Mesajı Okuyun
Old 04-04-2008, 13:07   #2
Gamze Dülger

 
Varsayılan

Kolay Gelsin



T.C.

YARGITAY

HUKUK GENEL KURULU

E. 2007/3-121

K. 2007/128

T. 14.3.2007

• TAVİZ BEDELİ ALINMASININ HAKSIZLIĞI İDDİASI ( İdarenin Hakkın Özü Ortadan Kalktıktan Sonra Tek Taraflı İrade İle Bu Hakkı Tesis Ettirme Yetkisine Sahip Olmadığı - İadesi Gerektiği )

• İSTİRDAT TALEBİ ( Vakıf Şerhine Dayalı Taviz Bedeli Alınmasının Haksız Olduğu İddiasına Dayalı - İdarenin Hakkın Özü Ortadan Kalktıktan Sonra Tek Taraflı İrade İle Bu Hakkı Tesis Ettirme Yetkisine Sahip Olmadığından İadesi Gerektiği )

• VAKIF ŞERHİNE DAYALI ALINAN TAVİZ EDELİ ( Haksızlığı İddiasına Dayalı İstirdat Talebi - İdarenin Hakkın Özü Ortadan Kalktıktan Sonra Tek Taraflı İrade İle Bu Hakkı Tesis Ettirme Yetkisine Sahip Olmadığından İadesi Gerektiği )

• HAK DÜŞÜRÜCÜ SÜRE ( 3402 Sayılı Yasanın 10 Yıllık Hak Düşürücü Sürenin 5304 Sayılı Yasayla Yapılan Değişiklikten Önce Dolmuş Olması 5304 Sayılı Kanunun 11. Maddesindeki Değişiklik Hükmünün Geçmişe Etkili Şekilde Uygulanmasına Hukuken Olanak Bulunmadığı )

