütün o zamanların adamları,atalarımız öyleymiş,bizden çok üstünlermiş. Aslanlar gibi onlar da kendilerini traş ettirmezmiş. Yumuşak,düz deriyi kadınlara yakıştırır, kendileri erkek gibi giyinirmiş.

Aslanın örtünmeye,köpeklerin kurulmuş sofralara ihtiyaçları olmadığı gibi,benim de olmasın. Toprağın neresi olursa olsun,bana döşeklik etmeye yetse de,bütün dünyaya evim diye bakabilsem,en kolay bulunan şeylerle karnımı doyursam, başka bir şey dilemem. Altına gümüşe benim de ihtiyacım olmasın, dostlarımın da. İnsanların bütün felaketleri,geçimsizlikler,savaşlar,tuzaklar,kan dökmeler hep altını,gümüşü elde etmek arzusundan doğar,bütün felaketler tamahtan, malımızı artırmak hırsından gelir. Uzak olsun benden o hırs ! Hiçbir zaman elimdekini çogaltmak arzusuna kapılmayayım,azaldığını,gittiğini görmekle kaygılanmayayım. Benim düşüncelerim,ilkelerim nedir ? Bunlar işte.

Görüyorsun ki,kamunun,bayağı insanların tuttuklarına hiç uymuyor. Madem ki düşündüklerim, inandıklarım,kamunun düşünüp inandıklarından bu kadar ayrıdır,kıyafetimin de başka olmasında şaşılacak ne var ? Çokluğun ahlakının bozuk olduğunu biliyorsun da,niçin erdemli adam da ille o çokluğun giydiğini giysin, o çokluğun kıyafetine girsin diyorsun ? Ben soğuğa da dayanırım,sıcağa da;
Yoksulluk içinde olduğum için tanrılar ne ederse makbulümdür benim. Siz ise,saadet içinde olduğunuz için,size ne gelse hoşnut değilsiniz,her şeyden şikayet edersiniz; sizden çok uzak olan şeyleri dilersiniz;kışın yazı,yazın kışı ararsınız;

Bir de bizleri düzeltmeye,yanlış düşünüyormuşuz gibi bizleri doğrultmaya kalkıyorsunuz. Oysa ki,asıl siz hiçbir işinizde akıl göstermiyor, düşünmüyorsunuz; her işinizi sadece göreneğe,sadece tutkularınıza uyarak görüyorsunuz. Selin sürüklediği insanlardan ne farkınız var sizin ?

Hani bir adam varmış,azgın bir ata binmiş; hayvan kaçıp dörtnala koştuğu için bir türlü durduramıyor, inemiyormuş,biri görüp “ nereye” diye sorunca : “ Bu hayvan nereye isterse oraya” demiş. Tıpkı onun hali,sizin haliniz. Size de nereye gittiğinizi bir soran olursa,yalan söylemek istemiyorsanız :
“ Tutkularımız nereyi isterse,zevk,safa arzusu,adımızı sanımızı yaymak kaygısı, o boş kaygı,bir de para kazanmak hırsı nereye götürürse oraya!” demelisiniz. Bazan korku,bazan öfke,hasılı hep o çeşitten bir tutku sizi kaçırıveriyor, bindiğiniz at bir değil ki,birçok;birgün biri,bir gün öteki.Hepsi de azgın…sizi yarlara, uçurumlara sürüklüyorlar…

Sizin alay ettiğiniz bu elbisenin,bu saçların,bu kıyafetin ise büyük bir kuvveti var : Onların sayesinde ben rahat yaşıyor,dilediğimi yapıp dilediğimle konuşuyorum.Bilgisizler,irfansızlar sürüsünden bir tek kişi bile bana yaklaşmaz,kıyafetimden hoşlanmaz,ama en aydın,en namuslu kimseler erdemin dostları gelir bana;beni en çok onlar arar. Senin alay ettiğin bu elbise yalnız iyi insanlara değil,tanrılara da yakışıp yeter.Tanrıların heykellerine bir bak,bana mı benziyor,size mi ? Bu kıyafetin tanrılara da yakıştığını herkes biliyor…