3402/m.12/3

2762/m.27


ÖZET : Dava; davacıya ait taşınmazın üçüncü kişiye satılması sırasında, vakıf şerhine dayanılarak davacıdan taviz bedeli alınmasının haksız olduğu iddiasına dayalı, istirdat istemine ilişkindir. 3402 sayılı Kadastro Kanununun 12. maddesinin 3.fıkrasında öngörülen on yıllık hak düşürücü sürenin, anılan Kanunda 5304 sayılı Yasayla yapılan değişiklikten önce dolmuş olması, 5304 sayılı Kanunun 11. maddesindeki değişiklik hükmünün geçmişe etkili şekilde uygulanmasına hukuken olanak bulunmaması, idarenin, hakkın özü ortadan kalktıktan sonra tek taraflı irade ile bu hakkı tesis ettirme yetkisine sahip olmaması karşısında, davaya konu taviz bedelinin davacıdan haksız ve hukuki dayanaktan yoksun bir şekilde alındığının, o nedenle de iadesi gerektiğinin kabulü zorunludur.
DAVA : Taraflar arasındaki "istirdat" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Çanakkale Sulh Hukuk Mahkemesince davanın kabulüne dair verilen 14.12.2005 gün ve 2005/967-1155 sayılı kararın incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 3.Hukuk Dairesinin 2.5.2006 gün ve 2006/5172-5350 sayılı ilamı ile,
( ... Davacı vekili dilekçesi ile; müvekkilinin maliki olduğu taşınmazın tapu kaydı üzerinde vakıf şerhi bulunduğundan taviz bedeli ödemek zorunda kaldığını, bu ödemenin haksız olduğunu iddia ederek; 4.637,50 YTL'nin ödeme tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Mahkemece; taşınmaza ilişkin vakıf şerhinin kadastro tutanaklarının kesinleşmesinden itibaren Kadastro Kanununun 12/3. maddesinde düzenlenen 10 yıllık hak düşürücü süreden sonra konulduğu gerekçesi ile davanın kabulü ile, taviz bedelinin dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmiş, hüküm davalı vekili tarafından süresinde temyiz edilmiştir.
Gerçekten, Yargıtay İçtihatları Birleştirme Büyük Genel Kurulunun 2.4.2004 tarih ve 2003/1-2004/1 sayılı içtihadı Birleştirme Kararı uyarınca vakıf şerhinin tapu sicilinden silinmesi yada tapu siciline yazılmasına ilişkin istemleri içeren davalarda 3402 sayılı Kadastro Kanununun 12/3. maddesinde öngörülen 10 yıllık hak düşürücü sürenin uygulanması gerekir. Ne var ki, Yargıtay içtihatları Birleştirme Kararından sonra 3402 sayılı Kadastro Kanununa 5304 sayılı Kanunla yapılan değişiklikle ek 1. madde eklenmiş ve bu maddenin 2. fıkrası ile "Tapu kayıtlarında icareteyn veya mukataalı olduğuna dair vakıf şerhi bulunan taşınmazlarda 12. maddenin 3. fıkra hükümleri uygulanmaz" hükmü getirilmiştir.5304 sayılı Kanun 3.3.2005 günlü Resmi Gazetede yayımlanarak, yayımına ilişkin 15. maddesi hükmü uyarınca aynı tarihte yürürlüğe girmiştir. Eldeki dava bu kanunun yürürlüğe girmesinden sonraki tarihte açılmış bulunmaktadır.
Somut olayda, dava 5304 sayılı Yasanın yürürlüğe girdiği 3.3.2005 tarihinden sonra açıldığından dava tarihinde olaya uygulanacak mevzuat 2.4.2004 tarih 1-1 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı değil, 5304 sayılı Yasanın ek 1. maddesidir. Bu hüküm gereğince tapu kayıtlarında vakıf şerhi bulunan taşınmazlarda 12. maddenin 3.fıkra hükümleri uygulanamayacağından mahkemece davanın hak düşürücü sürenin geçtiğinden bahisle kabulü doğru olmamıştır. Böyle olunca mahkemenin vakıf türüne göre tavize tabi olup olmama yönünden araştırma ve inceleme yapması zorunlu olmaktadır.
Yargıtay'ın Yerleşmiş içtihatlarına göre, taşınmazdaki vakıf şerhine dayanılarak taviz bedeli istenebilmesi; ilgili vakfın sahih vakıflardan olması koşuluna bağlıdır. Gayri sahih vakıflar yönünden taviz bedeli isteminin hukuksal bir dayanağı bulunmamaktadır. Mahkemece, bu yönde herhangi bir inceleme ve araştırma yapılmadan, vakfın türü belirlenmeden, eksik inceleme sonucu yazılı şekilde hüküm kurulması doğru görülmemiştir.
Mahkemece yapılacak iş; kök tapu kaydı ve belgeleri ile vakfiye örneği dosyaya getirtilerek, bu konuda uzmanlığı bulunan bilirkişi aracılığı ile vakfiye incelenmeli ve varsa tarafların bu konudaki tüm delilleri toplandıktan sonra deliller değerlendirilmeli, böylece şerhe konu vakıf, gayri sahih vakıf olduğu anlaşılırsa, taviz bedeli istenemeyeceği gerekçesi ile ödenen taviz bedelinin iadesine karar verilmelidir... ),
Gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
KARAR : Dava; davacıya ait taşınmazın üçüncü kişiye satılması sırasında, vakıf şerhine dayanılarak davacıdan taviz bedeli alınmasının haksız olduğu iddiasına dayalı, istirdat istemine ilişkindir.
Davacı Umur Demir Göynüer vekili; adına tapuya kayıtlı taşınmazı satmak üzere tapu sicil müdürlüğüne başvuran davacıya, taşınmazın tapu kaydına davalı idare tarafından vakıf şerhi işletilmiş olduğunun ve şerh kaldırılmadıkça işlem yapılamayacağının bildirildiğini, davacının satış işlemini yapabilmek için davalı idare tarafından takdir olunan 4.637.50 YTL. taviz bedelini yatırmak zorunda kaldığını, bedeli öderken istirdat hakkını saklı tuttuğunu; davacının anılan taşınmaza malik olduğu tarihte tapu kaydında hiçbir şerhin bulunmadığını, MK.nun ilgili hükümlerine göre, daha sonra kendisinin bilgisi dışında, davalı idarenin tek taraflı, hiçbir ihtar ve belgeye dayalı olmayan bir işlemi ile konulan şerhten dolayı bir borç yükü altına sokulmasının yasal bir dayanağı bulunmadığını ileri sürerek, taviz bedeli olarak davalıya ödenen 4.637.50 YTL.'nin 5.5.2005 ödeme tarihinden itibaren yasal faizi ile birlikte tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalı Vakıflar Genel Müdürlüğü vekili davaya konu vakfın, zamanının meri hukuki mevzuatına uygun şekilde sahih vakıf statüsünde tesis edildiğini, kök tapu kaydında taşınmazın vakıf yeri olduğunun açıkça belli bulunduğunu, davacı tarafın taviz bedelini rıza ile ödediğini ve ödemenin 2762 sayılı Vakıflar Kanunu'nun 27. ve 28. maddelerine uygun olduğunu; Yargıtay kararlarına göre, aslının vakıf taşınmaz olduğunun anlaşılması halinde, vakıf şerhinin sonradan işaret edilmesinin veya dayanaksız olarak bu şerhin silinmesinin maliki taviz bedeli ödeme sorumluluğundan kurtarmayacağını ifade ederek, davanın reddine karar verilmesini cevaben bildirmiştir.
Yerel Mahkemece verilen; 2.4.2004 tarih ve 1/1 sayılı İBK.'na göre, Vakıf şerhinin tapu sicilinden silinmesi yada tapu siciline yazılmasına ilişkin istemleri içeren davalarda, 3402 s. K.nun 12/3 maddesinde öngörülen 10 yıllık hak düşürücü sürenin uygulanması gerektiği, taviz bedeline konu taşınmazın tapulama tespitinin 29.05.1970 tarihinde kesinleştiği, vakıf şerhinin ise, 10 yıllık hak düşürücü süre dolduktan sonra, vakıflar idaresinin tek taraflı beyanı ile tapu kaydına işlendiği, davalı idarenin, hukuka aykırı şekilde işlenen vakıf şerhine dayanarak davacıdan taviz bedeli almakla sebepsiz zenginleştiği gerekçesine dayalı, davanın kabulüne dair karar; Özel Dairece metni yukarıda bulunan ilamla bozulmuş; Yerel Mahkeme gerekçesini tekrar ederek önceki kararında direnmiş, direnme kararını da davalı vekili temyiz etmiştir.
Davacı adına tapuya kayıtlı iken üçüncü kişiye satılan ve bu satım işlemi sırasında davacıdan taviz bedeli alınan meskenin üzerinde bulunduğu ana taşınmazla ilgili kadastro tespit tutanağının 29.5.1970 tarihinde vakıf şerhi bulunmaksızın kesinleştiği, sonradan, Çanakkale Vakıflar Müdürlüğünce, Çanakkale Tapu Sicil Müdürlüğü'ne gönderilen 25.09.1991 tarihli yazı üzerine, taşınmazın tapu kaydına "Fatih Vakfından" şerhinin konulduğu, dosya kapsamından anlaşılmaktadır.
Öncelikle, uyuşmazlıkla ilgili hukuksal durum hakkında şu açıklamaların yapılmasında yarar vardır.
Bilindiği gibi, Yargıtay İçtihatları Birleştirme Büyük Genel Kurulu'nun 02.04.2004 tarih ve Esas: 2003/1, Karar 2004/1 sayılı kararında "Vakıf Şerhinin Tapu Sicilinden silinmesi yada tapu siciline yazılmasına ilişkin istemleri içeren davalarda 3402 sayılı Kadastro Kanununun 12/3. maddesinde öngörülen on yıllık hak düşürücü sürenin uygulanması gerektiği..." sonucuna varılmıştır. İçtihatların Birleştirilmesine konu 3402 sayılı Kadastro Kanununun 12. maddesinin 3. fıkrasında, "Tutanaklarda belirtilen haklara, sınırlandırma ve tespitlere ait tutanakların kesinleştiği tarihten itibaren on yıl geçtikten sonra, kadastrodan önceki hukuki sebeplere dayanarak itiraz olunamaz ve dava açılamaz" hükmü bulunmaktadır.
Anılan İçtihadı Birleştirme Kararından sonra, 03.03.2005 tarihinde yürürlüğe giren Kadastro Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkındaki 5304 sayılı Kanunun 11. maddesi "Tapu kayıtlarında icareteyn veya mukataalı olduğuna dair vakıf şerhi bulunan taşınmazlarda 12. maddenin 3.fıkra hükümleri uygulanmaz" hükmünü içermektedir.
Görülmekte olan dava, vakıf şerhinin tapu sicilinden silinmesine ilişkin davalarda 3402 sayılı Kadastro Kanununun 12/3. maddesinde öngörülen on yıllık hak düşürücü sürenin uygulanması olanağını ortadan kaldıran bu değişik hükmün yürürlüğe girmesinden sonra, 11.10.2005 tarihinde açılmıştır.
Açıklanan maddi ve hukuki olgular ile bozma ve direnme kararlarının kapsamları itibariyle uyuşmazlık; dava tarihinden önce yürürlüğe giren 5304 Sayılı Kanun'un yukarıda değinilen 11. maddesindeki hükmün eldeki davaya etkili olup olmayacağı, bir başka ifadeyle, uyuşmazlığın çözümünde 3402 sayılı Kadastro Kanununun 12/3. maddesinin mi, yoksa 5304 sayılı Kanun'un 11. maddesinin mi uygulanması gerektiği noktasında toplanmaktadır.
Hemen belirtilmelidir ki, 3402 sayılı Kadastro Kanununun 12. maddesinin 3. fıkrasında öngörülen on yıllık sürenin hak düşürücü süre olduğu konusunda, uygulama ile öğreti arasında tam bir fikir birliği bulunmaktadır. Hak düşürücü süre, doğrudan doğruya hakim tarafından kendiliğinden göz önünde tutulması gereken, davada "itiraz" olarak başvurulması zorunlu olan ve zamanaşımı gibi "kesme" ve "durma" hükümlerine bağlı olmayan, uyulmama halinde "hakkın" kaybına yol açan, yani, hakkın özünü ortadan kaldıran süredir. Anılan maddede öngörülen süre ile, tapu sicilinin kararlılık kazanması, sicillerin bozulmaması, belli bir süre geçtikten sonra yargı organlarınca bu sicillerin tartışma konusu yapılmaması amaçlanmıştır ( Yargıtay İçtihatları Birleştirme Büyük Genel Kurulu'nun 02.04.2004 tarih, 2003/1 E. 2004/1 sayılı kararının gerekçesinden ).
3402 sayılı Kadastro Kanunu'nun 12. maddesinin 3.fıkrası ile ilgili hükümet gerekçesi de "...Kadastro işlemlerinin eski olaylara dayanılarak süresiz olarak askıda bırakılmasının kamu düzenini ters yönde etkileyeceği ve kamu zararı doğuracağı gerçeğinden hareketle kadastro tutanaklarının kesinleştiği tarihten itibaren on yıl geçtikten sonra kadastrodan önceki hukuki sebeplere dayanılarak dava açılamayacağı..." şeklindeki bir açıklamayı içermekte; bu gerekçe ile de, 3402 sayılı Kadastro Kanununun 12. maddesinin 3. fıkrasında öngörülen on yıllık sürenin, hak düşürücü süre olduğu vurgulanmaktadır.
Böylece, Kadastro tespiti sırasında uygulanan kayıtlarda Vakıf Şerhi yazılı olsa dahi, bu şerh tapu kütüğüne aktarılmamış ise; kadastro tespitinin kesinleştiği tarihten itibaren on yıllık hak düşürücü sürenin geçmesinden sonra, hakkın özü ortadan kalkacaktır.
Görüldüğü üzere, dava konusu taşınmazın tapulama tutanaklarının şerhsiz olarak kesinleştiği 29.05.1970 tarihi ile, Vakıf Şerhinin tapu siciline işlendiği 25.09.1991 tarihi arasında, 3402 sayılı Kadastro Kanunu'nun 12/3. fıkrasında öngörülen on yıllık hak düşürücü sürenin geçmiş olması; bir taraftan tapu kayıt malikine haklar kazandırırken, diğer yanın haklarını ortadan kaldırıp, hakkın kaybına yol açmış; buna paralel olarak Yargıtay İçtihatları Birleştirme Büyük Genel Kurulu'nun 02.04.2004 tarih, 2003/1 E. 2004/1 sayılı kararında ise, vakıf şerhinin yazılması veya sicilden silinmesi davalarında on yıllık hak düşürücü sürenin uygulanması gerektiği ilkesi benimsenmiştir.
Ne var ki; dava tarihinden önce ve fakat on yıllık hak düşürücü sürenin geçmesinden sonra, 3402 Sayılı Kadastro Kanununda 5304 sayılı Kanunla değişiklik yapılmış ve Vakıf Şerhinin tapu sicilinden silinmesine ilişkin davalarda 3402 sayılı Kadastro Kanununun 12/3 maddesinde öngörülen on yıllık hak düşürücü sürenin uygulanması olanağı ortadan kalkmıştır.
Şu hale göre sorunun çözümü, somut olaydaki gibi; tapu maliki yararına oluşmuş ve tamamlanmış bir hukuki durumun gerçekleşmesinden sonra yürürlüğe giren Kanun hükmüyle bu hakkın ortadan kalkıp kalkmayacağı konusunda, eş söyleyişle, Kanunların geriye yürümesiyle ilgili bir değerlendirme yapılmasını zorunlu kılmaktadır.
İlke olarak, herhangi bir yasa veya düzenleyici kural, hukuksal sonuçlarını yürürlüğe girdiği tarihten sonrası için doğurmaya başlar. Bunun doğal sonucu da, yasaların yürürlüğe girmelerinden önceki olayları etkilememeleri, yani, geçmişe etkili olmamalarıdır. Yasaları uygulama durumunda bulunanlar, başta mahkemeler olmak üzere, onları geriye yürür sonuçlar doğuracak yolda yorumlamamakla yükümlüdürler. Hukuk güvenliği bunu gerektirir. Kanun koyucu bu kaidenin aksine düzenleme yapabilir.
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun; 09.03.1988 tarih ve 1987/2-860 E, 1988/232 K; 13.10.2004 gün ve 2004/10-528 E, 2004/533 K; 06.04.2005 tarih ve 2005/10-183 E, 2005/241 K. sayılı kararları da aynı yöndedir.
Bundan ayrı, devam eden uyuşmazlıklarda, tamamlanmamış hukuki durumlara yeni yasa veya düzenleyici kural, "derhal yürürlüğe girme" ( I'etfet immediat de la loi novelle ) niteliği nedeniyle uygulanacak ve hukuki sonuçlarını doğuracaktır.
Tamamlanmış hukuki durumların yeni yasa veya düzenleyici kuraldan etkilenmemesi, kazanılmış hakların saklı tutulması gereğinden kaynaklanan bir sonuçtur. Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın 2. maddesi hükmüne göre, Türkiye Cumhuriyeti Sosyal bir hukuk devletidir. Kazanılmış hak kavramı her ne kadar açık bir biçimde Anayasada düzenlenmemiş ise de, bunun hukuk devleti kavramının temel taşlarından biri olduğu ve Anayasa'nın bünyesinde mündemiç bulunduğu, Türk Kamu Hukukunda, öğretide ve yargısal kararlarda benimsenmektedir.
Yasaların zaman içerisinde uygulanmaları esasları ile ilgili olarak yukarıda açıklanan temel ilkeler yanında, Yasa Koyucu, Anayasa'nın 87. maddesinde belirlenen Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin kanun koyma, değiştirme ve kaldırmayı görevleri arasında sayan yetkisi uyarınca, dilediği alanı düzenleme veya düzenlememekte serbest oluşu nedeniyle, bir yasayı genel ilkeden ayrılarak geriye de yürütebilir.
Ancak, Yasama Organının bu yetkisi, Anayasal esaslar ile sınırlandırılmış bulunmaktadır. Bu sınırlardan bir tanesi de, kazanılmış hakların saklı tutulmasıdır. Bu, az önce açıklandığı üzere Hukuk Devleti olmanın zorunlu bir gereğidir.
Öte yandan, kamu düzeni ve genel ahlaka ilişkin kurallar ile, yargılama hukukunu düzenleyen kanunların geçmişe etkili oldukları, bir başka ifadeyle kanunların geriye yürümemesi ilkesinin istisnasını teşkil ettikleri kuşku ve duraksamadan uzaktır ( Prof. Dr. Necip Bilge, Hukuk Başlangıcı, 14.Bası, Ankara 2000, s: 193-194; Prof.Dr.A.Şeref Gözübüyük, Hukuka Giriş ve Hukukun Temel Kavramları, 18. Bası, Ankara 2003, s:73 ).
Tüm açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde: Dava konusu taşınmazın kadastro tutanaklarında herhangi bir vakıf şerhi mevcut olmayıp, bu haliyle kadastro tespiti 29.05.1970 tarihinde kesinleşmiş ve sonradan tapu siciline Vakıf Şerhinin işlendiği 25.09.1991 tarihine kadar, 3402 sayılı Kadastro Kanunu'nun 12/3. fıkrasında öngörülen on yıllık hak düşürücü süre geçmekle, tapu kayıt maliki olan davacı yararına tamamlanmış bir hukuki durum oluşmuştur.
3402 Sayılı Kadastro Kanununda 5304 sayılı Kanun ile yapılan değişikliğin geçmişe etkili olacağına dair, anılan Kanunda bir hüküm bulunmadığı gibi; olayda, az yukarıda belirtilen istisnalardan her hangi biri de söz konusu olmadığından, sonradan yürürlüğe giren 5304 sayılı Kanunun 11. maddesinin uyuşmazlığa uygulanması, eş söyleyişle, bu hükmün davacı yararına gerçekleşen kazanılmış hakkı etkilemesi mümkün değildir.
Nitekim, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun; 09.03.1988 Tarih ve 1987/2-860 E, 1988/232 K; 20.12.1989 gün ve 1989/12-539 E, 1989/662 K; 06.03.2002 Tarih, 2002/1-119 E, 2002/135 K; 26.06.2002 gün ve 2002/14-517 E, 2002/554 K; 23.10.2002 Tarih ve 2002/11-633 E, 2002/847 K; 23.03.2005 gün ve 2005/14-172 E, 2005/195 K; 12.07.2006 gün ve 2006/4-519 E, 2006/527 sayılı kararlarında da aynı ilke benimsenmiştir.
Yine, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 25.05.2005 gün, E: 2005/5-288, K: 2005/352 sayılı kararında; kazanılmış hakların saklı tutulması ilkesinden hareketle, Kamulaştırma Kanunu'nun 38. maddesinde öngörülen 20 yıllık hak düşürücü süre geçtikten sonra idare yararına gerçekleşmiş ve tamamlanmış bir hukuki durumun varlığı kabul edilerek, anılan maddenin sonradan Anayasa Mahkemesince iptal edilmesinin, idarenin kazanılmış mülkiyet hakkını etkilemeyeceği sonucuna varılmıştır.
Sonuç olarak; 3402 sayılı Kadastro Kanununun 12. maddesinin 3.fıkrasında öngörülen on yıllık hak düşürücü sürenin, anılan Kanunda 5304 sayılı Yasayla yapılan değişiklikten önce dolmuş olması, 5304 sayılı Kanunun 11. maddesindeki değişiklik hükmünün geçmişe etkili şekilde uygulanmasına hukuken olanak bulunmaması, idarenin, hakkın özü ortadan kalktıktan sonra tek taraflı irade ile bu hakkı tesis ettirme yetkisine sahip olmaması karşısında, davaya konu taviz bedelinin davacıdan haksız ve hukuki dayanaktan yoksun bir şekilde alındığının, o nedenle de iadesi gerektiğinin kabulü zorunludur.
Yerel Mahkemenin, aynı gerekçeye dayalı, davanın kabulü yönündeki direnme kararı usul ve yasaya uygun olup, onanmalıdır.
SONUÇ : Davalı vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile, direnme kararının yukarıda açıklanan nedenlerle ONANMASINA, aşağıda dökümü yazılı ( 187.42 YTL ) harcın temyiz edenden alınmasına, 14.03.2007 gününde oybirliği ile karar verildi.